(Hadîs-i
şerîf): “Hamil-i Kur’an olan, öldüğü vakit, Allah Teâlâ yere vahy eder ki; onun
etini yeme. Yer der ki: İlahi senin kelamın onun içinde iken ben onun etini
nasıl yerim?” (Deylemî'nin Cabir r. a.'den rivayeti)
Hamil-i Kur’an’dan
murad, hakiki âlimlerdir. Kur’anın
manasına hem aşina hem de Kur’an ile amildirler (amel ederler).
İşte bu
bahtiyarlar da mev’ud (vaad edilen) ecelleri gelip yere gömüldükleri zaman
Cenab- Hak yere, vahy eder ki: Sakın bu alimin etini yeme. Bu ne büyük bir
iltifattır. Kur’an ile amil olan her alim bu lutfa mazhar olacaktır.
Kur’an-ı
Kerim Allah Teâlâ'nın kullarına, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve
sellem vasıtası ile gönderdiği bir kitaptır ki, kendisinin Allah tarafından
gönderilmiş olduğunda “katiyyen şek ve şübhe yoktur. Bu kitab-ı azim
müttakilere hidayettir, o müttakiler ki, gayba iman eder ve inanırlar, aynı
zamanda namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz nimetlerden muhtaçlara
ve cihad yollarına infak ederler. Gerek Peygamberlere ve kitaplarını da iman
ederler ve âhirete de inanırlar, bunlar Rablerinden bir hidayete nail olmuşlar
ve felahı bulmuş kimselerdir”.
İşte
sana bu alim-i âhiret olan kimselerden gördüğüm bir canlı hadiseyi anlatırken umarım ki yerlerin yiyemediği bu alim
kimseleri de öğrenmiş oluruz.
[Menderes zamanında, 1956 yılından itibaren]
İstanbul yollarının genişletildiği ve türbelerin etrafları açıldığı bir devirde
bizim rahmetlik hocamız Tekfurdağlı (Tekirdağlı), Bayezid Camii şerifi müderrisi ve Gümüşhaneli dergahı
post-nişini Hacı Mustafa Feyzi Efendi
hazretleri de Kanuni Sultan Süleyman Camii Şerifi'nin kıblesinde ve Kanuni
Sultan Süleyman’ın türbesinin yanında dış tarafında sekiz-on kadar kabir vardı ki rahmetli Menderes bunların da
kaldırılıp yanındaki [arka taraftaki] boşluğa gömülmelerini istemiş ve bu
suretle nakl-i kubur yapılmak üzere bizim de o merasimde murakıp olarak bulunmamızı
istemişler. Biz de orada bulunduk. Mezarlar
açıldı. İçinden çıkarılan kemikler hazırlanmış
torbalara konarak hazırlanan mezarlarına naklediliyordu.
Sıra
bizim üstadımız Şeyh Hacı Mustafa Efendinin
mezarına geldi. Mezar, zeminden hemen bir metre yüksek olduğundan bazı taşlar
kopmuş ve mezarın içerisi gözükmekte idi. Nihayet mezar açıldığı zaman definden
zannedersem otuz sene kadar bir zaman
geçmiş [1926’da vefat etmiş] olduğu halde rahmetlik Şeyh Hacı Mustafa Feyzi
Efendinin henüz sakalının bile bir kılı değişmemiş. Bütün bir cesedin sanki henüz yeni gömülmüş olduğunu hem biz hem
bütün hazirun, büyük bir cemaat kalabalığı tarafından görülmüş.
Toprağın
demek hakiki âlimleri yiyemediği hakikaten müşahedemiz olmuştur. Rahmetullahı
rahmeten vasia.
(Mehmed Zahid Kotku, Hadislerle Nasihatlar, C. 2, Konya:
Vuslat Vakfı, 2010, s. 71-72)
(NOT: O kabir nakli sırasında Gümüşhanevî rahmetullahi aleyh’in kabrinin açılamayışının ve naklin yapılamayışının nedeni, yanındaki mezarda eşinin yatıyor olmasıdır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder