İki yazar..
Biri Millî Gazete’de
yazıyor.. İsmi Burhan Bozgeyik.. Yılların gazeteci-yazarı.. İleri
yaşında medresede dirsek çürütmüşlüğü de var.
Diğeri Yeni Şafak’ta
yazıyor.. İsmi Mahmut Ay.. İstanbul İlahiyat’ın yeni yetme
"artist" doçentlerinden..
İkisinin aynı gün (14 Haziran 2024
Cuma) yayınlanan yazılarına bakıyoruz, ilkinin iman kurtarmak, diğerinin fitne
fesat çıkarmak için kalem oynattığını görüyoruz.
*
İlkinden başlayalım.
Yazısı şöyle:
Aslında her insanın
birinci meselesi, “Cennete layık şekilde yaşayıp ölmek” olmalıdır. Bilhassa
Müslümanların gece gündüz düşünmesi gereken mesele bu olmalıdır. Âl-i İmran
Sûresi’nin 102. âyet-i kerimesi bize bu hakikati hatırlatmaktadır. Bu âyet-i
kerimeye meâlen bakalım:
“Ey mü’minler! Layık
olduğu vech üzere ittika ile Allah’a ittika edin. Yani, şirkten, meâsîden ve
mâsivadan ictinab edin ve ancak mü’min ve Müslüman olduğunuz halde vefat edin.
Ölünceye kadar ve ölüm anında yalnız İslâm dini üzere sebat edin, başka bir halet
üzere bulunmayın ki; ebedî selamet ve saadete nâil olasınız.”
Bu meâli iktibas
ettiğimiz “İ’câzü’l-Kur’an” isimli eserde, bu âyet-i kerimenin
tefsiri de yapılmış. O tefsir kısmından bazı bölümleri iktibas edeceğiz. Buyrun
birlikte okuyalım:
“(…) Dikkat edilirse,
âyet-i kerimede mü’minlere hitap ediliyor ve ehl-i imana Müslüman olarak
ölmeleri emrediliyor. Yani, sadece kelime-i tevhid ve kelime-i şehadeti
söylemek suretiyle mü’min olarak ölmek kâfi değildir. Âyet-i kerime, ‘hem
mü’min hem de Müslüman olarak’ ölmemizi emrediyor. Zira, mü’min;
Hazret-i Muhammed (asm)’a indirilen ahkâmın tümünü birden kalben tasdik edip
dil ile ikrar eden kimsedir. Müslüman ise ahkâm-ı
İlâhiyyenin ilmî, amelî ve edebî alanlarda icrâ ve tatbikine taraftar olan
kimsedir. Âyet-i kerimede geçen ‘Müslimûne’ ‘Müslümanlar’
ta’birinden murad budur.
“Demek,
ehl-i necat olmak için sadece iman etmek kâfi değildir. Ahkâm-ı İlâhiyyenin
icra ve tatbikine taraftar olmak da şarttır.” (İ’cazü’l-Kur’an, s. 59)
Bu eserde, Bediüzzaman
Hazretleri’nin eserlerinden konu ile ilgili iktibaslar da yapılmıştır. Şöyle
ki:
“Bediüzzaman Hazretleri
îmân ve İslâm’ı şöyle tarif etmektedir:
“Ulemâ-i İslâm ortasında
‘İslâm’ ve ‘imân’ın farkları çok medar-ı bahs olmuş. Bir kısmı, ‘ikisi birdir’,
diğer kısmı ‘ikisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz demişler ve bunun gibi
çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:
“İslâmiyet,
iltizamdır; îmân, iz’andır. Ta’bir-i diğerle: İslâmiyet hakka
tarafgirlik ve teslim ve inkıyâddır; îman ise hakka kabul ve tasdiktir. Eskide
bazı dinsizler gördüm ki, ahkâm-ı Kur’aniyeye şiddetli tarafgirlik
gösteriyorlardı. Demek, o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamiyle İslâmiyyete
mazhardı; ‘Dinsiz bir Müslüman’ denirdi. Şimdi bazı mü’minleri gördüm ki;
ahkâm-ı Kur’aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; ‘Gayr-ı
Müslim bir mü’min’ ta’birine mazhar oluyorlar.
“Acaba, İslâmiyetsiz
iman, medar-ı necat olabilir mi?
“Elcevap: Îmansız
İslâmiyet, sebeb-i necat olmadığı gibi; İslâmiyetsiz îman da medar-ı necat
olamaz.” (Mektubat,
Dokuzuncu Mektup, s. 34)
Şu anda bütün
Müslümanlar zihinlerini bu mesele üzerine teksif etmelidirler. Zira İslâm’ın
azılı düşmanı olan zındıka komitesi yaklaşık 150 yıldır bütün mesailerini bu
konuya hasretmiş durumdadır. Bunun için
trilyonlarca dolar ya da Avro, ya da her ne ise paralar harcıyorlar.
Müslümanların inançlarını bozmak için adamlar yetiştiriyorlar. Filmler, dizi
filmleri çeviriyorlar. Tiyatro oyunları hazırlıyorlar. Şarkı, türkü, aranjman,
pop müziği sözleri yazdırıp bestelerini yapıyorlar. Moda festivalleri düzenliyorlar,
bilhassa kadın kıyafetlerinde cinselliğin ön plana çıkması için çalışıyorlar.
Bunun için yüzlerce sivil toplum kuruluşu, dernek, vakıf vs. kuruyorlar. Bütün
bu kültürel dezenformasyondan etkilenmemek mümkün mü? Ne hazin ki, eğitim
sistemi ve ülkemizdeki medya ve sosyal medya, film ve tiyatro sektörü de bu
bozulmaya çanak tutmakta, inanç ve kültür tahribatını engelleyememektedir.
İşte bu bakımdan
Müslümanlar olarak 1400 küsur senenin en tehlikeli atmosferine girmiş
bulunmaktayız. Günümüzde imanla kabre girmek çok çok zorlaşmıştır. Kişi mü’min
olsa bile müslim olarak kalamamaktadır. Miras, zekât, cihat, tesettür,
kadınların evde oturması, evlilik, boşanma, ticaret hukuku, faizin haramiyeti,
devlet idaresi ile ilgili meseleler, elhasıl yüzlerce temel konuda
Müslümanların inancı sakat hale gelmiştir. Peki ne olacak? Olacağı şu: Nasıl
imansız İslamiyet medar-ı necat değilse, İslamiyetsiz iman da medar-ı necat
değildir. Yani ikisi de cenneti hak etmiyor. En iyi oturup derdimize yanalım ve
ağlayalım. Ölmeden önce “cennetlik” hale gelmeye çalışalım…
*
Söz konusu ayet-i kerimenin daha yalın ve sade bir meali şöyle olabilir:
“Ey îmân edenler! Allah'tan, ondan nasıl sakınmak gerekiyorsa öyle sakının, ve ancak müslümanlar olarak can verin!”
Hitap edilen kimseler kâfirler veya
genel olarak insanlar değil, iman sahipleri, müminler.. Ve bu “mümin”lerden
“müslüman” olarak can vermeleri isteniyor.
Yazıda geçen şu ifadeleri tekrar
okumakta fayda var:
“Müslüman
ise ahkâm-ı İlâhiyyenin [Şeriat’ın] ilmî, amelî ve edebî
alanlarda icrâ ve tatbikine taraftar olan kimsedir. Âyet-i kerimede geçen ‘Müslimûne’ ‘Müslümanlar’
ta’birinden murad budur.
“Demek, ehl-i necat
olmak [ahirette kurtuluşa ermek] için sadece iman etmek kâfi
değildir. Ahkâm-ı İlâhiyyenin icra ve tatbikine taraftar olmak da şarttır.”
Şeriat’in icra ve tatbikine taraftar
olmayan gerçekten iman etmiş sayılır mı, belki bu da tartışılabilir.
Emrin Allah’tan olduğunu tasdikten
ibaret bir iman İblis’te de vardı..
Adem a.s.’a secde edilmesi emrinin
Allahu Teala’ya ait olduğunu biliyor, kabul ediyordu..
Fakat emrin icra ve tatbikine
karşıydı.
Emrin, kendisinin sözde aklına (heva ve hevesine) göre güncellenmesi gerektiğini düşünüyordu.
Evet, kurtuluşa ermek için, Şeriat’in
icra ve tatbikine taraftar olmak şarttır.
İnsan, bu taraftarlıkla Allahu
Teala’ya herhangi bir iyilikte bulunmuş olmaz, O, alemlerden müstağnîdir.. Bu
taraftarlıkla insan kendisini kurtarır.
*
Görüldüğü gibi, yazıda “müslüman” şu
şekilde tanımlanıyor:
“Müslüman ise ahkâm-ı
İlâhiyyenin [Şeriat’ın] ilmî, amelî ve edebî alanlarda icrâ ve
tatbikine taraftar olan kimsedir.”
Buna günümüz Türkiye’sinde bazıları “Şeriatçılık” diyor.
Bazılarına göre ise bu, İslamcılık.
Bazıları da bu taraftarlığı Siyasal İslam diye
adlandırıyor.
“Müslüman” olmak gerçekte buyken, Türkiye’deki birçok geri
zekâlı cahilin ya da münafığın, “İslamcı değil müslümanız” dediklerine şahit
oluyoruz, ve İslamcı olmamaktan kasıtları, ahkâm-ı
İlâhiyyenin [Şeriat’ın] ilmî, amelî ve edebî alanlarda icrâ ve
tatbikine taraftar olmamaktan, buna karşı çıkıp laikliği (siyasal dinsizliği)
savunmaktan ibaret.
Yani, müslümanlık iddiasıyla müslümanlığı terk ediyor,
gayrimüslim hale geliyorlar.
Biz de bu geri zekâlılara, İslamcılık adını verdikleri
düşüncenin gerçek müslümanlık, müslümanlık diye savundukları anlayışın ise (merhum Bediüzzaman'ın belirttiği gibi) gayrimüslimlik olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
Peki bunu kabul ettikleri zaman bize bir faydası var mı?..
Yok!
Ehl-i necat olsunlar, kurtuluşa ersinler diye uğraşıyoruz,
fakat onların derdi dünyalarını kurtarmaktan ibaret.
*
Burhan Bozgeyik Ağabey, son derece haklı olarak şu uyarıyı
yapıyor:
“Şu anda bütün Müslümanlar zihinlerini
bu mesele üzerine teksif etmelidirler. Zira İslâm’ın azılı düşmanı
olan zındıka komitesi yaklaşık 150 yıldır bütün mesailerini bu
konuya hasretmiş durumdadır.”
Evet, aynen budur.
Bunun için “İslam dindir, (Şeriat’in uygulanmasını
isteyen) İslamcılık ise bir ideolojidir” palavrasını icat etmiş
durumdalar.
Bunun için “İslamcı-müslüman” ayrımı yapıyorlar.
Bunun için “Siyasal İslam – kültürel İslam” mavalı
anlatıyorlar.
Ve ne kadar münafık ya da dünyaperest soytarı varsa
Batılılar’ın uydurduğu bu lafları kullanarak onların (ve yerli-milli
acentalarının) gözüne girmeye, aferin almaya çalışıyor.
Evet, Bozgeyik Ağabey’in dediği gibi, “Bunun için
trilyonlarca dolar ya da Avro, ya da her ne ise paralar harcıyorlar.
Müslümanların inançlarını bozmak için adamlar yetiştiriyorlar. … Bunun için
yüzlerce sivil toplum kuruluşu, dernek, vakıf vs. kuruyorlar”.
Biz ne yapıyoruz peki?
“Bizim” kurduğumuz (bizimkilerin kurduğu) vakıflara sızan
“derinler” onları alıp dönüştürüyor, kuruluş gayesini unutturarak boş işlerle
meşgul ediyorlar.
Hatta, batıla hizmet eder hale getiriyor, insanların
imanını öğüten birer laik demokrasi değirmenine dönüştürüyorlar.
*
Gelelim Mahmut Ay’a..
Yazısının başlığı şöyle: “Kadızâdeliler neyi
zedeler?”
Öllüğün körünü zedeler..
Yazısında tutmuş 1600’lü yılların Kadızadeliler-Sufiler kavgasını
anlatıyor..
Sanki günümüzün sorunu bu.. Sanki hâlâ “Şeriat’in
üstünlüğünü” asla tartışma konusu yapmayan Osmanlı Devleti’nde yaşıyoruz.
Ve de sanki tekke ve tarikatlar binbir aşağılama,
tahkir ve tezyifle yasaklanmamış, tam aksine yasal güvencelerle donatılmışlar da,
günümüz Kadızadelileri onların devlet nezdindeki bu itibarından rahatsızlar.
*
Lafa Mutezile’den girmiş, sonra Osmanlı’yla devam
ettirmiş..
Hem Kadızadeliler’e vuruyor, hem Sufilere:
“Osmanlı tarihinde bunun bir benzeri,
Kadızâdeliler diye anılan ilmiye sınıfından bir grup ham
softa, ateşli vaiz ve ilimli cahillerin devlet desteğiyle sufîler
üzerinde uyguladıkları baskı ve zulümlerdir. İkisinin de ortak yönleri;
ilim adamlarından bir grubun, iktidarın nüfuzunu arkalarına alarak
rakip gördükleri grubu acımasızca ezmeleri ve toplumda çok üzücü bir
kamplaşma ve fitneye sebebiyet vermeleridir. İlginçtir ki, bazı toy sultanların
yirmi otuz yıllık desteğinden sonra, sebep oldukları toplumsal kargaşa ve fitne
dolayısıyla her ikisine de bizzat devlet eliyle son verilmiştir.”
İmdi, sufi diye bilinen toplulukların hepsi sütten çıkmış ak kaşık değil.. İhlaslısı da var, sahtekârı da var, sapığı da var..
Nitekim Kelabazî olsun, İmam Gazalî olsun, İmam
Kuşeyrî olsun, kendi zamanlarındaki sufîlerden müştekîler..
Söz konusu ihtilafta Kadızadeliler’in (savundukları bazı
görüşler doğru olmakla birlikte) ifrat sergiledikleri, bazen saçmasapan cahilce fetvalar verdikleri bir gerçek..
Ancak, bazı konularda Kadızadeliler’le aynı çizgide durun
sufiler de her zaman var olmuştur.
Mesela bunlar camide na’t-ı şerif, yani Peygamber Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem’i öven şiirler okunmasına karşı çıkmışlar.. Mehmed
Zahid Kotku rh. a. de, Mevlid'in iyi birşey olduğunu kabul etmekle
birlikte camide Mevlid merasimi yapılmasını yanlış buluyordu.. Ancak, camide
okuyanlara saldırmak da gerekmez..
Kadızadeliler, fazladan minare yapılmasına karşı çıkmışlar,
Mehmed Zahid Efendi de buna iyi bakmıyordu.. Ancak, Kadızadeliler’in yapmak
istediği gibi bunları yıkmaya kalkışmak da yanlış.. Attığınız taş, ürküttüğünüz
kurbağaya değmez.
*
Mahmut Ay, yazısının devamında günümüz idarecilerini irşad
etmeyi de unutmamış..
İfadelerine ve üslubuna baktığımızda bir “Cumhuriyet
tipi Kadızadeli” ile karşı karşı olduğumuzu görüyoruz.
Kadızadeliler’de bulunduğunu söylediği bütün
arızaları, eylem düzeyinde olmasa da zihniyet bakımından kendisinde
toplamış olduğu anlaşılıyor.
Sözleri şöyle:
“Kadızâdeliler fitnesinden fert,
cemiyet ve devlet olarak alınması gereken pek çok ders vardır.
Bunlardan bir kaçını şöyle sıralayabiliriz:
“1. Kadızâdeliler, derin ilim sahibi
kimseler değillerdir. Liderleri başta olmak üzere çoğunluğu ateşli vaizlerdir. İlmi
kıt, aklı küt olan ateşli vaizlerin çıkarabileceği fitneler hususunda
her zaman dikkatli olmak lâzım gelir.”
Mahmut efendi merak etmesin, Türkiye’de “ateşli vaiz”
çıkmaz.. Çıksa çıksa Alparslan Kuytul gibi biri çıkar, onun da
anasından emdiği süt burnundan getirilir.. Vakfını, derneğini başına yıkarlar..
Türkiye’de Mahmut Ay tipi “devlet yağcısı” ateşli
yazarlar çıkar..
Bunlar için “aklı küt” denilemez, oldukça kurnazdırlar,
"devlet"e, “iktidar sahiplerine” nasıl yanaşacaklarını, gözlerine
nasıl gireceklerini çok iyi bilirler.
Laflarını laik (siyasal dinsiz) düzenin hoşuna gidecek
şekilde akord etmeyi, onların istediği türden nağmeler üretmeyi çok iyi
başarırlar.
“İlmi kıt” olma bakımından da Kadızadeliler bunların eline
su dökemez.. Kadızadelilerin sufilere karşı sergilediği tavrı bunlar, “laik
devletçi” olmayan müslümanlara karşı sergilerler.
Önce onların üstüne bir Kadızadeli elbisesi giydirirler,
sonra da "Vay Kadızadelilik hortlamış, söyletmen vurun!" derler.
"Devlet ne duruyor, bunların icabına baksın!" diye feryad ü figan koparırlar.. Kadızadelilerin yaptığı gibi..
İlahiyat mahmuru Mahmut, az anasının gözü değilsin, "mahur beste"den çok iyi anlıyorsun!
*
Mahmut hazretlerinin “devlete ikinci öğüdü”ne geçelim:
2. Bunlar, siyasî nüfuza pek
meraklıdırlar. Ateşli vaazlarıyla toplumu efsunladıkları gibi iktidar
sahiplerini de etkileyebilmişler ve bu sayede onların gücünden
bolca yararlanmışlardır. İdareciler, ihtiraslı ve tefrikacı
din adamlarına dikkat etmeli; zamanla devletin ve milletin başına bela
olacak şekilde güçlenmelerine fırsat vermemelidirler.
Dünya değişti ey dost, 1600’lü yıllar çook geride kaldı..
Artık siyasî nüfuz kazanmak için salt “ateşli vaiz”
olmak işe yaramıyor.. Ya “yerli-milli laik (siyasal dinsiz) düzen”in ya
da “küresel küfür düzeni”nin vaizi olman gerekiyor.. Fethullah Gülen
gibi..
İkisinin de adamı değilsen vay başına geleceklere.. Pişmiş tavuk bile sana bakıp haline şükreder.
İhtiraslı ve tefrikacı olmaya gelelim.. Görünüşte Fethullah’tan daha ihtirassız,
daha birlik beraberlikçi, daha çok sevgi, hoşgörü, diyalog ve kardeşlik yanlısı
kim vardı bu ülkede?
Kim?.. Göster de görelim.
Fethullah herkesi, tüm dünyayı sevgiyle kucaklıyor, “dini
siyasete alet eden”, sevgi ve hoşgörüden pek fazla anlamayan zamane Kadızadelisi Erbakan gibilere
karşı “tenafür” sergiliyordu.
Tıpkı sana benziyordu.. Hık demiş burnundan düşmüşsün
maşallah.
*
Neyse.. Mahmud hocaefendi hazretlerinin devlet erkânına
yaptığı diğer nasihate geçelim:
3. … Bu zihniyettekiler sosyal
bilimlerden ve felsefeden habersizdirler. Bunlardan habersiz olan ham
din adamlarının, basit dinî meseleleri büyük toplumsal kargaşaların sebebi
yapacak kadar tehlikeli bir potansiyele sahip olduklarını unutmamak gerekir.
İlahiyatçı Mahmut kesinlikle sosyal bilimleri ve felsefeyi yalayıp yutmuş, altından girip üstünden çıkmıştır.
Bunlardan habersiz ham din adamı değildir.
Bunlardan habersiz olursan otomatikman ham din
adamı oluyorsun.
Misal, İmam-ı Azam.. Misal İmam Malik.. Ne sosyal bilimlerden haberleri vardı, ne felsefeden.. Ham din adamıydılar..
Hele ashab, hele ashab, onlar hamın da hamıydılar.. Aristo'dan, Platon'dan, Zenon'dan, Heraklitos'tan, Demokritos'tan, Parmenides'ten hiç haberleri yoktu.. Varsa yoksa ayet, hadîs..
Ama anasının gözü Mahmut öyle mi, felsefeyi de, sosyal bilimleri de yalayıp yutmuş, hamlıktan kurtulmuş.. Olgunlaşmış.. Çok olgun maşallah..
Mahmud, müsaade buyur da, seni tanımlamak için, karaladığın
yazının en başında Kadızadeliler için kullandığın ifadelerden
yararlanalım: Ham softa, ateşli vaiz ve ilimli cahil.
Ancak bunlar, senin durumuna tam uymuyor, aradan koskoca
dört asır geçmiş.. Senin için “güncelleme” yapmak
gerekiyor: Ham akademikimsi, ateşlilik heveslisi acemi
yazarımsı, ve de Cumhuriyet’in ezberci yarım hocası.
*
Bunu da geçelim..
Mahmud efendi hazretlerinin “devlet”e verdiği bir başka
akıl şöyle:
4. … alaycı ve bayağı bir dil kullanır,
sürekli sufîlere çamur atma derdinde olurmuş. Böyle pespaye bir dilin toplum
nezdinde büyük bir infiale sebebiyet vereceği ortadadır. Günümüzde de bu tür
dil kullananlar, toplumsal güvenlik açısından lisân-ı
münasip ile uyarılmalıdırlar.
Vatandaş sanki ilahiyatta tefsir hocası değil de “güvenlik
bürokrasisi”nin ihtiraslı ve gözü yukarılarda bir acar ateşparesi..
Hazret toplumsal güvenliğe de ne kadar
duyarlı!.. Siyasî nüfuz sahibi olmayı sevmediği için olsa
gerek..
Mahmur Mahmut, şu komedyen diye el
üstünde tutulan, sanatçı, edebiyatçı diye
ortalarda gezen, tiyatrocu ya da sinemacı diye
devlet erkanı ve halk tarafından evliya, büyük dahi ya da eşi bulunmaz bilge
muamelesine layık görülen adamların skeçlerinde, filmlerinde,
şiirlerinde, hikâyelerinde, romanlarında, sosyal medyadaki paylaşımlarında, TV
yayınlarında kullanılmakta olan dilden senin haberin var mı?
Madem sen dil konusunda bu kadar hassassın, neden bunlar karşısında Kadızadelilerin dilinden duyduğun rahatsızlığın binde biri kadar olsun bir rahatsızlık duymuyorsun?
Sendeki bu çifte standart, bu bakar körlük, seçici algı, part-time hassasiyet acep nedendir?
*
Şikâyetçi olduğu şeye bakın!.. Oturduğu ahır sekisi,
söylediği İstanbul türküsü.. Lağım çukuruna düşmüş, kafası bir taşa çarpıp aklı
uçmuş, üstündeki pislikten lağım fareleri bile tiksiniyor, yukarıdan kendisine acıyarak bakan adama,
“Bayım biraz temiz ol, ayakkabıların boyasız, böyle pespayelik olur mu?” diyor.
Senin o akıl verdiğin devlet erkânının bu taraklarda bezi olsa, gençliğin
tiyatroculardan, sinemacılardan, stand-up'çılardan öğrendikleri şu iğrenç,
müstehcen, müptezel, kirli, edepsiz, yoz, süflî, pis, çirkin ve hayasız dili
dert edinir, bunu önlemek için tedbir alırlar.
Hayır, onlar daha önemli işlerle meşguller..
Mesela AK Parti
iktidarının ilk yıllarında yeni ceza yasasını hazırlarken herkesten ve bu arada
eşcinsellerden görüş alıyorlardı.. Nitekim zinayı “suç” olmaktan çıkardılar..
Sonra sıra İstanbul Sözleşmesi’ne geldi, ardından bu sözleşmeye göre yasalar
çıkardılar.. Daha sonra sözleşmeyi iptal ettiler fakat sözleşme mucibince
çıkarılan yasalar yerinde kaldı.. Maksat hasıl olmuştu, milleti avutup oyalamak
gerekiyordu.
Mahmut efendi hazretleri, bugünün gerçek sorunlarıyla
yüzleşmeye cesaret edemediğiniz için “laik devlet”e ve devletlulara dalkavukluk olsun diye
1600’lü yılların Osmanlı toplumuna sövüp sayma kurnazlığı sergilemenizin
bayağılık ve pespayeliğin daniskası olduğunu söylememize lütfen izin veriniz.
*
Kurnaz Mahmut hazretlerinin bir başka “inci”si:
“5. … Eğer
Türkiye’de IŞİD vb. terör örgütleri cirit atamıyorsa bunu şu iki şeye
borçluyuz: 1. Tasavvuf mayası, 2. Diyanet İşleri Başkanlığı.”
Türkiye'de IŞİD benzeri bir terör örgütünün ortaya çıkmamış
olmasının nedeni, ülkemizin ABD tarafından Irak ve Suriye gibi işgal edilmemiş olmasıdır.
Ey dost, sözünü ettiğin tasavvuf mayasında Şeyh Said gibiler de var.. 1600'lü yıllardan bir çıkıp gelebilsen göreceksin.
Menemen bahane edilerek durduk yere tutuklanıp sürüm sürüm
süründürülen, ve sonra (söylendiğine göre) zehirli iğneyle öldürülen Es’ad
Erbilî rh. a. gibiler de var..
İdamla yargılanan Ali Haydar Efendi gibiler
de var..
İskilipli Atıf Efendi’yi
anmıyorum, bildiğim kadarıyla o sufi değildi.
*
Vatandaş bu kafayla, bu akl u fikr ile sosyal bilimlerden,
felsefeden, hamlıktan, softalıktan bahsediyor.
Senden âlâ ham softa olur mu?!.. Baktığın
ayna senin halinden utanç duyuyor, seninle yüzyüze geldiği için üzüntüsünden nerdeyse
parçalanacak.. Ama sen zerre kadar utanmıyorsun.
Mahmur Mahmut, Türkiye’de IŞİD yoksa da PKK var.. Ve derin devletçilerin PKK’ya karşı kullanmak üzere ürettiği Türkiye Hizbullahı, Hizbul-kontra vardı.
Sonra CIA Abdullah Öcalan’ı MİT’e
teslim edince, ve PKK bir süre durulunca bunları “emekli terörist”
yaptılar.
*
Dahası, şu anki resmî söyleme göre Fethullahçılar terörist.. FETÖ diye bir terör örgütü var.. Her yaştan, her baştan, her kumaştan, her meslekten yüzbinlerce terörist; topla topla bitmiyor.
15 Temmuz'dan
dolayı teröristler. (Bu durumda 28 Şubatçılar da, 12 Eylülcüler de, 27
Mayısçılar da terörist oluyor ya, neyse..)
Evet, ortada FETÖ diye birşey var, devlet sekiz senedir
bunların terörist olduğunu anlatmakla meşgul, ve Mahmut Ay hocaefendi
hazretleri "Kulak asmayın, inanmayın böye şeylere" dercesine,
tarikatlar ve Diyanet sayesinde “dinci bir terör örgütümüz” olmadığını
söylüyor.
FETÖ’ye terör örgütü diyenleri yalanlıyor.
Sonra da devlet erkânına akıl veriyor.
Onların senin için, “Bu ham softa ya bizimle kafa buluyor,
ya da daha FETÖ’nün dinci bir terör örgütü olduğunu bile öğrenememiş, kafayı
1600’lü yıllarla bozmuş, bugüne bir türlü gelememiş.. Dünyayı dört asır geriden
takip eden bir zavallı” demeyeceklerinden emin misin, mahmur Mahmut?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder