UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN
KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 70
Selanikli
Mustafa Atatürk’ün Mütareke döneminde İstanbul’da geçirdiği (13 Kasım 1918’de
başlayıp 16 Mayıs 1919’da biten) altı aylık zaman üzerinde duruyorduk.
Selanikli,
bu dönem zarfında ne yapıp ettiğini has adamı Falih Rıfkı Atay’a
anlatıp yazdırmış durumda.
Atay’ı dinlemeye
(kaldığımız yerden) devam edelim:
Bir
sual sorulabilir: Vaktiyle Enver'in [Enver Paşa’nın] muhalifi tanınmakla
beraber, [İttihat ve Terakki karşıtı] Hürriyet ve İtilafçılar [Partisi
yanlıları] tarafından da bir türlü kendisine itimad olunmayan Mustafa
Kemal niçin başkaları gibi [İngilizler tarafından] tutulup
hapsedilmemiştir? Cevabını [Mustafa Kemal’in şahsıma anlattığı]
hatıralardan dinleyelim:
"-
Mütareke devrinde İzzet Paşa'dan sonra sadarete [sadrazamlık/başbakanlık
makamına] gelenlerle adeta her gün değişen kabinelerinde nazırlık (bakanlık)
vazifesi alanların hakkımda şöyle bir telakki beslediklerini zannediyorum:
“Beni
Talat Paşa'nm, Enver Paşa'nın ve umumiyetle İtttihat ve Terakki erkânının
muhalifi addediyorlardı; bu sebeple taraflarından (kendileri tarafından)
kazanılabileceğim ve onlara hizmet ederek faydalı olacağım fikrinde
idiler. Benimle bu yoldan temas arayan, dostluk kurmaya çalışan
nazırlar (bakanlar) olduğunu hatırlarım.”
(Falih Rıfkı Atay, M. Kemal’in Mütareke Defteri
ve 19 Mayıs, haz. Nurer Uğurlu, İstanbul: Yeni Gün Haber Ajansı Basın
ve Yayıncılık, Mayıs 1999, s. 138.)
*
Verilen cevap,
yöneltilen soruyla ilgisiz.. İngilizler, durumu Selanikli gibi olan birçok
kişiyi tutuklamışlardı.
Evet, Selanikli o gün
için, dile getirdiği gibi, yalnız ve zayıf, isteyenler tarafından kazanılmaya
ve kullanılmaya müsait bir serseri mayın konumunda.. (O gün için tek güçlü
yanı, yeni padişah Vahideddin'in yaverliği koltuğuna kurulmuş
olmasından ibaret.)
Kafadar birkaç arkadaşı
vardıysa da, herhangi bir gruba ya da topluluğa aidiyeti bulunmuyordu.. Paşalık
unvanı ve Padişah yaverliğinin dışında bir vasfı, meziyeti ve özelliği yoktu.
Onu Padişah Vahideddin
için “Anadolu’da görevlendirilecek ideal taşeron” haline getiren de
bu zavallı durumu.
*
Kuvvetli bir parti ya da
grubun önemli bir adamına dayanmanız durumunda onların bir zaman sonra “paralel
devlet” gibi hareket etmeye başlamayacaklarından ve hatta "kendilerine
tam teslim olmuş bir kuklayı" devlet başkanlığı makamına çıkarmak için yönetime
karşı “darbe” anlamına gelecek tertipler içine girmeyeceklerinden emin
olamazsınız.
Bir grubu, topluluğu,
“çete”si olmayan yalnız bir adamın ise kendisine güvenip geniş yetkiler veren,
önüne kırmızı halılar seren bir “efendi”ye sonuna kadar sadık kalacağı umulur.
Kendisine bağlı bir
“çete”si bulunmadığı için efendisine ihanet ederek risk almayı aklından bile
geçiremeyecektir.
İşte Vahideddin’i
yanıltan husus buydu.. Milletin kaymak tabakasının Selanik’in (Falih
Rıfkı’nın Çankaya’sında söylediğine göre İttihatçılar
tarafından “sarhoş, haris, fırsatçı, sefih, ahlâksız” olarak nitelendirilen)
çocuğuna kayıtsız şartsız biat edeceğine ihtimal vermemişti.
Nitekim sonradan şunu
demiş bulunuyor:
“Eğer
benim bir hatam varsa o da din ve devletin bu derece tahrip edilip
değiştirileceğine ve (bazı şahıslar müstesna) bütün vekiller
[bakanlar ve milletvekilleri], âlimler, âkiller ve devlet adamları tarafından
ses çıkarılmayacağına ve bazı alçak menfaatler [bağlanan maaşlar, verilen unvan
ve memuriyetler] karşılığında [Mustafa Kemal’in inkılap adı verilen
tahribatına] gizli ve açık şekilde yardım edeceklerine ihtimal vermememdendir.
Ben, devletin hayat ve memâtına herkesten ziyade ilgili
olan milletimin münevverlerinin (aydınlarının) vatanî ve
vicdanî görevlerini bu derece kötüye kullanamayacakları hakkındaki hüsn-i
zannıma ait olan hatamı itiraf ediyorum.”
[Mustafa Armağan (haz.), Sultan Vahdettin’in İstanbul’dan ayrıldıktan sonraki ilk açıklaması “Ben Hain Değilim”, İstanbul 2013, Derin Tarih dergisi hediyesi, s. 15.]
*
Padişah Vahideddin’in
tek yanılgısı bu devasız saflığı (memleketin ileri gelenleri hakkındaki boş
hüsnüzannı) değildi.
Selanikli’yi Anadolu’ya
gönderirken onun yalnız ve “çete”siz olduğunu zannederken de
yanılıyordu.
Selanikli çok daha
fazlasına sahipti:
Birinci Dünya
Savaşı’ında Osmanlı Devleti’ni mağlup edip mütareke çerçevesinde İstanbul’a
postu sermiş olan (üzerinde Güneş batmayan imparatorluk havalarındaki)
İngiltere’nin tam desteği..
İngiliz “devlet aklı” Selanikli ile
birlikte idi.
Bunu
olanca açıklığıyla dile getirme şerefi ise, Selanikli’nin başbakanı,
Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi
Komutanı General İsmet İnönü’ye, anlı
şanlı İsmet Paşa’ya kalacaktır:
(Milliyet Gazetesi‘nin
29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018,
s. 60.)
*
Padişah Vahideddin, Selanikli'yi bir taşeron olarak
İngilizler'e ve müttefikleri Fransızlar ile İtalyanlar'a karşı kullanmak
istemişti.
Fakat gerçekte o, İngilizler'in (Lord Curzon'un)
Osmanlı Devleti'ne karşı kullanmaya başladığı taşerondu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder