“İSLAMCI” BATILILAR: GELLNER, DE TOCQUEVILLE, LEWIS, ROSENTHAL

 






“İslam, bir toplumsal düzen modelidir.”

Ernest Gellner’in Muslim Society (Müslüman Toplum) (Cambridge: Cambridge Universtiy Press, 1984) adlı kitabı bu cümleyle başlar:

“İslam, bir toplumsal düzen modelidir.” (Islam is the blueprint of a social order.) (s. 1)

İslam’ın “siyasal”ı da içeren bir din olduğunun anlaşılması için bu cümle yeterlidir. Fakat Gellner, geri zekâlılar için sözlerinin devamında ayrıntıya girer:

Bunun anlamı, toplumun tam bir tanzimini belirleyen ebedî, ilahî nitelikte, ve insanların arzularından bağımsız bir kurallar dizisinin var olmasıdır. (…) Bu kuralların toplumsal hayatın bütününe uygulanması gerekmektedir. (s. 1)

Görüldüğü gibi, Gellner, birtakım entel ya da sosyal bilimci geçinen soytarıların aksine, İslam’ın “insanların arzularından bağımsız (independent of the will of men) bir kurallar dizisi” içerdiğini kabul ediyor.

Yani, “İslam şunu emrediyor” denildiği zaman, “Yok, o sizin İslamcılığınızdır, İslam’ın yorumlarından bir yorumdur, başka türlü de yorum getirilebilir, evet bu bir İslam yorumudur, ama İslam değildir” deme soytarılığına tenezzül etmiyor.

Gerçeği olduğu gibi söylüyor.

Ayrıca, söz konusu kuralların ebedî (eternal) olduğunu vurgulayarak (İslam’ın hükümlerinin belirli bir tarih ve coğrafya için geçerli olduğunu ileri süren) “tarihselci” soytarılara da sırt çeviriyor.

Ayrıca, aynı kuralların toplumsal hayatın tamamına baştan ayağa uygulanmasının İslam’ın bir gereği olduğunu vurgulayarak, İslam’ın sadece kişisel/özel hayatı düzenlemekle kalmadığını, aynı zamanda “siyasal” bir din olduğunu söylemiş oluyor.

*

Gellner, sözlerinin devamında, Alexis de Tocqueville’den şu alıntıyı yapıyor:

İslam, iki gücü [dinî ve dünyevî] eksiksiz bir biçimde birbirine bağlayan ve içiçe geçiren dindir ... öyle ki sivil ve politik yaşamın (civil and political life) bütün faaliyetleri az veya çok dinî hukuk tarafından düzenlenir. (s. 1)

Evet, İslamcı ya da Siyasal İslamcı diye adlandırılan insanlar bundan başkasını söylemiyorlar.

De Tocqueville gibi, İslam’ın (Şeriat’in, İslam hukukunun) hem sivil hem de siyasal hayattaki “tüm” faaliyetleri az veya çok düzenlediğini söylüyorlar.

Siyasal hayatı düzenleyen dinî emirlerin kabul edilmemesinin, İslam’ın parçalanıp, paramparça edilip insanların keyfine uyan kısımlarının alınması anlamına geleceğini ifade ediyorlar.

*

İslamcı oldukları söylenenler İslam’a birşey ekliyor değiller, tam aksine, Siyasal İslam düşmanları İslamî bazı gerçekleri İslam’ın dışına atmaya kalkışıyorlar.

Böylece bir tür tanrılık davasına kalkışmış oluyorlar.

Haşa “Allah, İslam’ı doğru dürüst indirememiş, biz birtakım rötuşlarla düzeltiyoruz” demeye getiriyorlar.

Siyasal İslam adı altında İslam’ın siyasî düzenlemelerine karşı çıkan, önemsiz ve gereksiz gösteren hemen herkesin durumu budur.

Bu halleriyle ya bizzat tağut olmaya kalkışan azgınlardır, ya da, tağutların peşinde giden zavallılardır.

İslam’ı bir Gellner, bir de Tocqueville kadar bile anlayamamış sapkınlardır.

*

Günümüzde Batı’nın İslam’la mücadele stratejisinin temelini İslam-İslamcılık (Siyasal İslam) ayrımı oluşturuyor.

Buna göre, İslam, salt ibadetlerden oluşan bir inançken, İslamcılık, onun aynı zamanda bir siyasal düzen olduğunu savunuyor.

İslam bir din, İslamcılık ise bir siyasal ideoloji, ve din olan İslam’dan farklı..

Dolayısıyla müslüman-İslamcı ayrımı yapmak gerekiyor.

Evet, Batı’nın “Siyasal İslam’la mücadele” projesinin temel tezleri bu şekilde özetlenebilir.

Mümkün mertebe suret-i haktan gelmeye çalışıyor, ellerinden geldiğince (Haricîler gibi) “hak söz ile batılı kast” etmeye özen gösteriyorlar.

Projenin gayesi ise, İslam dünyasında insanları birbirine düşürmek, işbirlikçi uşaklarını geleneksel İslam için "yeni bir icat olan İslamcılık"la mücadele eden has halis müslümanlar olarak göstermek, gerçek İslam’ı “Siyasal İslam” diyerek mahkum etmek.

*

Ancak, İslamcı denilen insanların savundukları hakikatler, Gellner gibi, Batı’nın istihbarat örgütlerinin (gizli servislerinin) ve psikolojik savaş (özel harp) kurumlarının emrine girmemiş bilim adamları tarafından da dile getiriliyor.

Bu hakikatler, geçmişte de Alexis de Tocqueville gibi seçkin düşünürler tarafından dile getirilmiş.

Evet, İslamcılar (Siyasal İslamcılar), bir Gellner’in, bir de Tocqueville’in söylediğinden daha fazlasını söylemiyorlar.

Bu isimler, bir bilim adamı olarak hareket ediyorlar; Islamist/İslamcı olmak bir yana, müslüman bile değiller...

Üstelik Bernard Lewis gibi ABD’ye Ortadoğu konusunda akıl hocalığı yapmış bir yahudi bile bu gerçeği açıkça yazmış durumda:

Klasik İslam’da Din ve Devlet arasında, bunları birbirinden ayırt edici bir fark yoktu.... Klasik Arapça’da ve hatta entelektüel ve siyasi kelime haznelerini Arapça’dan alan diğer dillerde manevî (spiritual) ve dünyevî (temporal), halka özgü (lay) ve papazlara özgü (ecclesiastical), dinî (religion) ve laik (secular) gibi kelime çiftlerine karşılık gelecek sözcükler yoktu.”

(Bernard Lewis, İslâm’ın Siyasal Dili, çev. Fatih Taşar, Kayseri 1992, s. 9-10.)

Demek ki, “klasik İslam”, din ile devlet arasında bir fark görmüyordu.

İslamcı diye hedefe konulan insanlar işte bundan daha fazlasını savunmuyor, yani onlar aslında “klasik İslam” dışında yeni bir yorum üretme derdinde değiller.

Herhangi bir “icat”ları, bir yeniden “inşa” faaliyetleri yok.

Gerçek neyse onu söylüyorlar.

*

İslamcılık karşıtları, Erwin Rosenthal’in altını çizdiği şu gerçeklerden de habersiz durumdalar. Ya da habersiz görünmek işlerine geliyor:

“Bir müslümanın hayatı –en azından idealde– onun Allah’la olduğu gibi Müslümanlar ve gayrimüslimlerle olan ilişkilerini de yönlendiren kesin kural ve uygulamaları belirten Şeriat tarafından bütünüyle yönetilir. İlk grup ilişkiye (Allah’la olana) ‘dinî’, ikincisine ise ‘laik’ demeye alışkınız. Ancak dinî hukukun her şeyi kuşattığı bir yerde, ayrımın hiçbir anlamı kalmaz.”

(Erwin I. J. Rosenthal, Ortaçağ’da İslam Siyaset Düşüncesi, çev. Ali Çaksu, İstanbul 1996, ss. 17-18.)

Demek oluyor ki, İslam hukuku “herşeyi kuşatmaktadır” ve bu “herşey”e toplum ve toplumsal düzen de, siyasal hayat da dahildir.

Bir müslümanın İslam anlayışı Rosenthal gibi bir bilim adamının vardığı sonuçlarla tetabuk ettiğinde, bu onun, potansiyel terörist olduğu anlamına mı gelir?!..

O takdirde Erwin Rosenthal’i baş terörist ya da terör teorisyeni kabul etmek gerekir.

*

Rosenthal’in şu ifadeleri meseleyi çok iyi özetlemektedir:

“Manevi ve dünyevi alanlar, dinî ve laik faaliyetler arasında İslam hiçbir ayırım tanımaz.”

Mesele bu kadar açıktır.

İslam’ı Rosenthal kadar bile öğrenememiş soytarılar, ahirette Allahu Teala’nın huzuruna çıktıklarında karnelerindeki “iman” notunun sıfır olduğunu görme ihtimalleri üzerinde neden hiç düşünmüyorlar?

Bu nasıl bir dangalaklık, nasıl bir soytarılık, ve nasıl bir iman!

*

Bunlara ek olarak, “dünya”nın mukabilinin “din” değil “ahiret” olduğunu vurgulayan Rosenthal şu önemli tespitleri de yapar:

“... din ve devlet Şeriat’ın iki yönüdür. Dinin tamamlayıcısı genellikle dünyadır; din ‘kilise’ anlamını içermez ve hiçbir zaman içine aldığı dünya ile karşılaştırılmaz.... Dünyanın mukabili ahirettir, yani gelecek dünya. Her ikisi de dinin içindedir. Ne yazık ki Arapça terimleri tercüme etmek için Batılı terimleri kullanmak zorunda kalıyoruz ve böylece orijinal anlamı bozup kelimelere Hristiyanî bir çağrışım yüklüyoruz.” (A.g.e., s. 17.)

Demek ki neymiş, muharref Hristiyanlık’taki din ve devlet ayrımı İslam’da yokmuş.

Yani devlet düzeyinde dinsiz, kişissel düzeyde müslüman olamazmışsınız.

İslam buna izin vermiyormuş.

Devlet düzeyindeki dinsizliği makul ve meşru kabul ettiğinizde, “inancınız” bu olduğunda, kişisel düzeyde de artık müslüman değilsinizdir.

Çünkü işin esası “inanç”tır. Amel ondan sonra gelir. Allahu Teala’nın emirlerinin herşeyin üstünde olduğunu, kişisel yaşamı da, devlet yönetimini de kapsadığını kabul etmen durumunda, amel bakımından kusurlu da olsan, dünya kadar günaha da batsan müslümansındır.

Devletin laik olmasının iyi olduğunu, İslam’ın devlet yönetimini ilgilendiren emirlerinin geçersiz kabul edilmesi gerektiğini kabul edersen, alnın secdeden kalkmasa bile imansızsındır.

*

Evet İslam’ı laiklik ve sekülerlik zihniyeti çerçevesinde yorumlayanlar, ‘din’ terimine, bilerek veya bilmeyerek, Rosenthal’in işaret ettiği gibi, hıristiyanca bir anlam yüklemektedirler.

Hatta dinsizce.. Tam gâvurca..

*

Kısacası, Batı’nın İslam’la mücadele stratejisine uşaklık ederek “İslamcılık, İslam’ın, İslam’dan farklı bir yorumudur” diyenler, Müslümanlar’ı hristiyanca bir İslam yorumuna davet ediyorlar.

Onlardan İslam’ın İslamî (usule uygun) yorumunu terk etmelerini istiyorlar.

Varılmak istenen hedef şu:

İslam’a hristiyanca bir anlam yüklerseniz, sizi “müslüman” olarak adlandıracaklar, bunun aksine İslam’ı “klasik İslam”a göre yorumlarsanız, adeta bir hayvan gibi avlanması gereken potansiyel terörist “İslamcı” kitleye dahil edileceksiniz.

Zerre kadar imanı olan herkesin bu alçaklıkla mücadele etmesi gerekir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OSMANLI'NIN YETİŞTİRDİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'DAN LAİK (SİYASAL DİNSİZ, SİYASAL KÂFİR) DÜZENİN VE ONUN YEŞİL KEMALİST DİNDARLARININ ÜRETTİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'A...

  LAİKLERİN ÇÖZÜMSÜZ DİLEMMASI:  İSLAMCILAR (İSLAMİSTLER) DÖNSÜN İSLAMCILIK KARŞITI (ANTİ-İSLAMİST) VE "LAİK DÜZEN" YANLISI "...