https://archive.org/details/turkiye-laikligi-siyasal-dinsizligi
TÜRKİYE LAİKLİĞİ
(SİYASAL DİNSİZLİĞİ)
Dr. Seyfi SAY
İÇİNDEKİLER
ANAYASA
VE LAİKLİK 7
SÖMÜRGECİ
GÜÇLERİN PARAVANASI OLARAK LAİKLİK 29
LAİKLİK, ESARET VE KÖLELİK REJİMİDİR (BEN
DEMİYORUM, MERHUM BÜYÜK ALİM ELMALILI DİYOR) 32
İSLAMCILIĞIN İKİ DÜŞMANI: YERLİ-MİLLİ-IRKÇI VATANPEREST ATATÜRKÇÜLER VE
FETÖ TİPİ DİNDARLAR 38
THOMAS JEFFERSON KADAR BİLE OLAMAMAK 46
İSLAM HÜKÜMETİ VE YERLİ-MİLLİ LAİK (SİYASAL DİNSİZ) HÜKÜMET 57
AK PARTİ LAİKÇİLİĞİNİN VE “MÜSLÜMANLARI LAİKLEŞTİRME” “HİZMET”İNİN TARİHİNDEN
BİR KESİT 67
DARU’L-İSLAM’DAN LAİKLİK (SİYASAL DİNSİZLİK) DEVLETİNE 73
"DİNİ NAMAZ,
ORUÇ, ZEKAT VE HACLA SINIRLANDIRIP DEVLETTEN UZAKLAŞTIRAN LAİKLİĞİ KÜFÜR OLARAK
KABUL ETTİĞİMİZE DAİR ALLAH'I KENDİMİZE ŞAHİT TUTARIZ" 80
LAİKLİK İŞTE BUDUR! 84
SÖMÜRGECİLERİN
TÜRKİYE GİBİ ÜLKELERDEKİ İDEOLOJİK SAVAŞ AYGITI: LAİKLİK 92
BİR
ZULÜM TÜRÜ OLARAK TÜRKİYE LAİKLİĞİ (SİYASAL DİNSİZLİĞİ) 109
LAİKLİK
LAİK DEĞİLDİR, HIRİSTİYAN DOKTRİNİDİR 115
BATI’NIN
LAİK OLMAYAN LAİKLİĞİ 118
İSLAM VE LAİKLİK NE KADAR BAĞDAŞIR? 121
İSLAM
DEVLETİ Mİ, DEVLETİN İSLAMI MI? 126
İŞLEVİ AÇISINDAN LAİKLİK 130
EHL-İ SÜNNET'İM
DEYİP LAİK REJİME PERESTİŞ EDENLER.. SELEFÎLERİ TEKFİR ETMEYELİM, BAŞLARINI
EZELİM, DİYENLER 138
HAKİMİYET
(EGEMENLİK / DEVLET OTORİTESİ) VE KÜFÜR 149
ŞERİAT, HUKUKUN
ÜSTÜNLÜĞÜ VE ADALET 153
LAİKLİK DEMAGOJİ
VE MUGALATASI 162
LAİKLİĞİN
(ŞERİAT’TEN VAZGEÇİLMESİNİN) İSLAM’A AYKIRI OLMADIĞINI KABUL ETMEK, KÜFRÜN,
İMANSIZLIĞIN, DİNSİZLİĞİN TA KENDİSİDİR 165
LAİKLİK (SİYASAL
DİNSİZLİK), DİNSİZLİĞİN KUTSALLAŞTIRILMASIDIR 172
DECCALÎ
VE ŞEYTANÎ BİR HİLE: DİNSİZLİK YERİNE LAİKLİK KAVRAMININ KULLANILMASI 177
ŞERİATSİZ LAİK (SİYASAL DİNSİZ) DEVLET ADALETİ 182
“DEVLETİN
DİNİ ADALETTİR” HURAFE, SAFSATA VE PALAVRASI 188
SİYASAL
İSLAM, LAİKLİK, VE KAVRAMLAR SAVAŞI 202
İSLÂM’IN
HRİSTİYANLAŞTIRILMASI 213
İSLÂMCILARI
LAİKLEŞTİRME PROJESİ VE AKPARTİ’NİN MİSYONU 222
DEPREM
236
LAİKLEŞEN
İSLÂMCILAR 240
ŞABAN ALİ
DÜZGÜN, CÜBBELİ AHMET, HAYRETTİN KARAMAN VE RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN ORTAK
ÖZELLİĞİ 251
ŞERİATÇI OLMAK, DEVLETÇİ OLMAK 259
BİZDEN HATIRLATMASI 266
D. MEHMET DOĞAN’A CEVAP: MİLLET OLMAK
270
ATATÜRK’Ü FAŞİSTE KOMÜNİSTE BIRAKMAMAYI
BİLİYORSUNUZ DA, İSLAM’I NEDEN IŞİD VS.’YE BIRAKMAMA YÖNÜNDE BİR
ADIMINIZ YOK? 285
SEN KÖRSEN, BAŞKALARI DA KÖR OLACAK DİYE
BİRŞEY YOK 294
AK PARTİ YANDAŞLARI LAİKLİĞİN HATIRINA HAYRETTİN
KARAMAN’I DA MECZUP İLAN ETTİ 299
ROLLER DEĞİŞİYOR, OYUN DEĞİŞMİYOR 307
ŞERİATÇILAR DA TÜRKİYE’DE KENDİLERİNİ
“GÜVEN”DE HİSSEDEBİLİYORLAR MI? 310
MİSYONERLİK
FERYAD Ü FİGANI: “GERİCİLER” İÇİN “CAMBAZA BAK, CAMBAZA!” NUMARASI 317
LAİK DEVLET, İSLAM’IN BAYRAMINDA TÖREN YAPMIYOR, TATİL YAPIYOR, MÜSLÜMAN DA
KÜFRÜN BAYRAMINDA SADECE TATİL YAPMALI, ONU KUTLAMAMALIDIR 329
LAİK (SİYASAL DİNSİZ) DEVLETÇİLİKTEN EHL-İ SÜNNET’E “ZAMANIN RUHU” TÜTSÜSÜ 333
DİN NAMINA SİYASET VE BEDİÜZZAMAN
SAİD NURSÎ 337
BAZI AK PARTİ YANDAŞLARININ İSLAMCI
OLMAYAN FAKAT LAİK OLABİLEN MÜSLÜMANLIĞI 341
İSLAM, DEVLET ADAMLARINA YALAN SÖYLEME
İMTİYAZI YA DA AYRICALIĞI VEREN MAKYAVELİST BİR İDEOLOJİ DEĞİLDİR 345
LAİK DÜZENİN DİNDARLIK İSTİSMARI 350
DİN
MİLLİYETÇİLİĞİNE KARŞI OLMAK 354
LAİKLİĞİN KÜFÜR
OLMASINA HAKİMİYET MESELESİ TEK BAŞINA KAFİDİR 359
LAİKLİK
ATEİZM OLMAYABİLİR, FAKAT SİYASAL DİNSİZLİKTİR (TÜRK LAİKLİĞİ ATEİST DEĞİL, BİR
TANRISI VAR: SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK) 366
LAİK BİR DEVLETE/HÜKÜMETE “RAZI” OLMANIN
İTİKADÎ HÜKMÜ 378
LAKLİK,
HİÇBİR ŞEY ÜZERİNDE OLMAMAKTIR.. BOŞLUKTA SALLANMAKTIR, BOŞ OLMAKTIR 395
LAİK
TÜRKİYE MÜSLÜMANLIĞI 407
TÜRKİYE’DE SİYASAL İSLAM, LAİK
DEVLETİN ANLATTIRDIĞI İSLAM’DIR 412
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ, BİR DİN DEVLETİDİR 415
İSLAM’A
GÖRE, BÜTÜN DEVLETLER DİN DEVLETİDİR 419
DİN ADINA
KONUŞMAK (YA DA DİN KİMİN TEKELİNDE?) 422
LAKLİK,
HİÇBİR ŞEY ÜZERİNDE OLMAMAKTIR.. BOŞLUKTA SALLANMAKTIR, BOŞ OLMAKTIR
Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP’nin müftülüklere nikâh
kıyma yetkisi verilmesine tepki göstermesi üzerine şunları söylemişti:
“Müftülere nihak kıyma
yetkisi verilmesi ile ilgili hadise... CHP'lilerin üslubu milletten, milletin değerlerinden,
tarihinden ne kadar kopuk olduklarını bir kez daha ortaya sermiştir. Bu hususta
Anasaya Mahkemesi'ne gitmeleri bizi şaşırtmadı. Kimilerinin uzmanlık alanı
hizmettir, kimilerinin uzmanlık alanı da mahkeme kapılarının aşındırmaktır.
… Haklarıdır ama bu meseleyi tartışma biçimlerine asla
saygı duymadık, duymayacağız. Konuyu çocuk gelinlerden, çokeşliliğe kadar
hakikete aykırı yere çekenleri milletimize teşhir etmek boynumuzun
borcudur. Laiklik bizim de kabul
ettiğimiz ve uygulanması gerektiğine inandığımız bir kavramdır. Olur
olmaz her konuyu laiklik üzerinden eleştiren, hizaya sokmaya çalışan CHP
anlayışının miadı artık dolmuştur.
“Ana muhalefet partisinin milleti
laiklikle böldüğü o karanlık devirler sona ermiştir. Bu kavramı AK Parti olarak
yerli yerine oturttuğumuzu düşünüyorum. Ben burada tekrar müftülerin nikah
kıyma yetkisini anlatacak değilim. Akıl sahibi olan herkes bu işin ne kadar
doğru olduğunu gayet iyi biliyor, anlıyor. Bu Meclis’e müftü olarak değil, tapu
kadastro olarak gelse kabul edeceklerdi. Bunlar ne yazık ki din ile bağlantılı
bir konu olduğu zaman hop oturup hop kalkıyorlar.”
(http://www.haber7.com/ic-politika/haber/2454951-abdye-pes-pese-sert-mesajlar)
Rejimin atatapar partisi CHP adam olmaz.
(“Atatapar”dan kastımız, at’a taparlık değil, ata’ya taparlık.)
Ancak,
Türkiye’deki laik (siyasal dinsiz) rejim, CHP gibi partileri kullanarak millete
ölümü gösteriyor ve sıtmaya “razı” olunmasını sağlıyor.
Sıtmanın
avukatlığı da AK Parti gibi partilere düşüyor.
Böylece
millet, yavaş yavaş, aheste aheste laikleştiriliyor.. Laikleştirildi.
AK
Parti gibi partiler, CHP’ye nisbetle “ılımlı” görünüyorlar, hak ve hakikat
noktasından ise “aşırı” parti durumundalar.
*
Görüldüğü
gibi Erdoğan, “Laiklik bizim de kabul ettiğimiz ve uygulanması gerektiğine
inandığımız bir kavramdır” diyor.
Yanlış yapıyor.
Yanlışı savunuyor.
Bu söz, İslam itikadı açısından tehlikeli bir sözdür.
Erdoğan gibi siyasetçiler böyle konuşmak yerine, “Türkiye, anayasası gereği
laik bir devlettir, ancak laiklik tam ve doğru uygulanmıyor.. Laiklik icabı müslüman
halka, sahip olması gereken hakları tanımak zorundayız” kabilinden açıklamalar
yapmalı, savunma moduna girmemelidirler.
Siyasetçiler ve millet, devletin her uygulamasını benimsemek ve savunmak
zorunda değil.. Mesela NATO üyesi ülkeyiz diye hepimizin NATO avukatlığı
yapmamız gerekmiyor.
Evet, Erdoğan, laikliği savunma moduna girmemeliydi.
Fakat girdi.. 20-25 senedir bunu yapıyor.. Hatta laikliğe hizmetini Mısır,
Tunus ve Libya’ya bile taşımaya çalıştı.
En kötüsü, kendisine oy veren “dindar” kitleyi laikleştirdi, kendilerini
Kemalist/Atatürkçü olarak nitelendirmeyen Kemalistler/Atatürkçüler haline
geldiler.
Sözde değil özde Kemalist oldular.
Erdoğan, ardındaki kitleye yazık etti.
Millet onun, böyle müftülüklere nikâh kıyma yetkisi verilmesi gibi olumlu
icraatlarına bakarak laiklik gibi konulardaki açıklamalarının da makul ve meşru
olduğunu zannetti.
Halbuki, “toleranslı fıkıhçımız” Prof. Hayrettin Karaman bile
laikliğe cevaz veremiyor.. Verilemeyeceğinin farkında.
*
Evet, Karaman, Yeni Şafak gazetesinin 22 Ekim 2017 tarihli
sayısında yayınlanan “İslâm’ın hedefi ümmeti
bölmek değil bütünleştirmektir” başlıklı
yazısında şunu diyordu:
“Şartlar
müsait olduğunda ümmetin bir tek devleti olacak
ve bütün Müslümanlar da bu devletin teb’ası olacaklardır. Defalarca ifade
ettiğimiz gibi İslam devleti yalnızca Müslümanların devleti değildir, gayr-i
Müslimler de kabul ettikleri takdirde basit bir vergi ödeyerek ve
statülerini koruyarak bu devletin vatandaşları olur ve temel insan haklarına
sahip bulunurlar. Şartlar müsait olmadığında birden fazla İslam devletinin
meşru olup olmadığı tartışılmıştır. Birden fazla İslam devletinin meşruiyetinin
zarurete, imkânsızlığa bağlı olduğu anlaşılmaktadır.
“Dinden delil devşirerek bağımsız
devletlerle ümmeti bölmeye uğraşanların yanlış yolda oldukları düşüncemi
tekrarlıyorum.”
Adam daha ne desin?!
Daha nasıl söylesin?!
İslam açısından (Erdoğan’ın çok tekrarladığı) “Tek
devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak” sloganı, sadece “hep
birlikte Allah’ın ipine sarılan Ümmet-i Muhammed’in (s.a.s.) devleti” için
(o da kısmen) meşru olabilir.
Çünkü İslam, laik tek-tipleştirici zorbalığın
aksine, gayrimüslim tebaanın farklılığını yok saymaz, onları kendi kimliklerini
inkâra zorlamaz, onlara ideolojik dayatmada bulunmaz.
Bugünkü parçalanmış yapı çerçevesinde herkesin kendi “ulus
devlet”ini “tek devlet” olarak görmesi, kendi “ırkçılık
esasına dayanan millet”ini “tek millet” olarak sunması, kendi
yaşadığı toprağı “tek vatan” kabul etmesi, kendi bayrağını “tek
bayrak” olarak benimsemesi, İslam açısından bölücülüğün
ve tefrikanın ta kendisidir.
Tabiî ki bu, İslam açısından böyledir.
Faşist zihniyet veya yerli-milli/ulusçu laik ideoloji
açısından bu, “zamanın ruhu”nu yakalamak, muasır medeniyet seviyesine yetişmek
veya onu aşmaktır.
*
Karaman sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Daha önceki bir yazımda Pakistan
anayasası için yapılan bir çalışmadan şu maddeyi nakletmiştim:
“ ‘Ülkenin vilâyet ve eyâletleri
devletin idâri bölümleri (cüzleri)dir. Kabile, lisan veya soya dayalı
üniteler olmayıp, merkezî hükûmetin murakabe ve idaresi altında
duruma göre kendilerine bazı idarî selâhiyetler verilebilen, fakat asla
merkezden ayrılıp müstakil olmalarına izin verilmeyen idârî bölgelerden
ibarettir’.”
İslam devleti, ne bir Arap Cumhuriyeti Devleti’dir, ne
Türk Cumhuriyeti Devleti, ne Kürt Cumhuriyeti Devleti.
İslam devleti, Şeriat’i bir tarafa bırakmış laik (siyasal
dinsiz) devlet hiç değildir.
Laik devlet, müslümanın devleti değildir, onu ideal
olarak görmez, ve “tek devlet”i olarak benimsemez; o, şartlar gereği tebaası
olarak yaşamak zorunda kaldığı devlettir.
*
Karaman’ın yazısına dönelim:
“Bu yazıda ise el-Ezher
Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmadan aynı konuya ait bölümü ve tartışmayı
nakledeceğim.
“… Anayasa ve İdare Hukuku Profesörü
Mustafa Kemal Vasfi, Musannefetu’n-Nuzumi’l-İslâmiyye isimli
eserinde (Kahire 1977) bu çalışmanın metnini vermiş, ayrıca bazı maddelerine
ilişkin tenkit ve görüşlerini de kaydetmiştir. Tenkit ettiği maddelerden
biri İslam devletinin birden fazla olup olmayacağı ile
ilgilidir ve şöyle demektedir:
İslâm birden fazla İslâm devletinin
varlığını caiz görmediği için buna imkân tanıyan madde kaldırılmalıdır. İçinde
bulunduğumuz şartlar birden fazla İslâm devletinin varlığına yer vermiş ise de
biz bunu, tecviz edercesine [caiz, meşru görürcesine] anayasa modeline almak
durumunda değiliz.”
Burada İslam devletinden söz
ediliyor, halkı müslüman olan ülkelerden değil..
Halkı müslüman laik bir devlet, İslam
açısından konuşulmaya değmeyecek bir arızadır.
Mesela Türkiye Cumhuriyeti, İslam devleti değildir.
Onu İslam devleti kabul etmek, Anayasa’daki laiklik ilkesine aykırıdır.
İslam devletinin vazgeçilmez, değiştirilemez,
değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk şartı, yasamanın kaynağının beşer
iradesi veya heva ve hevesi değil, Şeriat olmasıdır.
İslam devletinde “millet iradesi” adı altında kulların
(ya da o kulları manipüle edip yönlendirenlerin) arzuları değil, Allahu
Teala’nın emir ve yasakları geçerlidir.
*
Karaman İslam devletinden söz ediyor, laik devletten
değil.. Laikliği geçtik, peki ya demokrasi, bu İslam devletinin demokrasi ile
arası nasıl olacaktır?
İslam devleti, demokratik (“siyasal halkçı”) bir
devlet de değildir.. Halka/millete mutlak (kayıtsız şartsız) hakimiyet
tanımaz.
(Aslında hiçbir rejim tanımaz, sadece “Hakimiyet
kayıtsız şartsız milletindir” denilerek halk dalkavukluğu yapılır ve
millet pohpohlanarak aldatılır.. Çünkü bu rejimlerin, halkın iradesinin üstünde
“değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ilkeleri mevcuttur.. Bunu
bazı devletler “Ahmaklara lafın tamamı söylenir” diyerek açıkça ilan eder,
bazıları da “örtülü” biçimde ve dolambaçlı ifadelerle şifreli biçimde dile
getirir.)
Evet, İslam devleti demokrasi davası güden bir devlet
de değildir.. Karaman bunu şöyle ifade ediyor:
“… Seçmenler heyeti ülkenin bütün
vatandaşları değildir; çünkü bu vatandaşlar, propagandanın etkisi ile
ahlâksız, liyakatsız hatta ikiyüzlü (münafık) kimseleri de seçip iş başına
getirebilirler. Seçmenler heyeti cami merkezli cemaatler içinden tabii
ayıklanma ile seçilmiş, cemaatin itimadını kazanmış, ilmi ve ahlâkı ile
temayüz etmiş kimselerden oluşmalıdır. Bu heyet hem başkanı seçmeli, hem de
denetim görevini üslenmelidir; çünkü imama [devlet başkanına], ümmet
adına oy vermekle onu ümmet adına denetleme hakkına da sahip olmaktadırlar.
(Mamafih sakınca bulunmadığından ümmetin tamamının seçime katılmaları ve imama
bey’at etmeleri de caizdir). Danışma kuruluna gelince bunlar, başkanın
tanıdığı, güvendiği ve işbirliği yapmak istediği âlimler, uzmanlar, teknisyenler
vb.lerinden oluşmalıdır; bunların denetim görevini üslenmeleri doğru olmaz;
çünkü bu takdirde imamla aralarındaki bağ zayıflayabilir.”
*
Devletin
laik olması, küfür devleti olması anlamına geliyor.
Buradaki
küfür, Türkçe’deki sövme anlamında değil.
Küfür,
kelime anlamı itibariyle “örtmek” demektir. Kâfir de “örten, örtücü” anlamına
geliyor.
Dinî bir
terim/ıstılah olarak ise küfür, “hakikati örtme” anlamını taşır.
Türkiye
Cumhuriyeti, din hususunda “hakikati örten”, hak din ile batıl dinler arasında
tarafsız kalan, hepsine eşit mesafede duran bir devlettir.
Bu anlamda
“küfür devleti”dir.
İslam
devleti değildir.
Dini ve
imanı ciddiye alan samimi müslümanların buna dikkat etmesi gerekiyor.. Öylesine
gelişigüzel müslümanlık taslayanlara sözümüz yok.. Fakat onların da tereciye
tere satma kabilinden müslümanlara müslümanlık dersi vermeye kalkışmamaları,
hadlerini bilmeleri önem taşıyor.
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
“De ki: ‘Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i
ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) uygulamadıkça hiçbir
şey üzere değilsiniz.’ Andolsun ki sana Rabbinden indirilen bu Kur’an,
onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle ise o kâfirler toplumu
için üzülme.” (Maide Suresi,
5/68)
Tabiî ki sadece
Ehl-i Kitap değil, “Müslümanız” diyenler de, Allahu Teala’nın vahyini, yani
Şeriat’i, yani Kur’an’daki hükümleri uygulamadıkça hiçbir şey üzerinde
değillerdir.
Bütün yaptıkları
dünya ve ahirette boşa gitmiştir.
Evet, laiklik,
hiçbir şey üzerinde olmamaktır.. Boşlukta olmaktır, boş olmaktır.
*
Bu noktada
devletin kendisine çekidüzen vermesi, kendisini güncellemesi, İslam
devleti olmayı kabul etmese bile milletin dinine imanına saygı duyması
gerekiyor.
Bunun için
de öncelikle şu yeminlerdeki Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık kaydının
kaldırılması gerekiyor.
Mesela
milletvekillerinin “milletin hayrı, salahı, maslahatı ve menfaati için dürüst
bir şekilde, hak ve hukuku gözeterek, kişisel menfaat hesabı yapmadan çalışacağına
dair kendi Tanrısı üzerine yemin etmesi” yeterlidir.
Herkes bu
şekilde (isim vermeden) kendi Tanrısı üzerine yemin etsin.. Selanikli
Mustafa Atatürk’ü “ilah” kabul edenler de böylece onun üzerine yemin etmiş
olurlar.
Halihazırda
ise namusu olan da olmayan da namusu üzerine yemin ediyor..
Faydası
neyse?..
Böyle yemin
mi olur?! Resmen milletle dalga geçiliyor.
*
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin
ta kendileridir.” (Mâide,
5/44)
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin
ta kendileridir.” (Mâide,
5/45)
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların
ta kendileridir.” (Mâide,
5/47)
“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş
dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da
edilmez.” (Hûd, 11/113)
Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, ancak, hükmetme gücüne sahip
olmamaları durumunda mazur görülebilirler.
O takdirde de “hâkim/hükmeden” değil, “mahkum / kendisine
hükmedilen” durumunda olmalarından söz edilebilir.
Yani “ulu’l-emr / emir sahibi” değildirler.
Şayet ulu’l-emr iseler ve Allah’ın indirdiği ile hükmetmiyorlarsa, bu
durumda da onlar en iyi ihtimalle zalim ve fasıktırlar.
“Allah’ın indirdiği hükümler yanlıştır, adil değildir, uygunsuzdur” diye
inanıyorlarsa, o takdirde (kendilerini müslüman zannetseler bile) küfre
düşerler.
*
Bizim “eski
İslamcı”, şimdinin (kendi anlayışlarına göre) “dindar” ya da “ılımlı laikler”i,
İslam’ı ve laikliği Batılılar kadar bile bilmiyorlar.
Atatürkistlerin
palavralarını yeniden üretmek ve tekrarlamakla meşguller.
Mosca şöyle diyor:
“M. S. VII. yüzyılda … Arap-Müslüman İmparatorluğu
kuruldu…. Devlet dinsel bir temele dayanmakla beraber, yapısında
Devletten ayrı (Papalık gibi) bir din teşekkülü [kilise kurumu benzeri
teşkilat] ve bir teokrasi yoktu. Çünkü Müslüman toplumunda laik Devletten ayrı bir rahipler
topluluğu bulunmuyordu ve halen de bulunmamaktadır.”
(Gaetano Mosca, Siyasî Doktrinler Tarihi,
çev. Samih Tiryakioğlu, 2. b., İstanbul: Varlık Y., s. 20.)
Türkiye’deki
saçmasapan laiklik vaazlarıyla büyümüş kişilerin, yukarıdaki dört satırı bile
doğru anlamaları mümkün değildir.
Nedeni
şu:
Batı’da
laik olmak, Kilise teşkilatının üyesi olmamak anlamına gelir.
Adam
son derece dindar (dinci) bir hristiyan olabilir, fakat Kilise
teşkilatında bir görevi yoksa, o kişi, laiktir.
Laik
yönetim de, Hristiyanlığın kurallarının geçerli olmaması değil, Kilise
teşkilatının devleti yönetme “ayrıcalığı”nın bulunmaması demektir.
Yani
toplum ikiye ayrılmaktadır: İmtiyazlı/ayrıcalıklı rahipler, ve rahip
(din görevlisi, kilise teşkilatı mensubu) olmayan sıradan vatandaşlar,
yani laikler.
*
Görüldüğü
gibi Prof. Mosca, İslam Devleti’ni “laik” olarak nitelendirmektedir.
Çünkü,
İslam toplumunda, “yönetimi elinde tutma ayrıcalığına sahip” bir ruhban sınıfı,
bir rahipler ya da din adamları topluluğu mevcut değildir.
Mosca’nın
sözünü ettiği şekilde “devletten ayrı” bir din teşekkülünün olmaması, Kilise
türü bir teşkilatın ve hiyerarşisinin bulunmaması anlamına gelmektedir.
Evet, Batı’daki
anlamı itibariyle, gerçekte bir İslam/Şeriat devleti, laik devlettir.
Dolayısıyla,
Türkiye’ye laikliğin gelmesi diye bir olay gerçekte yaşanmamıştır.
Eğer
açsanız, doymanız mümkün olabilir. Toksanız, doymanızdan söz etmek,
saçmalıktır.
Tanımı
gereği zaten laik olan bir devleti nasıl laikleştirmiş olabilirsiniz?!
*
Türkiye’ye
laiklik değil dinsizlik ve İslam düşmanlığı gelmiştir.. Selanikli
Mustafa Atatürk’ün yaptığı budur.
Türkiye’de
yaşanan şey, Atatürkçülük ya da Kemalizm diye bir dinin icat edilmesi, bu dinin
“değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” dogmalarının üretilmesi, bu
dine bağlılık yemini etmeyenlerin devlet memuriyeti, milletvekilliği,
hâkimlik, mülkî âmirlik gibi makamlara gelememesi, bu yemin çerçevesinde
bir tür rahipler sınıfının teşekkül ettirilmesidir.
O
yemini etmezseniz, bu “din devleti”nde, “laik” vatandaşlar olarak pekçok
hakkınızı kaybedersiniz.
Böylece
Türkiye’de devletin bizzat kendisi, Atatürkçülük dininin teşekkülü, bir
tür Kilise benzeri örgütü haline getirilmiştir.
*
Atatürkçülük
dinine göre devlet hem kutsaldır, hem de kutsallığın kaynağı.
İnsanlar
da “devletçi” oldukları (devletin kutsallığına iman ettikleri) nisbette bu
kutsallıktan bir pay alır, kutsal devletin ayrıcalıklarından daha fazla
yararlanma imkânı kazanırlar.
Bir
zamanlar Çankaya’sı Kâbe yerine tutulan, peygamberi konumundaki Mustafa Atatürk
için mevlid yazılan bu “din”, zaman içinde biraz reform geçirmiş durumdaysa da,
bu ülkedeki hâkimiyetini yitirmemiştir.
Evet,
bu din, kendisini din olarak takdim etmemesi sayesinde, “kendisine özgü”
laikliği hak din İslam’a karşı silah olarak kullanarak egemenliği
“tekel”ine almış durumdadır.
O
yüzden Türkiye, tekrar (Batı’daki anlamıyla) laikliğe dönmek, laikleşmek,
Atatürkçülük dininin hegemonyasından kurtulmak, din ve vicdan hürriyetini
tekrar getirmek zorundadır.
Bunu da ancak İslam devleti olmakla, İslam Şeriati’ni hukuk düzeni
olarak kabul etmekle sağlayabilir.
Devlet İslam devleti olduğunda, Batılı anlamda laikliği de ülkeye getirmiş
olur.
Fakat bunu, Prof. Mosca kadar bile İslam’ı ve laikliği anlamamış
olanlara nasıl anlatabilirsiniz bilmem ki?!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder