UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 11
Uğur
Mumcu’nun Kazım Karabekir Anlatıyor adlı kitabını 17. b.,
İstanbul: Tekin Yayınevi) okumaya devam ediyoruz.
Bir
önceki bölümde gördüğümüz gibi, 1 Kasım 1922 Çarşamba günü TBMM toplanıyor.
Saltanatın
kaldırılması için kanun teklifi veriliyor.
İlk
konuşmayı Selanikli Mustafa Atatürk yapıyor..
Hilafetin
feyizkârlığından bahsediyor, onun sayesinde Türkiye’nin dünyanın en
bahtiyar devleti olacağının müjdesini veriyor.
Kanun
teklifi Şer’iyye (Şeriat), Adliye ve Kanun-ı Esasî (Anayasa)
Encümenlerine (komisyonlarına) havale ediliyor. (s. 63)
Evet,
o sırada TBMM hükümeti bir İslam hükümetidir. Laik (siyasal dinsiz)
değildir. Meclis’te Şeriat Komisyonu vardır.
*
Mumcu, bu süreçle ilgili olarak Karabekir’in
şu ifadesini aktarıyor:
“İstiklal
Harbi'nde olduğu gibi bu inkılap hareketlerimizde de
fikirlerimizi serbestçe bildirmek ve münakaşadan çekinmemek suretiyle ben vazifemi
büyük bir vicdan hazzıyla yaptığım gibi kendisini ilk günden gerek İstanbul
Hükümetine ve gerekse henüz tanıyan halka karşı muhafaza ve tanıttırmaya
calıştığım Başkomutanım ve eski silah arkadaşım Gazi Mustafa Kemal Paşa da
benim fikir ve münakaşalarıma kıymet ve ehemmiyet vererek hepsini kabul etmişlerdi.”
(s. 64)
Aslında kabul etmemişti.
Kabul etmiş görünmek zorunda kalmış, hilafet
konusunda geri adım atmış, meselenin hallini ertelemişti.
Karabekir’in “fikir ve münakaşaları”na
kıymet ve ehemmiyet verdiği yoktu.
Karabekir’in Karabekir olarak değil, Şark
(Doğu) Ordusu Komutanı olarak bir ağırlığı, kuvveti ve kudreti
vardı.
Selanikli, ağırlığı, kuvveti ve
kudreti olmayanlara ise şöyle seslenmişti:
“Hâkimiyet
ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; müzakere [fikir alışverişi, görüşme] ile,
münakaşa ile verilmez. Hâkimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla
alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin
hâkimiyet ve saltanatına, vazıulyed [el koyan] olmuşlardı; bu tasallûtlarını [hakimiyetlerini] altı asırdan beri
idame eylemişlerdi. Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin
[saldırganların] hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline, bilfiil, almış
bulunuyor.
“Bu bir emrivakidir [oldu bittiye getirmedir].
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız,
bırakmıyacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş [olup
bitmiş] bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal, olacaktır.
“Burada içtima edenler [toplananlar], Meclis ve herkes meseleyi tabiî
görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde
ifade olunacaktır.
“Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
(M.
Kemal Atatürk, Nutuk, C. 2, İstanbul: Türk
Devrim Tarihi Enstitüsü, Milli Eğitim Basımevi, 1969, 9. b., s. 690-691;
Atay, Çankaya III, s. 149.)
*
Selanikli’nin bu laflarının gündelik
dile tercümesi şöyle:
“Hayatta en hakiki mürşit, ne
ilimdir, ne Cevat Akşit, ne de Eczacı Hurşit.. Kim başkası üzerinde zorla
hakimiyet kurabiliyorsa, mürşit odur.. Egemenlik (hakimiyet) milletin de
değildir, kuvvet, kudret ve zor kimdeyse, onundur.. Kuvvet, kudret ve
zorun olduğu yerde ilmin icabından, fikirden, görüş alışverişinden, tartışmadan
söz etmek gereksizdir.. Şu anda kuvvet, kudret ve zor benim elimde olduğu için Osmanlı
Devleti’ne isyan etmiş durumdayım.. Burada artık benim sözüm geçer, Padişah’ın
değil.. Milleti temsil ettiği söylenen bu Meclis, TBMM, bu emrivakiyi (olup
bitmiş işi) tartışma değil, onaylama durumundadır.. Adam gibi tıpış
tıpış onaylarsanız onaylarsınız, onaylamazsanız kafalarınız gider.. Sözün
tamamı ahmağa söylenir, siz ahmak olduğunuz için işte tamamını söylüyorum.”
Selanikli’nin sözlerinin avamcası bu..
Ancak, Osmanoğulları (Osman Gazi’nin
nesli) hakkında söyledikleri doğru değil.
Onlar hakkında söylediği şey, kendisi
için doğru..
Yukarıya aldığımız sözlerinin de
ortaya koyduğu gibi, kendisi zorla, Türk milletinin hâkimiyet ve
saltanatına, vazıulyed [el koyan] olmuştu.
Ve bu tasallûtunu [hakimiyetini]
ölene kadar sürdürdü.
Osman Gazi, millete bu şekilde Selanikli gibi mi hitap
etmişti?
Asla!
Osman Gazi ve ahfadı “Allah’ın adını yüceltmek, Haçlılar’la
mücadele etmek, Allah’ın arzında olabildiğince Şeriat adaletini ikame edebilmek”
için kıyam ettiler, fedakârlık yaptılar, millet de onları takip etti, baş tacı
yaptı.
*
İmdi, ülkemizdeki Kemalist/Atatürkçü taifenin mantıklı
ve tutarlı düşünmeye karşı biraz alerjileri bulunduğu için, bu sözlerimizi
anlamakta güçlük çekecekleri kesin.
Kafalarının çalışmasını sağlamak için “tulumbaya su
koyma” kabilinden onlara biraz “tüyo” verelim.
Ey imtiyazlı ve de tuzu kuru "beyaz Türkler"! Selalnikli’nin gururunuzu okşayıp gözünüzü boyamak için rüşvet-i
kelâm kabilinden “Osmanoğulları, zorla Türk
milletinin hâkimiyet ve saltanatına, vazıulyed [el koyan] olmuşlardı; bu tasallûtlarını [hakimiyetlerini] altı asırdan beri
idame eylemişlerdi” demesi, Etrâk-ı bî-idrak (anlayışsız Türkler)
olduğunuz, “idrak sahibi Türkler”den olmak bir yana, onlara kan
kusturduğunuz, ve madalyonun arka tarafına bakmayı akıl edemediğiniz için, hoşunuza
gidiyor.
Halbuki adam, mesela Araplar’a, siz farkında değilsiniz ama, şunu demiş oluyor:
“Osmanoğulları, Yavuz Sultan Selim’den
itibaren zorla Arap milletinin hâkimiyet ve saltanatına, vazıulyed [el
koyan] olmuşlardı; bu tasallûtlarını [hakimiyetlerini]
dört asırdan beri idame eylemişlerdi.. Ey Araplar, biz Türk milleti olarak
onların boyunduruğundan kendimizi isyan ederek kurtarıyoruz.. Sizin
Şerif Hüseyin’iniz ile adamları bizden daha akıllı oldukları için Birinci
Dünya Savaşı’nda isyan etti, bağımsızlıklarını sağlayıp kendi devletlerini
kurdular.. Biz biraz geç kaldık..”
Araplar için kurulan bu cümleler, Kürtler, Arnavutlar,
Çerkezler, Boşnaklar vesaireye de uyarlanabilir..
Selanikli’nin yukarıya aldığımız sözlerini alkışlayan herkes, mesela Şeyh
Said "isyan"ını onaylamış olur.
İmdi, müslüman topluluklar bile Osmanlı Devleti için
böyle düşünürlerse (Genelde düşünmediler, Selanikli kafasında değillerdi), bir
dönem Osmanlı egemenliği altında kalmış olan Ermeni, Rum, Yunan, Bulgar,
Sırp, Makedon, Romen vs. gibi gayrimüslim kavimler Osmanlı için ne düşünür?
Selanikli, o aptalca konuşmasıyla, müslüman olsun olmasın
bütün bu milletlere, “Osmanlı’ya ne zaman isyan ettiyseniz isabet
ettiniz, ne zaman itaat ettiyseniz yanlış yaptınız” demiş olmuyorsa
ne demiş oluyor?!
Şurası bir gerçek: Osmanlı Devleti sonuçta bir “müslüman
Türk” devletidir.. Ve Selanikli, sözde Türk milleti adına konuşarak, Türk’ün yerleşip "vatan" haline getirmiş olduğu topraklar üzerindeki hakimiyetini aşağılıyor.
Osmanlı’nın şahsında Türk’e hakaret ediyor.
Türk’ün “bî-idrak” kesimi ise, “idrak sahibi”
olanlarına kan kusturmakla meşgul.
*
Garibim saf Türk Karabekir’in sözlerine dönelim.
Selanikli’nin onun fikirlerine değer verdiği yoktu.. Onun
saflığını, samimiyetini, vatanseverliğini ve iyi niyetini istismar edip kullandı.
O gün için Karabekir’i tasfiye
edebilecek güçte değildi. Uygun zamanı bekliyordu.
Evet, Karabekir, Selanikli’yi
“ilk günden, Samsun’a çıktığı andan itibaren gerek İstanbul Hükümeti’ne
ve gerekse yeni tanıyan halka karşı muhafaza ve tanıttırmaya”
çalışmış, onu koruyup kollamış, onun propagandasını ve reklamını yapmış
bulunuyor.
Aksi takdirde İstanbul Hükümeti onun “müfettişlik”
maskeli “Anadolu genel valiliği”ne son verecekti.. Halkın da Anadolu’ya “Padişah
yaveri” olarak gelmiş “Sarı Çizmeli Kemal Ağa” modundaki şahsı tanıdığı,
ona özel bir önem atfettiği yoktu. (Nitekim Selanikli bunu sağlamak için, TBMM’nin
açılışının hemen ardından Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu çıkarıp, başında
kendisinin bulunduğu TBMM’nin otoritesini kabul etmeyen herkesi “vatan haini”
ilan ederek asmaya başladı. Halka kendisini bu şekilde zorla, asıp
keserek kabul ettirdi.)
Adamın geçmişte kayda değer bir başarısı yoktu ki halk
ona önem verip saygı duysun.. Filistin cephesinde topukları yağlayıp kaçarak
cephenin çökmesine neden olmuştu.
Abartılan Anafartalar savunması ise, yaklaşık bir yıl
süren Çanakkale muharebelerinde birkaç günlük fasıldan ibarettir.. Sanki orada
bir tek Selanikli vardı!. Üstelik bu “vatansever” asker, savaş bitmeden
Çanakkale cephesini bırakıp gitmişti.
*
Evet, Samsun’a çıkan Selanikli’nin, halk nezdinde bir itibarı
ve kıymeti yoktu..
Selanikli’nin bütün “büyü”sü, Padişah Vahideddin’in
onu “özel” görevle Anadolu’ya göndermiş, ve Karabekir’in de, “Padişah’a
onu geri çağırması için baskı yapan İngiliz’e inat” ona sahip çıkmış
olmasından kaynaklanıyordu.
Ancak, Selanikli’nin İstanbul’da İngilizler’le
anlaşmış olduğunu bilmiyordu. (İngiliz İstihbarat Teşkilatı’nın, gizli
servisinin İstanbul şefi Rahip Robert Frew ile başbaşa gizli görüşmeler
yapması herhalde “özel Hristiyanlık dersleri” almak istemesinden
kaynaklanmıyordu.)
Karabekir, Selanikli'nin sadece has adamlarına açıkladığı "gizli gündem"inden ve işgalci düşman devletlerle olan gizli bağlantılarından habersizdi.
Arkadaşı İsmet (İnönü) bunu biliyordu ve herşey olup
bittikten 50 yıl sonra açıklayacaktı:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna
karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur.”
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli
sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
Selanikli bu dört dörtlük İngiliz "oyun"unda basit fakat olağanüstü yetenekli bir piyondan ibaretti.
İngilizler, Osmanlı Hilafet Devleti’nin (İslam
devletinin) Selanikli eliyle tarihe gömülmesine, yerine, başkenti İstanbul değil Anadolu'daki başka bir şehir olan laik (siyasal dinsiz) bir
ulus(çu)-devletin kurulmasına karar vermişlerdi..
Ve Selanikli bunu, onların desteğiyle başardı. (Hangi hilelerle nasıl destek verdiklerini önceki bölümlerde kısaca anlatmıştık.)
Olay bundan ibarettir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder