HİÇ SORULMAYAN

 




KÂZIM KARABEKİR'İN DAMADI PROF. ÖZERGİN ANLATIYOR – 9

 

Kâzım Karabekir'in damadı Prof. Dr. Faruk Özergin’in Teklif dergisinin Ağustos 1988 tarihli altıncı sayısında yayınlanan röportajından alıntılar yapıyorduk.

Bir önceki bölümde son olarak ona yöneltilen şu soruyu aktarmıştık:

“Hocam, düşmanların bizi fikrî yönden zayıflatacağını, yok edeceğini Kâzım Karabekir Paşa söylüyor. Kadir MısıroğluSarıklı Mücahidler isimli kitabında bunu belirtmişti. İstiklal Harbi'nin hem Osmanlı Sarayı'nda, hem Anadolu'daki hareketin dış güçlerin (İngiliz) yönettiği hususunda görüşleri var. Bu konuda bilgi rica etsek?”

(Abdurrahman Dilipak, İnönü Dönemi, İstanbul: Beyan Y., 1989, s. 170.)

Sorunun ikinci ve üçüncü cümlesinde şu denilmek isteniyor: "İstiklal Harbi sırasında hem Osmanlı Sarayı'nın, hem de Anadolu'daki (Ankara'daki) hareketin politikasını perde arkasından İngilizler belirliyordu."

İngilizler'in, Osmanlı Sarayı'nı Ankara'ya karşı harekete geçmeye zorlayarak resmen "hain" pozisyonuna düşürdüklerini, böylece (sonradan Türkler’in atası anlamına gelen Atatürk soyadını alacak olan) Padişah’ın yaveri Selanikli Mustafa Kemal’i “hainlere rağmen vatanı savunan kahraman” haline getirdiklerini biliyoruz. 

İşin Ankara ayağına gelince..

Sadece Kadir Mısıroğlu'na göre değil, o günleri yaşamış "Atatürk muhalifleri"ne göre de (Mesela Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi), çok güvendiği, sadakatine inandığı yaveri Mustafa Kemal'i Anadolu genel valiliği anlamına gelen olağanüstü yetkilerle ve çil çil altınlarla Anadolu'ya gönderen Padişah Vahideddin, yaveriyle İngilizler'e oyun oynamak istemiş, fakat İngilizler onunla Vahideddin'i oyuna getirmişlerdi.

(Kemalist cahil, hemen heyecanlanma, bu çil çil altın meselesini Atatürk’ünüzün uşağı Cemal Granda da hatıralarında Selanikli’nin itirafı olarak anlatıyor. Granda’nın kaynağı Kadir Mısıroğlu değil, uşaklığını yaptığı Ata’nız.)

Evet, soruya göre, Kâzım Karabekir Paşa, başında Selanikli’nin bulunduğu Anadolu’daki hareketi İngilizler’in perde arkasından yönettiğini düşünüyormuş.

*

Karabekir’in düşündüğü şeyi, Atatürk’ün sağ kolu, başbakanı, kendisinden sonraki cumhurbaşkanı İnönü, Cumhuriyet’in 50’nci yılı münasebetiyle Milliyet gazetesine verdiği demecinde açıkça söylemişti:

İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.

(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)

(Kemalist angut, heyecanlanma, sakin ol, bunu diyen “Fesli Deli Kadir” değil, paşaların paşası anlı şanlı İsmet İnönü.)

Soru şu: İngilizler bu iyiliği Selanikli’ye durduk yere mi yaptılar, yoksa aralarında, perde arkasında yapılmış bir anlaşma mı vardı?

Sorunun devamı da var: Böyle bir anlaşma varsa, İstanbul’daki mütareke günlerinde, Selanikli’nin Samsun’a intikali öncesinde, İngiliz Gizli Servisi’nin İstanbul şefi Rahip Frew (Fro) ile Selanikli’nin yaptığı mahrem görüşmelerde mi kotarılmıştı bu anlaşma? (Bu görüşmeleri hem Selanikli hem de has adamları itiraf etmiş durumdalar. Kurtuluş Savaşı’nın Sansürsüz Tarihi adlı kitapta anlatmıştık.)

*

Bu durumda, bir Türk gencinin Selanikli’ye, “Amca, sana baba diyebilir miyim” vezninde “Atam, sana İngiliz ajanı diyebilir miyim?” sorusunu yöneltmesi gerekir mi, gerekmez mi?

Böyle bir soruya cevap vermeyi sağlayacak meslekî formasyona sahip olanlar, Türk istihbarat teşkilatlarının zekâ küpü analistleridir.

Bu soruya cevap verecek zekâya ve meslekî yeterliliğe sahip olduklarından şüphem yok da, dürüstçe ‘yanıt’ verecek cesarete sahip olup olmadıkları konusunda birşey diyebilecek durumda değilim.

*

Teklif dergisinde yer alan (yukarıda aktardığımız) soruya Prof Özergin, 35 yıl önce şöyle cevap vermiş:

O kadar çok söyleyecek şey var ki... Kadir Mısıroğlu Sebil gazetesinde yazdı. Tek o yazdı, üstü kapalı şekilde. İsmet Paşa soruyor, M. Kemal Paşa'ya: "Paşam" diyor, "İngilizler size 'Dizbağı Nişanı' vermiş. (Dizbağı Nişanı İngilizler'in en yüksek nişanıdır, kimseye vermezler.) Bu nasıl oldu, benim haberim yok" diyor. O da geçiştiriyor. M. Kemal Paşa diyor ki: "İngilizler beni sever de onun için" diyor.

Ben bir de tarihçilerden, Mütareke [Mondros Ateşkesi] zamanı, o bir seneye yakın kısa bir süre içinde, İstanbul'da, ilerde söz sahibi olacak kimselerin faaliyetlerini tam olarak meydana çıkartmalarını arzu ederim. Tam belgeleriyle.. Bunda görülür ki M. Kemal Paşa [Mütareke zamanı İstanbul'da] "Beni kim tutarsa, onun taraftarıyım" şeklinde çalışmıştır. 

Bir taraftan Saray'da zaten yaverdi, Saray'da yükselme gayretleri içindeydi, bir taraftan Hükümet'i devirip [yeni bir hükümet kurmak için] Meclis'e [Meclis-i Mebusan'a] girip çıkmıştır. Hatta onun için Anadolu'ya gönderdiler, Hükümet'i devirme gayretleri içindeydi. … [Atatürk] bir taraftan İngilizler'le sıkı ilişkiler içindeydi, bir taraftan İtalyanlar'la sıkı temastaydı, herkesle sıkı temastaydı. (s. 170)

O kadar sıkı temastaydı ki, İngiliz Gizli Servisi'nin (İstihbarat Teşkilatı'nın) İstanbul şefi Rahip Frew ile yalnız olarak başbaşa (Nutuk'taki ifadesine göre) "bir iki" defa görüşmüştü.

Bu rahip görünümlü “ajan başı”yla başbaşa, yanında kimse olmadan niçin görüşmüştü, anılarını mı dinliyordu, yoksa din dersi mi alıyordu?

Bir Osmanlı subayı, Osmanlı topraklarındaki İngiliz ajanlarının en kıdemlisi, en büyüğüyle gizli saklı neyi niçin görüşür?

*

Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat’te “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz” diyordu.

Bize de, bu gizli görüşmeler hakkında şunu demek düşüyor: “Ey yeşil sarıksız, gri Kemalist şapkalı ulu Türk istihbaratçıları, bunu bana öğretmediniz.

Bunun anlamını Türk gençlerine açıklamadınız.

Atatürk İlke ve İnkılapları Tarihi kitaplarına, Kurtuluş Savaşı’nın perde arkasının anlaşılmasını sağlayacak bu tür tarihî gerçeklerin yazılmasını sağlamadınız.

Selanikli hakkındaki bazı gerçeklerin söylenmemesi için koruma kanunlarıyla milletin gözünün korkutulmasına, ruhlara korku salınmasına, fikrî şiddet ve zihinsel terör estirilmesine engel olmadınız.

*

Evet, bu memlekette millet Selanikli hakkında soru sormaya bile korkar hale geldi.. Getirildi..

Fakat mesele din ve iman, İslam ve Şeriat olunca “soru sorma” şampiyonluğu yapıldı.

Medyadaki münafıklar “Asıl hüner, cevap vermekte değil, soru sormakta” diyerek, soru soruyormuş numarasının ardına saklanıp sözde entellik adına İslamî bütün değerlere saldırdılar.

Bu sefil dangalaklık moda haline getirildi, nerde bir aklı kıt, zekâsı sorunlu, kişiliği oturmamış, birilerine kendini beğendirme peşinde angut odun varsa, “Ben de, ben de sizin gibiyim” diyerek dinî konularda “batılı tasvir” mahiyetinde ahmakça sorular sorup “saf zihinleri idlal” etmeye koyuldu.

*

Tek başına soru sormak marifet olsaydı, mesela üniversite giriş sınavlarında sorulara cevap istenmez, “Soru yazın, kim daha iyi soru yazarsa o, imtihanı kazanacak” denilirdi.

*

Prof. Özergin’in sözlerini aktarmaya devam edeceğiz inşallah.

İnşallah.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÖMER FARUK KORKMAZ VERSUS HALİS BAYANCUK

  Halis Bayancuk ismine hapislik macerasından dolayı biraz aşinalığım vardı fakat Ömer Faruk Korkmaz’ın varlığından yeni haberdar oldum. ...