İSRAİL-HİZBULLAH-İRAN ÜÇGENİNDEKİ MEZHEPÇİLİK

 



AK Parti iktidarının sesi soluğu Yeni Şafak gazetesinin yazarları, “İsrail Hizbullah’ı mahvediyor ama Hizbullah da bunu haketmişti, çok da üzülmeyelim” modunda yazılar döşeniyorlar.

Özellikle Hizbullah’ın geçmişte Suriye iç savaşına müdahil olmuş bulunmasından rahatsızlar.

Onu buna yöneltenin İran olmasından dolayı İran’a olan hınçları daha da büyük.

Bu yazarlarda biri şöyle diyor:

“2016 yılında “İsrail ile Hizbullat savaşsa taraf tutmam” yazdığımı net şekilde hatırlıyorum mesela.

“Bununla da kalmadı emperyalist İran’ın ve Hizbullah’ın yapıp ettikleri. Yemen’den Nijerya’ya, Irak’tan Afganistan’a değin her coğrafyada “Sünnilerin can düşmanı” haline geldiler.

“İran, zaten biliyoruz, “öteki”sini “gâvur” olarak değil “Sünni Müslümanlar” olarak belirleyen bir ideolojik akıl tutulmasına zaten savruldu süreç içerisinde. Türkiye’deki etki ajanlarının tüm karartma çabalarına rağmen açıkça görülüyor ki yürüttükleri ajandada “gâvura karşı olmak” yer almıyor.”

Evet sözleri böyle.. 

Kulağa hoş geliyor, fakat yanlış.

*

İmdi, şunu baştan söyleyeyim: İran İslam Devrimi’nin yüceltildiği zamanlarda bile İrancı olmadım.

Şia’nın Ehl-i Sünnet’inkine aykırı görüşlerine de hiçbir zaman sıcak bakmadım.

Prof. Hüseyin Hatemi 2000’li yıllarda Yeni Şafak gazetesinde Şiîlik propagandası yaparken dorduncukuvvetmedya.com’da müstear isimle yayınlanan yazılarımda ona cevap verdim. (Bu tartışmam yüzünden o mecradaki yazılarıma son vermek zorunda kaldım.. Hatemi'ye cevap vermeyi sürdürmeme engel olundu, yazıma sansür uygulandı.. Meselenin arka planını bilmiyorum.)

Yine Yeni Şafak’ın fıkıhçı yazarı Prof. Hayrettin Karaman “Muaviye buğzu” güzellemesi yaptığında onu tenkit ettim.

Aynı şekilde Yeni Şafak’ın müzmin İbn Arabî hastası yazarı Prof. Mahmut Erol Kılıç Hz. Hüseyin hesabına Hz. Muaviye düşmanlığı yaparken de yazılarımla ona karşı çıktım.

Yukarıda yazısından alıntı yaptığım yazarın Hizbullahçılık yaptığı zamanlarda da Hizbullah sempatizanı olmadım.

Ancak, şimdi Hizbullat olarak adlandırdığı Hizbullahçılar ve İran hakkında yaptığı değerlendirmeler tümden doğru değil.

*

İran’ın birçok yerde Sünnîlerle karşı karşıya geldiği doğru.

Mezhepleri (yolları) yanlış.. İçlerinde tekfiri hak edenleri de var, bid'atçı müslüman olarak kabul edilebilecek olanları da var. 

Ancak, İran'ın dış politikasına bir bütün olarak baktığınızda  “öteki” olanı “gâvur” değil “Sünni Müslümanlar” olarak belirlediğini söylemek abartı olur.

Hatta abartıdan da öte çarpıtma.

Öteki meselesi tam böyle olsaydı ABD ve İsrail ile de bir sorunları bulunmazdı.

Mesela, İran’ın desteklediği Yemen, Kızıldeniz’de “öteki” olarak kimleri görüyor?

Şiî Yemen'in yaptığını Sünnî Türkiye olarak sen niye yapmıyorsun?

Senin korkuların var da onların yok mu?!

Seninki can da onlarınki patlıcan mı?!

*

(Burada bir parantez açalım: Türkiye Cumhuriyeti Devleti için Sünnî denilemez.. Müslüman değil ki Sünnî olsun!. Laik, yani siyasal dinsiz.. 

İran "Şiî müslüman" olduğunu söylüyor, sen ise "Müslüman değilim, siyasal dinsizim" diyorsun.. Kendi kendini "müslüman olmayan öteki" yapıyorsun.. 

Üstelik bir de siyasal dinsizliğini "değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" ilke haline getirmişsin.. Evrensel hukuk kuralıdır, "Kişi ikrarı ile muaheze olunur".

Başkaları seninle ilgili bir iddiada bulunduklarında onlardan iddialarını ispat etmeleri beklenir, o iddia tek başına seni bağlamaz, fakat senin kendi beyanın seni bağlar.

Şayet kendi iradenle "siyasal dinsiz" oluyorsan senin için söylenecek birşey yok demektir, kendi tercihini kendin yapmışsındır.. Yok, buna mecbur bırakıldıysan, bu durumda da senin için bağımsız ve hür [hukukuna malik/hakim] denilemez.)

*

Yeni Şafak Sünnîcilerinin şunu hatırlamaları gerekiyor: Suriye’deki iç savaş bir Amerikan-İsrail projesiydi.

Türkiye ile Suriye’nin arası bir zamanlar gayet iyiydi.

İran, iki ülke arasındaki iyi ilişkileri sabote etmek için herhangi birşey yapmadı.

Buna karşılık Türkiye, bir yandan Suriye ile dostluk türküleri söylerken diğer yandan Suriye’de ABD’nin talimatıyla yanlış dümenler çevirmeye başladı.

Dönemin Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, zamanın MİT Müsteşarı (Başkanı) Hakan Fidan’ın kendisine “ABD ile anlaştıklarını, Suriye’ye müdahale edeceklerini” söylediğini açıklamıştı.

Hakan Fidan’dan bir itiraz gelmedi.

Şimdi burada soralım. İsrail’in baş destekçisi ABD gâvur mu değil mi?

Türkiye, ABD ile elele verip Suriye’yi karıştırırken ajandasında “öteki” olarak kimler vardı?

“Bu ifritten sualin kılını çekmez akıl!”

*

Yeni Şafak yazarlarının hafızaları iyi sayılır, istedikleri zaman geçmişi hatırlayabiliyorlar, fakat hoşlarına gitmeyen şeyleri hatırlamamak, unutturmaya çalışmak gibi pis bir huyları var.

Meselenin anlaşılması için biraz daha geriye gidelim..

ABD-İsrail cephesi, Ortadoğu’daki bütün devletlerin parçalanması ve bölünmesini, İslam dünyasının birleşememesi için Sünnî-Şiî ihtilafının (ve de etnik ayrışmaların) palazlanmasını ve derinleşmesini istiyor.

İran’da 1979 yılında devrim oldu ve akabinde bir yıl sonra ABD’nin (ve dolayısıyla İsrail’in) talimatıyla Irak İran’a saldırdı.

Savaş sekiz yıl sürdü.. Saddam’ın Irak’ı İran’a karşı başarılı olamadı, hatta Saddam’ı İran’ın elinden ABD kurtardı.

Bunun ardından Saddam, yine ABD’nin göz kırpması ve dolaylı teşviki ile Kuveyt’e saldırdı.. Ancak ABD Saddam'a bu defa "Papaz her gün pilav yemez, yiyemez" dedi. 

Böylece ABD-İsrail ittifakının Irak’ı parçalama ve İsrail’in doğal müttefiki olacak bir Kürt devletinin kurulması projesinin başlama düdüğü çalınmış oldu.

Irak’taki oyunun benzeri Suriye’de de oynanmak istendi.. ABD’nin Suriye’de izlediği politikadan, herşeyin Suriye’nin kuzeyinde yeni bir Kürt devleti kurulması için tezgâhlanmış olduğu açık bir şekilde anlaşılıyor.

Burada sorun, ABD’nin Suriye’yi karıştırma projesine yeşil ışık yakan ve hatta suç ortağı olarak yanında yer alan Türkiye’nin bunu hesap edememiş, müttefiki Sam Amca’sının “demokrasi, insan hakları vs.” masallarına aldanmış olması.. (Türkiye, ABD'nin Irak'a müdahalesine de tepki göstermedi. Hatta 2003'te az kalsın "tezkere" ile onun askerlerini Türkiye'de ağırlayacak, Irak'a birlikte saldıracaktı.)

Laik (siyasal dinsiz) ve de Kemalist/Atatürkist Türkiye’nin İslam ya da Sünnîlik adına Suriye’ye müdahale etmediğini biliyoruz.. Zaten (İsrail’in hamisi) ABD’nin böylesi “dinci/İslamcı” emellere geçit vermesi, ortak olması, hizmet etmesi düşünülemez.

*

Sünnîlik istismarcılarının şunu anlaması gerekiyor: Bu yaptığınız Sünnîlik değil.

Başka bir şey.. Adını siz koyun.. Ya da bulun!

Bu babda söylenecek çok şey var da, anlayana bu kadarı kâfi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YENİ ŞAFAK YAZARINDAN “İÇİNDEN ESAD COŞAN HOCA GEÇEN” BİR YAZI

  Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan bugünkü (5 Ekim 2024 tarihli) yazısında merhum Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan Hoca’ya atıf...