KAMALİZM'E KARŞI KEMALİZM'İ SAVUNMAK

 






Yeni Şafak yazarlarınndan Aydın Ünal, “Türkiye nasıl kuruldu?” başlıklı bir yazı kaleme almış. (Aşağıya aldık.)

“Türkiye’nin Taksimi – Bir Diplomasi Tarihi (1919-1923)” adlı kitaptan özet yapmış.

Bu kitaba dayanarak “İstiklal Mücadelemizin hiç anlatılmayan bu gerçek hikâyesi”nden söz ediyor.

Bu hikayeyi herkes biliyor.

Herkes anlatıyor.

Gerçek hikaye, İsmet İnönü’nün şu sözünde saklı:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur."

(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)

İnönü'nün, İstiklal Harbi'nin içyüzünü, Aydın Ünal'ın atıfta bulunduğu kitabın yazarından daha iyi bildiği kesin.

*

Aynı gazetenin İsmail Kılıçarslan adlı yazarı ise, aynı günkü (28 Aralık 2024) yazısında şunu diyor:

Şu var: Mesele Kamalizm’in “bağımsızlık” zırvası olsa rahatlıkla diyebiliriz ki “sevgili Kamalistler, sizin bağlamınızı kullanarak ifade edelim ki Esed pekala sizin tanımladığınız Vahdettin’ten bin kat daha büyük bir ‘hain’ idi. Ülkesini, başka ülkelerin, Suriye ile hiçbir bağı olmayan emperyalistlerin uçaklarına bombalattı. Yabancı milisler ülkesinde inanılmaz imtiyazlar elde etti. Halkını öldürmekten, onlara işkence etmekten çekinmedi Esed. Suriyeliler de Kuvay-ı Milliye mücadelesinde Rusya’dan destek alan, Fransa ile diplomatik pazarlıklar yürüten, Amerika’ya yeşil ışık yakan Mustafa Kemal’in yapmak zorunda olduklarının çok azını yaparak, neredeyse sadece Mustafa Kemal’in kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yaslanarak ülkelerini bu hainden ve emperyalistlerden temizlediler.”

Aydın Ünal’ın yazısı, Selanikli Mustafa Atatürk’ün de emperyalistlere, Esed'inkine benzer tavizler verdiğini ortaya koyuyor.

Fakat sadece İtalya bağlamında..

Mesela Fransızlar’a karşı Misak-ı Millî’den, vatan topraklarından verilen tavizden söz etmiyor.

İngilizler’e verilen tavizler ve Lozan’ın içyüzü faslına ise hiç girmiyor.

Selanikli'nin, Mütareke dönemindeki altı aylık İstanbul ikâmeti sırasında İngiliz Gizli Servisi'nin İstanbul şefi Robert Frew (Fro) ile yaptığı başbaşa gizli görüşmeler bahsini de "es" geçiyor.

Selanikli Mustafa Atatürk’ün (bir taraftan emperyalistlere taviz verirken diğer taraftan da) kendisini görevlendiren Vahideddin'e attığı yağlı "kazık" ortada.. 

Peki, Vahideddin kime hangi tavizi verdi?

"İngilizler ile Selanikli'nin (İnönü'nün sözünü ettiği) gizli servis marka örtülü/kamuflajlı işbirliğinin" kurbanı oldu.

İngilizler’in adamı olsaydı İngiltere’de bir kaşanede ölürdü, İtalya’da beş parasız ve sefalet içinde değil.

(Cumhuriyetin ilanının "neredeyse sadece" Selanikli'nin marifeti olduğu doğrudur.. Devletin başına geçmek istiyordu, padişahlığını ilan edemezdi, cumhuriyete ihtiyacı vardı. Ancak, vatan savunması sadece onun eseri değil.. Yunan karşısında alınan Eskişehir bozgunu üzerine Kayseri'ye çekilme [Hadi kaçma demeyelim] kararı aldığında mutlak bir moral çöküntüsü ve hezimet psikolojisini başta Rıza Nur olmak üzere TBMM'nin gayretli milletvekillerinin sergilediği direniş ruhu engelledi.. Yoksa Yunan, Ankara'yı, hiçbir direnişle karşılaşmadan sellemehüsselam işgal edebilecekti.. Bunun akabinde gerçekleşen Sakarya Zaferi de, "neredeyse sadece" Kazım Karabekir ile Rıza Nur'un yazmaya cesaret edebildiğine göre, Fevzi Çakmak sayesinde kazanıldı.. Yoksa Selanikli, tıpkı Filistin ricatı gibi bir ricat emri vermiş durumdaydı, yine Kayseri yolları görünmüştü.. Doğuyu Kazım Karabekir, Güneydoğu'yu [Maraş, Urfa, Antep] bizzat millet, sivil halk savunmuştu.)

*

Evet, Esed’in emperyalistlere verdiği tavizlerin benzerlerini Selanikli Mustafa Atatürk de verdi.

Halkını öldürmeye gelince..

Kadir Mısıroğlu, Falih Rıfkı Atay’a da atıfta bulunarak, onun itirafını da aktararak, Selanikli’nin Türkiye’de kendi sultasını kurabilmek için 500 bin kişi öldürdüğünü söylüyor. (Bkz. https://seyfisay.blogspot.com/2024/10/seto-selanikli-teror-orgutu-lideri.html)

*

Evet, Esed’in bir “hain” olduğu doğrudur.


* * *


Türkiye nasıl kuruldu?


Aydın Ünal, Yeni Şafak



Beyefendilere devrim beğendiremiyoruz. Kulp takanlar, burun kıvıranlar, “lideri ben değilsem devrim devrim değildir” kibriyle nefsine tapınanlar, sürecin hiçbir aşamasında olmayıp sonucu kıyasıya eleştirenler, (haşa) Allah’tan çok gaybı bilme havasına girenler, bir takım devletleri (yine haşa) Allah’ın kudretinin üzerinde kudretli görenler, kıskançlar, karamsarlar, kötümserler ve daha nicesi…

Hamas 7 Ekim’de son derece başarılı bir operasyon yapınca “abi bunun arkasında İsrail var” diyerek anında meseleyi çözenler şimdilerde Suriye Devrimi’ni “abi bu İsrail’in işine yarayacak” diyerek karalıyorlar. Devrimin lideri Ahmet el Şara’nın ceket giymesini, kravat takmasını, yapıcı mesajlar vermesini de uçuk komplo teorilerine delil olarak gösteriyor, “bak biz demiştik” havasında takılıyorlar.

TvNet’te Ersin Çelik yönetiminde yaptığımız Siyaseten programında İsmail Kılıçarslan 1979’da Humeyni’nin Air France uçağıyla Tahran’a indiğini hatırlatınca, Türkiye’nin kuruluş sürecine ilişkin okumalarım gözümde canlandı.

Resmi tarih, kreşten başlayarak üniversite mezuniyetine kadar ezber bir Kurtuluş Savaşı kurgusu anlatır. Ordumuz toparlanmış, düşmanın üzerine yürümüş, düşmanı kovmuş, zafer kazanmıştır. Hiç öyle basit değildir. İstiklal mücadelemizin askeri safahatı, büyük tablo içinde oldukça küçük bir yer tutar. Hiç anlatılmaz ama Kurtuluş Savaşı sahadan ziyade masada kazanılmıştır.

Mustafa Kemal direnişi örgütlemek vazifesiyle İstanbul’dan ayrılıp Samsun’a varınca Havza ilçesine geçer ve orada kaplıcalarda bir müddet kalarak görüşmeler yapar. Sovyetler Birliği heyetiyle yaptığı görüşmede Miralay Budigeni’ye yeni bir hükümet kurulacağını, bu yeni hükümetin Sovyetlerin Şuralar Cumhuriyeti’ne benzer olacağını söyler. Sovyet Rusya, Gürcistan, İran ve Afganistan’la anlaşmalar yaparak İngiltere’ye karşı bir güvenlik hattı oluşturmuştur; Türkiye’deki direnişi de yanına çeker, Ermenistan meselesini Türkiye adına halleder ve İstiklal Savaşı’na cömert finans ve silah desteğinde bulunur.

1921 yılında Ankara Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey İtalya ile bir anlaşma imzalar ve Antalya, Afyon, Kütahya, Aydın, Konya ve Ereğli kömür madenlerinde İtalya’ya imtiyaz verir. Bunun karşılığında İtalya Ankara’nın tüm taleplerini destekleme taahhüdünde bulunur ve Antalya’dan da askerlerini çeker.

Fransızlar İtalyanları örnek alırlar, zaten İngiltere ile araları bozuktur. Gümüşhane ve civarındaki demir, krom ve gümüş madenleri ile daha başka imtiyazlar karşılığında Fransızların desteği alınır.

İngiltere yalnız kalmıştır. Yunanistan’a verdiği destek İngiltere’ye ağır maliyet çıkarmaktadır. Ayrıca Yunanistan şımarık tavırlarıyla İngiltere’yi rahatsız etmeye başlamıştı. Sakarya Zaferi sonrası Yunanistan İngiltere’den acele takviye kuvvetler, taze harp malzemesi ve mali yardım istemişti. Lord Curzon’un bunları karşılayacak durumu yoktu, artık meselenin diplomatik yolla çözülmesini istiyor, ateşkes öneriyordu.

Bu esnada İngiltere’yi Yunanistan desteğinden tamamen çeken bir gelişme yaşanır. Yunan Başbakanı Londra’da iken Hint Müslümanları İngiltere’ye bir uyarı mektubu göndererek İstanbul’un boşaltılmasını, mukaddes mekânlarda Padişah’ın hâkimiyetini, Trakya ve İzmir’in Müslümanlara geri verilmesini talep ederler.

27 Mart 1922’de Paris’te bir araya gelen İngiliz, Fransız, İtalyan heyetleri Türkiye ile Yunanistan arasındaki savaşın sona ermesi çağrısında bulundular. Yunanistan bunu kabul etti ve Anadolu’dan tamamen çekilmek için 4 ay süre istedi. Ankara Hükümeti henüz karar vermemişti. Yunanistan, Ankara’yı ateşkese zorlamak için İngiltere’den İstanbul’u işgal talebinde bulundu. Bu taleple birlikte İngiltere Yunanistan’a karşı pozisyona geçti. 26 Ağustos’ta Türk ordusu taarruza geçti ve zaten tükenmiş olan Yunan ordusunu denize döktü. (Detaylı okuma için: “Türkiye’nin Taksimi – Bir Diplomasi Tarihi (1919-1923); Prof. Harry Howard. Türk Tarih Kurumu Yayınları)

Zafer sahada değil masada kazanılmıştır ama tartışmasız zaferdir. İstiklal Mücadelemizin hiç anlatılmayan bu gerçek hikâyesi, bugün Hamas’ın kahramanlık destanına kulp takanların, Suriye Devrimi’ne çamur atanların argümanlarının Türkiye’nin kuruluş ve kurtuluşunu da itham etmeleri manasına gelir ki, tamamen yanlıştır. İstiklal Mücadelesi milletin topyekûn ortak mücadelesidir, ortak zaferimizdir. Sorun, Cumhuriyet’in ilanından sonra milletin dışlanması, elitlerin yanlış politikalar gütmesidir. Cumhuriyet’in çarpık modernleşme politikalarına bakarak İstiklal mücadelemizi karalamayalım.

Bu böyledir; devletler böyle kurulur. Hiç kimsenin size devrim beğendirmek gibi bir derdi de yok. Suriye Devrimi, silahla, kanla, cesaret ve kahramanlıkla elde edilmiş bir devrimdir. Son yüzyıllar içindeki en şanlı, en gerçek devrimlerden biridir. Haset etmeyin, haset kalbi çürütür.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OSMANLI'NIN YETİŞTİRDİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'DAN LAİK (SİYASAL DİNSİZ, SİYASAL KÂFİR) DÜZENİN VE ONUN YEŞİL KEMALİST DİNDARLARININ ÜRETTİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'A...

  LAİKLERİN ÇÖZÜMSÜZ DİLEMMASI:  İSLAMCILAR (İSLAMİSTLER) DÖNSÜN İSLAMCILIK KARŞITI (ANTİ-İSLAMİST) VE "LAİK DÜZEN" YANLISI "...