Eski MİT’çi
Yılmaz Tekin, haftalık Aktüel dergisinin
29 Aralık 2004 - 4 Ocak 2005 tarihli 36’ncı sayısında yayınlanan
röportajında “topluma ulaştırılmak istenen fikirlerin
MİT tarafından bazı tanıdık yazarlara,
aydınlara, gazetecilere verildiğini ve onlara mal edildiğini”
söylüyor.
Bu,
söz konusu yazar ve gazetecilerin her söylediklerinin MİT mahreçli
olması anlamına gelmiyor ve bu mümkün de değildir.
Ancak,
onların bazı temel konulardaki laflarının MİT’ik bir tad verdiği, o
laflardan buram buram MİT’sel kokular yükseldiği görülür.
Bunun
en açık, maskesiz, yalın ve bariz örneği, savunulan her dünya görüşü veya
ideolojiye bir “yerlilik, millilik, Türkiyecilik” eklenmesidir.
*
Mesela
bir zamanların meşhur “itirafçı/tövbekâr komünist”i Aclan Sayılgan,
1975 yılında yayınlattığı (“belgesel roman” diye tanıtılan)
otobiyografik Deprem adlı kitabında, Türkiye’deki sosyalist
hareketin “milli” (yani “devletçi”) olması gerektiğini söylüyor.
Tanıdık
geldi, değil mi?
Sosyalizmden
istenen İslam’dan da bekleniyor.
Müslüman
mı olacaksınız, yerli-milli müslüman olmalısınız.. Türk İslamı’ndan,
Türk Müslümanlığı’ndan söz edilmesinin sebebi bu.
İslamcı
mı olacaksınız, “İstanbul İslamcısı, Türk İslamcısı, Anadolu İslamcısı”
gibisinden birşey icat ederek içine biraz laik (siyasal dinsiz) Türkiye
Cumhuriyeti patentli gayri-İslamî baharat ekleyeceksiniz.
*
Madalyonun
bir de arka yüzü var.
Onu
da bir başka MİT’çi, Prof. Dr. Mahir Kaynak şu şekilde dile
getiriyor:
“Eğer bir hükmü [fikri] geçersiz hale getirmek istiyorsanız, bunu güvenilirliği ve inandırıcılığı olmayan bir insana söyletin. İnsanlar hemen bu şahsı [sözüne güvenilip güvenilmeyeceği hususunda] yargılar. Eğer şahıs güvenilmezse söylediği şey de yalandır [kanaatine varılır].”
Doğru fikirleri,
davaları, hareketleri itibarsızlaştırmanın, "itibar suikasti" ile gözden düşürmenin yollarından biri budur.
İşte, Fadime ile
samanlıkta (pardon Kadıköy’de) basılan (Aczimendeburi tarikatı kurucu pîri)
şeyhtan Müslüm Gündüz’ün medyada (MİT’ik medyanın sol cenahında) arasıra
karabatak gibi boy göstermesi ve Şeriat’i savunmasının nedeni budur.
Bu ülkede Bediüzzaman
gibi İslam’ın dâhî müdafîleri nefes aldırmayacak kadar sıkı bir takip ve
tarassut altında tutulmuşlarken, fikirlerini özgür bir biçimde dile getirmeleri
engellenmişken, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendiler ve Allâme Zahidü’l-Kevserî’ler ülkeden sürgün
edilmişlerken, İskilipli Atıf Efendi’ler idam edilmişlerken, 1990’lı yıllarda
bu Müslüm soytarısının tuhaf şovlarının medyada “köpürtülmüş” olması
sebepsiz değildir.
Bu kalpazanın
Fadime ile macerası üzerinden dönemin Erbakan hükümeti hedef alınmıştı..
28 Şubat’a giden sürecin kilometre taşlarındandı.
Bugün de arasıra
ortaya çıkıp Şeriatçılık yapmasının, laiklik ve Atatürk aleyhtarı laflar
etmesinin nedeni aynıdır.
Bu sirk palyaçosuna
sarık ve cübbe giydirilerek sarık ve cübbe tahkir edilip aşağılanıyor,
Şeriat de, itibarsızlaştırılması için buna savunduruluyor.
*
Evet, istenen, “İslamcı”
olmayan, “yerli-milli, Türkiyeci”, “şeriatsız” bir İslam..
Laiklik (siyasal dinsizlik)
ve demokrasi (halk çoğunluğunun kararlarına gökten inmiş vahiy muamelesi
yapma şirki, küfrü) kazanlarında kaynatılıp haşlanmış, ardından Batı
kurutma makinasında hizmete hazır hale getirilmiş bir “güncellenmiş, donukluktan
kurtarılmış, çağa uydurulmuş, ‘toplumsal’ ile barıştırılmış, ‘tuhaf
nostalji’lerden arındırılmış, ‘asr-ı saadet simülasyonları’ndan
paklanmış, Avrupaî özgürlüklerle nakışlanmış” bir İslam.
Zor mu?
Zor, fakat ne
demişler, “Zoru hemen yaparız, imkânsız biraz zaman alır”.
O yüzden, “imkânsız”
olan bir işe soyunulmuş durumda.. O da, İslam’ın Sünnet’ten (Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatından ve sözlerinden) arındırılması projesi
ve operasyonu.
*
İlk adım, Kur’an
ile Sünnet birbirini tamamlarken bunlar arasında bir savaş varmış gibi bir
izlenim uyandırmak, Kur’an bayrağı altında Sünnet’e kutsal savaş
(cihat) ilan etmekti.
Sözde dertleri, İslam’ı uydurma hadîslerden kurtarmak, Kur’an’ın dikensiz gül bahçesinde muhafaza altına almak.
Özde ise gayeleri, o bahçeye giden su
kanallarını tıkayarak, etrafına duvarlar örüp hava sirkülasyonunu engelleyerek,
İslam’ı boğmak.
Tabiî o bahçeyi
harap edelim, boğalım derken kendileri telef oluyorlar.. Pabucumun prof.u
pırasasör dangalak Mustafa Öztürk örneğinde olduğu gibi takkeleri düşüyor, kel
küfürleri ve imansızlıkları Güneş ışığında ayna gibi parlamaya başlıyor.
*
Oyunun son perdesi “Arnavutluk’un
utancı bir (Türkçe’yi de bilen) gâvur soytarı, tağut Soner Yalçın
ve saf seyirciler” üçgeninde sergilendi.
Görünüşte gâvur
Arnavut Diamond sümsüğünün hücumuna karşı tağut Soner İslam’ın bayrağını
kaldırıyor ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şerefini kurtarıyor.
Gerçekteyse, İslam
Şeriati, bir danışıklı dövüş operasyonuyla tahrif, tahrip ve tağyir
ediliyor; İslam, laik (siyasal dinsiz) devletin “resmî ideolojisi”ne göre güncelleniyor.
Elazığlı derin Milli
Görüşçüler ile Ali Mevlüt Kaya adlı
birinin Soner’i “İslam’ın büyük kurtarıcısı” ilan etmeleri sebepsiz de değil,
tesadüf de değil.
Odatv.com’da
yayınlanan haber şöyle:
"Bütün inananlar
borçludur" dedi... Soner Yalçın'a bir teşekkür daha
Diamand Tema adlı
YouTuber, şeriatın tartışıldığı bir programa katıldı, "Şeriatın
haricindeki hiçbir sistemde 6 yaşındaki bir kızla evlenemezsin" dedi. Bu sözler
sonrası hakkında halkın bir kesimini aşağılama ve dini değerleri aşağılama
iddiasıyla soruşturma açıldı. Tema Arnavutluk'a gitti, bu defa yakalama kararı
çıkarıldı.
Hızlı gerçekleşen olaylar zinciri, başta sosyal medya olmak
üzere gündemde en üst sıralarda yer buldu. Gazeteci-Yazar Soner Yalçın, yeni
çıkan “Tağut: Kutsal Aldanışın Soyağacı” isimli kitabında Hz. Ayşe’nin
evlendirildiği asıl yaşı yazarak çok tartışılan konuya aslında baştan
noktayı koydu.
Konuyu Diamond Tema üzerinden
köşesine taşıyan Ali Mevlüt Kaya "Diamond Tema ‘Yalnız’ mıdır; ‘Yalnız
değil’ midir; nedir yani?!. Okuyun!.." başlıklı yazısında 'Tağut'tan
alıntı yaparak Soner Yalçın'a teşekkür etti ve "tüm inananlar teşekkür
borçlu" ifadelerini kullandı.
Kaya'nın yazısının ilgili bölümü şöyle:
"Hazreti Peygamber’in, Hazreti Ayşe ile de, 6 ya da 9
yaşında evlenmesi mümkün değildir çünkü Hazreti Ayşe, Hazreti Muhammed’den önce
bir kişiyle evlidir!.. O kişi boşadıktan epey sonra Peygamberle evlenmiştir!..
Bugüne kadar alim, zalim, kral, sultan, yazar vs… hiç bir
Müslümanın bilmediği veya ortaya çıkarmadığı ya da çıkaramadığı; varsa
bilenlerin de, “Peygamberimize hakaret mi olur acaba” diye yazıp,
dillendiremediği konuyu Soner Yalçın; “Tağut- Kutsal Aldanışın Soyağacı” isimli
son kitabıyla ortaya çıkardı!..
Hazreti Ayşe’nin kaç yaşında evlendiğini Soner Yalçın’ın
kitabının o bölümünden alıyor ve sizi başbaşa bırakıyorum…
Okuyun…
“Hz. Ebubekir … Kızı Hz. Ayşe'yi, gelenek gereği akrabası
Mut'im oğlu Cübeyr'e verdi. Hz. Ayşe kaç yaşındaydı? Adet görme/ hayız, kızlar
için ergenliğin ölçüsüydü. Dini ve hukuki sorumluluğun başlangıcını teşkil
ediyordu. Sadece İslam değil tüm inançlarda evlilik yaşı hayız ile başlardı.
Putperest Cübeyr, Hz. Ebubekir'in Müslüman olmasına tepki
göstererek nikâhı bozdu. O halde: Hz. Ebubekir, 38 yaşında/611 yılında Müslüman
oldu. Demek 611 yılından önce kızını evlendirmişti. Yoksa Cübeyr, Müslüman
olmuş Hz. Ebubekir'in kızıyla evlenir miydi?...
Ekleme yapmalıyım: Kadının koca evinden kovulması o dönem
büyük leke idi. Kadınları cahiliye dönemi yobazlığından kurtarmak isteyen Hz.
Muhammet yaşamıyla da topluma örnek oldu. Hz. Ayşe ile evlenmesinin sebebi bu
idi.”
Son olarak, iki şey söylemek istiyorum…
2-Bütün inananlar,
Soner Yalçın’a teşekkür borçludur!.."
(https://www.odatv.com/guncel/butun-inananlar-borcludur-dedi-soner-yalcina-bir-tesekkur-daha-120049588)
Bu Soner az numaracı
değil.
Yazdıklarında mebzul
miktarda köylü kurnazlığı ve çarpıtma mevcut.
Birincisi, Hz. Aişe
r. a. ile Cübeyr arasında fiilen bir evlilik yaşanmış değil.
Dolayısıyla Hz.
Aişe’nin “koca evinden kovulması” diye birşey yok.. Hz. Aişe koca evine
gitmedi ki kovulsun.
Görüldüğü gibi,
burada ciddi bir çarpıtma var.
İkincisi, Araplar’da böyle
“koca evinden kovulma”nın dert edinilmesi diye birşey de mevzubahis değil..
Boşanma olağan birşey.
Dolayısıyla,
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “koca evinden kovulan” Hz. Aişe’ye
acıdığı için evlenmesinden söz etmek anlamsız.
*
Üçüncüsü, miladî 617
yılında Mekke müşriklerinin Müslümanlar’a uyguladıkları boykot ve ambargoyu
hesaba katmak gerekiyor..
Kendi aralarında, Müslümanlar’la
kız alıp vermeme, ticaret yapmama, bütün sosyal ilişkileri kesme yönünde
bir sözleşme yaptılar.. Bunu yazılı metin haline getirip Kâbe’ye astılar.
Bu boykot üç yıl
sürdü.. Müslümanlar (açlık bakımından İsrail saldırısı altındaki Gazze’yi
hatırlatır şekilde) çok sıkıntı çektiler.
Hz. Aişe ile
Cübeyr’in nişanı, bu boykotun bittiği 620 yılında yapılmış olabilir.. Nişanın,
Cübeyr’in babası Mut’im’in tepki göstermesi üzerine bozulduğunu biliyoruz..
Bunun ardından o yıl Rasulullah s.a.s. ile Hz. Aişe’nin nişanının yapıldığı
düşünülebilir.
*
Kanaatimce bu nişan
yapıldığında Hz. Aişe r. a. (kaynaklarda geçtiği gibi) altı yaşındaydı.
Çünkü evlilik (düğün)
için üç yıl beklendi.. Şayet Hz. Aişe’nin yaşı büyük olsaydı, beklemek
gerekmezdi.
Hz. Hatice r. a.
619 yılında vefat etmişti.. Peygamber Efendimiz s.a.s.’in Hz. Aişe ile
nişanlandığı 620 yılında şayet onun yaşı evliliğe müsait olsaydı, 623 yılına
kadar beklenilmezdi.
Hz. Aişe’nin âkil
baliğ olmasının beklendiği ve bunun üç yıl sürdüğü anlaşılıyor.. Dolayısıyla
doğru olan, evlendiğinde yaşının dokuz olmasıdır.
Ancak bu, âkil
baliğ olan bir kız çocuğunun derhal evlendirilmesinin farz, vacip ya da
sünnet olması anlamına gelmiyor..
Şu anlama geliyor: Âkil baliğ olan bir kız çocuğu, yaşına bakılmaksızın evlendirilebilir, evlenebilir.. Caizdir.
*
İmdi, bu evlilik
yaşı, bugünün insanlarından bazı içten pazarlıklı anasının gözü çifte standart çıtkırıldımlarının kabul edebileceği birşey olmayabilir.. Bu konuda
izni Allahu Teala verir, onlar değil.. Beğenmiyorlarsa Cehennem’e kadar
yolları var.
Şâri’ (yasa koyucu,
şeriat vaz’ edici) Allahu Teala’dır, kâfir olmaları durumunda hayvan sürüsünden
daha değerli olmayan (hatta hayvandan daha aşağı olan) insan kalabalıkları
değil.
Evet, öyle
görünüyor ki Hz. Aişe validemiz evlendiğinde dokuz yaşındaydı ve âkil baliğdi.
Diamond züppesi
bundan rahatsızmış, olabilir, bunlar ibneliğe uymayan herşeyden rahatsız
olabiliyorlar.. Rahatsız olmadıkları şeyler ibnelik, zina, cinsiyet değişimi, fuhuş vs. vs…
Kimse İslam’ı
beğenmek zorunda değil.. Biz de İslam’ı birilerine beğendirmek için onların
keyfine göre bir din uydurma durumunda değiliz.
Ancak, ibnelik
dininin puştları tutup İslam’ı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
evliliğini yargılayamazlar.
Atatürkist ibneler
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i bırakıp Vedat Uşaklıgil’in
plaj arkadaşı Selanikli Mustafa Atatürk’ün cinsel yaşamına odaklansınlar.
İdolleri Selanikli’de
örnek alacakları, kişiliklerine uygun çok marifetler bulunduğu kesin.
*
TDV İslâm
Ansiklopedisi’nin “Âişe” maddesinde şu bilgiler veriliyor:
“Bi‘setin 4. yılında (614) Mekke’de doğdu. Onun daha önce
doğduğunu ve dolayısıyla Hz. Peygamber ile evlendiğinde on dört ile on sekiz
yaşlarında olduğunu ileri süren bazı çağdaş araştırmacıların (bk. Süleyman
Nedvî, V, 12-25; Akkād, s. 39, 59-60) dayandıkları rivayetler sağlam değildir.
İbn İshak, Hz. Ebû Bekir’in daveti ile müslüman olanları sıralarken Hz.
Âişe’nin de adını verir ve o sıralarda yaşının küçük olduğunu zikreder. Hz.
Âişe’nin, “Ben ebeveynimi bildim bileli onları müslüman buldum” (Buhârî,
“Kefâlet”, 4) ifadesinden kendisinin bi‘set-i nebeviyyeden sonra doğduğu
anlaşılmaktadır. … Hz. Peygamber ile nikâhı hicretten önce Mekke’de
kıyılmıştır. … Hicretin 2. yılı Şevval ayında (Nisan 624, iki bayram arasında)
Hz. Peygamber’le evlendi (Zehebî, II, 141-142). Düğün tarihini hicretin 1. yılı
Şevval ayı (Nisan 623) olarak kabul edenler de vardır. Hz. Ebû Bekir, düğünü
neden geciktirdiğini Hz. Peygamber’e sormuş, mehir parasını temin edemediği
için tehir ettiğini öğrenince ihtiyacı olan 500 dirhemi ona ödünç vermişti.”
*
Hadîslerin Kur’an
esas alınarak elekten geçirilmesi diye birşey olamaz.. Hadîslerin uydurma ve
zayıf olanlarının tespiti işi geçmişte yapılmıştır.
Hadîslerin Kur’an
ışığında nasıl yorumlanacağı hususu da geçmiş asırlar boyunca ulemayı yeterince
meşgul etmiş, akla gelebilecek her soruya cevap verilmeye çalışılmıştır.
İlmi ve zekâsı kıt “dindar”
kişiler, akıl(sızlık)larına yatmayan bir hadîsle karşılaştıklarında, onu hemen
inkâr etmek yerine, kafalarının basmadığı bir izah tarzı ya da tevil kapısının
bulunuyor olabileceğini düşünerek, ilgili şerhlere bakmalı veya yetkin
âlimlerden bilgi almalıdırlar.
Domuz Diamond’lar
da inanmadıkları kitapları bırakıp kendi idolleriyle ilgili kitapları
okusunlar.
Şahsen, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olmam hasebiyle Atatürk ilke ve inkılapları zulmünün
muhatabı ve mağduru olmasaydım, Selanikli’nin ne yapıp ne ettiğiyle hiç
ilgilenmezdim.
Mecburen ilgilenmek
zorunda kalıyoruz.
Laik (siyasal
dinsiz) Türkiye’de Şeriat (Allahu Teala'nın ilke ve inkılapları) hakim olmadığı için Diamond gibi domuzları
rahatsız edecek bir durum yok.. Kendi işlerine baksınlar.
Böyle birinin, Türkiye’de
Şeriat hakim olsa bile dert etmesi gerekmez, Arnavutluk’unda gâvurluğuna devam
etme imkânı mevcut.
*
Aile, toplumun
temelidir.. Ailenin temeli ise evlilik müessesesidir, nikâhtır.
Nikâhın, evliliğin
olmadığı yerde aile de olmaz, hayvanî beraberlik, hayvanca çiftleşme
sonucu üreyen “ailesiz insan” kalabalığından söz etmek gerekir.
Üreme ve çoğalma için
aile yuvası kurmak şart değildir, evlilik dışı ilişkiler de aynı sonucu verir,
fakat bu durumda toplum insan toplumu olmaktan çıkmaya, hayvan sürüsü
haline gelmeye başlar.
Nikâhsız
beraberlikler (zina) ve evlilik dışı üreme ve türeme aile kurumunun yerini
aldığında ise, kimin babasının kim olduğu, kimin kiminle kardeş olduğu bilinmez
hale gelir.
Anne ve babalar da
çocuklarına sahip çıkmazlar, onları hayatın zevkli yanlarının istenmeyen yan
etkileri olarak görürler. (Metin Akpınar’ın ikiz kızlarını ve onların "babaları belirsiz" zavallı diğer kız kardeşlerini hatırlayalım.)
Bir toplum, bir
millet, aile kurumunun sağlamlığı nisbetinde güçlü, huzurlu, dengeli ve mutlu
olabilir.
Bu, herkesin
bildiği bir gerçek.. Fakat, Türkiye’de son dönemde atılan adımların neredeyse hepsi,
aile kurumunu yıkmaya yönelik.
*
Aile kurumunun
güçlendirilmesi gerekiyor.. Bu da, evlilik (nikâhlı yaşama) kurumunun
kolaylaştırılması ve desteklenmesine bağlı.
Devlet, evlenenlere ayrıcalık tanımalı, birçok konuda (mesela işe almada) evlilere bekârlara göre öncelik vermeli, birçok muafiyetler (mesela vergi muafiyeti veya indirimi, askerlik kolaylığı) getirmeli, evlenenlere kira yardımı ve eşya yardımı yapmalı, Avrupa’da olduğu gibi çocuk sahibi ailelere külliyetli “çocuk parası” vererek onları “evlenerek çoğalma”ya teşvik etmelidir.. Çocuk, (okul ve sağlık harcamaları da dahil olmak üzere) aileye maddî yük olmaktan çıkarılmalıdır.
Evlilik masrafsız
hale getirilmelidir.. Evlilik muameleleri ücretsiz yapılmalı, düğün
törenleri için ücretsiz salon tahsis edilmeli, evlilik fakirler için ekonomik
bir yıkım nedeni (veya engel) olmaktan çıkarılmalıdır.
*
Günümüz Türkiye’sinde ise evlenmek, gençlerin belini kırmaktadır..
(Hali vakti yerinde ailelerin çocukları da Cem Garipoğlu olayında olduğu gibi, evlenme ihtiyacı duymadan kendilerine kolayca Münevver Karabulut’lar bulabiliyorlar.
İsterlerse iki üç ayda bir “yeni bir Münevver” ile hayatlarına “laik yasaların
gücencesi” altında devam edebilecekken bazen hayvanî dürtülerini kontrol
edemiyor, sorun yaşıyorlar.)
Diğer yandan, evlilik için yaş bariyeri getirmek de doğru değildir.
Evlenme yaşı 18 diye gençler “Bazı şeyler sadece evlenince yapılmalıdır” diye mi düşünüyorlar?.
Hayır, durum (özellikle de “çağdaş” çevrelerde) farklı, teferruatına
girmeyelim.. (Bu noktada çağdaş olup olmama önem taşımıyor, beşer olarak herkes
aynı durumda, fakat “çağdaş”ların zihniyeti “tabusuz serbest yaşam”a daha
açık.)
Dolayısıyla, meşru
evlilik için aranan tek kesin şart âkil baliğ olma olmalıdır.
Yaş sınırı getirmekle küçük kızların istismarına engel mi oluyorsunuz?..
Hayır!..
Sadece meşru evliliği engelliyorsunuz.. Gayrimeşru ile bir derdiniz yok, işiniz gücünüz meşru olan ile..
Yasaların çürük ağlarını delme gücüne sahip olanlar, yemek istedikleri her halt
için bir çare buluyorlar. (Meral Akşener’in “otel sahibi polis müdürü” ve “öksüz
yetim kızlar” beyanatını hatırlayalım.. Buzdağının görünen minnacık kısmı.)
*
“Efendim yaşı küçük
kız yanlış karar verebilir de, baskı altında kalabilir de, bilmem ne de..”
Yaşı büyük kız da
yanlış karar verebilir.. Yaşı büyük de baskı altında kalabilir.
Mesela “sanat”
camiasında neler yaşandığı bilinmiyor mu?.. Kızların önü nasıl açılıyor?
Başka alanlarda da
böyle.. Mesela siyaset.. Deniz Baykal’ın milletvekili yaptığı bayanı
hatırlayalım.. Baykal, evli milletvekili ile kaseti çıktığı için CHP genel
başkanlığı koltuğunu bırakmak zorunda kalmadı mı?!
Olaydan sonra
herkes ahlâk havarisi kesildi.
Yanlış anlaşılmasın, Deniz Baykal ahlâksızlıkla suçlanmadı..
Baykal’ın özel hayatına
saygısızlık ahlâksızlığına karşı “ahlâklı” zevat isyan bayrağı açtı.
Laik (siyasal
dinsiz) Türkiye Cumhuriyeti ahlâkı..
*
Özetle, ailenin
korunması hayatî öneme sahiptir.
Aile ise evlilikle
(nikâhla) kaimdir.
Gençlerin
evliliğinde kesin tek şart “âkil baliğ olma” olmalı, bu konuda yaş
dayatması yapılmamalıdır.
Âkillik ve büluğun
kişiye göre değişebileceği hatırlanmalı, bu konuda “donmuş, donuk” hüküm
icat edilmemelidir. “Sofistike” olunmalıdır.
Gençler bu tür
faydasız sınırlamalarla gayrimeşru birlikteliklere yöneltilmemeli, hayvanca
çiftleşmeye alışmalarına yol açan “toplumsallık” yerine Şeriat’in
getirdiği “evlenme özgürlüğü” ile başbaşa bırakılmalıdırlar.
Kimse, “donmuş,
donuk” yaş sınırı masallarıyla Şeriat’in geniş özgürlük sahasını daraltmaya
kalkışmamalıdır.
Zevkine uygun küçük
kız çocuğu bulmak için evlenmeye ihtiyaç duymayan ensesi kalın ve cüzdanı
şişkinlerin şahsî çıkarları için kamunun yararı (âmmenin maslahatı) gözardı
edilmemelidir.
Böylesi tiplerin “Ne
yapalım, yasalar seninle evlenmeme izin vermiyor” demelerinin de önüne
geçilmelidir.. (Bu durum, “çok evlilik” yasağıyla metres konumuna düşürülmüş
kadınlar için de geçerlidir.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder