Temel Karamollaoğlu‘ndan Kılıçdaroğlu‘na, Meral Akşener‘den TBMM eski Başkanı Mustafa Şentop‘a kadar pekçok ismin, Hz. Ali’ye atfederek, “Devletin dini adalettir” diye konuştuklarına şahit olundu.
Bu konuda Recep'in (Recep İhsan Eliaçık'ın) takipçisiler.
Takipçi yerine mürit, tilmiz, şakirt, öğrenci, talebe vs. kelimelerini kullanmak da mümkün.
Zaten laik (siyasal dinsiz) Türkiye Cumhuriyeti siyasetçileri için en uygun hoca ve mürşit de Recep.
Bu konuda farkında olarak veya olmayarak Recep'e intisab edenlerden biri de, eski bakanlardan Prof. Ömer
Dinçer.. Haziran 2019’da bu yöndeki sözleri haber olmuştu:
Eski Bakan AKP’li Ömer Dinçer, Sebîlürreşad dergisinin Genel
Merkezi’nde düzenlenen Sebilürreşşad Cumartesi Konferansları’na katıldı.
AKP’nin küskünlerinden olan
ve Davutoğlu’nun kuracağı partiye katılacağı konuşulan Dinçer, konferansta
dikkat çeken bir konuşma yaptı.
Dinçer konuşmasında, üstü kapalı
olarak AKP’yi eleştirdi.
Dinçer, konferansta yaptığı
konuşmada, “Devletin dini adalet. Adalet mülkün temelidir
fikrini daha pekiştiren bir kavram olarak kullanıyoruz. Devletin
hiçbir türlü ideoljisi olmamalıdır ve olamaz. O ideoloji ne olursa olsun…” derken,
şunları söyledi:
“Eğer
devletin kendisine ait bir dini varsa, o din kendi dininin dışındaki herkesi
ötekileştiriyor ve ona yaşam hakkı vermiyor. O
yüzden devletin dini adalet diyoruz. Adaleti sağlayan devletler
yaşayabiliyorlar, adaleti sağlayamayanların yaşamaları sıkıntılı oluyor. Yöneticinin
dini de emanet. Yönetici birey olarak Müslüman olabilir veya başka din ve
ideolojiden olabilir. Ama yöneticilik yapıyorsa onun da dini emanettir.”
(https://www.odatv.com/guncel/eski-akpli-bakandan-dikkat-ceken-sozler-devletin-hicbir-turlu-ideolojisi-olamaz-o-ideoloji-ne-olursa-olsun-163533)
*
İyi saçmalamış..
Adaletin ne olduğunu bilmeyen adaletçi!..
Allah’tan daha adil kim olabilir?! Allah’ınkinden daha
adil kuralları kim koyabilir?!
"Yoksa cahiliye hükmünü mü (hükme'l-cahiliyyeti) istiyorlar? Kesin biçimde iman edecek bir topluluk için hüküm olarak Allah'tan daha iyi kim vardır?!" (Maide, 5/50)
Evet, hükümetler (hükmedenler) için, Allah'tan daha iyi hüküm koyan kim var?!
Daha iyi hükmü, Ömer Dinçer olarak, “hazreti olmayan” Ömer
olarak sen mi koyacaksın?!
Ya da, Selanikli Ali Rıza ile Zübeyde'nin ölmüş, cesedi çürüyüp bozulmuş oğlu mu?!
Dediğine göre, yöneticinin dini de emanetmiş (eminlik, güvenilirlik).
Yani müslümansan yönetici olmayacaksın, illa da İslam'ı terk edeceksin.
Çünkü "müslüman yönetici" olarak "Allah'ın hükmü" ("Allah'ın indirdiği") ile hükmetme ihtimalin var.
"... Artık kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." (Maide, 5/44)
Ömer Dinçer tutarlı adam, Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen yöneticinin "din" bakımından müslüman kalamayacağının farkında, dolayısıyla "Anadolu irfanı" ile onun için bir din takdir ediyor: Emanet.
"Adamın Allahu Teala’ya, ahirete imanı olmayacak, fakat emin olacak öyle mi, bu nerde görülmüş?!" diyebilirsiniz.
Eh bu kadarcık tutarsızlık kadı oğlunda da olur.
*
“Eğer devletin kendisine ait bir dini varsa, o din
kendi dininin dışındaki herkesi ötekileştiriyor ve ona yaşam hakkı vermiyor”muş.
Böyle buyurdu Ömer hazretüşt.
Bunu laiklik (siyasal dinsizlik) de yapıyor..
“Laiklik dini”ni kabul etmeyeni
ötekileştiriyor, ona (en azından “zihniyet” düzeyinde) hayat hakkı tanımıyor,
tanımak istemiyor.
Mesela Türkiye’de, laikçilerin (siyasal dinsizlerin)
hoşuna gitmiyor diye Diyanet, cuma hutbelerinde Şeriat’in adını bile
ağzına alamıyor.. Almıyor.
Halbuki, Casiye Suresi’nin 18’inci ayetinde
müslümanlara, İslam Şeriati’ne tabi olunması emrediliyor.
Ve, Diyanet bunu söyleyemiyor.. Din ve vicdan
hürriyeti sözde var ya!..
Önüne gelen Şeriat’e hakaret eder, aşağılar, fakat
Diyanet’ten cılız bir tepki bile gelmez.
Yaşım altmış küsur oldu, daha bir defa bile Şeriat
konulu hutbe dinleyebilmiş değilim.
*
Dinçer’in beğenmediği İslam devletine gelelim..
Müslüman olmayanların inançlarına karışılmaz.
Mesela, Yahudiler’e “Kitaplarınızdaki arz-ı
mev’ud meselesinden bahsetmeyeceksiniz” denilmez.
Hristiyanlar’a “İnançlarınızın bazısını hiç ağzınıza
almayacaksınız, kiliselerinizde anmayacaksınız” şeklinde bir dayatmada
bulunulmaz.
Ötekileştirmeye gelince.. Adamların “öteki”
olmalarına karışılmaz, “Bizim gibi olacaksınız” denilmez..
Bu "öteki, ötekileştirme" lafı da Batılılar'ın bir tuzağı.
Bizimkiler böyle, Kur'an ve Sünnet'te geçen kavramları beğenmezler, fakat Batılının laflarının üstüne mal bulmuş Mağribî gibi atlarlar.
Bugün Batılılar, kendi ülkelerinde yaşayan Müslümanlar’a
“Öteki olmayın, entegre olun” diyor, entegrasyon adı altında
asimilasyonu dayatmaya çalışıyorlar.
Kendilerine benzemek istemeyenleri, kendilerine karşı “ötekileştirici”
davranmakla suçluyorlar.
*
“Devletin dini adalettir” şeklindeki söz Hz. Ali’ye
aitse, o takdirde (ravîler / rivayet edenler silsilesine sahip, hadîs
terminolojisi ile konuşmak gerekirse “sened“i olan) bir
“kaynak”ta geçiyor olması lâzım, fakat kimsenin kaynak gösterdiği,
gösterebildiği yok.
Bu sözün (son tahlilde devletin
dinsizliğini/laikliğini savunan, adaletin yanında
dinin/dindarlığın öneminin bulunmadığını söylemek isteyen birileri
tarafından) uydurulup Hz. Ali’ye atfedilmiş olduğu
kanaatini taşıyorum.
Bu sözün Hz. Ali’ye ait olması mümkün değildir.
İmkânsızdır.
*
Devlet/devle Arapça bir
kelimedir, Türkçe’ye Arapça’dan geçmiştir.
Ve bu kelime, Hz. Ali’nin yaşadığı dönemde, bugünkü
anlamda kullanılmıyordu.
Nitekim, Kur’an‘da şu
şekilde geçmektedir:
“Allah´ın, (fethedilen) ülkeler
halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları,
yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden
yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz (“..
key lâ yekûne dûleten beyne …”). Peygamber size
ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah´tan korkun.
Çünkü Allah’ın azabı çetindir.”
(Diyanet Vakfı Meali,
Haşr, 59/7)
Evet, Hz. Ali’nin yaşadığı dönemde devlet kelimesi, bugün anladığımız manada
kullanılmıyordu.
Şayet Hz. Ali “Devletin
dini adalettir” gibi birşey söylemiş olsaydı, insanlar ona güler, “Saçmalıyor” derlerdi.
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu‘nun TDV İslâm Ansiklopedisi için kaleme
aldığı “Devlet”
maddesindeki bilgiler, meselenin anlaşılmasını sağlayabilir:
Arapça’da devlet veya dûlet “değişmek, bir halden başka bir hale dönmek; nöbetleşe birbiri
ardınca gelmek, dolaşmak; üstün gelmek, zafer kazanmak” mânalarına
gelir. Çoğulu düveldir. Bazı dilciler, kullanım bakımından iki
kelime arasında fark bulunmadığını söylerken bazılarına göre devlet savaşla, dûlet ise malla ilgili olarak
kullanılır ve ilki zaferin taraflar arasında el
değiştirmesini, diğeri ise servet ve zenginliğin elden
ele dolaşımını ifade eder. …
Kur’ân-ı Kerîm’de “dvl”
kökünden gelen kelimeler, “dönüşümlü olmak” ve “elden ele dolaşan mal” anlamlarına
işaret edecek tarzda iki yerde kullanılmaktadır. İlki, Uhud Gazvesi’nde nisbî
yenilginin acısını tatmış olan müslümanlara ilâhî bir sünnetin beyanı sırasında
geçer ve müslümanların zaferiyle sonuçlanan
Bedir Gazvesi hatırlatılarak şöyle denilir: “Biz o günleri [zafer
günlerini] insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz” (Âl-i
İmrân 3/140). İkincisi ise ganimetlerin çeşitli kesimler arasında taksiminin
hikmetini vurgulamak üzere, “Böylece o mallar, içinizden
yalnızca zenginler arasında dolaşan bir servet (dûle) olmaz” (el-Haşr
59/7) meâlindeki âyettir. … Kelime her iki anlamıyla bazı hadislerde de geçmektedir (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “dvl” md.).
... Devlet kelimesinin siyasî bir
kavram haline gelmesinin ilk safhasında kazandığı anlam
“zafer, güç” veya “hâkimiyetin dönüşümlü olarak el değiştirmesi” şeklindedir. ... İkinci safhada devlet kelimesi hâkimiyetin
değişmesinden çok sürekliliğini ifade eden bir kavram haline gelmiş, nihaî
siyasî otorite ve yapı için kullanılmaya başlanmıştır. … Üçüncü safha ise devlet kelimesinin çağdaş
siyaset literatüründeki kullanımında kendini gösterir. Bu
safhada kavram tamamıyla millet-devlet (nationstate)
esasına dayalı “milletlerarası sistemin her bir unsuru” anlamını taşımaktadır.
Devlet kelimesinin geçirdiği bu
anlam değişikliğinin son safhası, Batı
dillerindeki state, staat, état, stat, stato kavramlarının
tercüme karşılığıdır.
*
Bernard Lewis de The Political Language of Islam adlı kitabında devlet kelimesinin bugünkü anlamını akla getirecek şekilde Abbasîler döneminde, sekizinci yüzyılın ortalarından itibaren kullanılmaya başlandığını söylüyor.. Fakat, Davutoğlu'nun işaret ettiği gibi, kelimenin bugünkü anlamına kavuşması zaman almış.
Kısacası, devlet kelimesi,
Hz. Ali’nin yaşadığı dönemde şahısların (bazen de ailelerin/grupların)
üstünlük/”yüksek statü” ve zenginliği için kullanılıyordu, bugünkü anlamda devleti
ifade etmiyordu.
Fakirler, “devlet” sahibi olmayan (devletsiz) insanlardı. (İsterseniz burada “devlet”
kavramına bugünkü anlamını da yükleyebilirsiniz.)
Ancak, Lewis’in belirttiği gibi, Miladî 700’lü yılların ortalarından itibaren, yani
Hz. Ali’nin şehadetinden 100 yıl kadar bir zaman sonra, Abbasî
sülalesinin/hanedanının üstünlük ve zenginliği için kullanılmasıyla birlikte,
daha dar ve özel bir anlamda (salt siyasal
iktidar sahibi ailelerin gücü, statüsü ve zenginliği anlamında) kullanılır hale
gelmiştir.
Bununla birlikte, mesela Kanunî‘nin meşhur beytinde bile devlet kelimesi bugünkü anlamda "vatanı/toprağı ve
milleti ile bağımsız bir siyasal örgütlenme"yi değil, Arapça’daki asıl anlamı
çerçevesinde bir şahsın üstünlük/statü ve zenginliğini ifade etmektedir:
“Halk içinde muteber nesne yok
devlet gibi,
“Olmaya devlet cihanda bir nefes
sıhhat gibi.”
Bir insanın bütün bir makam/mevki ve serveti, bir
nefescik sağlığına denk olmaz. Kanunî, “Ben bir nefes miktarı sağlıklı olayım
da, Osmanlı Devleti varsın olmasın” demek istemiyor. Kendisinin “kişisel” makam/mevki/iktidar ve servetinin (Osmanlı
Devleti’nin değil, kişisel devletinin), sahip olduğu veya olmak istediği sağlık
nimeti karşısında önemsiz olduğunu dile getiriyor.
*
Kısacası, Hz. Ali‘nin,
“Devletin dini adalettir” demiş olması mümkün değildir.
İmkânsızdır.
Çünkü onun yaşadığı dönemde devlet kelimesi bugünkü
anlamda kullanılmıyordu.
Nitekim Hz. Ömer,
“Adalet devletin temelidir/esasıdır” değil, “mülkün temelidir/esasıdır” demiş bulunuyor.
Evet, o dönemde devlet için “mülk” kelimesi kullanılıyordu..
Aynı kökten türeyen “melik” de “devlet başkanı” anlamına geliyordu.
Ancak, Hz. Ali’ye atfedilen bu sözün bu kadar çok
müşteri bulması, siyasetçilerimizin bilgi ve tefekkür açısından
perişan durumda olduklarını belgeliyor.
Sloganlarla düşünüyorlar. (Buradan, toplumumuzun
durumu anlaşılabilir. Her toplum layık olduğu yöneticileri/siyasetçileri
buluyor. Kel başa şimşir tarak olmaz.)
Adalet, devletin temeli olabilir, fakat dini
olamaz.
Bir defa, dinsiz (ed-Dîn’siz,
İslam’sız, Şeriat-ı Muhammediye’siz) adalet olmaz.
Zulüm olur.
Yani devlet, ancak dine (Allahu Teala’nın emir ve
yasaklarına) yapıştığı zaman adaleti gerçekleştirmiş olur.
*
TDV İslâm Ansiklopedisi'nin "Mâtürîdî" maddesinde, İmam Mâtürîdî'nin "zalim olduğu kesinlik derecesinde sübut bulan zamanının sultanına âdil diyen ve dolayısıyla zulmü adaletle vasıflandıran kimsenin küfre girdiği yolunda kanaat" belirttiği, fetva verdiği belirtiliyor.
Çünkü "Zulme adalet demek küfrü gerektireceğinden zalim bir sultana âdil diyen dinden çıkar". (Aynı madde)
Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî k. s. şöyle diyor:
"Bezzâziyye’de şöyle denilmiştir: Zalime adil diyen kimse kâfirdir. Zamanımızdaki zalimlere de adil diyenler kâfirdirler. Çünkü bunların adaletsizliği yakînen bilinmektedir. Zulmü, adalet diye isimlendiren kimse kâfirdir.
"İmam Ebu Mansur Matüridî şöyle demiştir: “Zamanımızın sultanı adildir” diyen kimse kâfir olur. Çünkü bunların zulmünde şüphe yoktur. Zulmün haram olduğu ise kesindir. Yakînen haram olan bir şeye helal veya adalet demek küfürdür." (Gümüşhanevî, Ehl-i Sünnet İ’tikadı, çev. A. Kabakçı ve F. Günel, 7. b., İstanbul: Bedir Y., 1996, s. 159.)
"Adalet, cüz’î bir [kaç] meselede tatbik edilmekle yerine getirilmiş sayılmaz. Şeriatı halk üzerinde tatbike devam etmek sureti ile ancak adalet yerini bulur." (Gümüşhanevî, s. 159, dn. 185.)
Evet, işte Ehl-i Sünnet itikadı, Matüridiyye mezhebi bu!..
Şeriat'e aykırı hükümlere adalet diyen, kâfir olur.
Peki, bir adam "adalet"in şartı olarak dinsizliği gösteriyorsa, Kur'an ve Sünnet hükümlerinin terk edilmesini adaletin şartı kabul ediyorsa, onun durumu ne olur?
İmam Matüridî rh. a. vefat etmiş, aranızda değil ya, onun adına saçmasapan Ehl-i Sünnetçilik yapıyorsunuz.
Aranızda olsaydı bunları ben yazmak zorunda kalmazdım, size haddinizi bildirirdi.
*
Devletin dini olmamalıysa, demek ki (eski İslamcı, çiçeği burnunda Atatürkistlere göre) Peygamber
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem din esası üzerine devlet kurmakla
yanlış yapmış.
Ashabına “Devlet işleri ayrı, din işleri ayrı, devlet
işlerine Kur’an’ı karıştırmayacağız” mı demeliydi?!
Veda Hutbesi’nde, “Aman ha, devlet işlerine Allah’ın
kitabını ve benim sünnetimi karıştırmayın, böyle yaparsanız birilerini
ötekileştirip zalim hale gelirsiniz, sakın yapmayın” diye mi konuşmalıydı?!
*
“Devletin dini olmaz, devletin dini adalettir” diyen
bir adam için “Bu adamın bir dini var, bu adam müslüman” denilebilir mi?
İmam Matüridî'nin izinden giden Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ve Zahidü’l-Kevserî
gibi alimler, laikliği benimseyip savunanların kâfir olacaklarını söylüyorlar.
Hayır, bu isimler ne Selefî ne de Vehhabî.. Ehl-i Sünnet uleması.
Suriye ulemasından Said Ramazan el-Bûtî de bunu açıkça yazmış durumda.. “Bu konuda icma var, İslam alimleri arasında görüş birliği mevcut” diyor.. (Cahiller arasında da aksi yönde icma var.. Mesela şu anda Türkiye'de FETÖ, AK Particiler, ve Gümüşhanevî k. s.'nun, Mehmed Zahid Kotku rh. a.'in yolundan sapan yeni İskenderpaşacılar/Hakyolcular bu durumda.)
*
Dinin ne olduğu Kur’an ve
Sünnet’le bellidir.
Peki, adalet nedir?
Adalet, bazen baskı ve zorbalıkla, bazen de oy
çokluğuyla (“Biz sizden daha kalabalığız, sizi döveriz” hesabı) çıkarılan ve
keyfe göre yap-boz tahtasına çevrilip sürekli değiştirilen kanunların
uygulanması mıdır?
*
Evet, “Adalet, her hak sahibine
hakkının verilmesidir” şeklinde genel bir tarif var.
Ancak, burada, kimin hangi hakka ne kadar sahip olduğu
sorusu ortaya çıkmaktadır.
Kimin hangi hakka ne kadar sahip olduğuna kim karar verecektir?
İşte meselenin düğüm noktası burası.
Basit bir misal, toplumun temeli olan aileye temel teşkil eden "evlenme hakkı".. Kimlerin kimlerle hangi yaşlarda evlenebileceğine, bu konuda insanların sahip oldukları haklara neye göre karar verilecektir?
Bir başka misal: Miras meselesi.. Kimin mirasta ne kadar hak sahibi olduğunu kim belirleyecektir?
İçi boş adalet edebiyatı yapmak, maval okumak kolay.. Bu sorulara cevap verin!
*
Merhum Erbakan, “Adil Düzen” teorisinde bu “hak” meselesine sürekli
vurgu yapıyor, Batılılar’ın hak anlayışının şu dört temel
üzerine kurulu olduğunu söylüyordu:
Bir: Kuvvet hak
kaynağıdır, kuvvetli olan haklıdır. (“Zayıfların canı cehenneme.”)
İki: Çoğunluk, hak
kaynağıdır. Çoğunluktaysanız, kendiniz için “demokratik yoldan”
birtakım haklar icat edebilir, azınlıkta kalanları da bunlardan mahrum
bırakabilirsiniz.
Üç: İmtiyaz/ayrıcalık:
Bazı kesimlere birtakım imtiyazlar tanınır. Mesela bazılarının “dokunulmazlığı” olur. Devletin memurları ile sıradan
vatandaş aynı hak ve sorumluluklara sahip olamaz. Hatta memurlar da aynı
haklara sahip olamazlar, bir tür kast sistemi ile bazılarına ayrıcalıklar
verilir. (Mesela birçok ülkede diğer memurlar gizli servis çalışanlarından
ürker ve korkarlar, “rica”larını geri çevirebilmek bir tarafa, onlara
kendilerini beğendirmeye çalışırlar. Hitler’in Gestapo’sunu, Sovyetler’in
KGB’sini hatırlayalım.)
Dört: Menfaat/çıkar.
Mesela ABD, kendi ülkesine göre dünyanın öbür ucu demek olan yerlere, “Benim
orada ulusal çıkarım var, siz ulusal çıkarlarıma zarar
veriyorsunuz” diyerek müdahale etme “hak“kına sahip
olduğunu ileri sürer.
İmdi, böylesi bir hak anlayışı çerçevesinde
gerçekleştirilen “adalet”, adalet midir?!
*
Türkiye‘ye gelelim..
Her hak sahibine hakkını veren, adaleti sağlayan bir
devlet, Allahu Teala’nın hakkını tanımaya öncelik verir.
Buharî ve Müslim‘de yer alan sahih bir hadîste, Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) ile Muaz b. Cebel r. a. arasında geçen bir
konuşma aktarılıyor:
– Muaz! Allah’ın kulları üzerindeki
hakkının ne olduğunu bilir misin?
– Allah ve Resulü bilir.
– Allah’ın kulları üzerindeki
hakkı, O‘na ibadet etmeleri ve hiçbir
şeyi O’na ortak koşmamalarıdır. …
*
Devletin (yani devlet yöneticilerinin) adil olması, öncelikle Allahu Teala’nın kendileri üzerindeki hakkını kabul edip bu hakkın gereğini yerine getirmeleriyle mümkün olur.
(Devlet
yöneticilerinin, “Allahu Teala’nın bizim gibi seçkin
yöneticiler üzerinde hakkı yoktur, yönetilme durumundaki sefil yaratıklar
üzerinde vardır” deme “imtiyaz“ı İslam’da
yoktur.)
Devleti (yani halkı) yönetirken Allahu
Teala’nın emir ve yasaklarına (Şeriat-ı Muhammediye‘ye)
uydukları zaman, Allahu Teala’ya ibadet etmiş ve O’na şirk koşmamış olurlar.
Fakat, “Hayır, bizim için Atatürk’ün
hakkı önde gelir. Allahu Teala’nın emirleri ile Atatürk ilke
ve inkılapları çeliştiği zaman tercihimiz Atatürk’ten yana olacaktır” derseniz,
evet böyle konuşursanız, böyle inanırsanız, Allahu Teala’nın hakkını çiğnemiş, resmen şirk koşmuş ve küfre düşmüş
olursunuz.
Böyle konuşmaksızın bu minval üzere hareket ederseniz,
o takdirde de, merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır hocanın Hak Dini Kur’an Dili tefsirinde dile getirdiği
gibi “amelî şirk” sergilemiş olursunuz.
Yani ameliniz, her halükârda zulüm ve haksızlıktır.
Adalet değildir! (İslam’a göre böyle..
Bu ifadelerimizin muhatapları “Müslümanız” diyenler.. Müslüman olmayanlar
üzerlerine alınmasınlar.)
*
Sözlerimizi, “İktidar yozlaşır, mutlak iktidar mutlaka
yozlaşır” diyen Lord Acton’ın bir cümlesiyle bitirelim:
That which we
must obey, that to which we are bound to reduce all civil authorities, and to
sacrifice every earthly interest, is that immutable law which is perfect and
eternal as God Himself, which proceeds from His nature, and reigns over heaven
and earth and over all the nations.
Bizim itaat etmek zorunda olduğumuz,
bütün sivil otoritelerin etkisini azaltmakla ve bütün dünyevî çıkarlardan
fedakârlık etmekle yükümlü olduğumuz şey, Tanrı’nın, bizzat kendisi kadar ebedî ve mükemmel olup zatî
mahiyetinden kaynaklanan ve (yaratıcısı
olması itibariyle) bütün uluslar, dünya ve gök üzerinde hükmünü yürüten değişmez kanunlarıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder