Özellikle Odatv’nin
sürekli gündeme getirdiği bir konu var: Atatürk, cuma hutbelerinde
neden anılmıyormuş?
Sanki
namaz kılıyor, cumaları iple çekiyorlarmış gibi..
Bu çılgın
Türklüğün, Türk çılgınlığının nedeni ne?
İkide
bir işi yüzsüzlük ve şirretliğe vurup bağırıyorlar: Atatürk hutbelerde niye
anılmıyor?
Atatürk
dinî bir konu mu?
Atatürk’ü
anmak, İslam’a göre farz, vacip ya da sünnet olan bir ibadet mi?!
Atatürk, Kur’an’da adı geçen bir
peygamber mi?!
Ya da, istikbalde ortaya çıkacağı hadîslerde haber
verilen Mehdî gibi salih (Allahu Teala’ya itaatkâr) bir zat
mı?!
*
Odatv’nin böylesi sözde haberlerinden biri şöyleydi:
Diyanet hutbelerinde dikkat
çeken ayrıntı
Çanakkale kara savaşının seyrini
değiştiren Mustafa Kemal Atatürk’ün adı tarihe “Çanakkale kahramanı” olarak
girerken, Diyanet İşleri Başkanlığı Atatürk’e yer vermedi.
15.03.2019 17:19
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
bugünkü Cuma hutbesi bir tartışmayı tekrar başlattı.
Diyanet İşleri Başkanlığı her hafta
Cuma hutbelerini belirliyor ve Türkiye’deki tüm camilerde bu hutbe okunuyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı hutbeleri belirlerken, o hafta yaşanmış tarihi bir
olaya, dini veya resmi bir bayrama ya da Türkiye için kritik önemdeki anlara da
atıf yapıyor. Hutbelerde bu olaylardan söz ediliyor ve tüm Türkiye’deki
camilerde bu hutbeler okutuluyor.
Ancak uzun süredir, Diyanet
İşleri Başkanlığı Mustafa Kemal Atatürk’ün adından bahsetmemesi dikkat çekiyor.
Diyanet’in bugünkü Cuma Hutbesi’nin konu başlığı, “Çanakkale Zaferive Birlik
Ruhu” idi. Ancak hutbede, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu, Çanakkale
Anafartalar komutanı Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ün adından hiç söz
edilmedi. Çanakkale kara savaşının seyrini değiştiren Mustafa Kemal Atatürk’ün
adı tarihe “Çanakkale kahramanı” olarak girerken, Diyanet İşleri Başkanlığı
Atatürk’e yer vermedi.
Üstelik Diyanet İşleri Başkanlığı
bunu ilk kez yapmadı. 3 Mart 1924 yılında Cumhuriyet’i kuran kadrolar
tarafından kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı, geçen yıl 29 Ekim Cumhuriyet
Bayramı’na da, 10 Kasım’da Atatürk’ün hayata veda edişinin 80’inci yıl dönümüne
de Cuma hutbelerinde yer vermemişti.
*
Anlaşılıyor ki devlet (kendilerini devlet zanneden bazı
bürokratlar ve memur taifesi), devlet için önemli saydıkları olayların yıldönümlerinin cuma
hutbelerinde anılmasını istiyor.
Mesela 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarını,
camide de görmek istiyorlar.
Bunun için Diyanet'e talimat verildiği anlaşılıyor.
Her ne kadar Osmanlı dönemi rejimin pek
fazla umurunda olmasa da, Atatürk hasbelkader içinde bulunmuş
olduğu için Çanakkale Zaferi de hutbelerin demirbaş
konularından biri haline gelmiş durumda.
*
Ancak, Odatv gibi arkadan kurmalı
mecraların sistematik ve ısrarlı yayınları, sadece zaferlerden
bahsedilmesinin yeterli görülmediğini, hutbelerde Atatürk’ün adının
da geçmesi için birilerinin psikolojik savaş taktikleriyle algı
operasyonu yürüttüklerini düşündürüyor.
Ayrıca 10 Kasım’larda camide de ağıt yakılmasını
arzuladıkları anlaşılıyor.
Odatv gibi kullanışlı aparatların yeniçeri geleneğini
sürdürerek hep bir ağızdan anlamsız ve saçma gulu gulu dansı yapmalarının,
"Atatürk niye hutbede yok, Atatürk isterük!" diye
feryad u figan koparmalarının başka bir açıklamasını bulmak zor.
*
Çanakkale Savaşı'ndan bahsedilmesi neyine yetmiyor da bir
de Atatürk istiyorsun!
Çanakkale’de cephede bir tek Atatürk mü savaştı?
Atatürk’ün konumunda onlarca, belki yüzlerce komutan vardı.
Üstelik Atatürk savaşın sonuna kadar da Çanakkale'de
durmadı, kendi isteğiyle başka yere naklini yaptırdı.
Sonra, Atatürk’ün hayatında bir tek Çanakkale mi var?!
Sakarya Savaşı'nın kazanılmasına asıl vesile olan kişi
de, Kâzım Karabekir'in yazdığı gibi, Fevzi Çakmak'tı..
Atatürk ricat emri vermişken bunu geri aldırmış, bu arada Yunan çekilmeye
başlamıştı.
*
Diyanet eğer hutbelerde Atatürk'ten bahsedecekse, bu, onun
dinî konulardaki bilgisizce ve yanlış sözlerini düzeltme
şeklinde olmalıdır.
Onun bu yanlış sözlerini hemen herkes bir şekilde duyuyor,
öğreniyor.
Malum, Atatürk bir din bilgini, bir İslam âlimi değildi.
Dinî konularla ilgili bilgisi yetersiz ve yüzeyseldi.
Diyanet’in bu konularda, “Ey cemaat, dinde esas olan Kur’an ve
Sünnet’tir, Fethullah Gülen ya da Atatürk gibi
şahısları putlaştırıp onların kafalarından uydurdukları yanlış laflarına sorgulanamaz ayet
ya da hadîs muamelesi yapmayın!” diye hutbe okutmasını niye istemiyorsunuz?
*
Bunları da geçtik, aslında Diyanet’in hutbelerde Çanakkale
Savaşı, Sakarya Savaşı vs. gibi devlet için önemli günler çetelesi tutması
gerekmez. Sadece dinî hakikatleri anlatmalı, dini
öğretmelidir.
Peygamber Efendimiz s.a.s. ve Dört Halife r. a.,
yıldönümleri münasebetiyle Bedir Savaşı hutbesi, Uhud Savaşı
hutbesi, Hendek Savaşı hutbesi, Mute Harbi hutbesi, Tebük
Seferi hutbesi, Mekke’nin Fethi hutbesi, Huneyn Savaşı hutbesi
vs. mi okuyordu?
Müslümanlar da aralarında şöyle tartışmalar mı yapıyorlardı:
“Bu haftaki cuma hutbesinde niye komutanlardan Abdullah ibni Revaha r.
a.’in adı geçmedi?”
Dört Halife döneminde Peygamber Efendimiz s.a.s.’in vefat
yıldönümlerinde özel hutbe mi okutuluyordu?
*
Şu çılgın Türk manyaklığına bakın ki,
Peygamber Efendimiz s.a.s. için bile yapılmayan birşeyin camide putlaştırdıkları
Atatürk için yapılmasını istiyorlar.
"Kâbe Arab'ın olsun, bize Çankaya yeter!" makamından "Hz. Peygamberleri
(s.a.s.) Arab'a kalsın, Türkiye'deki camilerde Atatürk'ümüz olsun" demeye
getiriyorlar.
Her resmî bayramda, her 10 Kasım’da devlet
olarak yurt sathında, okullarda şurada burada Atatürk’ünüz
için bir sürü tantanalı tören yapıyorsunuz, bütün bunlar yetmiyor, bir de olayı
camiye taşımak istiyorsunuz..
Her resmî kurumun önüne, her şehir meydanına bir Atatürk
heykeli dikmişsiniz, memleket heykelistan olmuş, onun
için değil Türkiye'nin belki dünyanın en büyük türbesini Anıtkabir adı
altında inşa etmişsiniz, her resmî daireye Atatürk resmi asıyorsunuz,
her öğretim kurumunda her sınıfa Atatürk'ün bir resmini
yerleştiriyorsunuz, ders kitaplarının başına Atatürk'ü
oturtuyorsunuz, madenî yahut kâğıt fark etmiyor her paranın üstüne Atatürk
resmi nakşediyorsunuz, Atatürk'ün adını devlet işlerinde besmeleniz haline
getirmişsiniz, bir de tutup resmî görevlere atamada Atatürk'lü yemin ettiriyorsunuz,
yatıp kalkıp yaptığınız Atatürk zikri ile putperestlik
özentisi bir Atatürkçülük tarikatının meczûb (Atatürk'e
cezbelenmiş) bağlıları haline gelmişsiniz, bütün bunlar yetmiyormuş gibi
camilere de göz koymuşsunuz.
Şu cezbenin şiddetine bakın ki, ateşin üstündeki mısır
taneleri gibi patlıyor, çaydanlıktaki sıcak su gibi fokur fokur kaynıyor, "Hutbelerde
Atatürk isterük!" diye yakalarını bağırlarını yırtıyorlar. Neredeyse
Atatürk'leri için camilerin kubbelerini cemaatin başına yıkacaklar.
İnsan meczup olur da bu kadar mı
olur!
Dine bu kadar lâkayt laik adamların cuma hutbelerini (Ki,
namazın bir parçasıdır) bile dillerine dolayabilmeleri için utanmazlık ve
arsızlık katsayılarının kaç olması gerekir?.
Kendilerini neden yüzsüzlük ve şirretlik alanlarında bir
daha egale edilemeyecek şekilde rekor kırmak zorunda hissediyorlar?
Şarka bakmaz, garbı
bilmez, edepten yok payesi,
Bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz
göz bütün sermayesi.
*
Üstelik Atatürk’ünüz, Kâzım Karabekir gibi
muhaliflerinin aktardığı gibi, imanı olan bir adam değildi.
Ezanda kulağı, camide yüzü yoktu.
Kur’an’a ve Peygamber Efendimiz s.a.s.’e hakaret ediyordu.
İnançsızdı.
Bu yüzden merhum Necip Fazıl onun için
"Allahsız" başlıklı bir yazı kaleme almış bulunuyordu.
Atatürk’ün, (İslam'a göre) kâfir hükmünde
olduğu açıktır. Murat Bardakçı bunu şöyle ifade etmişti:
“Mustafa Kemal İslam dinine ‘Beyni
sulanmış hafızların dinidir’ diyor. Yani bunu niye saklıyoruz ya hu? Bunu
kıvırmayalım artık. Senelerdir böyle yapılıyor. Atatürk’ün sözleri açıkça dine
reddiyedir. Bunları demek düşmanlık değil. Adamcağızın kendi yazdıklarını
söylemek düşmanlık oluyor ya hu.”
*
Atatürk’ün durumu budur. Lafı uzatmaya gerek yok.
Adam ilhamlarını yaşadığı kendi Batı tipi çağdaş hayatından
alıyordu..
Yakıtsız, kendi kendine çalışan motor gibi, yaşadığı
hayattan ilham alıyor, aldığı ilhamlara göre de hayatını yaşıyordu. Con
Ahmet'in devridaim makinası gibi..
Allahu Teala’nın kitapları için de “gökten indiği sanılan”
diyerek yalanlama ve aşağılama yoluna gidiyordu.
Ali Rıza ile Zübeyde'den olma bir kul olarak haddini bilip
susmak yerine Allahu Teala'nın kitaplarına dil uzatıyordu.
Bunu Atatürkçüler de, onun çağdaşlık ve ilericiliğini,
irtica ile mücadelesinin keskinliğini dile getirme sadedinde söylüyorlar.
*
Atatürk konulu hutbe okunursa öncelikle bunların dile
getirilmesi ve onun hayatındaki yanlışlara ve sözlerindeki hatalara dikkat
çekilip cemaatin uyarılması gerekir.
Bunu yapmayıp Gazi Mustafa Kemal Atatürk diyerek
hutbelerde Atatürk için rahmet okumak, İslam’a göre haramdır.
Caiz değildir.
Bunu yapan, İslam’a göre haram olan bir işi yapmış olur.
Bunu helal gören ise, harama helal dediği
için küfre düşer.
*
Niçin haramdır?.
Buna da cevap vermek faydalı olur.
Çünkü, dinî bilgisi Yunus Emre şiirlerinin ötesine geçmeyen
kuruntu müslümanları, “Niye haram olsun ki, İslam sevgi dinidir, hoşgörü
dinidir, Allah’ın rahmeti geniştir” diyebilirler.
Doğru, Allah’ın rahmeti geniştir, fakat azabı da
şiddetlidir. Elîmdir. Bu dünyada işkence içinde de yaşasan sonunda ölür
kurtulursun, fakat ölümden sonraki azapta bir kurtuluş yolu yok. Ölüm de yok.
Allahu Teala şöyle buyuruyor (Elmalılı meali):
Ve içlerinde ölen
birinin ebedâ namazını kılma ve kabrinin üzerinde durma, çünkü
onlar Allah'ı ve Resulünü tanımadılar ve kâfir olarak can verdiler. (Tevbe,
9/84)
Bu ayet-i kerime, müslümanların arasına müslümanmış gibi
giren, işi düştüğünde onlarla beraber namaz kılıp dua da eden, fakat bir
taraftan da özel arkadaşlık çevresi içinde küfür sözler söyleyen münafıklar
için inmiştir.
Yani, değil küfrü açık olanların, böylesi gösteriş
müslümanlarının bile (münafık olduklarını bilmen durumunda) cenaze namazını
kılmak (Ki cenaze namazı, ölü için dua edilmesi, rahmet niyazında
bulunulması anlamına gelmektedir) caiz olmamaktadır.
Ayrıca, kabirlerinin, mezarlarının, türbelerinin,
yatırlarının başında durulması da yasaklanmıştır.
Haramdır.
İsterse bunlar anıt mezar ve anıt kabirler,
türbe ve yatırlar olsun.
Onların kabirlerini ziyaret, kabirlerinin başında
durmak, saygı duruşu yapmak haramdır, haram.
Bunu helal kabul etmek ise, ayeti reddetmek olduğu
için, küfürdür.
İmansızlıktır.
*
Aynı surenin 113’üncü ayetinde ise şöyle buyurulmaktadır:
"(Kâfir olarak
ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi
olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek (rahmet niyazında
bulunmak) ne Peygamber’e yaraşır ne de inananlara.”
Evet, iman etmiş bir insana bu yakışmaz.
Camide hiç yakışmaz.
Allahu Teala bu yakışıksız davranışı yasaklamıştır.
Şimdi bazı kişiler saf ayağına yatarak bizi kandırmak için
şöyle demeye kalkışabilirler: Atatürk belki küfür sözlerinden tevbe etmiştir.
İmdi, gizli günahın tevbesi gizli, aşikâre günahınki aşikâre
olur. (Allahu Teala’nın örtüp gizlediği günahını açığa vurmak ayrı bir
günahtır.)
Bizler, insanların kalbinin bekçisi ve okuyucusu değiliz,
zahire göre hüküm verme durumundayız. Atatürk, bu kuralın istisnası değildir.
Açık deliller, varsayımlarla hükümsüz hale getirilemez. “Şek
(şüphe) ile yakîn (kesin bilgi) zail olmaz.”
*
Diyanet İşleri Başkanlığı, Odatv'ciler
gibi cahil densizlere artık hak ettikleri cevabı vermelidir.
Hutbelerden birinde bu konuya açıklık getirilmelidir.
Kafalardaki soru işaretleri cevapsız bırakılmamalıdır.
Eğer Türkiye'de din ve vicdan hürriyeti varsa,
bunun yapılmaması için bir neden yoktur.
Üstelik bu, Diyanet'in hem hakkı hem
de sorumluluğudur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da, sadece Nurettin
Yıldız gibi isimleri dövmek istediğinde değil, böylesi densizler için de şunu
demelidir:
"Din İşleri Yüksek Kurulumuz, Diyanet İşleri Başkanımız
alanı boş bırakmaması lazım. İlahiyatçılarımızın, muteber alimlerimizin
ise ya sesleri çıkmıyor ya da duyulmuyor. Ya da korkuyorlar. Niye
korkuyorsun? Bizim itirazımız hatta isyanımız işte bu hadsizlikleredir. Hiç
kimsenin dinimizi böyle karikatürize etmeye hakkı yoktur.
Bizim itirazımız, isyanımız böyle hadsizlikleredir."
*
“Ve hani Allah, kendilerine kitab
verilenlerden ‘Onu (kitabı) mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu
gizlemeyeceksiniz!’ diye sağlam söz almıştı. Fakat (onlar) onu (kulak
ardı ederek) sırtlarının ardına attılar ve onunla az bir karşılık
(menfaat) satın aldılar. İşte, satın almakta oldukları şey ne kötüdür!”
(Âl-i İmrân, 3/187)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder