Yeni Şafak gazetesi yazarı Prof. Hayrettin Karaman, “Kitaba
ve sünnete sarılmak ne demek?” başlığını taşıyan 16 Mart 2025 tarihli yazısında
şöyle diyor:
Önemli bir “kutsî velî hadisi” var, [orada Allahu Teala’dan
naklen] şöyle buyuruluyor:
“Kim benim bir velî kuluma düşmanca davranırsa ona harp
ilan ederim. Kulumun bana yaklaşmak için yaptıklarının nezdimde en sevimli
olanı, üzerine farz kıldığım ibadetlerdir. Kulum bana nafile ibadetler
ile de durmadan yaklaşır da nihayet onu severim. Onu sevince de duyduğu kulağı,
gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden bir şey isterse
şüphesiz veririm, bana sığınırsa elbette kabul ederim…”
Evet bu, Sahîh-i Buharî’de
de yer alan bir kudsî hadîs..
Karaman, hadîsi aktardıktan sonra şunu
diyor:
İbn Hacer’in verdiği, Şevkânî’nin de beğendiği tarife göre
velî, Allah’ı bilen, O’na itaatte devamlı, ibadette ihlaslı olan
kişidir. Bu tarifte geçen “itaatte devamlılık” ve “ibadette ihlas” vasıfları
önemlidir; çünkü bazen de olsa nefsine ve şeytana itaat edenler velî
olmadıkları gibi, devamlı ibadet ettikleri halde ihlası elde edemeyenler,
ibadetlerinde şuurlu şuursuz Allah’tan başkasına yer verenler de velî
değildir. Velî’yi tarif ederken “iman ve takva” vasıflarından hareket
eden âyet (Yûnus:10/62-64) de bu anlayışı kuvvetlendirmektedir.
Allah’ı bilmek, ona şirk koşmamayı
gerektirir.
İmdi, birinin itikadında şirk varsa, onun “iman
ve takva” vasıflarından imanı bile elde edememiş olduğu anlaşılır.
İnsanları itaat (taat) bakımından sorgulayacaksınız, nefse ve şeytana itaat etmelerini bir sorun olarak göreceksiniz, fakat şirk koşmalarını umursamayacaksınız, böyle birşey olabilir mi?!
Sen nasıl insanların “bazen nefislerine ve şeytana itaat ettiklerini” fark ediyor ve onların velî olmadıkları hükmünü (haklı olarak) veriyorsan, başka birileri de senin “şirk koşup koşmadığını” fark edebilir.
Ve şirke düştüğünü gördüklerinde
senin gerçekte imanlı olmadığını, sahih bir imana sahip bulunmadığını, imanına
şirk karıştırarak küfre düştüğünü söyleyebilirler.
Seni irşad edip vebalden kurtulmak için bunu açıkça söylemeleri gerekir.
*
Demek ki, velî olmak için “itaatte
devamlılık” gerekiyormuş.
Fakat, bu devamlılık da tek başına
yetmiyormuş, “ihlas” (sadece Allah’ın rızasını gözetmek; makam mevki, halkın teveccühü, dünyevî menfaat
için dindarlık ya da takvalılık taslamamak, gösteriş yapmamak) icab ediyormuş.
Peki, imanlı olmak için tağutu
açıkça ve devamlı biçimde reddetmek de gerekmiyor mu?!
Mesela laikliği (siyasal dinsizliği) benimsemek ve savunmak, zımnen şunu kabul etmek anlamına gelmiyor mu: “Allah’a her zaman itaat etmek gerekmez, bazen tağuta itaat edilir, hatta kamusal meseleler söz konusu olduğunda Allah’a itaate hiç lüzum yoktur, burası nefsimizin (ya da önderlerimizin nefislerinin) arzularına göre hareket edeceğimiz alandır, şeytana uymak da serbesttir.”
Ve bu, şirk, ve dolayısıyla küfür değil
midir?!
Dünyevî menfaatlerinize halel gelmesin diye tağutçulara göz kırpmanız, tağutu açıkça reddedenlere ise "marjinal" ya da "radikal" yaftası yakıştırarak höykürmeniz caiz midir?
*
Günümüz insanının genelinin velîliğinden
geçtik; düzgün iman sahibi olabilseler öpüp başımıza koyacağız.
Bu memlekette “Şeriat’le yönetilmek
ister misiniz?” sorusu ekseninde anket yapılıyor, “Evet” diyenlerin oranı yüzde
10 civarında.. (Yanlış bilmiyorsam, bu "istemezük"çülükte Türkiye'yi geçmeyi başaran tek "İslam ülkesi", Azerbaycan.)
Hırsızın elinin kesilmesi gibi spesifik hususlar gündeme geldiğinde ise oran yüzde 3’e düşüyor.. Yüzde 97, yan çiziyor..
Böylece yüzde 3'lük kesim "marjinal" kalıyor.. Ve de birtakım ukala çokbilmişler tarafından "radikal marjinaller" olarak aşağılanıyorlar. ("İslam garip başladı, başladığı hale dönecektir. Ne mutlu gariplere!" [Müslim, İbn Mace])
Şahsen, Afganistan için “Ne o el kesme,
kol kesme?!” diye konuşan fanatik AKP’li Ezher mezunu ilahiyatçı soytarı
bile görmüşlüğüm var.
İman buysa, imansızlık nasıl bir şey oluyor,
lütfen beni aydınlatın!
(Ahirette cennetlikler, cehennemliklerin yanında marjinal kalacaklar.. Ne mutlu marjinallere!.. Allahu Teala'dan bizi de böylesi marjinallerden eylemesini, "insanların çoğuna uymaktan" uzak tutmasını niyaz ediyoruz.)
*
Bu memlekette Allah’a itaatsizlik var, ihlassızlık var, bunu kabul ediyorsunuz, çok iyi, fakat sanki hiç şirk yokmuş gibi konuşuyorsunuz.
Sanki tekfir edilmeyi hak eden hiç
kimse bulunmuyor.
Halbuki itaatsizlik ve/veya ihlassızlık her zaman "iman"la birlikte bulunmuyor, bazen (çoğu kere değilse bile kimi zaman) bunlara şirk eşlik ediyor.
Durum böyleyken, sanki memleket şirk bakımından pîrüpakmış gibi Hayrettin efendi tipi saray mollaları, küfür ve şirk konusunda insanları uyaran birilerine “usul dışı radikallik” suçlaması yöneltiyorlar.
Oysa, yaptıkları şey, bir yönüyle, nefsanî
ve şeytanî bir usul edebiyatı ile münafıklığın ve şirkin değirmenine su
taşımaktan ibaret.
*
Evet, sosyal medyada ölçüsüz/usulsüz tekfircilik
yapanlar da var, fakat bu, aksi yönde bir sapıklığa meyletmemizi gerektirmez.
Gâvura kızıp oruç bozamayız.
Ki şahsen böylesi tekfircilerin ekseriyetinin yerli veya yabancı “istihbarat / gizli servis” bağlantılı olduklarına inanıyorum.
Mesela 28 Şubat sürecinde darbecilere “Hizbullah’ı örnek göstererek halkın kafasına din terörü imajını yerleştirme” tavsiyesinde bulunan MİT’çilerde böylesi hinoğlu hinlikler, yetenek, tecrübe ve “insan kaynağı” mebzul miktarda mevcuttur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder