Evet, Yeni Şafak'ın
şehirli Kibar Feyzo'su İsmail Kılıçarslan'ın 31 Aralık 2022 tarihli
yazısı üzerinde duruyorduk.
Onun, şehriye mezhebi kurucusu
büyük âlim Nevşin Mengü'nün irşadı doğrultusunda kalem oynattığını
görmüştük.
Batılı emperyalistlere ve
yerli milli baskıcı düzenlere sitem ediyor, şehirli İslam'ın
temsilcilerini yok ettiklerini, böylece meydanı dağlı-köylülerin toz
toprak İslamı'na bıraktıklarını ileri sürüyordu.
Yani bu masala inanacak olursak,
Batılı emperyalistler mesela Türkiye'de Tayyip'in iktidar olmasına
imkân vermemiş, topla tüfekle Erdoğan'a saldırmış, Ankara'yı uçaklarıyla
bombalamış, onun iktidarını engellemiş, buna karşılık Afganistan'daki
köylü-dağlılara "Aslansınız, kaplansınız, müttefikimizsiniz,
hadi gelin beraber Tayyip'in üstüne çullanalım" demiş oluyorlardı.
Şehirli Kibar Hanzo'nun
yazdıklarından çıkan sonuç buydu.
*
Ağzı bozuk küfürbaz Kibar İsmail'in
sözlerinin devamı şöyle:
Hasan el Benna’nın, Mevdudi’nin, Mehmet Akif’in, Babanzade’nin, Mahmut Kemal’in, Zahit Kotku’nun, Sezai Karakoç’un, İmam Harun’un, Aliya’nın ve daha nicesinin sesini özenle kesip yerine neyi savunduklarını kendilerinin bile bilmedikleri, nereden çıktıklarını kimsenin kestiremediği karanlık, çığırtkan, leş tiplemeleri toplumun karşısına diktiler. Buradan “şehirli bir refleks” çıkar mıydı, çıkabilir miydi?
Bunu
yapanlar yabancı emperyalistler ile yerli milli baskıcı
düzenlermiş.
Bu
isimlerin önlerinin şu veya bu ölçüde kesildiği doğru..
Mehmed
Akif, II. Abdülhamid'e dayılandı diklendi, "İhtimal bazı kafalar
kesilecektir" diyen ("fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür"
edebiyatçısı) adamın blöf yapmadığını İskilipli Atıf Hoca gibi
isimler sayesinde görünce, ona karşı ölene kadar gık bile diyemedi.
Ona karşı sesini yükselten, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'ydi.
Her devrin adamı değil, her devirde adam olan Mustafa Sabri Efendi.
Babanzade,
aynı kafa kesme meraklısı tarafından üniversite hocalığından atıldı, maaşı
kesildi, yoksulluk içinde öldü.
Aliya
uzun yıllar hapis yattı.
İmam
Harun, hapiste işkenceyle öldürüldü.
*
Sayılan
isimlerin her birinin bir hikâyesi var, bunları biliyoruz da, Kibar Hanzo'nun
kastettiği diğer kişiler hakkında bilgimiz yok.
"Neyi
savunduklarını kendilerinin bile bilmedikleri, nereden çıktıklarını kimsenin
kestiremediği karanlık, çığırtkan, leş tiplemeler" kimler?
Konu
dağlı-köylü toz toprak İslamı olduğuna göre, asıl sayılması gereken isimler bu
tipler olmalıydı.
Ancak,
Kibar Hanzo'nun uzun dili bu noktada tutuklaşmış.. İsim yok, küfür var: Leş
tipler..
Bu
leş tipler, salt leş olarak kalsalar iyi, aynı zamanda karanlıklar,
çığırtkanlar..
“Toz toprak İslam'ı, leşler bilmem ne” diye çığırtkanlık yapan Kibar Hanzo leş değil. Karanlık değil, aydınlık.. Köylü-dağlı da değil, şehirli..
En az Nevşin
Mengü kadar aydınlık, kanlı canlı..
*
Bu
ucuz ve be-leş şehirli tipin yazısının siyak ve sibakına, başladığı noktaya
baktığımızda, sözünü ettiği leş tiplerin Taliban ile onların fikirdaş ve
gönüldaşları olması gerekiyor.
Küresel
emperyalistlerin ve yerli milli baskıcı düzenlerin bunların önünü açtıklarını
söyleyebilmesi için insanın sadece yalancı ve palavracı değil, aynı zamanda iflah
olmaz bir utanmaz olması gerekir.
Ar
damarı çatlamış utanmaz..
Adama
inanacak olursak bu topraklarda Erdoğan, Ömer Çelik, Mehmet Metiner vs. gibi
aydınlık tiplerin şu anda hapishanelerde çile doldurduğunu, Alparslan Kuytul
ile Halis Bayancuk gibi leş tiplerin ise Ankara'da saraylarda yaşadıklarını,
özel uçaklarda dünyayı gezdiklerini düşünmemiz gerekiyor.
Almanya’ya kapağı atan kim, Halis ile Alparslan mı, yoksa Mustafa Öztürk mü? (Cemalettin Kaplan da Almanya'daydı, fakat onu gaza getirip yönlendiren MİT'çi Murat Bayrak'tı.. Ve o sıralarda derin devletin böylesi bir "uçuk kaçık irtica"ya ihtiyacı vardı. Henüz FETÖ icat edilmediği için de derin devletle Alman istihbaratı iyi anlaşıyordu. Kaplan'dan asıl zarar gören de, onu Almanya'ya göndermiş olan Erbakan'dı, Almanya'daki teşkilatı bölüp parçalamış, darmadağın etmişti.)
Ve bu
tarihselci şehirli Mustafa’nın zırvaları tepki gördüğünde, ve de “Batılı
abilerimin, amcalarımın, efendilerimin yanına gideceğim” diye nazlanıp
zırladığında onu Ankara’dan arayıp teselli eden devletlular kimlerdi?
*
İşte
bu şehirli tip, "neyi savunduklarını kendilerinin bile bilmediği"
leş tiplerden söz ediyor.
Kendisi
neyi savunduğunu biliyor olmalı.. Neyi savunuyor, neyi anlatıyor, sözlerinden
çıkan anlam ne, biliyor olmalı ki böyle konuşuyor.
Ne
var ki, yazdıklarına bakıldığında, şikâyet ettiği "neyi savunduğunu bilmeme" hastalığından bizzat kendisinin muzdarip olduğunu görüyoruz.
Dolayısıyla,
kendi ifadeleri çerçevesinde karanlık ve çığırtkan bir leş olduğunu kabul
etmemiz gerekiyor.
İtiraz
etmiyoruz, kendisiyle ilgili hükmü kendisi vermiş.
Ancak,
Kılıçarslan soyadını değiştirmesini tavsiye ederiz. Çünkü, hinoğlu hin nursuz suratına
baktığımızda bir arslan değil tavşan görüyoruz.
Tavşana
o kadar benziyor ki, resimli sözlüklerde tavşan kelimesinin yanına bunun fotoğrafını bassalar yadırganmaz. Hafiften tilkiliğe çalan bir tavşan suratı..
Tavşana
kılıç sıfatı yakışmayacağı için soyisminin o tarafını da kılçık yapması yerinde
olur gibi görünüyor.
Evet,
soyadını Kılçıktavşan yapması, ismiyle müsemma bir mahluk olmasını sağlayabilir.
İsminin
İsmail kısmı kalabilir, fakat Nevşin Mengü ile olan "inanç, dava ve
zihniyet kardeşliği"ni ilerletmek için onu da Nevleş yapabilir.
Nev,
yeni demek olduğu için, kendisindeki şehirli yenilikçiliğe uyar.
Nevleş
Kılçıktavşan oldukça şehirli bir isim..
*
Aslında
toz toprak İslamı lafını sevdim..
Çünkü
biz topraktan yaratıldık..
Toprak,
bizim için değerlidir. Vatandır. “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır”
diyen şairi anlayabiliyoruz.
Toz
toprak İslamı, (bugünkü Afganistan’da olduğu gibi dâru’l-İslam durumundaki)
vatanda yaşanan saf ve gerçek İslam’dır.
Emperyalistlerin/sömürgecilerin
keşif kolu oryantalistlerin, yerli milli satılmış işbirlikçilerinin kulağına
üfledikleri tarihselci şehriye mezhebinin güncellenmiş soytarılıkları değildir.
O yüzden, “Ben ay’ımı yerde gördüm, ne isterim gökyüzünde, / Benüm yüzüm yerde gerek, bana rahmet yerden yağar” diyen Yunus’a, ne bu toz toprak sevdası demiyoruz.
Onun sarı çiçeği gibi “Annem babam topraktır”
diyoruz.
*
Batılı emperyalistlerin toprak ve şehir
anlayışındaki bozukluk, ahlâksızlık, rezillik, haydutluk ve yağmacılığa 1854’de
Kızılderili Şef Seattle kurşun gibi kelimelerle cevap vermişti.
Onun sadece
kelimeleri vardı, başka türden bir cevap vermeye gücü yetmiyordu.
Müslüman
Afganistan ise, ABD’ye ve onun (laik yani siyasal dinsiz Türkiye dahil)
müttefiklerine bazen kurşunlarla bazen de atom bombasından güçlü kelimelerle cevap verdi.
Şef Seattle, Beyaz
Saray’a gönderdiği mektubunda şunları yazmıştı:
Washington’daki Büyük Şef topraklarımızı almak istemesi konusunda sözünü iletmiş. Büyük şef aynı zamanda dostluk ve iyi niyet sözlerini de dile getirmiş. Bu çok nezaketli bir hareket. Çünkü karşılık olarak bizim dostluğumuza çok az ihtiyacı var. Ama biz teklifini düşüneceğiz. Çünkü biliyoruz ki, eğer satmazsak beyaz adam silahlarla gelip toprağımızı alabilir.
Gökyüzünü, toprağın ısısını nasıl satın alabilir ve satabilirsiniz?! Bu fikir bize tuhaf gelir. Eğer biz havanın tazeliğine ve suların parıltısına sahip değilsek, onları nasıl satın alabilirsiniz?! Bu dünyanın her parçası benim insanlarım için kutsaldır. Parlayan her çam iğnesi, bütün kumlu sahiller, karanlık ormanlardaki sis, her açık alan, vızıldayan böcekler, halkımın hafıza ve anılarında kutsaldır. Ağaçların gövdelerinden akan sular kızılderililerin anılarını taşır. …
O yüzden, Washington’daki büyük şef toprağımızı almak isterken bizden çok şey istiyor.
Büyük şef bize rahatça yaşayabileceğimiz bir yer ayıracağını söylüyor. O bizim babamız ve biz de onun çocukları olacakmışız. O halde, toprağımızı alma teklifini düşüneceğiz, ama bu kolay olmayacak.
Çünkü bu toprak bizim için kutsaldır. Dereler ve nehirlerden akan, parıldayan sular, sadece su değil, aynı zamanda atalarımızın kanlarıdır. Eğer size toprak satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlamalısınız, ve çocuklarınıza da onun kutsal olduğunu öğretmelisiniz. …
Beyaz adamın bizim geleneklerimizi anlamadığını biliyoruz. Toprağın bir parçası diğeri ile aynı onun için, çünkü gezip dolaşıp topraktan ihtiyacı olanı alıp giden bir yabancıdır o. Dünya onun kardeşi değil fakat düşmanıdır, ve onu fethetti mi durmaz, ilerlemeye devam eder. Atalarının mezarlarını geride bırakır ve aldırmaz. Çocuklardan dünyayı kaçırır. Aldırmaz. Babalarının mezarları ve çocuklarının hakları unutulmuştur. Annesi olan yeryüzüne ve kardeşi göğe, satın alınan, yağma edilen, koyunlar ya da parlak boncuklar gibi değişilen birer malmış gibi davranır.
İştahı dünyayı yiyip bitirecek ve geride sadece bir çöl bırakacaktır.
… Sizin şehirlerinizin manzarası Kızılderili’nin gözlerine acı verir. Ama bu belki de, Kızılderili vahşi (köylü, dağlı) olduğundan ve anlamadığındandır. Beyaz adamların şehirlerinde sakin yer bulamazsınız. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Ama bu belki de benim vahşi (köylü, dağlı) olmamdan ve anlamadığımdandır.
İnsan bir kuşun yalnız ağlayışını veya su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların seslerini duymazsa hayatın anlamı nedir? Ben bir Kızılderiliyim ve bunu anlayamam. …
Ve toprağımızı alma teklifinizi düşüneceğiz. …
… Çayırlarda çürüyen binlerce bufalo gördüm, beyaz adamın geçen trenden vurup, bıraktığı. Ben vahşiyim (köylüyüm, dağlıyım) ve dumanlı demir atın, bizim sadece hayatımızı sürdürmek için öldürdüğümüz bufalodan nasıl daha önemli olabildiğini anlamıyorum.
Hayvanlar olmadan insan tek başına nedir? Bütün hayvanlar tükense eğer, ruhunun büyük yalnızlığından ölürdü insan. Çünkü hayvanlara ne olursa, insana da aynısı olur, çok fazla geçmeden. Çünkü her şey, birbirine bağlıdır.
Ayakları altındaki toprağın büyükbabalarımızın külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. ... Çocuklarınıza bizim çocuklarımıza öğrettiğimizi öğretin. Dünya annenizdir. Dünyaya ne olursa, dünyanın çocuklarına da aynısı olur. Eğer insanlar toprağa tükürürlerse kendi üzerlerine tükürmüş olurlar. Bunu biz, biliyoruz. …
Ve halkım için ayrılan bölgeye gitme teklifinizi düşüneceğiz.
Sizden ayrı ve barış içinde yaşayacağız. Geriye kalan günlerimizi nerede geçireceğimiz çok da önemli değil. Çocuklarımız babalarının yenilgiyle aşağılandığını gördüler. Savaşçılarımız utanca boğuldu, ve yenilgiden sonraki günlerini avarelikle geçiriyor, bedenlerini lezzetli yiyecekler ve sert içkilerle kirleterek harap ediyorlar.
Kalan günlerimizi nerede geçireceğimiz önem taşımıyor. Çok değil birkaç saat, birkaç kış; ve bu dünyada bir gün gelecek büyük kavimlerin ve şimdi küçük topluluklar halinde ormanlarda dolaşan kabilelerin çocukları da kalmayacak. …
Bildiğim bir şey var ki, beyaz adam kimbilir belki bir gün anlar: Tanrımız aynı Tanrı. Şimdi sizin bizim toprağımıza sahip olmak istediğiniz gibi ona da sahip olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ama olamazsınız.
O, insanın Tanrı’sı; ve şefkati Kızılderililer için de beyaz adam için de aynı. Bu dünya onun için değerli, ve dünyaya zarar vermek onun yaratıcısını küçümsemektir.
Beyazlar da geçip gidecek. Belki bütün diğer kavimlerden önce. Yatağına pislik yığmaya devam et istersen, bir gece kendi pisliğinde boğulup yok olacaksın.
Ama o yok oluşun sırasında, seni bu topraklara getiren ve özel bir nedenle sana bu toprak ve Kızılderili üzerinde hakimiyet veren Tanrı’nın gücüyle tutuşturulup yakılmış olarak, son kez parlayacaksın. …
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder