1923 yılında [Niğde] Ulukışla’da ilkokul arkadaşım olan Hasan Erdoğan’ı çok severdim.
Bu arkadaşım daha sonraki yıllarda mahkeme başkatipliği, Belediye başkanlığı ve dava vekilliği de yaparak Ulukışla’ya iyi hizmetler yaptı. Sınıf arkadaşlarımızın bir bölümüyle Hasan Erdoğanların evinde sık sık toplanırdık. Arkadaşımın babası Memiş emmi (amca) sevecen, çocukları seven biriydi. Bize sık sık harp hikayeleri anlatırdı. Biz çocuklar da onun sözlerini can kulağıyla dinlerdik.
Memiş emmi, 1915 ve 1916’da [29 Nisan 1916] İngiliz ordularından General Tausend’in [Townshend] ordusunun generaliyle birlikte teslim alınmasında da bulunmuştu. Daha sonra İngilizlerin başka bir ordusu tarafından teslim alınarak Mısır’a götürülmüş, tel duvar içindeki İngiliz kampında Alman esirlerle birlikte iki yıl kadar esir kalmıştı. Memiş emmi, İngiliz düşmanlığı ile harbe başlamış, ... Amma sonunda tam bir İngiliz dostu olarak Türkiye’ye dönmüştü.
Bunun nedenini araştırdım. İngilizler kendi dinlerinde olan Almanların dinleri uzerinde hiç durmuyorlar. Yalnız Türk esirlerini her gün namaz kılmaları, Arapça yazılı Kur’an’ı okumaları konusunda zorluyorlarmış. Kendisi de Kur’an okumayı İngilizlerden öğrenmiş. Bu çalışmalar sonunda fikir değiştirmişti. “Muslumanlığın koruyucusu İngilizlerdir” diyordu. “Adalet İngilizlerdedir. İslam ülkelerinde adil düzeni ancak İngilizler kurabilir. Ben bu adaleti gördükten sonra İngilizlere karşı silah kullanmam.”
Bir gun Memiş emminin evine gittiğimizde,
onun yanında, Ulukışla’dan Balcı ve Deli Hüseyin adıyla ünlü muhtar Hüseyin
Şahin’i de gördüm. Hüseyin Şahin doğrulukta ve yiğitlikte gözünü
budaktan sakınmayan bir kişiliğe sahipti. Ulukışla Pozantı savaşında
subay olmadığı halde aklı ve cesareti sayesinde halk tarafından İkinci Bölük
Komutanlığına ve Ulukışla Merkez Komutanlığına getirilmişti. Memiş emmi
yine İngilizleri övmeye başlayınca, Hüseyin Şahin itiraz etti.
"Memiş Ağa!” dedi. “Şu kafir İngiliz, Müslümanlığı ve İslamları
bu kadar çok seviyor, hep Müslümanlara adil düzen getirdiğini ve getireceğini söylüyor
da neden kendisi Müslüman olmuyor? Neden kendi dinindeki Almanları
kiliseye gitmeye zorlamıyor? Bunlar üzerinde düşünmen gerekir. Mısır’daki
esirlerden duydum. İngilizler [esir bizim] subaylara küçük bir maaş da
veriyormuş. …”
*
Yukarıdaki satırlar, Kemalist bir öğretmenin
hatıratında geçiyor. (Mehmet Ali Eren, Bir Eğitimcinin Düşünce ve
Anıları, Birinci Kitap, Ankara: Kardelen Ofset, 1999, s. 96.)
İngilizler, kafaya aldıkları Araplar’a da bu
şekilde yaklaştılar.. Onları da “İngiliz adaleti”ne inandırdılar.
Mehmet Ali Eren gibi Kemalistlerin farkında
olmadıkları gerçek şu: Taparcasına sevdikleri Selanikli Mustafa Atatürk’ün
İngilizler’e olan hayranlığı Memiş Emmi’ninkinden daha fazlaydı.
Ancak gerekçesi Emmi’ninkinden çok farklıydı.
O, Emmi gibi Kur’an okuma, namaz
kılma meraklısı değildi.. İngiliz şapkası giymek, frak ve smokin ile balolara
katılmak, İngiliz kadınları gibi giyinmiş hanımlarla İngiliz dansları yapmak
istiyordu.
*
İngiliz bu, oyununu iyi kuruyor, anahtarı da, ipi
de sağlam.
İslam’a olan “hizmet”ini günümüzde de
sürdürüyor.
Bunlardan birini, (İngiliz gizli servisinin
aparatı olduğu anlaşılan) Ibn Arabi Society kurumu çatısı altında
yaptıkları oluşturuyor.
Sırf İbn Arabî reklamı ve propagandası
için düzenli olarak dergi çıkarıyor, sempozyumlar tertipliyor, kitaplar
yayınlıyorlar.
İbn Arabî’yi temcit pilavı olarak ısıtıp ısıtıp her
defasında sofraya getirmenin, “Benim oğlum Bina okur, döner döner
yine okur” hesabı bu adamın laflarını ezberlemeye ve ezberletmeye çalışmanın
mantığı ne?
Şu: İslam dünyasındaki akademisyenlerden
bazılarının sürekli olarak bu alana yönlendirilmesinin sağlanması..
Ve onlar üzerinden, İbn Arabîciliğin revaçta
tutulması.
Boşuna dememişler, marifet iltifata tabidir.
İltifat yoksa, marifet yok olur.
*
Türkiye’de İngilizsever (ya da İngiliz
sempatizanı) Memiş Emmi’ler az değil.
Bunlardan biri, gizli servis bağlantılı
muhafazakâr (fakat İslamcılık düşmanı) yazarlardan Mehmet Şevket Eygi
idi.
“Mürşid”i (sözde Nakşbendî şeyhi) Kıbrıslı
Nazım da fanatik bir İngiliz dostuydu.
Kral Charles’ın müslüman olduğunu “keşf”i sayesinde
biliyordu.
Evet, Eygi, Millî Gazete’deki
köşesinde rahatça İngiliz propagandası yapabildi.. İngilizler’i yere göğe
sığdıramıyordu.
Erbakan bu adama muhtemelen “Başka yerde yazıp da bize
küfredeceğine, bizim gazetemizde yazsın da dilinden selamette olalım” düşüncesiyle
kucak açmıştı.. Fakat, çoğu birbirinin tekrarı olan yazılarını okuya okuya
birçok Millî Gazete okuru (hatta yazarı), onun gibi İslamcılık
aeyhtarlığı yapmaya başladı.
Eygi, bu eğriliği yaparken, “İngiliz tipi
(İngilizler’in onaylayacağı tipte) müslümanlığı” ve dindarlığı da elden
bırakmıyordu. (Türk Müslümanlığı/İslamı olabiliyorsa, İngiliz
Müslümanlığı/İslamı da olabilir.)
*
Bu da gösteriyor ki, Türkiye’nin sadece “laik”
Kemalistleri değil, “dindar” Kemalistleri de “İngiliz tipi müslümanlığa”
yatkınlar.
Daha doğrusu, laik Kemalistler ile dindar
Kemalistler (solcu laiklerin İslamcı olarak nitelendirdikleri, fakat “İslamcı
değil, müslüman” olduklarını söylemeyi adeta imanın yedinci şartı haline
getirmiş olan yerli-milli müslümanlar) İngiliz tipi (Şeriat’sız, laiklikle,
yani siyasal dinsizlikle uzlaştırılmış) müslümanlığı desteklemeyi, İslamcılığı
bertaraf etmek için gerekli görüyorlar.
Bunun için de ellerinde münbit bir hammadde
kaynağı var: Tasavvuf.
Ancak, her tür tasavvuf değil.. Sonuçta Şeyh
Şamil de, Şeyh Said de mutasavvıf, tarikat ehli..
Onlara lazım olan tarikatçılar, zampara şeyh İbn
Arabî gibiler.
*
28 Şubat süreci sonrasında moda olan “İslamcı-müslüman”
(Islamist-muslim) ayrımının mucitleri Batılı gazeteci, yazar ve
akademisyenler.
Onlara göre, İslamcılar, “din olan İslam”ı
bir ideolojiye dönüştürüyor, “ideoloji olan İslamcılık”ı
savunuyorlar.
Oysa, Batılılar’ın İslamcı/İslamist olarak
adlandırdıkları kişiler, İslamî terminoloji çerçevesinde “müslüman”a
karşılık geliyor.. İdeoloji dedikleri Islamism (İslamcılık) ise İslam’a..
Buna karşılık, Batılılar’ın “muslim”
(müslüman) olarak adlandırdıkları kişiler de, kendilerini (sosyolojik
anlamda) müslüman saymakla birlikte, İslam’ın bazı emir ve yasaklarını günümüz
için geçerli kabul etmeyen, yani geleneksel (otantik) İslam anlayışı çerçevesinde mürted
(dinden dönmüş) kabul edilebilecek kişiler.
*
Ne yazık ki, Batılılar’ın bu “kelime oyunu”
eksenli abrakadabralarını onların yerli-milli uzantıları aynen
kopyalayıp papağan gibi tekrarlayageldiler.
Bunların bir kısmı Batılılar’la aynı zihniyet
kodlarına sahip (devletçi, eyyamcı-konformist, Türkçü veya solcu) Kemalistler..
Bir kısmı ise, derin Kemalist devletle ya da
derin devletin “kontrol”ü altındaki sivil oluşumlarla olan “duygusal” (maddî-manevî)
bağlantılarının hatırına papağanlaşan ve aynı söylemi tekrarlayan “akredite
(TSE damgalı) dindar” durumundalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder