SELANİKLİ "ÇOK YALANCI"NIN MEHMET ALİ BEY'E ATTIĞI ACIMASIZ KAZIK

 


 

UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 71

 

Selanikli Mustafa Atatürk’ün, Mütareke döneminde İstanbul’da geçirdiği (13 Kasım 1918’de başlayıp 16 Mayıs 1919’da biten) altı aylık zaman hakkında (has adamı) Falih Rıfkı Atay’a anlattıkları üzerinde duruyorduk.

Bir önceki bölümde, şöyle demiş olduğunu görmüştük:

“Beni Talat Paşa'nm, Enver Paşa'nın ve umumiyetle İtttihat ve Terakki erkânının muhalifi addediyorlardı; bu sebeple taraflarından (kendileri tarafından) kazanılabileceğim ve onlara hizmet ederek faydalı olacağım fikrinde idiler. Benimle bu yoldan temas arayan, dostluk kurmaya çalışan nazırlar (bakanlar) olduğunu hatırlarım.”

(Falih Rıfkı Atay, M. Kemal’in Mütareke Defteri ve 19 Mayıs, haz. Nurer Uğurlu, İstanbul: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, Mayıs 1999, s. 138.)

*

Selanikli Atatürk sözlerini şöyle sürdürüyor:

Mesela bir aralık Dahiliye Nezareti'nde bulunan [İçişleri Bakanı olan] Mehmet Ali Bey adında bir zat, bir iki defa Şişli’deki evimde beni ziyaret etti. Bu ziyaretinden memnun kaldığını da arkadaşlarına söylemiş. Bir defa da Bahriye Nazırı [donanmadan sorumlu bakan] Avni Paşa ile gelerek muhtelif mevzular üzerinde benimle konuştular. Artık adeta ahbap olmuş gibi idik. Bir defa bu zatlar tarafından “Cercle d'Orient”ta [Yabancılar tarafından kurulan, bugün hâlâ Büyük Kulüp adıyla faaliyet göstermeye devam eden dernek] bir öğle yemeğine davet olunmuştum. Bununla beraber şunu da sezer gibi idim:

Temas ettiklerimin [bu iki zatın] arkadaşları arasında bana emniyet etmek doğru olmadığı kanaatinde bulunanlar vardı. Bir gün Avni Paşa, otomobilini göndererek, beni Bahriye Nezareti'ne davet etti. Hatta evinden sefertası ile gelen öğle yemeğini de beraberce yedik. Bu saf nazırdan bir şeyler anlayabilmek için, ne düşündüğü, vaziyeti nasıl gördüğü hakkında bazı sualler sordum.

Hiçbir şeyden haberi olmadığını ilk sözlerinden anladığım nazır, iyi şeyler düşündüklerinden, Sâye-i Şahanede [Padişah sayesinde], işlerin iyi olacağından, çok kuvvetli bulunduklanndan, İngilizlerle anlaşmak üzere olduklarından bahsetti. Tebrik ettim ve çok hoşuna gidecek memnuniyet alametleri gösterdim. Avni Paşa, o vakit Harbiye Nazırlığı'nda bulunan [Savunma Bakanı olan] Şakir Paşa'nın damadı idi.

(Atay, s. 138-9.)

*

Bu laflarıyla Selanikli deccal (çok yalancı), nankörlüklerinden birini daha sergilemiş oluyor.

Mehmet Ali Bey adında bir zat varmışmış.. Bir iki defa görüşmüşmüş.

Olayın devamını anlatmıyor.

İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey, sonradan Yüzellilikler’e (150’likler) dahil edilerek vatandan sürgün edilenlerden.

Vikipedi, bu sürgünler hakkında şunları söylüyor:

Yüzellilikler, Türk Kurtuluş Savaşı sonrası düşman iş birlikçisi olarak görülen ve Türkiye'den sürgün edilen, hepsi üst düzey makamlarda yer alan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına verilen isimdir.

Meclis'e [TBMM’ye, gerçekte Selanikli’ye] göre hainler on binleri buluyordu. Ancak Lozan Antlaşması'nın bir maddesinde sürgün edilecek insanların sayısının 150'yi geçmeyecek şeklinde öngörmesi üzerine ilk önce Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı tarafından oluşturulan listede başlangıçta 600 kişiden oluşmakta iken alevli tartışmalar sonucu önce 300, ardından da 149 kişiye indirilmiştir. 150'likler adı verilen ve 23 Nisan 1924 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin oturumunda saptanan bu listeye 1 Haziran 1924 tarihindeki kararla Köylü gazetesi sahibi Refet Bey de eklenerek nihai şekliyle 150 kişi olarak kabul edilmiştir ve bu kişiler 28 Mayıs 1927'de kabul edilen 1064 sayılı yasa ile yurttaşlıktan çıkarılmışlardır. 29 Haziran 1938 tarihli 3527 sayılı yasa ile, Yüzellilikler'in yurda girmelerini engelleyen 1064 sayılı kanun kaldırılsa da, başta Çerkez Ethem olmak üzere pek çok muhalif ve saltanat taraftarı geri dönmemiştir. Bu listenin 600 kişilik ilk hali açıklanmamıştır.”

*

İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey, Selanikli Samsun’a doğru hareket ederken cebine (Padişah Vahideddin’in ve devletin ona verdiği diğer paralara ilaveten), Dahiliye Nezareti’nin (İçişleri Bakanlığı’nın) örtülü ödeneğinden yüklüce bir para koymuş durumda.

Sözde adam basit bir müfettiş, fakat cebine konulan paralar ordu donatacak büyüklükte.

Ayrıca, Van’dan Ankara’ya kadar istediği vali ve kaymakamı görevden alma, yerlerine başkasını atama, dilediği subayı dilediği göreve atayabilme yetkisine sahip.

Vazifesinin adı müfettişlik, fakat fiilen Anadolu genel valiliği.. 

Padişah vekilliği.. 

Ki Samsun'a çıktığı sırada kullandığı unvan şu: Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî.

*

Mehmet Ali Bey, bakanlığın örtülü ödeneğindeki paraları eşine dostuna dağıtmıyor, şurda burda yemiyor, tutuyor Selanikli’ye veriyor.

Niye? Enayi mi?

Selanikli’ye 25 bin lira vermiş durumda.. 

Memur maaşının aylık iki buçuk lira olduğu zamanda 25 bin lira.. 

Evet, senelik maaş 30 lira, 30 sene (bir ömür boyu) memuriyet yapsanız alacağınız para 900 lira, bin lira bile etmiyor. 

Ve bir müfettişin (sadece İçişleri Bakanlığı'nın örtülü ödeneğinden) aldığı para 25.000 lira.

Bu yoğurt bolluğu nerden geliyor?

On bin aya, yani 800 küsur seneye karşılık gelen bir maaş yekünü.. Sanki Selanikli’nin 800 sene (On defa 80 sene) yaşayacağı tahmininde bulunmuşlar..

Evet, bu sadece bir bakanlığın örtülü ödeneğinden verilen para.. Vahideddin'in verdikleri hariç.

Mehmet Ali Bey'in verdiği para, resmen yok hükmünde.. Örtülü ödenekten veriliyor.. Bir müfettiş için sıradışı bir uygulama.

Ama, İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey, “Nasılsa resmen böyle bir belge yok, varsın bu ödemeyle ilgili makbuz cebimde dursun” demiş.

*

İyi ki böyle yapmış.

Sabahattin Selek’in yazdığına göre, Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey, bu parayı bizzat kendisi Selanikli’nin ayağına götürmüş durumda (Ne müfettişmiş ama, böylesi görülmemiştir! Bakan, ayağına gidiyor):

“Dahiliye Nezareti örtülü ödeneğinden ödenen bu parayı Mehmet Ali Bey, yanında Emniyet Şube Müdürlerinden Râdî Bey olduğu halde, Mustafa Kemal Bey’i Samsun’a götürecek vapura hareketinden biraz önce gelerek bizzat vermiş ve klişesi yayınlanan makbuzu da orada Râdî Bey yazmıştır.”

(Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, s. 117'den aktaran Abdurrahman Dilipak, Cumhuriyete Giden Yol, 7. b., İstanbul: Beyan Y., t. y.,  s. 151.)

Söz konusu makbuz, yayınlanmış.

Nerede, Türkiye’de mi?..

Hayır!. Fransa’da..

Söz konusu makbuzun klişesi, Paris’te neşrolunan La Republique Enchane adlı gazetede yayınlanabilmişti. (Dilipak, s. 151.)

Türkiye’de yayınlanamazdı, çünkü Selanikli’nin geçmişi karartmak, üstüne perde çekmek, olan biteni sadece kendi kurguladığı şekilde aktarmak gibi bir deccalî (çok yalancı) politikası vardı.

Nitekim, Kâzım Karabekir Paşa kendi bildiklerini ve yaşadıklarını kitaplaştırıp bastırdığında hepsini toplatıp yaktırmıştı.

*

Önceki bölümlerden birinde de söylediğimiz gibi, Selanikli, kendisini (cebine para koyup olağanüstü yetkilerle donatarak genel vali gibi) Anadolu’ya gönderen Sultan Vahideddin ile Anadolu’da tutunmasını sağlayan Karabekir’in yanı sıra Mehmet Ali Bey’e de, sonradan, teşekkürlerini eksiksiz bir biçimde sunmuş durumda.

Yapılan iyilikleri unutmamak gibi bir meziyeti var..

Evet, Mehmet Ali Bey, cumhuriyetin ilanıyla birlikte vatandan kovulan, Türkiye’ye girmesi yasaklanan, malına mülküne el konulup sürgüne gönderilen 150’liklerdendi.

*

Selanikli’nin yukarıya aldığımız lafları üzerinde durmak gerekiyor.

Bunları olduğu gibi alıp yüzeysel bir bakışla değerlendirdiğimizde varılacak sonuçlar şunlar:

Bir: Bu adam, olduğundan farklı görünme (takiyye), insanların iyi niyetini suistimal etme, saflıklarından faydalanma ve hassasiyetlerini istismar konusunda uzman.

Güya, İngilizler’e karşı politikasından dolayı Osmanlı Hükümeti’ne buğzediyor, fakat kendisiyle temas kuran bakanları “memnun” etmekten, onlmarla resmen “ahbap” çavuş olmaktan geri kalmıyor, (sahte dostluk gösterilerine eşlik eden derin bir samimiyetsizlikle) karşısındakinin “çok hoşuna gidecek memnuniyet alametleri gösterme” konusunda olağanüstü bonkör davranıyor. 

Herkese mavi boncuk dağıtan, nabza göre şerbet veren bir yanar döner tip.

(Kendisinin İngilizler'in en öz ve hakiki dostu olduğu, devletin başına çökünce İngiltere Kralı Edward'ı İstanbul'da olağanüstü saygıyla ağırlamasından da belli de, öncesi var.. Filistin'de İngilizler'in önünden rüzgârı kıskandıracak bir süratle kaçtıktan sonra yaptığı ilk iş, kendisine yüz verip şımartmış olan yeni padişah Vahideddin'e telgrafla "İngilizler'le behemahal, ne pahasına olursa olsun barış yapılması" talebini iletmek olmuştu. İstanbul'a gelince de hemen Minber ve Vakit gazetelerinde kendisinin İngiliz muhibbi/dostu/seveni olduğunu açıklamıştı. Sonradan "rol icabı" İngiliz muhalifi gibi göründü.)

İki: Saf gördüğü insanlara karşı aynı içtenlikle davranmak yerine, açık arayan bir casus gibi samimiyetsiz sorular yöneltiyor.

Üç: Kafasındaki asıl niyetlerini ve gerçek düşüncelerini kendisine saklıyor, hile yapıyor.

*

Söylediklerinden ilk bakışta çıkan sonuç bunlar.. "Değişik" kişilik ve karakterini sergileyen ifadeler sergilemiş durumda.

Ancak, sözlerinin (şekli değil de) muhtevası üzerinde durulduğunda söylenmesi gereken başka şeyler var.

Birincisi, o sırada Selanikli, sadece (içi ya da altı boş) bir “unvan”dan ibaret.. 

Pratikte bir onbaşıdan bile beter durumda, emri altında kimse yok.. 

Etkisiz yetkisiz, işsiz güçsüz, beleşten maaş alan bir kaldırım subayı.

Bakanlar, o kadar iş güç arasında böyle biri ile neden samimiyet kursun, ta evine kadar gidip ahbaplık yapsınlar ki?..

Demek oluyor ki işin altında başka birşey var.. Hükümet’in (Selanikli’nin de rol üstlenmesini gerektiren) birtakım gizli saklı (İngilizler’in kulağına gitmesi istenmeyen) planları var ve o yüzden bununla “muhtelif konular” hakkında konuşuyorlar.

İşte, zamanında bu planların (zorunlu olarak) kamuoyunun bilgisi dışında tutulmuş olması, sonradan Selanikli’nin bol keseden yalan söylemesini sağlayan bir avantaja dönüşmüş.

*

İkinci bir husus şu:

Selanikli, “Temas ettiklerimin arkadaşları arasında bana emniyet etmek doğru olmadığı kanaatinde bulunanlar vardı” diyor.

Ona hangi konuda güvenilmesini doğru bulmuyorlardı?

Selanikli, bu bahse hiç girmiyor.

İşin aslı şu: Padişah Vahideddin ve Osmanlı Hükümeti, paşalardan birini Anadolu’ya (İngilizler ile müttefiklerini ürkütmeden) “gizli gündem”li (devlet sırrı niteliğinde, "çok gizli" damgalı) görevle göndermek isityorlardı.. 

Fakat İngilizler, işlerine gelmeyen paşaları (Ali İhsan Sabis Paşa gibi) tutuklayıp Malta’ya sürmekteydiler.. 

Görevlendirilecek kişi öyle biri olmalıydı ki, hem Padişah'a ve Hükümet'e sadakat sözü vermeli, hem de İngilizler’in şüphelerini üzerine çekmemeliydi.

Selanikli’de bu özellikleri buluyorlardı.

Ve Selanikli de onları memnun edecek, hoşlarına gidecek şeyler söylüyordu.

*

Üçüncü husus..

Donanmadan sorumlu bakan Avni Paşa bunu bakanlığa davet etmiş.. İngilizler’le anlaşmak üzere olduklarından bahsetmiş.

Selanikli bu noktada da ketum.. Hangi hususta anlaşmak üzerelermiş, bunu söylemiyor.

Anlaştıkları husus, öyle anlaşılıyor ki, Selanikli’nin Anadolu’ya (Samsun’a) müfettiş olarak gitmesi işi.

Avni Paşa İngilizler’le anlaşmak üzere olduklarını söyleyince bu ne yapmış?..

Tebrik etmiş ve  memnuniyet alametleri göstermiş..

Kim hesabına memnuniyet sergilemiş, İngilizler hesabına mı, Osmanlı hesabına mı?

Yoksa kendisi hesabına mı?

Selanikli bu noktayı da kapalı bırakmış durumda.

*

İşin içyüzüne gelince..

Selanikli İngilizler’le çoktaan anlaşmış durumdaydı..

Ekmeğini yediği devletin bakanlarıyla sözde nazlanarak ve adeta tiksinerek görüştüğünü söyleyen Selanik deccali, İngiliz Gizli Servisi’nin (istihbarat teşkilatının) İstanbul şefi (Osmanlı topraklarındaki en üst düzey görevlisi) Robert Frew (Fro) ile gizli saklı olarak başbaşa defalarca görüşmüş durumdaydı.

Kendisi Nutuk’un bir yerinde “bir defa”, başka bir yerinde ise “bir iki defa” görüştüğünü söylüyor ("yalancının hafızası" meselesi).. Rauf Orbay’a ve yaveri Cevat Abbas’a göre ise müteaddid defalar görüşmüş durumda.. 

Daha fazla görüşmediyse şayet, en az üç defa görüşmüş ve mercimeği fırına vermiş olduğu kesin.

Dolayısıyla, Osmanlı Hükümeti’nin “saf” paşalarının samimi ve acınası çırpınışları ile kafa buluyor, olan biteni içinden sırıtarak keyifle izliyor.

Keyfi yerinde, İngiliz’den sağlam destek sözü (ve İngiliz ilke ve inkılaplarını hayata geçirme talimatı) almış durumda.

*

Evet, Avni Paşa “saf” olduğu için, Selanikli’nin başbakanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı General İsmet İnönü’nün veciz bir şekilde dile getirdiği gerçeği (İngiliz "devlet aklı"nın da “içinden Selanikli geçen” bir "gizli" planının bulunduğunu) “sezebilecek” durumda değildi:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur."

(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OSMANLI'NIN YETİŞTİRDİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'DAN LAİK (SİYASAL DİNSİZ, SİYASAL KÂFİR) DÜZENİN VE ONUN YEŞİL KEMALİST DİNDARLARININ ÜRETTİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'A...

  LAİKLERİN ÇÖZÜMSÜZ DİLEMMASI:  İSLAMCILAR (İSLAMİSTLER) DÖNSÜN İSLAMCILIK KARŞITI (ANTİ-İSLAMİST) VE "LAİK DÜZEN" YANLISI "...