Mehmet Hasan Bulut’un “İngiliz
Derviş: Yeni Türkiye’nin Doğuşu ve Aubrey Herbert” adlı kitabı (4. b.,
İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2018) Aubrey-Atatürk dostluğundan da
söz ediyor:
“Aubrey, 1913
yılı sonuna doğru İttihâd ve Terakki Komitesinin ileri gelenlerinden bir dostunu, İngiltere’deki evi Pixton
Park’ta ağırladı. Misâfirinin adı Selânikli Mustafa Kemal’di, yani
geleceğin Atatürk’ü.” (s. 260)
Buradan, Selanikli Mustafa Atatürk’ün
bu yaman casusla daha önce dostluk kurmuş olduğunu anlıyoruz.
İngiltere’ye yolu düşünce dostunu
ziyaret etmeyi ihmal etmemiş.
Dostu da bunu evinde ağırlamaktan
geri kalmamış.
Yazar
Bulut’un sözlerinin devamı şöyle:
“Hırslı ve zeki
birisiydi Mustafa Kemal. Daha gençliğinde ihtilâlci faaliyetlerinden dolayı
Şam’a sürgüne gönderilmiş, 1907’de dönünce arkadaşı Ali Fethi’nin (Fethi Okyar) tavsiyesi üzerine hem Carasso’nun başında bulunduğu mason
locasına hem de îttihâd ve Terakki Komitesine girmişti. Darbe ile iktidâra
oturan Enver’den hiç hoşlanmıyordu. Sırf
Enver muvaffak olmasın diye Balkan Harbinde Bulgar ordusuna karşı çok fazla
gayret göstermemişti. Bu yüzden araları iyice açılmıştı. Enver’in Ali
Fethi’ye ve ona zarar vereceğinden korkan Talât ve Cemal bu iki dostu Sofya’ya elçi ve askerî ataşe olarak göndermişti. Alman disiplini ile yetişmesine
rağmen, İngiltere’nin dünyanın süper gücü olduğunu biliyordu. Ayrıca ağzı sıkı biriydi.” (s. 260)
Selanikli’nin
ağzı sıkı biri olduğu doğruydu.
Nitekim, gelecekte “manevî
kızları”ndan Prof. Afet İnan “M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad
Hatıraları” adlı kitabında (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1983)
şunları yazacaktı:
General
Mustafa Kemal Atatürk'ün ve Karlsbad ve Viyana'da ''Geçen Günlerim'' başlığı
altında 30 Haziran 1918 Pazar gününden 28 Temmuz Pazar gününe kadar altı
deftere yazdığı anılarının sonu şöyle bitiyor:
''Karlsbad'da
geçen günlerimin anılarını bütünüyle ve olduğu gibi bu
defterlere geçiremedim. Bunun iki nedeni var, birincisi yeterince yazı yazmak
için vaktim olmadı. İkincisi her düşündüğümü, her yaptığımı, yani
bütün fikirlerimi ve hayatımla ilgili sırları bu defterlere
nasıl emanet edebilirdim? Hatta bu yazdıklarımı bile bir
gün, ihtimal pek yakın bir günde yok etmeyecek miyim?
Şimdiye kadar hep öyle olduğu içindir ki, anılarımı toplayan bir derlemem
yoktur.''
Afet
İnan, bunlara ek olarak, Selanikli’nin şu sözlerine de dikkat çekecekti:
… 10 Temmuz 1918 Çarşamba, 11 Temmuz
1918 Perşembe günleri için şöyle bir kayıt var:
"Bu
iki günü yazmayacağım. Birçok anılarım
gibi bunların da unutulmasında ne zarar var. Yalnız şu kadar diyelim ki insanlar gerçeği hep gizlerler."
*
İnsanların
değilse de Selanikli’nin gerçeği hep gizlemek gibi bir huyu vardı ve gelecekte
İngiliz istihbaratı (gizli servisi) bu özelliğinden dolayı onunla gizli bir işbirliği yapacaktı.
Ancak,
Selanikli kadar ağzı sıkı olmayan İsmet
İnönü, bu işbirliğini yarım asır sonra “resmen” ifşa edecekti.
Evet,
Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi
Komutanı Orgeneral İsmet İnönü, 1973 yılında, cumhuriyetin ilanının
50’nci yıldönümü vesilesiyle verdiği demecinde, Selanikli zamparanın kirli gizli sırrını, son derece veciz ve özlü bir
şekilde, “kör gözüne parmağım” açıklığında dile getirecekti:
"İstiklâl
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur."
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli
sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
*
Yazar
Bulut’un kitabında yer alan “Sırf Enver
muvaffak olmasın diye Balkan Harbinde Bulgar ordusuna karşı çok fazla gayret
göstermemişti” şeklindeki cümle de, Selanikli Mustafa Atatürk karakterinin
önemli bir özelliğine dikkat çekiyor.
Adamın
kini, dini..
Mevzubahis olan kini ise, onun için
herşey teferruat.. Din, iman, vatan, millet, vazife, ahde vefa..
Yine,
mevzubahis olan para pul, zenginlik ve ihtişam ise, Selanikli için din ve namus
teferruattı.
Nitekim,
Selanikli Mustafa Atatürk, Anadolu’da tutunmasını sağlayan velinimeti Kâzım
Karabekir Paşa’ya, biti kanlanınca şunu diyecekti:
“Dini ve namusu
olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar!. Böyle
kimselerle ülkeyi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce
insanların din ve namus telâkkisini kaldırmalıyız.”
(Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor, 17. b.,
İstanbul: Tekin Yayınevi, s. 84.)
*
Evet, Selanikli hain, sırf kini için
devletini, vatanını ve milletini satmaya hazırdı.
Biti
kanlanınca ali kıran baş kesen bir diktatöre dönüşen Selanikli’nin zırvalarına
“Hikmet buyurdunuuz efendimiiiiz” dememenin yol açacağı bedeli ödemeyi göze
almış ender isimlerden biri durumundaki Kâzım Karabekir Paşa, Selanikli zorbanın
ölümünden üç ay sonra, takvimler 13 Şubat 1939 Pazartesi gününü gösterirken
günlüğüne şu notu düşmüştü:
"Telefonla yaver
beyin [Cumhurbaşkanı İnönü’nün yaverinin] iş’ârı [bildirmesi] üzerine General
Cafer Tayyar’la İnönü ’ye [gittik]. Saat 5.45-7.00. M. Kemal'in Enver'e kızarak İngilizlere teslim olmak
teşebbüsünü Cevat Rıfat söyledi. Bunu Cemal [Mersinli]
Paşa, Ömer Lütfi ve Diyarbakırlı Kâzım Paşa da
bilirmiş. Cemal Paşa'ya –bugün bana gelmişti– sordum, evet dedi. Bu
maksatla bazı zabitler de (subaylar da) İngilizler tarafına geçmiş."
[Kâzım Karabekir, Günlükler
(1906-1948), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2009, s. 1083.]
Savaşın içinde bulunmuş, olayları bizzat yaşamış dört
önemli subayın, dört şahidin haber verdiği bir cinayet.
Şahitlerden ikisi paşa..
Selanikli Atatürk, küçük hesapları için
İngiliz'e teslim olmak istemiş.
*
Diyarbakırlı Kâzım Paşa, 12 Haziran 1917 tarihinden itibaren, bir buçuk yıl boyunca, (Dördüncü, Yedinci ve Sekizinci Ordulardan oluşan) Yıldırım Ordular Grubu Kurmay Başkanı olarak görev yapmış bir subay.. Selanikli zampara bu gruba Yedinci Ordu Komutanı sıfatıyla katıldı.
Kâzım Paşa'nın (Kâzım İnanç) bulunduğu konum önemli ve kritikti.. Çünkü bir kurmay başkanı, hizmetinde bulunduğu komutanın astları, yaverleri ve destek personeliyle eşgüdümünü sağlamak durumundadır. Sorunları komutanın önüne gelmeden önce halletmek için çalışan sırdaştır.
Kâzım Paşa, Selanikli zampara yüzünden Filistin cephesi çöküp Mondros Mütarekesi imzalandıktan bir hafta sonra, 5 Kasım 1918 tarihinde, Genelkurmay İkinci Başkanı olarak atandı. Nitekim, Selanikli zamparanın Samsun'a gidiş işlemleri için Genelkurmay'a başvurduğunda ilk muhatap olduğu kişi oydu.
Kâzım Paşa daha sonra İstiklal Harbi'ne de katıldı.. Batı Cephesi Komutanlığı bölgesinde emniyet, asayiş ve asker alma işlerini yürütmekle görevlendirildi. 12 Kasım 1920 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı, 8 Ağustos 1921'de ise Başkomutanlık Sekreteri oldu.
Mersinli Cemal Paşa da (Mehmed Cemal Mersinli) vatanseverliği müseccel isimlerden.. İngilizler'in talebiyle İkinci Ordu Komutanlığından istifa ettirilmiş, sonra da tutuklanıp Malta'ya sürülmüş, buradan kurtulunca gelip istiklal mücadelesine TBMM'de destek vermiş bir isim.. Selanikli zampara gibi İngilizler'in gözdesi değil..
Cevat Rıfat Atilhan da yine Kâzım Paşa gibi Sina ve Filistin cephelerinde bulunmuş bir subay.. İstiklal Harbi'ne de katılmış, Zonguldak-Bartın ve Havalisi Cepheleri Kumandanı olarak görev yapmış.
Ömer Lütfi Argeşo ise, Yıldırım Orduları Grubu bünyesinde Filistin Cephesi'nde, 20. Kolordu 26. Tümen emrindeki 78. Alay'ın kumandanı olarak bulunmuş.. 12 Mayıs 1918'de yarbay rütbesine yükseltilmiş.. Milli mücadeleye de destek vermiş, TBMM'de (Birinci Meclis'te) Karahisar-ı Sâhip milletvekili olarak görev yapmış.
*
Bu subaylar biraraya gelip "Böyle bir iftira atalım" diye aralarında anlaşacak karaktersizlikte adamlar değiller.
Ayrıca, yok yerden böyle birşey uydurmanın o gün için onlara hiçbir faydası yoktu.. Tam aksine, zararı olacak birşeydi.. Böyle birşeyi dillendirmenin özellikle o dönemde tehlikesi büyüktü.
Fakat bu gerçeği, güvendikleri samimi dostları arasında bir şekilde dile getirmişler, ve onların sözleri kulaktan kulağa aktarılarak Karabekir Paşa'ya kadar ulaşmış..
Öyle ki, Karabekir meseleyi Cemal Paşa'ya sormuş, ondan ve Cevat Rıfat Atilhan'dan, rivayetin doğru olduğunu bizzat duymuş.
*
Buradan anlaşılıyor ki, Selanikli Mustafa Atatürk İngilizler’le işi pişirmiş, minareye kılıf uydurmak için de komutanına olan kızgınlığını bahane olarak göstermeye çalışmış..
Enver Paşa'dan
fazla hazzetmeyen kişilerin duygularıyla oynayarak onları manipüle etmek
istemiş.
Muhtemelen, maiyetindeki subayların büyük
çoğunluğunun yüzlerindeki ifadeyi ve itirazları görünce, teslim olma yerine
ricatı, palaspandıras kaçmayı tercih etmiş.
Ama kendisiyle kafa dengi bazı subayların
savaşma azimlerinin tükenmesini ve İngilizler’e teslim olmalarını
sağlamış.
Vatan ve millet sevgisi bulunmasa bile, şeref
ve haysiyet sahibi dürüst bir insana yakışan, "Mevzubahis olan vazifemse,
aldığım maaşı hak etmekse, benim Enver'e olan öfkem teferruattır"
zihniyetiyle hareket etmesidir.
Selanikli’nin bu olaydaki akıl yürütüş şekli
ise düpedüz ihanet.
*
Evet, ihanet..
Komutanına değil, milletine, devletine,
vazifesine, verdiği söze ihanet.
Devletin şerefini, milletin hak ve hukukunu,
emrindeki binlerce askerin hayatını,
vatanın selametini hiçe sayan, ayaklar altına alan bir ihanet.
Soru şu: Böyle bir adam, Birinci Dünya
Savaşı'ndan sonra İstanbul'da gizlice buluştuğu (Ki bunu Nutuk'ta
itiraf ediyor) İngiliz İstihbaratı'nın (gizli servisinin) İstanbul şefi
Robert Frew (Fro) ile hangi vatanseverlik duygularıyla görüşmüş
olabilir?
"Kafdağı'nı assalar belki çeker de bir
kıl,
"Bu ifritten sualin kılını çekmez
akıl!"
Bu mizaç, bu karakter ve bu kafada olan bir
adamın, 30 Ekim 1918 tarihinde başlayan Mütareke (savaşsızlık) döneminde, bu
defa da Padişah Vahideddin’e kızarak (ya da kızma bahanesiyle) İngilizler’e
yanaşması ve onlarla gizli pazarlıklar yaparak “teslim” olması, onların
adamı haline gelmesi “hayatın olağan akışı”na uygundur.
Evet, Selanikli zampara hain tam da bunu yaptı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder