Risale-i Nur talebelerine Nurcu adını takanlar kendileri değildi,
muhalifleriydi. Yafta yerleşti, o adla bilinir oldular.
İslıamcı olarak
bilinenler de “İslamcıyız” diye ortaya çıkanlar değildiler. İslam’ı
savundukları için “sosyolojik müslüman”lar
(yani nüfus cüzdanı müslümanları) onlara bu adı taktı.
Sonra da “İslamcılık karşıtlığı” adı
altında İslam düşmanlığı yaptılar.
Sahtekâr oldukları için milletin
içinde “Bizim İslam’la bir sorunumuz yok ki, biz İslamcılık karşıtıyız”
diyorlar, kendi aralarında ise “Ahmakları iyi kafaya alıyoruz” diye alay
ediyorlardı.
*
Merhum Kadir Mısıroğlu şöyle diyor:
... O
zaman Nurcu değil “Nur talebesi” deniliyordu. Nurcular
Nurcu, Süleymancılar Süleymancı denilmesine
kızarlardı. Bu isimleri yerleştiren, basındır.
Bugün böyle
tabirlere itiraz eden kalmadı. Biz bile “Müslüman Gençliğin El Kitabı”
yerine “İslamcı Gençliğin El Kitabı” adıyla bir eser telif
etmiş bulunmaktayız. Çünkü, müslüman sözü, “İslamcı“daki hareket
ve iddiayı artık ifade etmez olmuştur.
(Kadir
Mısıroğlu, Geçmiş Günü Elerken -I-,
İstanbul: Sebil Yayınevi, 1993, s. 149, dn. 81)
*
Odatv.com’da yer alan bir haber şöyleydi:
Çin
yönetimi, “İslam’ın sosyalizm ile uyumlu hale gelmesi, Çinlileştirilmesi
ve vatanperverliğin teşvik edilmesi” için 5 yıllık bir plan
kabul etti….
Plan, Çin Komünist Partisi yetkililerinin sekiz
bölgenin yerel İslami kuruluşlarının temsilcileriyle yapılan görüşme
sonrası, geçen hafta uygulamaya geçirildi.
Haberi
duyuran Çin haber sitesi The Global Times,
planın ana hatlarının yakın zamanda açıklanacağını belirtti.
BBC
Türkçe’nin aktardığına göre Çin geçen
yıl da benzer şekilde Hristiyan dini için benzer bir plan açıklamıştı. İslam
için kabul edilen planın da benzer uygulamalar içermesi bekleniyor.
Hristiyanlık
için kabul edilen planda Hristiyanlığın “dış unsurlar ve Batı’nın
boyunduruğundan” arındırılacağı belirtilmişti.
Hristiyanlığın
Çinlileştirilmesi için hazırlanan planda vaazlarda
sosyalizmin övülmesi ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in teorilerinin
anlatılması, kiliselerin de geleneksel Çin mimarisine uygun inşa edilmesi gibi
maddeler yer alıyor. …
Geçtiğimiz
aylarda Pekin hükümetinin Batı Şincan bölgesinde Çin’in “radikal İslamcılıkla” suçladığı Uygur Türklerini
keyfi şekilde gözaltına aldığı ve “gözetim kamplarına” kapattığı
iddia edilmişti.
Yaklaşık
1 milyar 385 milyon nüfuslu Çin’de Budistler nüfusun yaklaşık yüzde 18,
Hristiyanlar yüzde 5 ve Müslümanlar yüzde 1,8’ini oluşturuyor.
(https://www.odatv4.com/siyaset/islami-sosyalizme-uyumlu-hale-getirecekler-09011943-153717)
Çin yönetiminin yapmak istediği şey,
Türkiye’dekinin bir benzeri.
Çin devleti, “İslam’ın sosyalizm ile uyumlu hale gelmesi, Çinlileştirilmesi ve
vatanperverliğin teşvik edilmesi” için 5 yıllık bir plan kabul
etmiş, bizde ise, İslam’ın Kemalizm/Atatürkçülük ile uyumlu hale getirilip güya Türkleştirilmesi (Türk İslamı ya da Türk Müslümanlığı haline getirilmesi),
diğer bir tabirle Anadolululaştırılması (Anadolu İslamı’na dönüştürülmesi) için
beş yıllık değil, yüz yıllık bir plan uygulanıyor.
Yani Türkiyelisi
de, Çinlisi de “yerli-milli” (devletçi) bir
dindarlık/müslümanlık peşinde..
Galiba Çin’in Türkiye
Büyükelçiliği Türkiye’nin İslam politikalarını iyi etüt etmiş, iyi araştırmış
ve gereken dersleri çıkarmış.
Türkiye’nin iyi bir
öğrencisi olmaya çalıştıkları anlaşılıyor.
*
İslamcılık ile bunların anladığı
müslümanlık arasındaki temel fark şu:
İslamcılık, İslam’ın devlete de hâkim
olmasını istiyor, bunların müslümanlığı ise, İslam’ı devletinin izin verdiği
kadar yaşama ve benimseme inancı üzerine kurulu.
Mesela, devletleri için devrimci olabiliyor, CHP’nin milletin mabadına saplanmış “altı ok”unda görüldüğü gibi
devrimciliği savunabiliyor, okullara Atatürk ilke ve inkılapları (devrimleri) dersi koyabiliyorlar.
Fakat İslam söz konusu olduğunda devrim
kelimesi hemen lanetli hale geliyor, İslam
devriminden söz etmek terörizmle özdeş kabul ediliyor.
Devrimcilik/inkılapçılık Atatürkçülükte
iyi, İslam’da kötü olabilir mi?
Bunlara göre, böyle olması gerekiyor,
“hakça bölüşüm, paylaşım” bu..
Devrimcilik Atatürk’ün partisi CHP’de iyi,
müslümanın “müslümanca parti”sinde ise kötü..
Devrimcilik Atatürkçülere helal, müslümana
haram..
Dolayısıyla, İslamcı olup da İslam
devrimine inanırsanız, Atatürkçülüğün tapulu malı olan devrimciliği gasp etmiş,
kul hakkı yemiş, müslümanlıktan çıkmış oluyorsunuz.
Bu, samimi dindarlık değil dincilik demek oluyor.
Devrimcilik Atatürkçülükte fazilet,
dincilikte ise rezaletmiş.
*
Çinlilerin bu işte Türkiye’deki
ustalarından öğrenecekleri daha pekçok şey var.
Daha kırk fırın ekmek yemeleri gerekiyor.
Henüz yolun başındalar.
Fakat, ilgili haberde geçtiği gibi “yerel İslamî kuruluşların temsilcileriyle
görüşme” yaptıklarına göre, işin “ruh”unu kavramaya başlamışlar.
Buna gizli
servis / istihbarat hileleri de eşlik eder.
Türkiye’de olduğu gibi..
Türkiye’de bu işler şöyle oluyordu, oluyor: "Dindar" ajanlar ucundan kıyısından sözde Atatürkçülük ve laiklik karşıtlığı da yapıyor, böylece önce sizin “gard”ınızı düşürüyor, rüşvet-i kelam kabilinden laflarla size yumuşatıp “hoşaf”a çeviriyor, ardından da lafı “İslamcılık da ideolojidir, iyi değildir”e getirip bağlıyorlar..
Bağlıyorlardı.
Bağladılar.
Aldanmaya yatkın saflar ile aldanmak için
fırsat gözleyen “ne şiş yansın ne kebap”çı uyanıkları böylece yanlarına
çektiler.
Atatürk eleştirisi ile işe başlayan böylesi “proje” adamlar, sözde Kemalizm karşıtı durumdalar, özde ise en has Atatürkçü
onlar.
Atatürk’ün projesinin başarısı için
cambazlık yapıyor, kırk takla atıyorlar.
*
Bunların numaralarından
birisi de “Devlet ayrı, rejim ayrı” hurafesi..
Çinliler bu numarayı da
Türkiye’den satın alıp ülkelerine ithal ettiklerinde, temelini atmış oldukları
“proje”lerinin en önemli kolonlarından birini dikmiş olacaklardır.
Çin’deki müslüman
“Devletimize bağlıyız, rejimin kötülüğü yüzünden devletimize laf söylemek
olmaz” demeye başladığı zaman proje tamamlanmış olacak.
Ancak, Türkiye’nin laik
(siyasal dinsiz) derin devletçileri kadar başarılı olmaları mümkün değil.
Çünkü bunlar, “müslüman”
kelimesi yerine “Türk”ü ikame etmeyi bile denediler. “Kâfirle çatışmayı
göze alan müslümana Türk denir” türünden yalanları kelime-i şehadetleri haline
getirebildiler.
Çinlilerin “Kâfirle
çatışmayı göze alan müslümana Çinli denir” deme şansı yok.
Evet, bu Türkiye tipi
hokkabazlık cihad kavramını ve mücahitliği darağacında
sallandırdı,
“Kâfirle çatışan
müslümana mücahid denir” diyenlerin terörist muamelesi görmesinin
zeminini hazırladı, mücahitliğin mezarının başında “Kâfirle çatışmayı göze
alan müslümana Türk denir” palavrasını Fatiha yerine okutmaya başlayarak
cihat kavramıyla alay etti.
Kimse de çıkıp bu rezalete
tepki vermedi.
Onayladılar.
Mesela bu sahetkârlara göre Afganistan’ın Şeriat’e bağlı Taliban’ı mücahit değil, terörist, çünkü Türk değiller.
Sonra, mücahit olmak önemli değil ki, önemli olan Türk
olabilmek.
Hele de bir de laik
(siyasal dinsiz) Türk’sen, senden iyisi yok.
Hilekârlığıyla tanınan
Çinliler bile bu kadarını başaramazlar.
Türkiye’deki rejim “çağdaş
uygarlık düzeyi”ni aşıp geçememişse de “Çinli hilekârlık düzeyi”ne nal
toplatmayı başarmış durumda.
*
Projenin bir diğer kolonu,
ahlâksız “ahlâk istismarı”..
Müslümanı aldatıp uyutmak
için okunan güzel ahlâk masalları..
Buna göre, Atatürkçü
“kanlı ırfan”lı, ihtimal bazı kafalar kesilecektir”li nutuklar atacak,
müslüman ise muhatabıyla “efendim, zatıaliniz, aciz bendeniz (köleniz)”li
bir dille konuşacak.
Fakat aynı "bendeniz" adamların İslamcılar söz konusu olduğunda “İslamcılık sapıklıktır” diye yazabildiklerini, nezaket gemisine gözleri kanlanmış halde şirret çığlıklar atarak baltalarla saldırdıklarını gördük.
Misal, Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı
yapmış olan Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in “özel harp”çi bir ajan
olduğunu söyleyerek gerçek kimliğini deşifre ettiği “dindar” ve kindar yazar Mehmet
Şevket Eygi tam da böyle hareket ediyordu.
*
İslamcılık düşmanları buz
gibi İslam düşmanıdırlar.
Tarihçiliği kötü gören bir
adam, öncelikle tarihi kötü görmüş olmaz mı?!
Ey geri zekâlılar,
sanatçılığı götü gören birinin asıl kötü gördüğü şey, sanatın kendisi değil
midir?!
Ey alçaklar, edebiyatçılığı lanetleyen
biri, edebiyatı kendisiyle meşgul olunmaya değmeyecek zararlı birşey saymış
olmaz mı?!
Ey sahtekârlar, denizcilik
düşmanı olan birinin asıl düşmanı denizin kendisi değil midir?!
Ey düzenbazlar, gazetecilik düşmanlığı
gazete düşmanlığından başka birşey midir?!
*
Yazımıza
merhum Kadir Mısıroğlu’ndan bir
alıntı yaparak başlamıştık.
Bir
başka kitabında şunu söylüyor:
… bu eserde,
birtakım kanunî engeller sebebiyle [yani Türkiye’de gerçek
anlamda bir fikir hürriyeti bulunmaması
sebebiyle], yaşadığım bazı vak’aları [olayları] ve onlara müteallik [onlarla
ilişkili] gerçekleri, mutlak mahiyetleri itibariyle aynen nakletmiş bulunduğumu
söylemem mümkün değildir.
Bu tarz-ı
hareket [davranış biçimi], hayat ve mücadelem için bir taviz mahiyetinde telakki olunmamalıdır.
Tavizse
de “icabî” [olumlayan, gerekli gören] olmayıp, “selbî” mahiyettedir [nefyetme / olumsuzlama / yok
sayma mahiyetindedir].
Selbî
taviz, söylenecek bir sözü eksik
söylemek veya hiç nakletmemek olduğu halde, icabî taviz, aksini beyan etmektir [taviz
talebine tümüyle olumlu tepki vermek, gereğini/icabını yapmaktır].
Ben
hayatımın hiçbir safhasında icabî bir tavize -mecbur kalsam da- meyletmedim.
Tabiatiyle bunun bedelinin ağır olduğunu söylemeye
hacet yoktur. …
Bugün
ülkemizde kendini ayakta tutma endişesiyle kıvranan ve eli bir nevî
“muhafazakârlık”a mahkum olan bozuk düzen, her muhalifini ürkütmüş, yok etmiş veya
icabî bir tavize zorlamış ve bunda da akıllara durgunluk verecek derecede bir başarı
elde etmiş bulunmaktadır.
Gerçekten bu
lâdinî [din dışı] herhangi bir prensibine tariz yollu temas etmek
mecburiyetinde kalanlar, onun öz muhtevası yerine
birtam istismarcıların ortaya koyduğu daha sakîm (ağır hatalı) tevil ve tefsirlere [yorumlara] hücum etmekle
bir dava adamlığının icabını ifa etmiş oldukları zannında bulunmaktadırlar.
(Kadir
Mısıroğlu, Gurbet İçinde Gurbet, İstanbul:
Sebil Y., 2004, s. 24)
Merhumun sözlerine bir misalle
açıklık getirelim.
Laikliğe açıkça cephe alan Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır, Zahidü’l-Kevserî ve Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi gibi
doğru sözlü ulemanın aksine, “Laiklik istismar ediliyor, biz laikliğin doğru
uygulanmasını istiyoruz. Sorun laiklikte değil, onun yanlış uygulanıyor
oluşunda” vs. denilerek taviz veriliyor.
Fakat bu taviz, sorunu dile
getirmeme, es geçme kabilinden selbî bir taviz değil.
İcabî, muvafakat anlamına gelen bir
taviz.
Burada laikliğin öz muhtevasına
değil, (sözde) özüne aykırı istismarına ya da yanlış tatbikine yönelik bir
itiraz ile öz muhteva denilen ne olduğu belirsiz ucubenin masum ilan edilmesi
ve onaylanması söz konusu.
İşte, hakkı batıla karıştırma
şeklindeki bu taviz, gerçekte en büyük sapmadır.
*
Merhum Mısıroğlu sözlerini şöyle
sürdürüyor:
“İhtimal bir taktik icabı olan bu tavır yüzünden
ülkemizde bütün sivrilikler yuvarlaklaşmış, ve muhalefet, rejim
taraftarlarından -adeta- bir ton farkıyla bile ayırt
edilemez hale gelmiş bulunmaktadır.”
Başlangıçta belki taktikti, fakat
zamanla taktik olmaktan çıktı..
Hz. Ömer, “İnandıkları gibi
yaşamayanlar yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar” diyor.
İnandıkları gibi konuşmayanlar da
bir zaman sonra konuştukları gibi inanmaya başlayabiliyorlar.
Bozuk bir saatin zamanı günde iki
defa doğru göstermesi gibi yılda en az iki defa doğru konuşmayı başaran İhsan Fazlıoğlu’nun bir yazısında
rastladığım şu cümle bu olguyu güzel özetliyor:
“Taktik bir yalan, cahiller elinde stratejik bir hakikate dönüşür.”
*
İşte bu yüzden, Mısıroğlu’nun
yukarıda aktardığımız cümlesini yazdığı sırada Türkiye’de rejim taraftarlığı
ile rejim muhalifliği arasındaki fark ayırt edilemez hale gelmişti.
Bir ton farkıyla bile ayırt edilemez
hale..
Bugünse ton farkı bile kalmamış gibi
görünüyor.
Neredeyse herkes rejim taraftarı
hale gelmiş durumda.. Rejim muhalifi kalmadı..
Tartışma “Bu rejim şöyle olursa
aslına daha uygun olur, böyle olursa daha uygun olur” türünden bir mecrada
devam ediyor.
"Yok sen daha devletçisin, yerli millisin, yok ben daha yerli milliyim" türünden bir dalaşma..
O kadar ki bu ülkede artık “Atatürk’ün Diyanet’ini istiyorum”
türünden cübbeli rezalet söylemler en halis, en hakiki Ehl-i Sünnet Müslümanlık
olarak yutturulabiliyor.
Mısıroğlu ölmekle, böyle cümlelerin
kurulabildiği bir açık hava tımarhanesinden kurtulmuş oldu.
Mevcut iktidarın Chalie’nin melekleri veznindeki Nuh’un kelekleri denilebilecek
uzantılarının at oynattıkları iddia edilen mecralarda ona “Deli Kadir” denilerek hakaret edildi.
Ehl-i Sünnet adına “Atatürk’ün
Diyanet’ini istiyorum” şeklindeki akla ziyan zırvaları “yumurtlayan”lara ise bulunmaz Hint kumaşı muamelesi yapıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder