“Cellatsız
saray çok yaşamaz”..
Nihat Genç’in odatv.com’da yayınlanan bir
yazısının başlığı böyleydi..
Lafa FETÖ’den girmiş de, bakmayın öyle girdiğine..
Ondan bir önceki yazısında Diyanet’in
cemaatler raporunu bahane ederek Türkiye’deki bütün cemaat, dinî grup ve
topluluklara (tabiî müslüman olmaları şartıyla) kavgada söylenmeyecek lafları
söylüyor, en ağır hakaretleri sıralıyordu.
Bu ipsiz sapsızın asıl derdi İslam’la..
Evet, ikide bir Osmanlı’ya küfreden, Atatürk’ü put
haline getirmiş bulunan bu serseri, “Cellatsız
saray çok yaşamaz” başlığı altında şunu yazdı:
“Bugünden
bakalım, veziriazam idamları Osmanlı’nın altı yüz yıl gibi
uzun yaşamasına bir çok sebepten büyük bir sebep midir?”
Ona göre sebep..
Yani vesile:
“İdamlar
çürümeyi önlüyor, rüşveti önlüyor, hırsızlığı önlüyor, devlette ikiliği önlüyor.”
Önlüyordu da, Osmanlı niye çürüdü?..
Niye rüşvet önlenemedi?..
Niye hırsızlık aldı başını gitti?..
Niye ayanlar ortaya
çıktı, devlette ikilik bile değil, “çoğulculuk” başgösterdi?
*
Bu cellatlı lafların anlamı şu:
Diyelim ki Muhsin
Yazıcıoğlu “devlette ikiliğe” yol açıyor, öldürülmesi caiz olmanın da
ötesinde vaciptir, gereklidir.
Birilerinin Allahu Teala’ya şirk koşmasını, yani “tanrıda ikiliği” savunmasını “saygıyla
karşılamalıyız”, fakat devlette ikilik tehlikesi varsa, öldür gitsin!
Zaten “devlette birlikçilik” devleti; laikliği (siyasal dinsizliği) ile, “tanrıda ikilik” de değil “tanrıda
çoğulculuğun” bekçisidir.
Küfrün, Allahu Teala’ya şirk koşulmasının garantisidir, güvencesidir.
Bunun adını da laiklik (dinler arasında tarafsızlık)
koymuşlardır.
*
Savunulan şu:
“Devlette birlik”, Allahu Teala için kılını kıpırdatmamalı,
fakat kendisi (yani siyasetçi ve bürokratların “hükmetme tekeli”) söz konusu olduğunda “Muhataplarımın itirazları
haklı mı, haksız mı, ben zulmediyor olabilir miyim?” diye kendisini sorgulamak yerine, “devlette
birlik” adına cellatlarını ortaya
sürmelidir.
Nihat soytarısının dediği bu.
Fakat günümüz cellatları Osmanlı devrindeki cellatlar gibi
değil.. Türkiye bu alanda da ilerleme ve gelişme kaydetti.
Günümüzün cellatları saman altından su yürüterek işleri farklı götürüyorlar. Mesela enjeksiyon iğneleriyle geziyorlar.
Mesela muhaliflerinin yiyecek ve içeceklerini
tatlandırsın diye ceplerinde zehir şişeciği
taşıyorlar.
Mesela trafik
kazaları ayarlama enstitüsü gibi çalışıyorlar.
*
Bu Nihat soytarısının bu tür gevezelikleri rezil
kepaze olma tutkusu yüzünden kendiliğinden yaptığını zannetmeyin.
Birileri ona yazdırıyorlar. Kamuoyunu bu tür canice
fikirlere alıştırmak için böylesi zırvaları seslendirmesini sağladılar, sağlıyorlar.
Aynı derin adamlar, “devlette birlik” dedikleri laiklik (siyasal dinsizlik) putperest kutsallığı adına muhaliflerin öldürülmesi için “siyasal dinsizliğin emrine girmiş sözde dindar” din görevlilerini, hoca zannedilen sahtekârları da devreye koyarlar mı?
Onlar maslahat,
mefsedet, kamu yararı, asayiş, laik (siyasal dinsiz) devletin bekası, fitne vs. mavallarının ardına saklanarak, “hakkı
söyleyen” insanların öldürülmesine fetva verirler mi?
Asıl fitnenin tam da bu laikçi “devlette birlik”
zorbalığı adına “hakkı söyleyen” insanlara zulmedilmesi olduğunu bildikleri
halde..
*
Derinlerin cani ruhlu uşağı Nihat’ın yazısına dönelim.
İdamlar, tek başına çürümeyi önlemez..
Şayet idamlar hukuksuzsa, hukuka aykırı bir biçimde haksız yere yapılıyorsa,
işte bu, çürümenin ta kendisidir.
İnsana hayatı veren Allahu Teala’dır ve bir insan,
ancak Allahu Teala’nın izin verdiği durumlarda ve
gerekli şartların mevcut bulunması durumunda öldürülebilir.
Katillerin kısası gibi..
Günümüzde ise devlet, (meşruiyetini
Allahu Teala’nın Şeriat’ini uyguluyor olmaktan değil de sözde tanrılaştırılan
özde kul köle yapılan milletten aldığını söyleyen devlet) tanrı rolü oynama derdinde..
Tıpkı Nemrut ve Firavun gibi tanrılığa
soyunuyor.. “Ben istediğimi yaşatır, istediğimi öldürebilirim”
demeye getiriyor.
Bunu Nihat gibi adamlarına söyletiyor.
*
Evet, söz konusu “derin devletçi tetikçi yazar” şöyle diyor:
"Osmanlı yaklaşık 210 veziriazamdan (sadrazam) 44’ünü idam etti. Cumhuriyet Türkiye’si de bir veziriazam idam etti. Fatih’in Çandarlı’yı idam etmesi, meşhur Pargalı İbrahim, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Çorlulu Ali Paşa, Koca Mustafa Paşa meşhur sadrazamlardan bir kaçı."
Bu, “Veziriazam Adnan Menderes‘in
idamı, devlette çürümeyi önleyen birşeydi” demek değilse, nedir?
Adnan Menderes’i kim idam etti, Osmanlı padişahı Celal Bayar mı?
Hayır, Celal Bayar’ı da idamla yargılayan bir
cunta.. Çete..
Ve bu çetenin arkasında ABD vardı..
Dış güçler.. Dış güçlerin sömürgecilik
ağı..
O zamanlar kısa adı MAH olan MİT de (Ki maaşlarını Amerikalılar’dan
alıyorlardı, Müsteşar Fuat Doğu’nun itiraf ettiği gibi CIA’in Türkiye’deki şube müdürlüğü gibi
çalışıyorlardı) bu çeteye aktif ya da pasif destek vermişti.
*
Bu cani ruhlu tetikçi kalem, sözlerini şöyle
sürdürüyor:
"Sarayda cellat ocağı dahi vardı, cellatsız
saray olmaz, idam edilen mevki Cellat Çeşmesi vardı, kelle koltuk tabiri,
kesilen baş cesedin koltuk altına konurdu.
"Kimi padişahın emrine karşı geldiği için
kimi rüşvet aldığı için
"Osmanlı’da 'müsadere' geleneği
vardı. Müsadere demek, malına mülküne el konulur, ancak vasilerine
(evlatlarına) maaş bağlanırdı."
İmdi, bunlar (siyaseten idam, müsadere vs.)
Osmanlı’da reaya/halk için geçerli
değildi.
Kapıkulları için (Kapı’nın köleleri; ki önemli bölümü devşirmelerdi) geçerliydi.
Yani o zamanın devlet memurları. (Kapı burada devleti
simgeliyor; Bâbıâli, yüce kapı demek.)
Halktan biri Padişah’ın emriyle idam edilemezdi.
Malına el konulamazdı.
Devlet memurlarının (kapıkullarının) durumu
farklıydı..
Onlara mal varlıklarının hesabı sorulabiliyordu.
(Bunlara birşeyler verilirken de, ellerindekiler geri alınırken de ölçüsüzlük,
dengesizlik sergileniyordu.)
*
Günümüze gelelim..
Bu derin devletçi tetikçinin yazısına
bakıldığında, devlet memurlarının bile değil, halkın mal
varlığının müsadere edilmesini, halktan insanların (yargılanmadan) “siyaseten öldürülmesini” (faili meçhul veya malum
şekilde) savunduğu anlaşılıyor.
Yazısından çıkan mantıkî sonuç bu..
“Saray var ama cellat yok, devlet var ama hukuk yok”
diyor. Aynen böyle.
Hayıflanıyor.
Hukuk dediği, (Osmanlı'da padişahın veya bir başkasının ağzından
çıkan) keyfî idam ve müsadere emri..
Fakat derdi tarih bilgisi vermek değil, günümüz için zulüm
ve cinayet yol haritası çizmek..
Bunun için Allah’ın kitabından ve Rasulü’nün s.a.s.
sünnetinden (Şeriat’ten) delil getirecek değiller tabiî.. Laikler ya!
Bu noktada, başka zaman küfrettikleri Osmanlı’ya
sığınıyorlar.
Vay utanmaz cani ruhlular vay!..
*
Evet, bu “derin tetikçi”, “Oysa tarihin hiç
bir sarayı cellatsız yaşayamadı” diyordu.
Adamın istediği saraylı "cumhuriyet".. Saraylı ve cellatlı laik cumhuriyet.. (Zaten Atatürk de Dolmabahçe Sarayı'nda yaşayıp ölmemiş miydi?)
Böylece, “Tayyip bey, sana sadece saray yetmez, cellatların da olmalı” mesajını veriyordu.
Daha doğrusu, bu kullanışlı
medya tetikçisine bunları dedirttiler.
FETÖ’yü bahane ederek (her laflarına katılmasam da
herkes gibi düşünce hürriyetine sahip olmaları gereken) Nurettin Yıldız ve
Alparslan Kuytul gibi isimlere bile suçlu muamelesi
yapılmasını istediler.
Fakat, FETÖ’den hiç farkı bulunmayan 27 Mayıs darbecilerini alkışlamaya devam ediyorlar. (Alkış olmasa da zararı yok zaten, bu dünyada hesap vermeden öbür dünyaya göçtüler.)
FETÖ Amerikan işbirlikçisi de, o 27 Mayıs darbecileri değil miydi?!
Ya 12 Eylül?
Amerikalılar, 12 Eylül darbecileri için
“Bizim çocuklar” dememişler miydi?! (Evet, 1970’li yıllarda CIA’in Türkiye şefi olarak görev yapan Paul Henze,
zamanın ABD Başkanı Jimmy Carter’a darbe haberini “Bizim çocuklar başardı”
diyerek vermişti.)
Hele 28 Şubat..
Ardında Amerikan Dışişleri’nin,
İsrail’in ve uluslararası Masonluğun bulunduğunu, darbecilerin
bunların uşaklığını ve işbirlikçiliğini yaptığını bilmeyen mi var?!
*
Cani ruhlu tetikçi, bunlar için de “cellat” olsun mu?!
Bu (hadi “dışarıya satılmış ajan” nitelemesi
yapmayalım) “işbirlikçi” devlet memurlarının (mesela MİT’çilerin) malı mülkü de müsadere edilsin
mi?
Mesela 28 Şubat’ın aşırı laikçi (rakıcı)
oramirali Güven Erkaya‘nın sıradışı servetine
el konulması gerektiğini savunan çıktı mı hiç?
O dönemde içi boşaltılan bankaların
mal varlığı hangi vatansever (yerli-milli) devlet memurlarının
(bürokratların) cebine gitmişti?
Günümüze gelelim..
Memur maaşıyla elde edilemeyecek servetlere sahip
olmuş bürokratlar (MİT’çiler, subaylar, emniyetçiler,
hâkimler vs.) kimler?..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder