Fikriyat.com yazarı Mustafa Özcan’ “Niçin Batı’nın gerisinde kaldık?” başlıklı yazısında şunları diyor:
“… Müslümanlar sadece
maddi alemde değil sosyal ve siyasi anlamda da Batı’nın fodulu haline
gelmişler, gerisine düşmüşlerdir…”
“… Söz
gelimi Hayrettin Karman Hoca, ‘Köle ve cariye meselesi’
başlıklı yazısında bunlardan birisine temas etmiştir. Yazısının bir yerinde
şöyle diyor: Bütün bunlara rağmen
İslâm tarihinde köleliğin devam etmesi ve bu insanlık ayıbını
başka milletlerin, oldukça geç de olsa Müslümanlardan önce kaldırmaya teşebbüs
etmeleri Müslümanların kusurudur; dinlerini iyi
anlamamaları, Allah ve Resulü’nün maksadını gerçekleştirme konusunda
titiz davranmamaları, dünya menfaatini ahiretinkine tercih etmeleri yüzünden
bu böyle olmuştur.
“Hoca yerden göğe kadar haklıdır. Müslümanlar dinlerinin
külli ve nihai hedeflerini göz ardı etmişlerdir. Halbuki İslam bir çok
vesile ile kölelere özgürleşme kapısını aralamıştır. Son hedefi de
göstermiştir. Özgürlük kapısını bir daha kapanmamak üzere ardına, sonuna
kadar açmak. Bunu açmak ve aşmak Müslümanların elindeydi ve göreviydi. Ama tutuk
davranmaları veya donukluklarından veya nasların anlaşılmasında Hazreti Ömer gibi
sofistike olmamaları nedeniyle bunu başaramamışlardır. …”
Deveye
“Neden boynun eğri?” diye sormuşlar, “Nerem doğru ki?!” diye cevap vermiş.. Özcan’ın
bu sözlerinin durumu da aynı, doğru olan hiçbir tarafı yok.
*
Önce
Hayrettin Karaman’ın devirdiği çamlardan başlayalım..
Müslümanlar
dinlerini iyi anlayamamışlarmış..
Bir
sen anladın!..
Hatta
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bile doğru anlayamamış ki onun
da köle ve cariyeleri vardı.
Rasulullah
s.a.s. hiç köle ve cariye sahibi olmamak suretiyle ümmete örnek olacakken bunu
yapmamış, bir “insanlık ayıbı”na ortak olmuş.
Karaman
bir de tutup “Allah ve Resulü’nün maksadını gerçekleştirmek”ten söz
ediyor.
Allahu
Teala’nın “maksad”ını kimse anlayamamış, Hayrettin efendi anlamış.
Resulü'nün maksadını ise Resul'un (s.a.s.) kendisi bile anlayamamış.. Fakat Karaman'ın gözünden kaçar mı, olayı hemen "çakmış".
Karaman'ın o devirde yaşayıp da Hz. Peygamber s.a.s.'i irşad edememiş, maksadını öğretmemiş veya hatırlatmamış olması ne büyük eksiklik!
Böylece Peygamberimiz
s.a.s. de “dünya menfaatini ahiretinkine tercih” etme durumuna düşmüş.
İşte
Karaman’daki engin ve derin fıkıh (ince anlayış) bu!..
*
Allahu
Teala bu dünya hayatını bir imtihan olarak yaratmıştır.
Dinin
en temel maksadı da Allahu Teala’ya şirk koşulmasını engellemek, böylece
insanların Şeytan’a (doğrudan veya dolaylı) kulluk etmelerinin önüne geçmektir.
Allahu
Teala insan hayatının korunması için cinayeti, neslin korunması
için zinayı, sömürünün engellenmesi için faize geçit verilmemesinin yanısıra mülkiyet hakkının güvence altına alınması için gasp, aldatma ve hırsızlığı, aklın
korunması için sarhoşluk veren nesnelerin tüketimini kesin bir biçimde
yasaklamış, bunlar için ağır cezalar getirmiş, fakat kölelik için böyle
bir ceza takdir etmemiştir.
Hayrettin
efendi, sen “Allah’ın maksadı”nı Allah’a mı öğretiyorsun:
“De ki: Siz dîninizi Allah'a mı öğretiyorsunuz?
Hâlbuki Allah, göklerde olanları ve yerde bulunanları bilir. Çünkü Allah,
herşeyi hakkıyla bilendir.” (Hucurat, 49/16)
*
Karaman nasıl Müslümanlar’ı
“dinlerini iyi anlamamak”la suçluyorsa, ondan aldığı lojistik destekle “gaza
gelen” Mustafa Özcan da, onları “dinlerinin külli ve nihai hedeflerini gözardı
etmek”le suçluyor.
Meğer Özcan'ın heybesinde ne turplar varmış da haberimiz yokmuş.
Karaman
nasıl “Allah ve
Resulü’nün maksadını” bilip gerçekleştirmeyi kendi inhisarına/tekeline
alıyorsa, Özcan da “dinin küllî ve nihaî hedeflerini (maksatlarını)”
bilmeyi, hayret verici bir el çabukluğuyla, kaşla göz arasında kendi tapulu malı haline getiriyor.
Kimsenin varlığından haberinin bulunmadığı tavşanı kara şapkasından çıkaran illüzyonist gibi, Müslümanlar'ın varlığından habersiz yaşayageldikleri "dine ait küllî ve nihaî hedefleri" gözler önüne seriyor.
*
Mustafa Özcan gibilerin Hayrettin Karaman'a adeta "mezhep imamı" muamelesi yapmaları, onun bulanık sulu çeşmesinden kana kana içmeyi marifet bellemeleri sebepsiz değil.
Çünkü o, ilahiyat korosunun makamdan makama ustaca geçişi en iyi beceren, yeri geldiğinde yeni "yorum"uyla laik (siyasal dinsiz) devletin derinliklerinin de gönlüne su serpen, onların da hoş vakit geçirmelerini sağlayan bir "ses" sanatçısı.
Repertuarında her zevke, her keyfe, her meşerebe ve mizaca göre birşey var.. Sıradışı bir yetenek.
Ortama en uygun parçaları seçip seslendirmede üstüne yok.
Yağla balla beslenmeyi, el üstünde tutulmayı hak ediyor.
Mesela, yeri
geldiğinde, Yeni Şafak yazarı İsmail
Kılıçarslan’ın 14 Ocak 2023 tarihli yazısında aktardığı sözleriyle başka
bir makamdan gazel okuyabiliyor:
“Saygıdeğer Hayrettin Karaman hocamız, Yeni
Şafak’ta yayınlanan ‘Kardeşler ve Ötekiler’ başlıklı yazısında şunları
yazdı: ‘Kardeşler arası ilişkilerde aslolan rahmettir, hoşgörüdür,
ıslah kastıdır, yumuşaklık ve tatlılıktır. Yumuşaklık beyanda (ifadede), hoşgörü
de içtihad farkında kendini gösterir. Farklı içtihadı
(görüşü, yorumu, anlayışı) dine eşdeğer saymak ve doğruyu, içtihadlardan
birinin tekeline vermek Müslümanca bir yaklaşım ve davranış biçimi değildir…’
"Sadece işin burasını anlasak mesele kendiliğinden
çözülecek. Ama hayır, kardeşimizi kâfir, mürtet ilan etmenin tezgâhı daha
kıymetli geliyor Türkiye’deki din dilinin vasatına.”
*
Evet, Karaman tipi din dili vasatı, zaman ve zemin
değiştiğinde Müslümanlar’ı “dinlerini iyi anlamamak, Allah
ve Resulü’nün maksadını gerçekleştirme konusunda titiz davranmamak, dünya
menfaatini ahiretinkine tercih etmek”le suçlayabiliyor.
“Kendi farklı içtihadımı
(görüşümü) dine eşdeğer saymam, ve doğruyu kendi içtihadımın tekeline
vermem müslümanca bir yaklaşım ve davranış biçimi değildir” diye
düşünmüyor.
“Belki de dini iyi anlayamayan, Allah ve Resulü’nün
maksadını gerçekleştirme konusunda titiz davranmayan, dünya menfaatini
ahiretinkine tercih eden kişi benim de, farkında değilim” diye düşünmeyi
gereksiz buluyor.
Kendisinden gayet emin.. Ona, “yeni içtihadı”nın, laik
(siyasal dinsiz) Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî ideolojisi ile, ve de Batı’nın “yükselen
trend” söylemi ile paralellik göstermesi, onlar açısından sorun taşımaması yetiyor.
“Müslümanlar, Rasulullah s.a.s.’den ne görmüşlerse onu
alıp kabul etmişler, hatta tarihsel süreç içinde meselenin özüne ilişkin ‘icma’
denilebilecek bir anlayış birliği ortaya çıkmış, şimdi ben bütün bir selefi
dini anlayamamakla, Allah ve Resulü’nün maksadı konusunda titiz davranmamakla,
dünya menfaatini ahiretinkine tercih etmekle suçlarsam haddimi aşmış olur
muyum?” diye kendisine sormuyor.
*
Çağdaş müçtehitlikte Mustafa Özcan da Hayrettin
Karaman’ı aratmıyor.
O da içtihat atına binmiş, bütün bir fıkıh
tarihinin derelerinde tepelerinde, vadilerinde dağlarında cevelan ediyor.
Selef,
dört mezhep imamı dinin kölelik konusunda gösterdiği “son
hedef”i görememiş, anlayamamış, “çuvallamışlar”.
Çünkü
onlar, “Ortaya çıkan yeni meseleler hakkında içtihat yapabiliriz, fakat
hakkında ayet ve hadîs bulunan konularda, o ayet ve hadîslerdeki hükümleri yok
sayacak şekilde kendi kafamızdan ‘son hedef’ icat edemeyiz, ‘İşittik
ve itaat ettik’ deriz” diye düşünmüşler.
Karaman'ın izini takip eden Mustafa
Özcan’ın içtihadı ise “Özgürlük kapısını bir daha kapanmamak üzere
ardına, sonuna kadar açmak” gerektiğini söylüyor.
*
Yani
“Kölelik kurumu, bir daha geri dönmemek üzere yasaklanmalıydı. Bu, Müslümanlar’ın
elindeydi ve göreviydi, fakat yapmadılar” hükmünü veriyor.
Diyelim ki ilerde şartlar değişti, kölelik konusunda 250 yıl öncesine dönüldü, Batılılar yine Afrikalılar'ı vs. kaçırıp köle yapmaya başladılar, bizimle de savaştılar ve esir ettikleri askerlerimizi (mesela Viyana Kuşatması'nda esir düşen Temeşvarlı Osman Ağa gibi) köle yaptılar, biz öyle davranmayacağız, kölelik kurumunu bir daha geri dönmemek üzere yasakladığımız için onlardan teslim olup bize esir düşenleri serbest bırakacağız, onları kısa süreliğine de olsa esir edip köle muamelesi yaptığımız için onlardan özür dileyeceğiz.
Neden?.. Çünkü dinin "küllî ve nihaî hedefi"ni artık anlamayı başarıp kölelik kurumunu bir daha geri dönmemek üzere yasakladık.. Bu, görevimizdi.
Görüldüğü gibi, Mustafa Özcan'da görev bilinci tavan yapmış.. Büyük adam.. Büyük müçtehit.. Biz onu bizim gibi sıradan müslüman zannediyorduk.
Yanılmışız.
Büyüklere af yakışır, kusurumuzu bağışlasınlar.
*
Müçtehid-i azamın görevden
kastı ne, bunu açık biçimde söylemiyor, fakat konuyu ele alış biçiminden bunu “farz”
gördüğü anlaşılıyor.
Özcan’ın bu bilinç harikası "yeni içtihad"ı çerçevesinde şu ortaya çıkıyor: Rasulullah s.a.s. de özgürlük kapısını bir daha kapanmamak üzere ardına, sonuna kadar açmak gerektiğini anlayamamış..
Elindeyken ve göreviyken bunu yapmamış.
Başta
Peygamber Efendimiz s.a.s. olmak üzere bütün bir ümmet bu konuda tutuk ve donuk
davranmış.
Hatta
Hz. Ömer de aynı tutukluk ve donukluğu sergilemiş.
Nassların
anlaşılması hususunda sofistikeymiş, ama, nedense kölelik mevzuuna sıra gelince
sofistikeliği teklemiş, kayış koparmış.
*
Hz.
Ömer’in sofistikeliği meselesini (Ki akla başka bir Mustafa’yı, münafıklıktan
küfre yatay geçiş yapan pırasasör Mustafa Öztürk'ü getiriyor) inşaallah başka
bir yazıda konuşalım.
Tayyib de bu ictihad kapısını açarak oradan girmeyi HALTETTİN KARAMANİSDEN TA'LİM ve tedris eyledi!
YanıtlaSilNe de olsa fıtrat ve genlerde "hoşgörü ve diyalog" var!
M. Özcan ise i'rabda yeri olmıyan bir hık deyici... Adını bile gözlere sokmıya değmez...
Asıl tehlike İ.İ. Enstitüsünden 1963'de mezun olurken masonlardan altın saat ile mükâfatlandırılan B. Topaloğlu, T. Altıkulaç ve bilhassa Karamanlis'dir...
Kimlerin soy kütüğü küreselcilere çıkıyor asıl mühim nokta bu...