UĞUR MUMCU'NUN
DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 48
Bu
görüşmeleri anlatan kendisi.. Yazıya geçirip aktaran da has adamı Falih
Rıfkı Atay.
Defolu dahi Selanikli, yabancılarla
pek sıkı fıkıymış.
O günler, gizli pazarlıkların,
entrika, hile ve oyunların bininin bir para olduğu günler.
Osmanlı’yı
yenmiş olan İngiltere, Fransa ve İtalya ittifakının kendi içinde de bazı
görüş ayrılıkları başgöstermişti.
Ancak
son sözü söyleyen İngiltere (ve onun Dışişleri Bakanı Lord Curzon) oldu.
Osmanlı
Devleti’nin akıbeti konusundaki nihaî kararı da yine Lord Curzon verdi.
Selanikli
Mustafa Atatürk’ün Anadolu’ya geçip yeni bir devletin
temellerini atması ve böylece Osmanlı Devleti’nin tarihten silinmesi de Lord
Curzon’un fikriydi.
Türkiye’nin
ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi komutanı, Selanikli'nin
başbakanı ve sağ kolu İsmet İnönü, bu gerçeği cumhuriyetin ilanının
50’nci yıldönümünde şu beyanıyla dile getirdi:
"İstiklâl mücadelesinin başarısı da
esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu
kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur."
(Milliyet Gazetesi‘nin
29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018,
s. 60.)
*
Birinci
Dünya Savaşı’nın bitiminden üç ay sonra, 18 Ocak 1919'da düzenlenen Paris
Barış Konferansı’nda Yunanistan’ın birtakım taleplerde bulunması İngilizler’in
Anadolu’ya yönelik planlarını gözden geçirmelerini gerektiriyordu.
Bu
arada Lord Curzon, önceki bölümlerde ayrıntılı biçimde anlattığımız
gibi, İngiliz Gizli Servisi’nin (istihbarat teşkilatının) İstanbul şefi
Robert Frew vasıtasıyla Selanikli ile anlaşmış ve bir plan üzerinde
mutabakata varmış durumdaydı.
İsmet
İnönü’nün
sözünü ettiği yardım ve destek de, Yunanistan’ın Paris Konferansı’nda
(İngiltere’yi sözde planlarını gözden geçirmek zorunda bırakacak şekilde)
birtakım taleplerde bulunması da bu mutabakatın sonucu.
Ortada
bir danışıklı dövüş, perde arkasında yapılmış rol dağılımına ve ezberlenen
diyaloglara göre sergilenen bir tiyatro var.
Konferansta
Yunanistan Başbakanı Venizelos’un (İzmir’de Rum nüfusunun
çoğunlukta olduğunu iddia ederek) Wilson ilkeleri gereği bölgenin
Yunanistan’a verilmesini talep etmesi İtalya’yı rahatsız etmişti.
Bundan
iki ay sonra da İstanbul Ortodoks Patriği’nin Antalya'nın da Yunanistan’a
verilmesini istemesi İtalya’nın harekete geçmesine neden oldu.
İtalyanlar, Yunanistan'ın
bölgeyi ilhak etmesini engelleme bahanesiyle, müttefikleri
İngilizler’in (görünüşte) onaylamamasına rağmen, 23 Mart 1919’da, Antalya,
Konya ve Muğla'yı işgal ettiler.
İngiltere
Başbakanı Lloyd George ise, 5 Mayıs’ta, İtalyanlar’ın Anadolu'daki etkisini
sınırlandırmak ve İzmir'i de işgal etmelerini önlemek için Yunan birliklerinin
İzmir'i işgal etmesini teklif etti.
Bahaneyi
İtalya vermişti.
Lord
Curzon’un, Yunanistan’ı Anadolu’ya göndermek için böyle bir bahaneye ihtiyacı
vardı.
*
Fransa
ve ABD, 6 Mayıs 1919’da (Selanikli’nin Samsun’a gitmek üzere İstanbul’dan
ayrılışından 10 gün önce), İngiltere tarafından yapılan “Yunan birliklerinin
İzmir'e çıkarılması teklifi”ne onay verdiler.
İngilizler’in
arzusu, başkenti (İstanbul yerine) Anadolu’daki bir şehir olacak çağdaş
ve uygar yeni bir Türk devletinin kurulması, onun vasıtasıyla Osmanlı
Devleti’nin varlığına son verilmesi ve hilafetin kaldırılması..
Fakat
bu yeni devleti kim, nasıl kuracak?
Anadolu’da
bu yönde bir hareketin başlayabilmesi için Müttefikler (İngiltere, Fransa ve
İtalya) dışında üçüncü bir gücün Anadolu’ya saldırması lazımdı.
Böyle
bir saldırı olmadan bir “kurtarıcı”nın Anadolu’da yeni bir
hareket başlatması mümkün değildi.
*
İngiltere
Başbakanı’nın (sözde) ülkesinde kimseye danışmadan aldığı bu karar
(Yunanistan’ın İzmir’i işgal etmesi kararı), İngiliz hükümetinde güya bölünmeye
neden olduğu gibi İngiltere Genelkurmay Başkanı Mareşal Wilson’ın da tepki
göstermesine neden olur.
Başbakanlığın
Yunan taraftarlığına karşı Savaş Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Hindistan
Bakanlığı, Türkiye ile, İngiliz çıkarları doğrultusunda iyi ilişkiler
kurulmasından yanadır.
İyi
polis – kötü polis oyununun uluslararası bir versiyonu mükemmelen sergilenmektedir.
İngiliz
hükümetindeki bu bölünme ve görüş ayrılığı görüntüsünün, Osmanlı
topraklarındaki ve Hindistan gibi diğer İslam beldelerindeki Müslümanlar’ın
tansiyonunu düşürmüş ve amiyane tabirle “gazını almış” olduğu kesin.
*
Vikipedi’nin “Lozan Antlaşması” maddesinde bir ara şu ifadeler
yayınlandı (Sonradan kaldırdılar. Ancak maddenin kopyası şurada mevcut: https://www.mayintarlasi.com/2023/07/24/50420/):
“… İzmir'deki Yunan varlığı son derece elverişsiz
koşullar altında başlayıp Anadolu'da bir Türk direnişi oluşmasına
sebep oldu. Yunanların bu işgaliyle bütün Türkiye ayağa kalktı: ‘Başka
milletlere katlanabilirdik ama Yunanlara asla.’ Mustafa Kemal'in
bir kurtarıcı olmasını sağlayan şeyin, İngilizlerin yaptığı bu yanlış hareket
olduğunda şüphe yoktur. İzmir gerçekten İngiliz veya Fransız
birlikleri tarafından işgal edilmiş olsaydı Mustafa Kemal asla böyle
bir etkiye sahip olamayacaktı. Şimdi ise yalnızca kabaran öfke dalgalarını
güçlü bir ırmağın kanalına yönlendirmesi yeterliydi. Türkler, güçlü ve
muzaffer bir İngiliz ordusunun yasadışı işgaline bile dayanabilirdi
ama eski bir tebaa olan Yunanlar tarafından yapılan işgal,
neredeyse kabul edilemez bir rezaletti. Yunan istilası, İstanbul'un her yerinde
kitlesel gösteriler ve ayaklanmalar meydana getirdi. İzmir işgali, düşman süngü
çemberi içinde yarı koma halindeki harap, morali bozuk bir milleti öfkeli
bir uyanıklık durumuna sokmuştu.”
Ancak,
madalyonun bu görünen/gösterilen yüzünü ters çevirdiğimizde şu soruyla
karşılaşıyoruz:
İngiltere,
sözü edilen yanlışlığı/hatayı bilinçli bir biçimde, (istihbaratı
/ gizli servisi vasıtasıyla anlaşmış olduğu) Mustafa Kemal’in önünü açmak
için yapmış olabilir mi?
Ya
da olamaz mı?
İngiliz
hükümetinin, bir Yunan işgalinin Türkiye’de büyük tepkiye yol açacağını ve halk
tarafından sindirilmesi ihtimalinin düşük olduğunu bilmiyor olması beklenemez.
Nitekim
İngiliz istihbarat subayı Yarbay Smith’in 13 Mayıs 1919'da sunduğu rapor bu
gerçeği ortaya koyuyor:
"Eğer Yunanlar tarafından bir işgal yapılacaksa bu, ancak,
her şeyden önce, Fransız veya İngiliz kuvvetleri tarafından bölgenin kontrolü
ve polisliğinin üstlenilmesi ile yönetimin kontrol altına
alınması ve daha sonra geri çekilen birliklerin yerini aşamalı olarak Yunan
birliklerine devretmesiyle gerçekleştirilebilir."
Bu
bilindiği halde, tam aksi yönde hareket edildi ve böylece Selanikli’nin önü
açılmış oldu.
Bu
bir hata mıydı?
*
Bu
sırada bir barış antlaşması imzalanmış olsaydı Mustafa
Kemal için defter daha açılmadan kapanmış olacaktı.
Tam
da bu noktada İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon sazı
eline aldı, Selanikli Mustafa Atatürk’e zaman kazandıracak şekilde
yanık ve içli bir türkü “çığırmaya” başladı.
Türküyü
“çığırmaya” başladığı tarih çok ilginç: 19 Mayıs 1919..
Selanikli’nin Samsun’a çıktığı
gün..
Türküsündeki
dilek ise şu: ABD’nin Ermenistan, Anadolu, İstanbul ve Boğazlar
boyunca bölge üzerinde “manda” yönetimi kurması..
Kendisi,
(Çanakkale gibi cephelerde bir sürü insan kaybetmiş, maddî zarara uğramışken)
Türkiye’ye çöreklenmeyi başardığı halde “manda” yönetimi kurmayacak kadar kibar
ve nazik..
Manda
teklifinin gerekçesi ise şu: Böylece Anadolu’nun parçalanması
engellenmiş, Rus yayılmacılığına karşı önlem alınmış
olacaktır.
*
Hakkını
yemeyelim, Lord Curzon çok iyi bir satranç oyuncusu..
ABD’nin
daha yeni ilan edilmiş Wilson Prensipleri çerçevesinde bu
teklife evet demesinin mümkün olmadığının farkında.
Evet
dese bile, hem Osmanlı Devleti hem de Ermeniler ile oturup konuyu müzakere
etmesi, onları ikna etmek için uğraşması lazım.. Bölgede onları “zorla” ikna
etmesini sağlayacak herhangi bir askerî gücü yokken “evet” cevabını alması çok
zor.
Evet,
Lord Curzon, hükümetinin onayıyla, ABD’ye böyle saçma bir teklifte bulundu ve
ABD bu teklife cevap verinceye ve barış görüşmeleri yeniden başlayıncaya
kadar sekiz ay geçti.
Yani
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yapılması gereken barış antlaşmasıyla
ilgili müzakereler sekiz ay geciktirilmiş oldu.
Curzon’un
hamlesinin ardındaki etken, varmak istediği hedef de bundan başka birşey
değildi.
Demirel’in dediği gibi “siyasette
24 saat çok uzun bir süre” ise, “240 kere 24
saat” ne uzunlukta bir süredir, kestirmek zor.
Fakat
şunu biliyoruz: Bu “240 kere 24 saat”te Osmanlı Devleti’nin nefessiz kalıp
boğulması sağlandı.
*
Vikipedi’nin “Lozan Antlaşması” maddesinde şu satırlar da yer
alıyor(du):
“Daha sonra ise İngilizlerin; İtalya ve Fransa'yı tamamen
bölgeden uzaklaştırarak Anadolu'nun parçalanmasını engellemek ve Rus
yayılmacılığına karşı önlem almak için Ermenistan, Türkiye, İstanbul ve
Boğazlar boyunca bölge üzerinde bir Amerikan mandası teklif etmesi ve
ABD'nin bunu değerlendirme sürecinin uzaması sonucu Osmanlı
İmparatorluğu ile yapılacak sulh antlaşmasının imzalanması epey
gecikmişti. İngiliz kabinesi, Lord Curzon'un önerisi üzerine, 19
Mayıs 1919'daki kabine toplantısında tüm Türkiye üzerinde bir ABD
mandası teklif edilmesine karar verdi. Bu teklif, antlaşmanın 6
ay gecikmesine neden oldu. Bu süre Mustafa Kemal Paşa'nın
Anadolu'da gerçek bir milli direniş oluşturabilmesi ve İstanbul Hükûmetini
devirebilmesi için tam da ihtiyacı olan süreydi.”
Aslında
sekiz ay.. Altı değil..
Bütün
bunlar, Selanikli Atatürk’ün sağ kolu, başbakanı, İstiklal Harbi’nin Batı
Cephesi Komutanı İkinci Adam İsmet İnönü’nün 1973 yılında yaptığı
itirafı daha iyi anlamızı sağlıyor:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer
müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.”
*
Vikipedi, aynı maddede Lord Kinross’un şu sözünü de aktarıyor(du):
“Curzon'un öteden beri sezdiği gibi Mustafa
Kemal'in tam da bu kadar bir süreye ihtiyacı vardı.”
Yani
Kinross’a göre herşey bir hesap kitabın sonucu..
Ve
Lord Curzon sezgileri kuvvetli bir satranç oyuncusu..
Destek
verdikleri adamları Selanikli’nin (19 Mayıs’tan itibaren) ne kadar
zamana ihtiyacının bulunduğunu biliyor.
Sezgileri,
ABD’nin bu manda teklifine olumsuz cevap vereceğini de bildiriyor.
Evet,
İngiltere hükümeti, 19 Mayıs’ta ABD’ye manda teklifinde bulunulmasına karar
veriyor. İki gün sonra, 21 Mayıs’ta İngiltere Başbakanı Lloyd
George Fransa Başbakanı Clemenceau ve ABD Başkanı
Wilson ile görüşerek bu teklifi onlara iletiyor.
Bu
teklif Fransa’yı rahatsız ediyor, çünkü bir ABD mandası durumunda Türkiye’deki
ekonomik kazanımlarını ABD’ye kaptırması ihtimali var. Yani ABD’nin manda
teklifini kabul etmesi, Fransa’yı karşısına alması demek.. Bu da, böyle bir
karar almasını zorlaştıran bir başka etken..
Nitekim,
İngiltere Başbakanı’nın bu teklifini duyan Fransa Başbakanı Clemenceau şunu
diyor:
“Bu, Lord Curzon'un işi olmalı. Fransa'yı Türkiye'den kesin
olarak dışlıyorsunuz. Kaldı ki Fransa, Avrupa'da, Türkiye ile iktisadi ve mali
bağları en fazla olan memlekettir.”
*
Satranç
ustası Curzon’un asıl hamlesi bir ay sonra geliyor. Yine Vikipedi’den
okuyalım:
“27 Haziran 1919'da Paris Konferans Heyeti, İngilizlerin
teklifi ile, Amerika Birleşik Devletleri Hükûmeti Türkiye'nin herhangi bir
bölgesi için manda alıp almayacağına karar verene kadar, Türkiye ile
Barış Antlaşması'nın askıya alınmasına karar verdi. Böylece Lord
Curzon, Türkiye ile ilgili barış müzakerelerinin 12 Şubat 1920'de
başlayan Londra Konferansı'na kadar ertelenmesini sağladı.
Halbuki "çok erken yapılacak bir barış", Türk-Yunan
çatışmasını önlemek için tek çareydi. Aynı zamanda Yunan Başbakan Venizelos, Yunanistan'ın Anadolu'daki
varlığını çok uzun süre finanse edemeyecek olması nedeniyle zamanın kısıtlı
olduğunu düşünüyordu. Zaman Venizelos'un aleyhine ve Mustafa Kemal'in
lehine işliyordu. Sonuçta 1912 yılından beri savaşlar sürüyordu. Çözüm
ne kadar uzatılırsa Yunanistan gibi küçük bir ülke için finansal zorluk o
ölçüde artacaktı.”
Görüldüğü
gibi Curzon burada Venizelos’a Selanikli Mustafa Atatürk lehine
esaslı bir “kazık” atıyor.
Bu
kazık sadece barış görüşmelerinin ertelenmesiyle ilgili değil..
Haziran
ayı, aynı zamanda İzmir’e asker çıkarmış olan Yunanistan’a (adını General
Milne’den alan) “Milne Hattı” ile Anadolu içlerine yürüme yasağının
“fiilen” getirildiği ay.. Resmîleşmesi Ağustos’ta olacaktır.
Öyle
ki, (sonradan yürümeye başladıklarında Ankara’nın burnunun dibindeki Polatlı’ya
kadar giden, Eskişehir’de 70 bin kişilik Türk ordusunu mağlup eden)
Yunan kuvvetleri o gün yürüyüşüne devam etmiş olsa, Erzurum’da Kâzım
Karabekir’e “toslayıncaya” kadar sellemehüsselam yol alabilecekti.
Bu
da, Karabekir'in İstiklâl Harbi'nin (Kurtuluş Savaşı'nın, Millî
Mücadele'nin) doğal lideri haline gelmesi sonucunu verecekti..
Böyle
bir ortamda Selanikli'nin Erzurum ve Sivas'ta kongre tertiplemesi,
Ankara'da yeni bir Meclis oluşturması ve İstanbul'a karşı "millet
hakimiyetinden, millet iradesinden" söz etmesi mümkün
olmayacaktı.
Fakat,
Selanikli'ye Samsun'a gitme ve Anadolu'da ağını kurma "vize"si
veren İngiliz, Yunan'a, Anadolu içlerine yürüme "vize"si vermedi.
General
Milne eliyle kırmızı kart gösterdi.
Yunan
ordusu, İngiltere’nin emriyle bir yıl boyunca Aydın sınırında bekleyip İzmir
dağlarında açan çiçekleri seyretti, ot yoldu.
*
Evet,
bu manda hikâyesi, satranç ustası Lord Curzon’un Selanikli Mustafa Atatürk’e
zaman kazandırma girişimiydi.
ABD’nin
olumsuz cevap vereceğini biliyordu.
Vikipedi’deki aynı maddeden okuyalım:
“Diğer taraftan Lord Curzon, İngiliz kabinesine daha önce
verdiği memorandumda, Türkiye üzerinde bir ABD mandası teklif edilse bile ABD'nin
bu öneriyi kabul etmesinin pek mümkün görünmediğini kendisi de
belirtmişti. ABD Başkanı Wilson, ABD'nin bölgede bir manda almak
için en isteksiz konumda olduğunu söylemişti.”
Yani
bile bile lades..
Önemli
olan kime çalım atıldığı, topla kimlerin daha fazla buluştuğu değil, hangi
kaleye gol atıldığı..
Bu
“şike”li maçta gol yiyen kale, Osmanlı Devleti’nin kalesi..
Gol
atan ise “İngiliz destekli” Selanikli Mustafa Atatürk..
Vikipedi’deki aynı maddeden okuyalım:
“Lord Curzon'un bölgede ABD mandası önerisi üzerine antlaşmanın
imzalanmasının aylarca ertelenmesi sonucu İstanbul Hükümeti'nin ülke
içindeki kontrolü çok hızlı bir şekilde azalırken Anadolu süratle
milliyetçilerin [Selanikli’nin] kontrolü altına girmeye başladı. Milliyetçi
hareketi ortaya çıkaran şey İzmir'in işgal kararıydı. İzmir işgali, Mustafa
Kemal için bir talihti. Lord Curzon'un da tahmin ettiği gibi, tüm
Türkiye ayağa kalkmak için hazırdı ve gecikmenin her anı Türklerin
[Selanikli’nin] lehineydi. Bernard Lewis şöyle dedi: “Her şey
hazırdı, sadece lider bekleniyordu.” Mustafa Kemal'in Anadolu'ya gitmesini
[ve orada lider olmasını] sağlayan ise asayişi yeniden temin etmek için
Samsun'a bir subay gönderilmesinde ısrar eden İngilizlerdi. Yunanların
İzmir'e ayak basmasının ertesi günü, İngilizlerden aldığı bir vize ile
İstanbul'dan ayrılan Mustafa Kemal, tüm Anadolu'ya geniş yetkilerle
atanmıştı.” (A.y.)
Bu
geniş yetkiler fiilen “Anadolu Genel Valiliği” anlamına geliyordu..
*
Lord
Curzon (İngiltere), İsmet İnönü’nün sözünü ettiği “destek” çerçevesinde
sadece Yunanistan’ı kullanıp “kazıklamış” değildi, ABD’yi de parmağında oynatıp
kullanmıştı.
Ve
bu oyuna Selanikli Mustafa Atatürk de bir ucundan katılmıştı.
Vikipedi’deki aynı maddeden okuyalım:
"Fakat ABD'nin [manda] kararından önce İtilâf [devletleri,
yani İngiltere, Fransa ve İtalya], Amerikan başkanlık kampanyasının sonuçlarını
ve Amerikan Senatosunun kararını beklemek zorundaydılar.
Bu gecikme, Türkiye [Osmanlı Devleti] ile hızlı bir barışın
sonuçlanmasına yeni engeller ekledi. Curzon'un sekreteri,
Türkiye'de erken bir barış olasılığının en düşük düzeyde olduğunu
vurguladı. ABD'nin bölgede incelemeler yapmak üzere gönderdiği, Sivas
Kongresi'nde de gözlemci olarak bulunan ve Mustafa Kemal ile görüşen General
Harbord, raporunda, Türklerin amacının tercihen Amerikan mandası altında
İmparatorluğun toprak bütünlüğünü korumak olduğunu ifade ediyordu. Mustafa
Kemal, Amerikan Hükûmetinden ülkenin koşullarını araştırmak için bir komisyon
gönderilmesini istedi. Fakat Washington'daki Senato, Türkiye üzerinde
bir manda ile hiç ilgilenmedi. Değerlendirme sürecinin sonunda ABD
başkanı Woodrow Wilson, bölgede bir manda almak yerine sadece Türk-Ermeni
sınırını çizmek üzere hakem olmakla yetindi.”
Bu
aslında hem Curzon’un hem de Selanikli Mustafa Atatürk’ün beklediği ve istediği
şeydi.
Vikipedi’ye kulak vermeye devam edelim:
“Anadolu'daki Türk milliyetçiliğinde böylesine önemli bir büyüme
meydana gelirken ABD'nin kararını beklemek, İngiliz diplomasisindeki
büyük bir gaf olduğunu kanıtladı. Curzon'un 19 Mayıs 1919'da Türk
hükûmeti ile yapılacak olan antlaşmanın imzalanmasını geciktirmesi Mustafa
Kemal için harika bir fırsata dönüştü. Gecikmenin her anında
Mustafa Kemal daha da güçleniyordu. Bu dönemde Anadolu'da artan Türk
direnişi, Paris'teki barış şartları için giderek daha ciddi bir
tehdit oluşturuyordu. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komisyonundan gelen ciddi
raporların ise Londra'daki Dışişleri Bakanı Lord Curzon tarafından genellikle
göz ardı edilmesi, Türkiye [Osmanlı Devleti] ile başarılı bir barış için iyiye
işaret değildi. Bunun yerine Curzon, en doğru tercihin Mustafa
Kemal'in başında olduğu yeni bir Türkiye'nin ortaya çıkmasına izin vermek olabileceği
sonucuna varıyordu.”
Aslında
söz konusu olan “İngiliz diplomasisinin gafı” değildi, o diplomasinin
(siyasetin) Curzon liderliğindeki “Şeytan’a pabucunu ters giydirecek
ustalıktaki mahareti”ydi.
İsmet
İnönü’nün ağır işiten kulakları çınlasın:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer
müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder