Yeni Şafak yazarı Prof. Hayrettin Karaman, 30 Kasım 2018 tarihini
taşıyan “Şimdilik son yazı” başlıklı yazısına şöyle
başlamıştı:
“Kendi İslâm anlayışlarını Ehl-i Sünnet olarak takdim edip yine Ehl-i
Sünnet içinde farklı anlayış, usul ve yorum sahiplerini bu camianın
hatta İslâm’ın dışına atan dar görüşlü, bağnaz, bölücü “ehl-i
kıbleyi tekfir ettikleri için” Ehl-i Sünnet dışı adamların
yalanlarının ve iftiralarının biteceği yok.”
Görüldüğü gibi "fısk,
fücur, dalalet, bid'at, küfür" gibi İslamî terminolojiye ait
kavramları (din dilini) değil, laik-nasyonalist (siyasal dinsiz ve [en azından
söylem düzeyinde] ırkçı) rejim dilini konuşuyor.
"Dar görüşlü,
bağnaz, bölücü" diyor.
Bana kimin dilini
kullandığını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.
Söze“Kendi İslâm
anlayışlarını Ehl-i Sünnet olarak takdim edip” diyerek başlamış durumda.
Açalım: Mesela Ehl-i
Sünnet’in bizzat kendisinin, kendi İslâm anlayışını Ehl-i
Sünnet diye takdim etmemesi düşünülebilir mi?
Bir grubun İslâm
anlayışının “kendi İslâm anlayışı” olması, onu otomatik olarak
Ehl-i Sünnet’in dışına mı iter?
Hayrettin Bey’in
cümlesinin sonu, böylelerini Ehl-i Sünnet’ten ihraç (veya “aforoz”) ettiğini
ortaya koyuyor.
Çünkü cümleyi “Ehl-i Sünnet dışı adamların yalanlarının…” diye
bağlıyor.
Cümlesinin baş
tarafında başkalarına yönelttiği suçlamayı kendisi yapıyor. Birilerini Ehl-i
Sünnet’in dışına atıyor.
Ne demeliyiz buna,
"dar görüşlülük, bağnazlık, bölücülük" mü demeliyiz?
*
Demeyelim.
Kendimize, "Onlar
için Ehl-i Sünnet dışı nitelemesini yaparken haklı olabilir mi?" sorusunu
yöneltelim.
Haklı da olabilir, delillerine bakmadan haklı ya da haksız demek doğru
olmaz.
Fakat, yukarıdaki
cümlesinde bu “aforoz“u için şu gerekçeyi
gösteriyor:
“…yine Ehl-i Sünnet içinde farklı anlayış, usul ve yorum sahiplerini bu
camianın hatta İslâm’ın dışına atan dar görüşlü, bağnaz, bölücü ‘ehl-i kıbleyi
tekfir ettikleri için’ Ehl-i Sünnet dışı…”
İşte buna Mantık ilminde totoloji (eski tabirle devir)
deniliyor.
Baştan birtakım
anlayışları “yine Ehl-i Sünnet içinde” ilan ediyorsun, sonra bunun
üstüne hüküm cümlesini oturtuyorsun.
İddiasını bu şekilde
delillendiren bir adam hem ilim, hem de mantık bakımından sorunlu demektir.
Burada, Mantık ilmini
okumuş olmayı kast etmiyoruz, “normal” bir insanın insan olması hasebiyle sahip
bulunduğu “asgarî” mantığı kast ediyoruz.
(Yine de Hayrettin
Karaman’ın, bu vadide Millî Gazete‘nin
“boş beleş” yazarı Mehmet Şevket Eygi‘ye yetişmesi mümkün
görünmüyor. Çünkü o, “totoloji”de, bir daha kırılması mümkün olmayan “çılgın”
rekorlara imza atmış durumdaydı. Mesela, “Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Bid’at’ın
ihtilaf ettikleri konuların tümünde Ehl-i Sünnet haklıdır, doğru yoldadır”
şeklinde cümleler kurmuştu. Yani “Sağlıklı insan ile hasta insandan sağlıklı
olanı ilkidir” zekâ düzeyinde cümleler.. İşte Türkiye’de bugün bu tür “deha sahibi” adamlar İslam’a “hizmet” ediyorlar.
Ettiler. Böyle bir gecenin sabahından ne umulursa?)
*
Ehl-i kıbleyi tekfir (kâfir ilan etme) meselesine gelelim..
Bu tür ifadelerin
ardına saklanmak, neyin kastedildiği açık
bir biçimde ortaya konulmadıkça, yanlışa alan açma hokkabazlığından başka bir
anlama gelmez.
Ehl-i kıble (kıblesi Kâbe olanlar), günahından dolayı tekfir edilmez. Yoksa, adam Ehl-i Kıble’den de olsa, itikaden küfür olan bir söz veya eylemi bile bile benimseyip savunursa kâfir olur.
Nitekim Allâme
Âliyyü’l-Kârî şöyle demektedir:
Şu hususun bilinmesi lâzımdır ki, “Ehl-i kıblenin günah işlemesi
sebebiyle tekfir edilmesi caiz değildir” diye bilginlerimizin ifade
etmesinden maksatları, mücerret [salt] kıbleye yönelmek değildir.
Rafızîlerden bazı sapıkların “Cebrail aleyhisselam vahiy getirirken
aldanmıştır. Çünkü Allah Teala Cebrail’i Ali’ye göndermiştir, fakat o yanlış
olarak Muhammed’e geldi” diye iddia eden ve Hazreti Ali’ye (haşa) ilah diyen
rafızîlerin azgınları her ne kadar kıbleye yönelerek namaz
kılsalar da onlar mümin değillerdir.
(Fıkh-ı Ekber Şerhi, çev. Hüseyin S. Erdoğan, s.
431.)
İmam Gazzalî daha açık konuşmaktadır:
Bid’atçi (mübtedi’) [durumundaki Kur'an ve Sünnet'e vakıf bir âlim] eğer bu
bid’ati sebebiyle kâfir olmamışsa, [tek başına da kalsa diğer müçtehid
âlimlerin ortak içtihadına, ortak aklına] muhalefet ettiği takdirde icmâ kurulmaz
[Dinde kesin delil olan icma oluşmaz]. Tam tersine bu kişi “fasık müctehid”
hükmündedir [Başka bir konuda bid'at derecesinde hata yapmış olması bu konuda
"mutlak biçimde" yanılıyor olmasını gerektirmez].
… Ancak bid’ati sebebiyle kâfir olmuşsa, kıbleye yönelerek namaz kılsa
ve kendisinin müslüman olduğunu zannetse bile artık bu durumda
onun muhalefetine itibar edilmez. Çünkü ümmet, kıbleye yönelerek namaz kılanlardan değil müminlerden ibarettir. Bu ise, kendisinin kâfir olduğunu bilmese bile [niyeti inkârcılık ve
küfür olmasa bile] kâfirdir.
(el-Mustasfâ, C. 1, çev. Yunus Apaydın, s. 301-302.)
*
İmdi, Türkiye’de
bakıyoruz, Ehl-i Kıble‘yi asıl tekfir edenler,
Hayrettin Karaman’ın hizmette ve hürmette kusur etmediği Erdoğan ile
yandaşları.
"Ilımlı
müslüman" FETÖ bu laik (siyasal dinsiz) rejimin aforozuna uğrayınca
onların söylemlerini birilerinin devam ettirmesi gerekiyordu. Bayrak yarışı
devam etmeli, sancak yere düşürülmemeliydi.
Mesela, Batı’nın, özellikle de ABD’nin terörist ilan ettiği müslümanlar için Erdoğan fırsat düştüğünde hemen “Bunların İslam’la bir ilgisi yoktur” diyebiliyor.
“Bayrağına ‘La ilahe illallah’
yazmakla, alnında Tekbir bandı taşımakla müslüman olunmaz” falan
diye kafadan fetvalar verebiliyor.
Ya neyle müslüman
olunurdu, yahudi fötrü gibi küfür simgelerini giymekle
mi?
TBMM’de (laiklik
gereği İslam’la, dinle imanla ilişkisiz ve/veya ona aykırı)
Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yemini etmekle mi?!
*
Evet, Erdoğan,
yukarıya aldığımız türden ifadeleriyle Ehl-i Kıble’yi resmen tekfir ediyordu.. Etti.
Yandaşlar da aynı dili
kullandılar.. Şu anda ona muhalif olan (Davutoğlu gibi) eski yandaşlar da..
Evet, Erdoğan ve kafadarları birileri için gözlerini karartıp “Müslüman değiller” diyorlardı.. Daha ne desinler!
Ve buna karşı Hayrettin Karaman
ile onun gibi ince kalpli merhamet abidelerinden itiraz kabilinden ne bir fısıltı, ne bir ürkek inilti, ne de bir utangaç vızıltı çıktı.
Tıs yok.
"Tamam bunlar
cahiller, katiller, azgınlar, hayvan oğlu hayvanlar, fakat ehl-i kıbleyi tekfir
etmeyelim, bize yakışmaz" demediler.
*
O adamları İslam’ın
dışına itiyorsan, itikaden bunu gerektiren bir
delil getirmen gerekir.
“Efendim bunlar
terörist…”
Batı’nın terörist ilan
ettiği insanlar arasında gerçek mücahidler de var.
Kimin terörist olmak suretiyle kâfir olduğuna artık
Hristiyan Batı, NATO, ABD, Vatikan vs. mi karar veriyor?
Yani dünyada hiç mi
mücahid yok?.. Bir tek senin mi askerin (Şeriat düşmanı Mustafa Kemal'in askerleri mi) ölünce şehid olacak
şekilde savaşıyor, yani İslamî cihad ibadeti
yapıyor?
Hadi diyelim ki,
suçladığınız kesimlerin Batı tarafından terör olarak nitelendirilen eylemleri
İslam açısından kesin olarak günah, bu durumda da, onları salt bu günahlarından hareketle nasıl tekfir
edebiliyor, kraldan fazla kralcı, gâvurdan fazla gâvurcu olabiliyorsunuz?.
Hani günah başka,
küfür başkaydı?
*
Karaman’ın yazısının
devamı, onun, “hür iradeli, bağımsız birey” olmayı başaramadığını ortaya koyuyor.
Mesela şöyle diyor:
Cumhubaşkanımızın “Ne istediler de vermedik” dediği dönemde bazı
kusurlarına, ifratların ve derhal tevil ederek örttükleri sonradan anlaşılan
sapmalarına rağmen malum cemaatin de İslâm’a hizmet ettiği ve faydalı olduğu
kanaati toplumda hâkim idi. Biz de faydasının zararından çok olduğuna kani
idik.
Sorun şurada, faydası
yanında zararı da olduğunu o günlerde söylemiyordun.
“İslam’a hizmet ettiği
ve faydalı olduğu kanaati toplumda hakim”
imiş..
Yani senin ölçütün bu:
Toplumda hakim olan kanaat..
“Uydum kalabalığa”..
Toplumda hakim olan o
kanaati benimsemeyenleri ise o günlerde dışlıyor, aşağılıyor, marjinal
ilan edip küçümsüyordunuz.
Onlara yine
"bağnaz, dar kafalı, bölücü" diyordunuz.
Hışımla ve yarışırcasına..
Samanyolu TV‘de vs. kendinden memnun, mutlu bir yüz ifadesi ile hikmetler döktürüyor, Türkçe Olimpiyatları‘nda şarkı söyleyip oynayan kızları
izliyor, İslam'a “hizmet” ediyordunuz.
Karaman bir de
merhum Sabahaddin Zaim hocanın isminin ardına saklanmış..
Ne yani, Sabahaddin
Zaim muhterem bir insandı ama, her sözü ve eylemi hüccet olan masum bir peygamber
miydi?!
*
Karaman’ın yazısının
sonu, Erdoğan'ı körü körüne izlemekte olduğunu ortaya koyuyor.
Tabiî burada da
ölçütünün, “Erdoğan’ın, peşinden gidilmesi gereken bir lider olduğu”
yönünde toplumda hakim olan kanaatten başkası değil..
Şöyle diyor:
Diyanet İşleri Başkanlığı 25 Ocak 2014 tarihinde “Yüzyılın İslâm Kültür
Hizmeti Onur ve Hizmet Ödülleri” töreni düzenlemişti. Cumhurbaşkanımız orada
önemli bir konuşma yaptı ve ilk defa bu grubun liderine karşı artık değişmiş
olan kanaatini açık seçik ortaya koydu, şöyle diyordu:
“Bu
medeniyet yalancı peygamberleri, sahte velileri, içi boş âlim müsveddelerini
bünyenin virüsü yok ettiği gibi reddetmiş ve tarihin çöplüğüne mahkûm etmiştir.
İlmi güç için, şantaj için, şebekeleşme, örgütleşme için bir araç olarak
kullananları bu medeniyet hiç kabul etmemiştir ve etmeyecektir. İlmi iktidar
için vesile görenleri bu medeniyet yine mahkûm edecektir.”
*
Türkiye’de ilmi, güç için, örgütleşme için
bir araç olarak asıl kullanan, derini ve yüzeyseliyle devlettir.
FETÖ’yü üreten kim?..
Devlet.. MİT..
Şimdi FETÖ’yü yok
etmek için ellerinden gelen herşeyi yapmaları, eski huylarını bıraktıkları
anlamına mı geliyor?
Ayrıca, FETÖ'ye karşı
sergiledikleri tutumun benzerlerini, adını koymuyor ve yüksek sesle ilan
etmiyorlarsa da, tehdit olarak gördükleri başka kişi ya da gruplara karşı da
uygulamadıklarını nasıl söyleyebiliriz?
Senin haberin
olmayabilir, fakat yaşayan bilir.
Prof. Dr. Mahmud Esad
Coşan hoca 22 yıl önce Avustralya'da ölmeseydi, sana bilmediğin ya da bilmiyor
göründüğün bazı şeyleri anlatabilirdi.
Şimdi bildiklerini gece karanlığında Eyüp sırtlarındaki mezar taşlarına ve servi ağaçlarına anlatıyor.
*
Şu taksimin
güzelliğine bakın..
Mesela bir
yerlerde mücahid olarak, Allah’ın sözü (Şeriat’i) yüce
olsun diye çarpışanı, vatanını savunanı bile,
Batılılar öyle tanımladığında hiç düşünmeden terörist kabul
edebiliyorsun, fakat senin laik (siyasal dinsiz, yerlerin ve göklerin
yaratıcısı Allahu Teala’ya iman ile öküze tapmaya eşit mesafede duran)
devletin için çarpışıp ölen şehid oluyor..
Bu, (tıpkı FETÖ'de
bulduğun özellikteki gibi) İslam’ı güç için istismar etme değil midir?
Anayasa’ya ve yasalara göre
Diyanet’in görevi, laik (siyasal dinsiz) devlete
“milli birlik ve beraberlik” gayesi çerçevesinde hizmetten ibaret..
Bu, İslam’ı, laiklik (yani
siyasal dinsizlik) ve örgütleşme (milli birlik ve beraberlik adı verilen “ulusal
çıkar”cı menfaat örgütleşmesi) için araç yapma değil midir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder