https://www.academia.edu/97350933/%C4%B0lahiyat%C3%A7%C4%B1lar_Sirkinin_Canbazlar%C4%B1
Dr. Seyfi SAY
İÇİNDEKİLER
DEVLETÇİLİK
ELEŞTİRİSİNDEN DEVLETÇİLİK PUTHANESİ HADEMELİĞİNE… 5
İSMAİLAĞA CEMAATİ, CÜBBELİ
AHMET, SİYASAL İSLAM VE SİYASAL DİNSİZLİK 10
"GÜNCELLEMECİ"
İLAHİYAT ŞOVMENİNİN "AÇIK BÜFE" MEZHEBİ 22
DERİN EŞEK
ŞAKASI 31
HALİD-İ BAĞDADÎ, ŞEYH ŞAMİL,
VE CÜBBELİ ZAHMET 36
GARİP DENKLEM:
SEZEN AKSU ARTI MUSTAFA ÖZTÜRK ÇARPI YASİN AKTAY BÖLÜ DEVLET BAHÇELİ EKSİ
ALPARSLAN KUYTUL 40
CÜBBELİ SOYTARININ
SAHABEDE ARADIĞI “FAZİLET” 44
SEN HÂLÂ ANLAMADIN
MI, MUKTEDİRLER “GÜNCELLENMİŞ” DİN ADAMI İSTİYOR 47
CÜBBELİ TAKKELİ
ATATÜRKÇÜLÜK 53
ALLAHU TEALA’YA BAŞ
KALDIRDILAR, ATATÜRK’E İSE, PUT YAPIP TAPTILAR 63
NEO KEMALİZM
(TAKKELİ ATATÜRKÇÜLÜK) VE DEVLETİN DİNİ 73
ALİ KÖSE, TRT
EKRANINDA CEMAATLERİ NASIL LİNÇ ETTİ? 77
CUMHURİYET
BAYRAMI’NI KUTLAYAN CÜBBELİ ATATÜRKÇÜLÜK (NEO KEMALİZM) 88
KADERSİZ ABDÜLAZİZ BAYINDIR 103
YOZ TÜRK MUSTAFA
ÖZTÜRK’ÜN İCADI: AKILSIZ AKILCILIK 115
BU DEVLET KİMİN?
124
MAĞDURUMSULAŞTIRMA OPERASYONU 134
CÜBBELİ FESAT
SİYASETİ 137
MUSTAFA ALDI BAŞINI GİDİYOR:
KEMALİSTLİKTEN MARKSİSTLİĞE.. 145
ATATÜRK’ÜN SON
MODEL CÜBBELİ MEDDAHI 152
ANNESİNE İLAHİYAT’TA PROF. OLDUĞUNU SÖYLEMEYİN, ÜZÜLMESİN, BAR FEDAİSİ
SANIYORDUR 157
CÜBBELİ
KOMEDYEN, KUTUPLAŞMA OLMASIN DİYE ATATÜRKÇÜLÜK/KEMALİSTLİK YAPIYORMUŞ 165
SAHNE İLAHİYATÇISI MUSTAFA ÖZTÜRK’ÜN SULUKULE TARZI
ŞİRRETLİK VE ARSIZLIĞI 168
CÜBBELİ FESAT’IN
“ÖLÇÜ”SÜ 182
MUSTAFA
ÇAĞRICI’NIN “KARAR”I: DEVLET İSLAM’A GÖRE GÜNCELLENMESİN; İSLAM, DEVLETE GÖRE
GÜNCELLENSİN 189
“HİKMET
PAZARLAMA” CÜBBELİ PALYAÇO 193
İLAHİYATÇILAR CEMAATİNİN
“LOREL İLE HARDİ”Sİ: TASLAMAN VE OKUYAN 196
CÜBBELİ
CEHALET’LE İLGİLİ BİR YAZIMIZ İÇİN DÜZELTME 203
YOZ TÜRK MUSTAFA
ÇOĞULCULUĞA KARŞI; ‘BAĞ’DA TEK BAŞINA YAŞAMAK İSTİYOR 205
NURETTİN YILDIZ VS. GİBİ
ÜVEY TÜRKLER VE YENİ ŞAFAK’IN ÖZ TÜRK’Ü 213
KADERSİZ ABDÜLAZİZ BAŞINI
MUCİZE KAYALIĞINA VURURKEN… 216
YOZ TÜRK MUSTAFA
İÇİN ÜCRETSİZ ÖZEL DERS: TUTARLILIK, DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ VE TARTIŞMA ADABI 222
İKTİDAR, CEMAATLER VE EN KARA ANKARA
EKOLÜ 225
İLAHİYAT
MAFYASININ “ARTİST” JOHN GOTTİ’Sİ 229
İKTİDAR-CÜBBELİ-ODATV DAYANIŞMASI 234
İNGİLİZ İCADI “FAZLUR RAHMANİYYE MEZHEBİ” VE EN KARA ANKARA EKOLÜ 237
BİR ZAMANLAR YOZ TÜRK MUSTAFA… 245
BU DEVLET KİMİN?
Cübbeli soytarının bir zamanlar Habertürk TV’de Türkiye’nin Nabzı Özel programında
söyleyip de Odatv tarafından yazıya
aktarılmış sözleri arasında şöyle bir cümle yer alıyor:
“Devlet hepimizin devleti, sahip çıkalım.
İstediğimizi seçelim, seçtiğimiz adamlar da kanunları değiştirsin.”
Bunlar, ne dediğinin farkında olmayan bir zır cahilin
zırvaları..
“Bu ülke hepimizin ülkesi, bu vatan hepimizin vatanı” demek
mümkün olabilir.. Fakat, “Devlet, hepimizin devleti” ifadesi yanlıştır.
Hiçbir devlet, hiçbir zaman, “herkesin devleti” olmaz.
*
“Demokratik devlet”lerden başlayalım..
Demokratik devlet, herkesin devleti değil, “çoğunlukta olanların“ devletidir.
Böyle bir devlette, azınlıkta kalanların
hiçbir söz hakkı olmaz.
Hiçbir talepleri kanun halini
almaz.
Hiçbir zaman yöneten olamazlar.
Yönetilen olarak kalmaya mahkumdurlar.
Kendi hak ve hürriyetleri, hukukları (kaderleri demeyelim) üzerinde “malik/sahip”
konumda değildirler.
Bu yüzden, gerçekte hür/özgür de
kabul edilemezler.
*
Hürriyet nedir?
Hürriyet, başkalarının (ister çoğunluk, isterse mütegallibe bir azınlık olsunlar) senin hukukun/hakların üzerinde
söz sahibi ve belirleyici olmamasıdır.
Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır hoca,
Fatiha Suresi tefsirinde bunu şöyle ifade
etmektedir:
“Lisan-ı İslâm’da hürriyet, hukukuna
malikiyet diye tarif olunur [Keşf-i Pezdevî], ki
bunun zıddı, hukukuna başkasının malik olması demek olan esaret ve rıkkiyettir. Asl-ı
hukuk ise vaz’-ı ilâhîdir. Binaenaleyh [insan, hakları
bakımından] her hangi bir ferdin vaz’-ı beşer’i ile
tebdil, tağyir veya tasarrufa mahkûm olabiliyorsa o artık yalnız Allah’ın kulu değildir. Ve onda bir
hisse-i esaret vardır. Ve artık onun vecaib ü
vezaifi mahz-ı hakkın icabına değil, şunun bunun keyf ü iradesine tâbidir.”
Sadeleştirilmiş
metni de verelim:
“İslâm literatüründe
[terminolojisinde] hürriyet, kişinin
haklarına (hukukuna) sahip olması diye tanımlanır (Keşf-i Pezdevî). Bunun tam tersi, kişinin haklarına
(hukukuna) başkasının sahip olması demek olan esirlik ve köleliktir.
Hakların (hukukun) aslı ise, Allahu Teala tarafından konulmuş olmasıdır. Bundan
dolayı insan, herhangi bir kişinin Allah’ın koyduğu hukuku değiştirme,
bozma veya üzerinde oynamada bulunmasına mahkum olabiliyorsa o artık
yalnız Allah’ın kulu değildir. Ve onda bir esirlik payı
vardır. Artık onun vecibeleri ve vazifeleri yalnız
(ojektif/nesnel) hakkın gereği için değildir, şunun bunun (öznel/sübjektif/nefsanî)
heves ve isteğine tâbidir.”
*
Bu ifadelerin ortaya koyduğu gibi, Allahu Teala’nın vaz’ ettiği kanunlarla, Şeriat’le yönetilmeyen
bir toplum ve fertler, kendi hukukuna/haklarına sahip kabul edilemez.
Şeriat’te, kulun kula egemenliği söz konusu değildir.
Çünkü, peygamberler bile, insanlar için
“kendiliklerinden, kendi keyiflerine ve arzularına göre” kural koyamazlar.
Diğer insanlar için de, o peygamberler için de bizzat
Allahu Teala kural koyar, kanun yapar. Bu kanunların bir kısmı “kitap”la bildirilir, bir kısmı ise peygamberlerin sözleri aracılığıyla..
İslam/Şeriat dışı rejimlerde ise,
çoğunluğu ya da gücü bir şekilde ele geçirip iktidar olmuş birey (lider, elebaşı, çete reisi) ya da gruplar (fırkalar, partiler, gruplar, çeteler, örgütler),
kendi heva ve heveslerine, çıkarlarına, arzularına ve keyiflerine göre kanun
yapar, menfaatleri öyle gerektirdiğinde de bu kanunları derhal değiştirirler.
Rejimin bekasını garantiye alan “Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” kanunları
da vardır tabiî..
Yani Cübbeli soytarının “İstediğimizi seçelim, seçtiğimiz adamlar da kanunları
değiştirsin” lafı, çocuk ruhlu ahmak taifesi için
hazırlanmış “uykudan önce” programında beleş ikram edilen bir “masal bahçesi”
haşhaşıdır.
*
Böyle Allahu Teala’nın yasalarıyla değil de
birilerinin keyfine göre yönetilen bir devlette diğer insanların payına düşen,
merhum Elmalılı hocanın belirttiği gibi, yalnız Allah’ın kulu olmayıp,
bu tür ayrıcalıklı birey ya da gruplara kul olmaktır.
Hür değil, bir tür esir ya da köle olmaktır.
Bu kölelerin bir kısmı, menfaat saikiyle ya da
korktuklarından, kendilerini kul edinip köleleştirmiş, hukukundan mahrum
bırakıp bir tür esir edinmiş efendilerine yağ çeker, yalakalık yaparlar.
Birkaç lokma yağlı kemik elde edebilmek, ya da salt
aferin alabilmek, “Hoşt!” yerine, “Aferin sana sevimli yaratık!” lafını
duyabilmek için “Ben de sizdenim, sizin gibiyim” makamından gazel okumaya
başlarlar.
Cübbeli örneğinde olduğu gibi.
*
Türkiye gibi laik ülkelerde müslümanlar kendi hukuklarına/haklarına bile malik
değildirler.
“Yalnız Allah’a kulluk etme” hak ve hürriyetinden mahrumdurlar.
Bir ölçüde esir durumdadırlar. Köledirler.
Yani kendi kendilerine, kendi hukuklarına bile sahip
değildirler, nerde kaldı ki devletin sahibi olsunlar.
Devletin imtiyazlı, mutlu ve putlu “asıl
sahipleri”, bütün bu gerçekler anlaşılmasın diye, Cübbeli gibi
“kullanışlı soytarı”ları “piyasaya sürer” ve onlar vasıtasıyla milleti
aldatırlar.
“Devlet hepimizin devleti, sahip çıkalım”mış..
“Bu vatan, tarihin kara bağrında
sıradağlar gibi duranların“, bu tamam..
Fakat, “Bu devlet,
başımızda zebani ve gardiyan gibi durup kimimizi vatansever, kimimizi de vatan
haini ilan eden, ve vatan hainlerini (açık ya da gizli yöntemlerle) öldürme
hakkını kendilerinde bulanlarındır”.
Çünkü onlar, “Bu devlet hepimizin” masallarıyla
aldatılan samimi müslüman halkın aksine, kendileri gibi putperest olmayanların,
“yalnız Allah’ın değil, aynı zamanda kendilerinin de kulu”
olduğunu, kendilerinin istediği şekilde inanmak zorunda bulunan bir tür esirler/köleler sayılmaları gerektiğini, eğitilip
ıslah edilmeleri, ıslahları mümkün değilse zararlı haşerat gibi itlaf
edilmeleri icab eden lüzumsuz canlılar olduklarını düşünüyorlar.
Acı gerçek budur.
*
Cübbeli soytarı, söz konusu programda, merhum Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır hocanın tefsiri Hak Dini Kur’an Dili için
şunları söylemiş durumda:
[Atatürk’ün] Elmalılı Hamdi Yazır’a
tefsir yazdırması, Buhari‘yi
tercüme ettirmesi.. Bana karşı olanlar” kötü niyetle tercüme ettirdi” dediler.
Ben de “şu anda kadınlarımız çarşaf giyiyorlar. Ben de gidiyorum Elmalılı
Hamdi Yazır’ın tefsirine… Atatürk buna müdahale etmemiş. Şimdi bile
Diyanet Buhari‘yi tolere edemiyor. Atatürk tümünü tercüme edene
dememiş, ‘şu hadis ne biçim hadis’ dememiş. Biz bunlardan din adına
yararlanıyoruz. Şu andaki ilahiyatçıları Atatürk’ün yazdırdığı tefsirlerle
susturuyorsunuz.”
Bay yağdanlık, isteyen kadın ABD’de de, Avrupa’da
da çarşaf giyiyor. Bu bir lütuf mu?
Elmalılı Hamdi Yazır hoca tefsir yazmış da, peki
Avrupa’da olsa, evine kapanıp tefsir yazamaz mıydı?
Yayınlatmak ise, sadece para meselesi..
Şu anda da, isterseniz ABD’de veya Avrupa’da Elmalılı
tefsirini aynen basarsınız. Kimse birşey demez.
Atatürk “Şu hadîs ne biçim hadîs?” dememişmiş..
Ancak, Kâzım Karabekir‘in
ve Atatürk’le sohbet etmiş başkalarının beyanlarından anlıyoruz ki, Mustafa
Kemal, başka birileri “Şu hadîs ne biçim hadîs?” deme imkânına kavuşsun
diye, böyle bir tepki vermemiş, hadîslere müdahale etmemiş
kabul edilmelidir.
Elmalılı’nın tefsirinin yazdırılmasına gelince..
Atatürk’ün, merak ettiğinden bazı bölümleri okuduğunu
biliyoruz, fakat hepsini okumadığı, sadece bazı ayetlerin tefsirini okumakla
yetindiği kesindir.
*
Asıl önemli olan şu:
Merhum Elmalılı hoca, sırf şapka giymiyor diye insanların alenen asıldığı, idam edildiği bir yönetim sırasında
hakkı açıkça yazmaktan kaçınmamış..
Şapka giymiyor diye adam asmak, çorap giymiyor diye idam etmekle aynı
şeydir. İlkçağ ilkelliği, vahşeti ve zorbalığıdır.
İslam’da mesela kadınlar için başörtüsü emri vardır, ayetle sabit..
Peki, başını örtmeyen kadının cezası nedir?
Cezası, uhrevîdir, ahirete bırakılmıştır, bu
dünyada Şeriat‘le belirlenmiş (idam, falaka vs. türünden) bir
cezası yoktur.
Erkeklerin de, adab-ı muaşereti umursamayıp açılıp
saçılsalar bile, vücutlarının göbekten diz kapağının altına kadar olan kısmını
örtmeleri farzdır. Örtmezse cezası nedir peki? İdam mı
edilir?
Hayır.
Yine, İslam’da “Vayy, bu adam sarık sarmamış, hadi idam edilsin” şeklinde bir olay yaşanmış mıdır?
Yaşanmamıştır..
Böylesi bir ilkellik, geri kafalılık ve vahşet, “Cumhuriyet fazilettir” mottosu mucibince Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin tek parti döneminin fazilet hanesinde kayıtlı..
*
Evet, demiştik ki, Merhum Elmalılı hoca, sırf şapka giymiyor diye insanların alenen asıldığı, idam edildiği bir yönetim sırasında
hakkı açıkça yazmaktan kaçınmamıştır.
Cübbeli gibilere gelince..
O vahşet günleri geride kaldığı halde, “Aziz Atatürk’çü” Erdoğan‘ın devr-i dilarasında, onun
izinden giderek Atatürkçülük yapıyor, hakkı batıla karıştırıyor.
Ve, Atatürk hakkında şunları söylüyor:
“Ben Atatürk’e hiçbir zaman dindar,
namazlı abdestli adam demiyorum. Bu kişi vatanın kurtarılmasında çok büyük emek
ve hizmetler sarfetmiş. Vatanın kurtarıcısı
Cumhuriyetin kurucusu diyorum. Aleyhinde
konuşmamak lazım diyorum.”
“Dindar, namazlı abdestli adam” demiyormuş..
Yok bir de deseydin…
Peki, “Şapka için adam astırmıştır,
Şeriat düşmanlığı yapmıştır” niye demiyorsun?
Aleyhinde konuşmamak lazımmış, çünkü vatanı
kurtarmışmış..
Bu lafınla, merhum Elmalılı’nın ifadelerine göre, şirke düşmüş olduğunun farkında mısın:
Şunu da unutmayalım ki, Çanakkale, Sakarya, İnönü zaferleri, İzmir’in düşman işgalinden kurtarılması, Avrupalıların
İstanbul’dan çıkarılmaları hamdolsun yüce Allah’ın zamanımızda
gösterip tanıttığı İslâmi âyetlerdendir. Bu savaşlarda Türkiye müslümanları
öyle bir sıkıntı ve ilhas ile Allah Teâlâ’ya sığınarak çalışmışlardı ki “Onlar mı hayırlı, yoksa kendine yalvardığı zaman bunalmışa
karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren mi?” (Neml,
27/62) âyeti aynen ortaya çıkmıştı. Fakat bütün bunların meydana gelişinden
sonra “Bil ki sen, ölüleri işittiremezsin, arkasını dönüp kaçmakta olan
sağırlara da daveti duyuramazsın” (Neml, 27/80) buyurulduğu
üzere duymak istemeyen kalpsizler, sağırlar, körler,
İslâm’ın artık bütün vaadleri olmuş bitmiş, gelecek için görevi kalmamış
olduğunu iddia ederek müslümanlığı körletmek,
Allah’ı unutup şirk yollarına gitmek
istiyorlar.
Merhum Elmalılı hocanın şu ifadeleri ise daha açıktır:
Bu noktada insanların, üzerine yaratılmış olduğu fıtratın başka değil, yalnız, Allah’a yalvarmak olduğunu göstermek için buyuruluyor ki: “Bununla beraber insanlara bir sıkıntı dokunduğu zaman bütün o güvendiklerinden ve her şeyden geçip, yalnız yaratan Rablerine gönül vererek hep O’na yalvarırlar.”
Nitekim Çanakkale, Sakarya, Afyon savaşları sırasında biz
Türkler hep böyle olmuştuk. Demek ki fıtrat dini (yaratılışa uygun din) sadece
Allah dinidir. Her zaman, baki sağlam din yalnız odur. Böyle iken sonra
O, “onlara tarafından bir rahmet tattırıverince; o sıkıntıyı açıp bir
nimet ihsan ediverince de ne bakarsın içlerinden bir kısmı, o Rablerine ortak
koşuyorlardır”. Şükredecek yerde tutarlar da bu, şundan oldu, bundan oldu, benden oldu, senden oldu diyerek
Allah’ın lütfunu başkalarına isnad etmeye kalkarlar.
34- “Ki
kendilerine verdiğimiz nimeti küfran ile, nankörlükle
karşılamak için; haydin yaşayın, zevk edin bakalım, yarın bileceksiniz.”
35- “Yoksa biz onlara bir ferman
indirmişiz de O’na ortak koşmalarının caiz olduğunu o mu
söylüyor?” Hayır öyle bir kitap ve delil indirilmemiştir. Fakat
onlar yukarıda söylendiği şekilde bilgisizce hevaları ardında gitmişler, keyiflerine hoş gelene veya gözlerinin korktuğuna tapmışlardır.
*
Evet, bu Cübbeli, “Allah’ın lütfunu başkalarına”, Atatürk’e isnad ediyor.
Allahu Teala’nın lütfunu unutuyor da, Atatürk’ü “kurtarıcı” ilan ediyor, “Vatanın kurtuluşu ondan oldu” diyor, onun için “Vatanın kurtarıcısı
Cumhuriyet’in kurucusu diyorum” diyerek, taparcasına konuşuyor.
Ve, “namazsız abdestsiz olduğunu” söylediği adamın bu
(Allahu Teala’nın lütfunu gözardı eden) “vatan kurtarıcılığı”ndan hareketle,
onun Allahu Teala’nın yüce kitabı ile son peygamberi Hz. Muhammed s.a.s.
hakkındaki yakışıksız sözlerini görmezden gelerek “Aleyhinde konuşmamak lazım” fetvasını veriyor.
Atatürk’ün, Allah’ın Kitabı ve Rasulü hakkında konuşmaması lazım değil, burası önemsiz, fakat,
müslümanların Atatürk aleyhinde konuşmaması lazım. Bu önemli..
Vay akılsız vay!
*
“Onlara şu kimsenin haberini
de oku ki, kendisine âyetlerimizi verdik de onlardan sıyrılıp çıktı; bunun
üzerine şeytan onu peşine taktı; böylece azgınlardan oldu.
“Hâlbuki dileseydik onu
onlarla elbette yükseltirdik; fakat o, dünyaya meyletti ve nefsinin arzusuna
uydu. İşte onun misâli, köpeğin misâli gibidir! Üzerine varsan da dilini
çıkarıp solur, onu bıraksan da dilini çıkarıp solur! İşte âyetlerimizi
yalanlayan kavmin misâli budur! Artık bu kıssayı anlat; tâ ki düşünsünler.”
(A’raf Suresi, 7/175-6)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder