UĞUR MUMCU'NUN
DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 47
Önceki
bölümde, Selanikli Mustafa Atatürk ve Fethi Okyar ile görüşen ve onlara
“teşkilat”ları vasıtasıyla Osmanlı hükümetini (devletini) düşürüp yeni
bir hükümet (devlet) kurma aklı veren bir “İtalyan şahsiyet”in, aynı zamanda Osmanlı vatandaşı bazı
Arnavutlar’la da görüşmüş olduğunu öğrenmiştik.
Tesadüfe bakın ki bu Arnavutlar da
Selanikli’nin can ciğer kuzu sarması dostları.
İtalyan şahsiyet bir “teşkilat”
aklı da bunlara vermiş.
“İzmir
ve havalisini Yunanlılara işgal ettireceklerdir. Türkiye
şüphesiz bundan memnun olmaz. İtalya da aynı endişededir. Onun için İzmir ve
havalisinde Yunan istilasına karşı silahlı teşkilat yapmalısınız.
Yunanlıları İzmir topraklarına sokmamaya çalışmalısınız. Eğer bunda muvaffak
olamazsanız, hiç olmazsa dostunuz İtalya'yı tercih etmelisiniz!”
Bunu
Falih Rıfkı’ya anlatan Selanikli “Bu iş için İtalya'nın
istenildiği kadar silah ve malzeme vereceğini de temin ediyormuş” demeyi
de unutmamış. (Bkz. Falih Rıfkı Atay, “M. Kemal’in Mütareke Defteri ve 19 Mayıs, haz.
Nurer Uğurlu, İstanbul: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, Mayıs 1999,
s. 134.)
*
Selanikli uyanık adam..
Kendisinin arkadaşı Fethi Okyar
ile birlikte yaptığı görüşmede İtalyan şahsiyetin, kendisi ile arkadaşına da “Osmanlı
hükümetini yıkıp yerine yeni bir hükümet kurulması işi için İtalya'nın istenildiği
kadar silah ve malzeme vereceği” yönünde teminat vermiş olduğundan hiç
bahsetmiyor.
Selanikli
ile Fethi’nin başı kel mi, onların neyi eksik ki teminat vermiş olmasın! (Ki İtalyanlar, İstiklal Harbi
sırasında, işgal etmiş oldukları topraklardan çekilirken geride pekçok silah ve
cephane bıraktılar.)
Selanikli’nin
bazı şeyleri sır olarak kendisine saklama gibi bir huyu var.. Nitekim, söz
konusu İtalyan şahsiyetin de, İtalya işbirlikçisi Arnavut dostlarının da
isimlerini vermiyor.
*
Selanikli
şunu da diyor:
“Bu teklifi [gelecekteki Yunan işgaline karşı silahlı
teşkilat kurulması teklifini] dinleyenler [yani Arnavutlar] arasında makul
görenler, hatta İtalyan deniz vasıtaları ile İzmir'e giderek telkinlere
başlayanlar bile olmuştur. Gene onlar [Arnavutlar] böyle bir mukavemet (direniş)
teşkilatının başına geçebilecek bir kumandan bile bulmuşlar: Ben!”
(Atay, s. 134.)
Tesadüf denen işlere
bakın,
dönüyor dolaşıyor hep Selanikli’ye tosluyor..
İşbirlikçilik
tenceresi yuvarlanıyor hep kapak olarak Selanikli’yi buluyor.
Bu
Arnavutlar, Selanikli dostlarının işbirlikçiliğinden emin oldukları
için, ona sormadan bir “İtalyan şahsiyet – Selanikli” görüşmesi de
ayarlıyorlar.
Selanikli’ye, “İtalyan şahsiyet seni bekliyor” diyorlar.
Ve Selanikli de İtalyan şahsiyetin yanına tekrar gidiyor.
Hiç itiraz etmiyor.
*
Selanikli
bu ikinci görüşmeyi şöyle anlatıyor:
“Mülakat saatinde İtalyan şahsiyetinin bürosunda
bulunuyordum. Çok terbiyeli ve nazikti. Evimi basan İtalyan
müfrezesini geri çağırmak için mümessilin nasıl yardım ettiğini anlattım:
“- Beni buraya mühim bir şeyden bahsetmek için siz
davet etmişsiniz. Bu mühim şeyi dinlemek istiyorum.
“Bir an durdu,
“- Ha, dedi, bu mülakatı sizin de tanıdığınız
arkadaşlarınız istediler. Öyle pek mühim bir mesele bahis mevzuu değildi!”
“- O halde fazla rahatsız etmeyeyim! dedim ve kalktım.
“Görüyorsunuz, arkadaşlar, bir millet esirliğe düşünce
o milletten olan herkes nasıl hiç olur. Ben bu yabancının evinden çıkarken,
bütün uşaklarının arkamdan güldüklerini duyar gibi oluyordum. Caddenin
kalabalığı arasında kendimi kaybetmeye çalıştım ve beni buraya sürüklemiş
olanlara küstüm. Bununla beraber, bu zat, ilk sözünün
benim üstümdeki tesirini görünce, bana bütün o tasavvurlarından bahsetmemek
inceliğini göstermişti.” (Atay, 135.)
Görüldüğü gibi, kulağa
çok hoş gelen bir hikâye.. Selanikli teessürlü anlatım konusunda gerçek bir
üstad.
Şahsen, görüşmenin biraz farklı gerçekleşmiş olduğunu düşünüyorum.. Ancak, tahminlerimizi bir tarafa bırakıp, anlatıcının kendi beyanları üzerinden “kritik-analitik düşünme” denemesi yapmamız, “söylem analizi” ve “metin çözümlemesi” gibi disiplinlerden yararlanmamız gerekiyor.
(Artık bahtsızlık mı dersiniz, yoksa
ehliyet ve liyakati bulunmayan çok şanslı birinin başına konan talih kuşu mu
dersiniz, bilmem, fakat bir iletişim fakültesinde bu dersleri okutmuşluğum var.)
*
Selanikli’nin lafları mantık,
tutarlılık ve akla yatkınlık bakımından “tel tel dökülüyor”.
Öyle ki, “hayatın
olağan akışı” açısından acayibü’l-mahlukat ve garayibü’l-mevcudat
kategorisine giriyor.
Baştan sona saçmalık.
Söyledikleri, (kendisini çok zeki,
milleti de aptal zanneden burnu havada bir “işbirlikçilik virtüözü”nün som ve
saf palavraları olduğunu bangır bangır bağırarak ilan eden) bir yakıştırmalar
demeti durumunda.
Görüşmede tutuyor, anasının evini basan İtalyan müfrezesini “geri çağırmak için” mümessilin (temsilcinin) nasıl yardım ettiğini anlatıyor.
(Geçmiş bölümlerden birinde bu
hadiseyi yine Selanikli’nin ağzından aktarmıştık. Olay müfrezenin geri
çekilmesiyle kalmıyor, ayrıca
ertesi gün Selanikli’ye, Şişli bölgesi
İtalyan kumandanının arkası yazılarla dolu bir kartını getiriyorlar. Yazılarda söylenen şuymuş: "Bu eve kimse tecavüz edemez." Bkz.
Atay, s. 127.)
Tamam
da Selanikli bunu orada niye anlatıyor, ve de mümessil kim?. Nedense, bunları bize açıklamıyor.
Mümessil
dediği, Kont Sforza.. Galip düşmanlar tarafından işgal edilmiş olan
İstanbul’daki İtalyan güçlerinin başında bulunan ve İtalya’yı temsil eden
adam.. Gelecekte İtalyan hükümetinin dışişleri bakanı olacaktır.
Selanikli’nin
görüştüğü İtalyan şahsiyetin de üstünde..
Selanikli
bunu anlatmakla şu mesajı vermiş oluyor: “Ayağına geldiğime bakma, sen benim
dengim değilsin, benim muhatabım daha yukarısı.”
*
Selanikli
bunu anlatınca, İtalyan şahsiyet, mesajı almış olacak ki, şöyle diyor:
Buraya
kadar herşey normal.. Ancak, Selanikli’nin bundan sonraki ifadeleri ile birlikte
film kopuyor, zurnanın zırt dediği yere geliniyor.. Selanikli’nin sözleri
şöyle:
“Yıldırımla vurulmuşa döndüm, teessürümü
saklamak için nefsimi güç tuttum. İtalyan tebaası mı oluyordum?”
Lafa
bak, yıldırımla vurulmuşa dönmüşmüş..
İlk
anda zannediyorsunuz ki, kendisine ekselans diye hitap edilmiş
olunmasından dolayı keyfinden yıldırımla vurulmuşa dönüyor, fakat öyle değil,
vatandaş pek alıngan, pek hassas, pek kırılgan, “İtalyan tebaası mı oluyordum?” diye kaygılanıyor.
Adam
seni sığıntı bir İtalyan tebaası kabul etse sana “ekselans” diye hitap
eder, büyükelçiliğin “emrine hazır” olduğunu söyler mi, ey ex-ekselans?
Emrine
hazır olduğunu söylüyor, ekselans, daha ne desin?
Çok
şakacısın be Selanikli çok, bizimle iyi kafa buluyorsun.
Ayrıca, bir
“teessürünü saklamak için nefsini güç tutması” da var ki tadından
yenmez.. Çok hassas canım.
Fakat, nerden icab ediyorsa teessürünü saklıyor, nefsini güç bela da olsa tutuyor, renk vermiyor.
Kötü olan şu ki bunun ceremesini sonradan biz çekiyoruz, bütün
teessürünü kendisi şıkıdım şıkıdım oynar havadayken fooş diye üstümüze boca
ediyor.
Gâvura öyle, bize böyle..
Bize
yazık değil mi ekselans?
*
Nerden
geliyor bu ekselanslık ekselans?..
Sen o sırada ne cumhurbaşkanısın, ne başbakansın, ne valisin, ne büyükelçisin..
Emri altında bir kişi bile bulunmayan, kızağa çekilmiş, "Sarı Çizmeli Mustafa Paşa" formatında sıradan bir subaysın.
Varlığınla yokluğun bir.. Kim takar Yalova kaymakamını!
Sende o sırada ekselanslığın “eks” kısmı var, gerisi yok.
Ve de sen, bütün bunlara rağmen, adamın sana ekselans diye hitap etmesinden hiç işkillenmiyorsun.
Ekselanslığı “İstemez, yan cebime koy” bile demeden yalayıp yutuyor, ham hum şaralop diyerek alıp götürüyorsun.
Neden?..
İngilizler’le perde arkasında bir “ekselans”lık anlaşması yaptığın için mi
ekselans?
Bu
senin sabr u kararının ardındaki sır nedir ekselans?
Yüksek
müsaadelerinizle cevap için yönümüzü yine İsmet İnönü’ye dönelim ekselans:
"İstiklâl
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur."
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli
sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
*
İmdi ey ekselans,
sen bu İtalyan şahsiyetin Arnavutlar’a işbirlikçilik teklif etmiş
olduğunu biliyorsun.
Onların,
İtalyanlar’ın teşviki ve yönlendirmesi ile Ege’de bir teşkilat kurup
gelecekteki Yunan işgaline karşı koymayı kararlaştırdıklarından haberin var.
Ayrıca
aynı İtalyan şahsiyetin İtalya olarak “teşkilat”a istenildiği kadar silah ve
cephane verme taahhüdünde bulunduğunu da (Ki bunu müttefiki İngilizler'in onayı olmadan yapamaz) öğrenmiş durumdasın.
Hatta İtalyan
deniz vasıtaları ile İzmir'e giderek telkinlere başlayanlar bulunduğunu
bile duymuşsun.
Ayrıca,
aynı Arnavutlar’ın böylesi bir teşkilatın başına geçecek kumandan olarak
seni gösterdiklerini de biliyorsun.
Dahası,
o Arnavutlar’ın İtalyan şahsiyeti onay makamı olarak görüp senin adını
ona verdiklerinden, ve bir bakıma bu onay işleminin resmiyete binmesi için
senin onunla görüşmeni istediklerinden de haberdarsın.
Ve
sen bütün bunların farkında olarak, ortada bir “vesayet” ve güdümlülük durumunun bulunduğunu bilerek
kalkıp görüşmeye kendi rızanla gidiyorsun.
Bütün
bunlar seni rahatsız etmiyor, teessüre boğmuyor, fakat adamın sana sadece “Ekselans,
herhangi bir tehlike karşısında sefarethanenin [İtalya
Büyükelçiliği’nin] emrinize hazır olduğunu ben de söyleyebilirim” demesinden
dehşete kapılıyor, yıldırımla vurulmuşa dönüyorsun.
Teessüre
gark oluyorsun.
Sana,
“Sende böyle bir hassasiyet vardıysa, daha o görüşmeye gitmeden önce, olayın İtalyan
(dış güç) vesayeti boyutundan dolayı senin en az elli kere yıldırımla
çarpılmışa dönmen, üzüntünden felç olman, yürüme yetini kaybetmen, teessür
okyanusunda boğulup cansız cesede dönüşmen, konuşamaz hale gelmiş bir kekeme
durumuna gelmen gerekmez miydi cânım efendim?” diye sormazlar mı ekselans?!
*
Anasının
gözü bu Selanikli..
Bakın
nasıl da kendisini bütün bu bataklıktan tereyağından
kıl çeker gibi özenle çıkarıp aklayıp paklıyor.
Güya
İtalyan şahsiyet buna, “Ha, bu mülakatı
sizin de tanıdığınız arkadaşlarınız istediler. Öyle pek mühim bir mesele bahis
mevzuu değildi!” demişmiş.
Mühim
bir mesele bahis mevzuu değildiyse “ekselans”larını niye ayağına çağırdın, “şahsiyet”?.
Adama “Bizimle alay mı ediyorsun, oynuyor musun?” demezler mi?!
Ekselansı ayağına getiriyor ve niçin çağırdığını bile söylemiyorsun.. Böyle bir
nezaketsizlik olabilir mi?.. Bunu bir diplomat yapabilir mi?.
“Hayatın
olağan akışı” içinde böyle bir saçmalık yaşanabilir mi?
*
Böyle
bir “olağansızlık” yaşandıysa iki sebebi olabilir:
Birincisi,
söz konusu İtalyan şahsiyet Anadolu’daki “yeni devlet kuracak işbirlikçi
teşkilat”ın kumandanlığı için Selanikli’nin İngilizler tarafından zaten
seçilmiş olduğunu biliyordur, fakat bunun bir sır olarak saklanması gerektiğini öğrendiği için Arnavutlar’a bilmiyormuş numarası yapmış, olayı akışına bırakmıştır, ve de
Selanikli ile görüşmesinde bu konuyu açmaya gerek görmemiştir.
İkinci ihtimal ise şu: İngilizler tarafından böyle bir karar alındığını bilmiyordur, bu görüşme
öncesinde Kont Sforza’ya olayı arzetmiş ve ondan konuyla kendisinin bizzat ilgilendiği,
Selanikli ile irtibat halinde olduğu, onun bu meseleyi kurcalamaması gerektiği yönünde
talimat almıştır.
*
Evet,
Selanikli, kendisini bütün bu bataklıktan tereyağından kıl çeker gibi ustaca çıkarıp
aklayıp paklıyor.
Sözlerini, “Bu zat, ilk sözünün benim üstümdeki tesirini görünce, bana bütün o
tasavvurlarından bahsetmemek inceliğini göstermişti” diyerek bitiriyor ve bize, “Bakmayın
benim oraya gittiğime, işbirlikçilik namına hiçbir şey konuşmadık ki,
konuşamadık ki, konuşamadı ki” mesajını veriyor.
Acaba?
Peki
bizim payımıza ne düşüyor, “Biz de inanmadık ki” demek mi?
Selanikli güzel konuşuyor da, hikâyesindeki tuhaflığın farkında değil.. “Şahsiyet”in ilk sözünün kendisi üzerindeki tesirinden bahsederken (yalan söylemiyor, olayı tersyüz ederek aktarmıyorsa eğer) “nefsini tutup teessürünü saklamış", duygularını belli etmemiş olduğunu unutuyor.
Teessürünü saklamışsın işte, (İtalyan şahsiyetin farkına vardığı) hangi tesirden söz ediyorsun?
Diyelim
ki adam (sen belli etmediğin halde) senin kalbinden geçeni anladı, sana İtalyan tebaası muamelesi
yapılmakta olduğunu düşünerek rahatsızlık duyduğunu fark etti, böyle olağanüstü zeki ve
sezgileri güçlü bir diplomatın bunu telafi etmesi, sözlerini, “Beni yanlış
anlamayın ekselans, bunu (sizi yenip ülkenizi işgal etmekte olan düşman bir devletin)
kardeşçe uzatılan dostluk eli olarak kabul edin” gibisinden bir cümle ile
sürdürmesi zor mudur?
Sonra, adamla (Fethi Okyar’la birlikte) yaptığın ilk görüşmenin bahsinin bu görüşmede geçmemiş olması normal mi, böyle bir unutkanlık “hayatın olağan akışı” içinde anlamlı mı?
Anlaşıldığı
kadarıyla “Paşam bizimle eğleniy”.
Elin
İngilizi, Fransızı ve İtalyanıyla alavere dalavere, bize gelince vatanseverlik kaynaklı (yürek paralayan fakat nasılsa belli edilmeyen) teessür hikâyesi.
Safız
ya, yedik.
*
Selanikli’nin
bir de dramatik, hatta trajik “ayrılış” hikayeleri anlatmak gibi bir takıntısı
var.
Mesela,
Samsun’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılışından bir gün önce Padişah
Vahideddin ile yaptığı görüşmeden sonra saraydan çıkarkenki ruh hali
hakkında acayip edebiyat paralamış durumda.
Benzer
bir edebiyat şaheserine bu görüşme vesilesiyle de şahit oluyoruz.. Diyor ki:
“Ben bu yabancının evinden çıkarken, bütün uşaklarının
arkamdan güldüklerini duyar gibi oluyordum. Caddenin kalabalığı arasında
kendimi kaybetmeye çalıştım ve beni buraya sürüklemiş olanlara küstüm.
Bununla beraber, bu zat, ilk sözünün benim üstümdeki tesirini görünce, bana
bütün o tasavvurlarından bahsetmemek inceliğini göstermişti.”
Ekselans, "şahsiyet"le ne konuştuğunuzu, senin orada niye bulunduğunu bile bilmeyen uşaklar arkandan niye
gülsünler ki?. Adamlar arkandan,
Arkandan gülecek
biri varsa, “İtalyan şahsiyet” olabilir.
Fakat
ona toz kondurmuyor, “incelik” madalyası takıyorsun.
Seni
oraya sürüklemiş olan arkadaşlarına ise güya küsüyorsun.
Adamlar
seni zorlamamışlar, kendi ayağınla gelmişsin, niye küsüyorsun?.. Küseceksen
kendine küs, “Akılsız başın cezasını ayaklar çeker” de!
Demiyorsun!
Hem,
niye adamlara baştan küsmüyorsun?..
Üstelik,
orada küsmeni gerektiren birşey de yaşanmamış.. Dediğine göre, adam sana “incelik”
göstermiş.
Sen de maşallah incelikten anlayan bir adamsın.
*
Evet, Selanikli, İtalyan işbirlikçiliği dosyasını bu (İtalyan'a göstermediği fakat bizim üzerimize boca ettiği) teessür hikâyesi ve "küsme" damgasıyla kapatıyor, rafa kaldırıyor.
Uyanık adam vesselam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder