Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Yeni
Şafak gazetesinin 2 Mart 2014 tarihli sayısındaki “Dinde
çoğulculuk değil, hürriyet” başlıklı yazısını şöyle bitirmiş:
“Laik
demokratik düzende Müslümanların da itikadı, yukarıda anlattığım çerçevede
olacaktır; çünkü kimse zihinde ve gönülde olan itikada müdahale edemez.
Müdahale, kınama, ıslah vazifelerine gelince bu noktada sistem ne
kadarına imkan veriyorsa o kadarı yapılır, yapılamayan kısım ise
benimsenmez, ama istemeyerek tahammül edilir.”
Bunları yazan kişi, bir fıkıh profesörü.
Üstelik, birçok kimse tarafından, günümüz
Türkiye’sinin en önemli din bilginlerinden kabul ediliyor.
Bu şahıs, yukarıda ifade ettiği
şekilde dinî bir hükme “sistemin imkân vermesi” şartını
eklemesinin dini tahrif etmesi anlamına geldiğini bilmeyecek
kadar cahil ya da anlamayacak kadar ebleh mi?
Burada önemli olan “sistemin imkân
vermesi” değil, emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker yapacak (iyiliği
emredip kötülüğü engelleyecek) olanların güç ve kapasiteleridir.
Temel ilke,
masiyette (günahta, Allah’a isyanda) kula itaat edilmemesidir.
Örgütlenip kurumsallaşmış ve yerleşik hale
gelmiş kötülüğün adına “sistem” deyip, “Sisteme itaat
etmelisiniz, onun imkân vermesini beklemelisiniz” demek, dini
tahrif etmektir.
*
Neden dini tahrif
etmektir?
Bu sorunun cevabı, İmam
Nevevî'nın "Kırk Hadîs"inden 34'üncüsünde var.
"Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Buna gücü
yetmezse diliyle.. Buna da gücü yetmezse kalbiyle, ve o (tezahür bakımından)
imanın en zayıfıdır."
Evet, esas olan,
kötülüğü (münkeri) engelleme durumunda olan kişinin/kişilerin gücüdür,
kötülüğün kaynağı olan "sistem"in buna imkân tanıyıp
tanımaması değil.
Hadîste, "yaşadığın
toplumdaki sistemin izin vermesi" diye bir kayıt var mı?
"Sistem izin
verirse" mi deniliyor?
"Sistem izin
vermezse elinle de dilinle de düzeltmeye kalkışma, istemeyerek tahammül
et" mi deniliyor?
Hayır, hadîse göre, elinden geliyorsa "münker
sistem"i, yani örgütlenip kurumsallaşmış kötülüğü yerle bir etmen, senin
müslüman olarak vazifen.
"Sistem"in
imkân vermesini beklersen çok beklersin.. O sistem seni suya götürüp susuz
getirir.
Bununla birlikte, bu el
ile değiştirme, senin gücünü aşan birşey olabilir, o yüzden hadîste "fe
in lem yestetığ" kaydı var: "Gücü yetmezse…"
Gücün yettiği halde
müdahale etmezsen, o kötülüğün (sistemin) bir parçası haline gelmiş, onun
emrine girmişsin demektir.
Değiştirilmesi gereken
kötülüğün ta kendisi olmuşsundur.
*
Elinle düzeltmeye gücün
yetmiyor olabilir, o zaman yapacağın şey, dilinle, yapılanın yanlış olduğunu,
bundan vazgeçilmesi gerektiğini, senin bunu kesinlikle onaylamadığını bıkmadan
usanmadan, "Durmak yok, yola devam!" diyerek anlatmandır.
Elinle değiştiremiyorsun
diye kötülüğü dilinle de değiştirmezsen, yani durumun değişmesi gerektiğini
söylemezsen, o kötülüğü kabul etmiş, onaylamış olursun.
"Fiilen
değiştiremedikten sonra değişmesi gerektiğini söyleyip durmanın ne faydası
var?" diyor olabilirsin; faydası, senin kendi imanını kurtarman, kötülüğün (sistemin) bir parçası haline
gelmekten kurtulmandır.
Fakat, elinle değil de
dilinle "değiştirmeye" çalışman, gücünün yetmemesinden kaynaklanıyor
olmalıdır, "sistem"in rızasının bulunmamasından değil.
"Sistem"in
rızası yok diye bunu yapmıyorsan sen düpedüz fasıksındır, Allahu Teala'ya
itaati bırakıp "sistem haline gelmiş kötülüğe" hizmet etmeye
başlamışsındır.
*
Dil ile değiştirmeye de
gücün yetmeyebilir, mesela münkerin terk edilmesi gerektiğini "dil"
ile anlatman durumunda seni öldüreceklerini ya da hapsedeceklerini, tutuklulukta işkenceye maruz kalacağını biliyor olabilirsin.
O zaman, kalbinle
"değiştirirsin".
Yani, sisteme kalbinle
muhalefet eder, mutlaka değişmesi gerektiğini düşünürsün.
Susarsın, tutup elinle
ya da dilinle münker avukatlığına,
sistem bekçiliğine soyunmazsın.
“Sistemin imkân vermesi”
edebiyatı yapmaz, “uykudan önce” ninnileri anlatmazsın..
"Kalple değiştirmenin faydası ne?" diyor olabilirsin.. Faydası, imanını koruman, imansız hale
gelmemendir.
Evet, hadîste "tağyîr" (değiştirme, gayrileştirme) masdarına ait "ğayyera" fiili kullanılarak, "fe'lyüğayyirhü" (fe li yüğayyir-hü) buyuruluyor: "Onu değiştirsin!"
Eliyle, diliyle, olmadı kalbiyle.. Onu asla öyle bırakmasın, değiştirsin..
Bunun tahammülle ne ilgisi var?
Hamal (hammâl) ve hamil/hamile (taşıyan) kelimeleriyle aynı kökten gelen tahammül, yüklenip hamallık yapmak, taşımak demektir..
Kötülüğü (sözde) istemeden de olsa yüklenip taşımak nerdeee, değiştirmek (tağyîr) nerde!
*
Evet, bizler aciz
insanlarız, gücümüz bazen ancak kendimize yeter..
Nitekim,
İsrailoğulları'na laf anlatamayan Hz. Musa aleyhisselam Allahu Teala'ya şöyle
yalvarmıştı:
“Rabbim! Şüphe yok ki ben, kendimden ve
kardeşimden (Harun’dan) başkasına söz geçiremiyorum; o yüzden bizimle bu yoldan
çıkmış topluluğun arasını ayır!” (Maide, 5/25)
(Yunus
aleyhisselam böyle dua etmek yerine milletine
öfkelenip onları ve vatanını terk
edip gittiğinde, vazifesinin başından izinsiz ayrılmış olduğu için birtakım
sıkıntılara maruz kalmıştı.)
Evet,
“istemeyerek tahammül etme” diye birşey yoktur.
Tahammül
etmeyeceksin, elinle, olmadı dilinle, o da olmadı kalbinle karşı koyacak, direnecek, mücadele edeceksin.
Bunu
yapmazsan ne olur?
Bunu
yapmazsan imanın en zayıfı bile sende kalmamış olur.
*
Yani elinle
değiştirmeye gücün yetmiyor diye kötülüğe elinle destek olmayacaksın.. Bu defa dilinle
karşı koyacaksın..
Dilinle
değiştirmeye gücün yetmiyor diye dilini kötülüğün emrine vermeyeceksin, dilin
sussa da kalbinle karşı koyacaksın.
“İstemeyerek
tahammül” diye bir saçmalık icat etmeyeceksin..
Bunun
pratikteki karşılığı, “(sözde) istemeyerek kötülüğe el ile ve dil ile destek
olmak”tan, onu kabullenmekten başka bir şey değildir.
“İstemeyerek
tahammül”ün Türkiye’deki Türkçe karşılığı şu: Tahammül et, elinle düzeltmeye
kalkışma, dilinle de itirazda bulunma!
“Hem ağlarım hem giderim” diyen gelin gibi, isteme, fakat gereğini
yap..
“Sistem” açısından senin istiyor ya da istemiyor oluşunun bir önemi yok, “tahammül” ediyorsan, sistemin hamallığını yapıyorsan onun için mesele bitmiştir..
Sanki senin isteyip istememen umurunda..
"Sistem kasabı"nın kapısında onun sunacağı "imkân ciğeri" için sonsuz bir tahammülle bekleyen dilenci kedi olman ona yeter de artar.
*
Bir insan, sistem (örgütlenip
kurumsallaşmış kötülük) imkân vermediği için değil de gücü
yetmediği için (fe in lem yestetığ), Hayrettin efendinin tavsiye ettiği şekilde hareket ederse, Müslim ve Ebu
Davud’taki (İmam Nevevî’nin Kırk Hadîs‘ine aldığı) ilgili sahih hadîs mucibince en zayıf seviyedeki bir imana
sahip olmuş olur.
Gücünün gereğine göre hareket etmek yerine
laik (siyasal dinsiz) sistemlerin önüne sermeyeceği imkânların
dilencisi olarak elini açıp boynunu bükerek onların önünde beklemesi durumunda ise, “sahih
İslam”dan sapmış demektir.
Daha doğrusu onda “sahih” iman
bulunmuyordur.
Çünkü din, kendisi dışındaki bir
“sistem”in “imkân vermesi”ni hiçbir zaman dikkate almaz.
Mükelleflerin sahip oldukları güce bakar.
Bunlar bir taraftan da ikide bir "Mehdî beklemeyelim, müslüman olarak elimizden geleni yapalım" edebiyatıyla kahramanca artistlik sergilerler.
Mehdî'yi beklemezler, fakat "sistemin imkânları"nın azat kabul etmez bekleyicisidirler.
Nasıl olsa sistemin elinde "imkân" bol.. Havucu da, sopası da eksik değil.
*
Hey gidi Hz. Muaviye eleştirmeni Hayrettin
bey hey!
Demek ki sana göre, Hz. İbrahim
aleyhisselam, “sistemin imkân vermesi” olmadığı için putları kırmamalıydı, öyle
mi?
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,
Mekke'deki sistem imkân vermediği için İslam'ı tebliğ etmemeliydi, bundan
vazgeçmeli, istemeyerek tahammül
etmeliydi, öyle mi?
Şu yazdıklarınla kalkıp bir de sahih İslam
edebiyatı yapıyorsun ya, sana ne diyeyim bilmiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder