Fikriyat.com’un
Arap medyasından rivayetlerden sorumlu yazarı Mustafa Özcan, doğrularla
yanlışları harmanladığı yazısına “İslam’da reform ve güncelleme”
heveslilerinin hoşuna gidecek bir başlık koymuş: “Gelişmeci fıkıh, gelişmeci
akide”.
Akide
(itikad, inanç) bile “gelişebilen” birşeymiş.. Nasıl gelişiyorsa?..
Peki
bid’at nedir?
Bid’atin
adını gelişmecilik yapmanız, onu bid’at olmaktan çıkarır mı?!
“Gelişmeci
akide”ymiş.. Töbe töbe, sanki vahiy alıyorlar. (İbn Arabî’den
sorumlu tasavvufçulardan Prof. Ekrem Demirli de bir ara “Yeni bir metafizik
inşa etmemiz gerekiyor” diyordu. Allah bize de, ona da akıl fikir versin!
Amin.)
*
Özcan,
yazısına şöyle başlamış:
“İslam ebedi, mezhepler ise konjonktüreldir. Bazıları dini sabit
şeriatı ise konjonktürel saymaktadır. Mezhepler inişli
çıkışlı ve dalgalıdır. Bu anlamda Ehl-i sünnet İslam'ın bir
karşılığı veya eş anlamlısı değildir. Alt türevidir. Belki Şii ya da Mutezile gibi mezheplerin İslam
okumalarına bir cevaptır, bir karşılıktır. İslam'dan sonraki gelişmelere ve
sapmalara alimler tarafından yapılan bir mukabeledir. Dolayısıyla mezheplerin
gelişmesinin ucu kıyamete kadar açıktır. Her meydan okuma bir mukabele gerektirir.
Bu anlamda Ehl-i sünnet de bir mukabeledir.”
Görüldüğü
gibi “bazıları” kelimesinin arkasına saklanarak din ile şeriatı ayırıyor. Aralarını
açıyor.
Biri
sabit diğeri konjonktürelmiş.
Bu,
esas itibariyle tarihselcilerin görüşü.
Casiye
Suresi’nin 18’inci ayeti, durumun böyle olmadığını gösteriyor:
“Sonra emirden bir şerîat üzere seni me'mur kıldık, onun
için sen o şerîate ittiba' eyle de ılmi olmıyanların hevalarına uyma!”
(Elmalılı)
Konjonktürel
olan heva ve hevestir, İslam Şeriati değil.
*
Ehl-i
Sünnet’i batıl mezheplere bir mukabele (tepki ya da reaksiyon) olarak
görmek de doğru değildir.
Adı
üstünde, bu, “Sünnet ehli” olmadır.. Yani Sünnet’e tabi olma ve Kur’an’ı
Sünnet’in ışığında anlamadır.
Sapmalar
olmasaydı, “Sünnet ehli” olunmayacak mıydı?!
Ehl-i
Sünnet, İslam’ın kendisi demektir, bir türevi değildir.. Çünkü Sünnet’siz İslam
olmaz.
*
Ancak,
Ehl-i Sünnet dairesi içinde farklı mezhepler ortaya çıkabilir, ve onlar,
gerçekten “türev” olarak kabul edilebilir.
Mesela
“Hanefî mezhebi İslam’ın tam da kendisi değildir, İslam'ı Hanefî mezhebinden ibaret göremeyiz” diyebiliriz, fakat “İslam Ehl-i Sünnet’ten başka birşeydir”
diyemeyiz.
Ehl-i
Sünnet’ten olma iddiasındaki herhangi bir mezheb ya da yaklaşımın gerçekten
Sünnet ehli olup olmadıkları tartışılabilir, fakat “tanım gereği” Ehl-i Sünnet,
İslam’ın kendisidir.
Sünnet
ehli olmaktan uzaklaşıldığı nisbette İslam’dan uzaklaşılmış olur.
Mutezile
ve Şia gibi mezhepler de ilke olarak (en azından söylem düzeyinde) Sünnet’e
bağlılığı benimsemek durumundadırlar.
Nitekim
Ehl-i Sünnet diye bilinen mezhepler ile her konuda ihtilaf halinde de
değildirler. Mesela Ehl-i Sünnet namazın farz olduğunu kabul ediyor da Şia
etmiyor mu?! O da ediyor.
*
Özcan’ın
yazısında şöyle bir ifade de var:
“İran'da Muhammed Hatemi döneminde 'gelişmeci fıkıh' diye bir kavram
çıkmıştı. Duran değil akan, yürüyen fıkıh demektir. İran velayet-i fakıh
ışığında gelişmeci bir fıkha mecburdur.”
İran’ın gerçekten de fıkıh alanında gelişmeye ihtiyacı olabilir..
Bunun nedeni, fıkhın her halükârda
(temel ilkeleri de dahil olmak üzere her açıdan) “gelişmeci” birşey olması
değildir, Şia’nın yanlış yerde duruyor olmasıdır.
Yanlıştaysan, yanlışı bırakıp doğruya gelmen gerekir.. Buna "gelişmeci fıkıh" filan diye artistik adlar takman ve fıkıh kavramını demagojiye kurban etmen gerekmiyor.
*
Şu cümleler de Özcan’a ait:
“Ehl-i
Sünnet de dahil dinin tali rüknü olan mezhepler İslam'ın kendisi olmadığı
için şartlar gereği gelişmeye yani çıkarma ve ilaveye açıktır. Kendi kendini
tashih eder. Nitekim Eş'arilik içinde de bazı alimler diğer bazılarını
nakzetmişler ve hatta bir kısmı 'Eş'ari kendi mezhebinden veya Eş'arilikten değildir' demiştir.”
Böylece, Ehl-i Sünnet ile
ehl-i bidati illüzyonist elçabukluğu ile kaşla göz arasında aynı torbaya
koyuyor. (Belki buna “torba yasa” vezninde “torba fıkıh” demek uygun düşebilir:
Gelişmeci torba fıkıh.)
“Mezhepler İslam'ın
kendisi olmadığı için şartlar gereği gelişmeye yani çıkarma ve ilaveye
açıktır”mış. Öyle diyor.
Hay senin aklına turp sıkayım!
İmdi, tanım gereği her İslam
anlayışı bir mezhep olma durumunda bulunduğu, ve de bir mezhep olması
itibariyle Ehl-i Sünnet İslam’ın kendisi olmadığı için (Ki Özcan “mezhepler
İslam’ın kendisi olmadığı için” diyor), ortada “sabit” bir İslam kalmaz.
Evet, işte tarihselcilik,
gelişmecilik vs. laga lugalarının, hokuspokus ve adbaradabraların (bilinçli ya
da bilinçsizce) yaymak istediği sapık düşünce bu: Ortada İslam diye birşey yok,
sadece mezhepler var.
Çünkü kim İslam adına birşey
söylese, ister istemez o, mezhep olma durumunda; ve de mezhepler “şartlar gereği
gelişmeye yani çıkarma ve ilaveye açıktır”.
Böylece İslam, söylem düzeyindeki mugalata eşliğinde fiilen "çıkarma ve ilave"ye açık hale getiriliyor.
*
Bu kadarını Mustafa Özcan gibi tipler söylüyor ve araziyi (bilerek veya bilmeyerek) İslam’ın laikleştirilmesi (siyasal dinsiz hale getirilmesi) operasyonu için hazırlamış oluyorlar. (Mustafa Özcan'ın böyle bir niyet taşıyacağını zannetmiyorum, fakat bazı değerlendirmeleri buna elverişli.)
Ondan sonrası kolay, açılan bu yolda yürüyen birileri, “şartlar”
gereği mezheplerden bazı şeyleri çıkarıp atacak, yerine heva ve heveslerine
göre istediklerini koyacaklar.
Şartlar hazretleri öyle gerektiriyor abi, ne yapsınlar!. Mübarek ve mukaddes, la yüs'el şartlar gereği mezheplere birşeyler dahil de edilebilir, atılabilir de.. İslam'a dokunmuyoruz abi, bizim işimiz mezheplerle, onlar da zaten İslam değil.. Peki İslam ne?.. Onu bilen, gören yok!
Mesela Eş’ariyye, İmam
Eş’arî’nin mi tekelinde?.. Biz de hem Eş’arîyim diyebilir, hem de Eş’arîlikten
birşeyleri kaldırıp atabiliriz.
İmam Matüridî’nin her
görüşünü kabul etmek zorunda mıyız?! Hem Matüridiyye mezhebinden olduğumuzu
söyleriz, hem İmam’ın işimize gelmeyen sözlerini mezhepten kaldırıp atarız.
Böylece ortaya, İmam Matüridî'yi Matüridîlik'ten ihraç (ve aforoz) eden bir Matüridiyye mezhebi çıkar.
Güzel tezgâh!.. Bundan iyisi
Şam’da kayısı..
Böylece şartlar (yani konjonktür,
veya zaman/tarih), daha açıkçası insanların zamanla değişen heva
ve hevesleri şârî’ (Şeriat koyucu) konuma getiriliyor.
Tanrı yapılıyor.. Putlaştırılıyor.
*
İmdi, gerçekten ilmi olan, sabiteler ile içtihadî mevzuları birbirinden ayırabilen ve içtihat ehliyetine sahip bir alim, deliller hakkındaki mütalaası sonucunda bazı konularda İmam Matüridî ve İmam Eş'arî gibi imamlarınkinden farklı kanaate sahip olabilir, fakat kendi içtihadını "gerçek, en hakiki Matüridîlik ya da Eş'arîlik" olarak gösterme hakkına sahip olamaz.
Nasıl İmam Matüridî'nin içtihadı son tahlilde salt kendisini bağlarsa, bunun farklı kanaati (içtihadı) de salt kendisi için bağlayıcılık taşır.
Ancak, Matüridiyye diye adlandırılmaya, doğal olarak, İmam'ın kendi içtihadı daha çok hak sahibidir.
"Gelişmeci itikad" ucubesine gelince..
Onun kendisini Matüridiyye ya da Eş'ariyye libası içinde vitrine koyması düpedüz sahtekârlık ve istismardır.
Bu imamlar üzerinden "meşruiyet" devşirme, revaç bulma açıkgözlülüğüdür.
"Mezhep istismarı"dır.
*
Ehl-i Sünnet mezheplerin (ve
bu arada Eş’ariyye’nin) kendi içindeki değişim bahsine gelelim..
Bu hiçbir zaman külliyen
yaşanmış bir değişim ve farklılaşma olmamıştır.
Bunlar, hakkında içtihat
yapılabilecek talî ince meseleler etrafında yaşanan görüş ayrılıklarıdır.
Ve bunları, Kelamcılar
dışında pek fazla kişi de bilmez.. Bilmeleri gerekmez de.
İlke olarak “içtihad,
içtihadı nakzetmez”.. Dolayısıyla, gerçekte mezhepteki görüşlerden
birşeyleri çıkarıp atma diye birşey olmaz. Söz konusu eski içtihat, olduğu yerde
durur. Sen benimsemezsin, o ayrı.
*
Özcan,
sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Bazı
Eş'ariler İmam Eş'ari'nin bazı görüşleri bizi bağlamaz kendisini bağlar
demişlerdir. Demek ki Eş'arilik İmam Ebu'l Hasen El Eş'ari ile ve
görüşleriyle kaim ve sınırlı olmayan bir çığırdır. Ehl-i
sünnet dahilde ve hariçte çift kollu bir tashih sürecidir. Sapık düşünceleri
İslam süzgecinden geçirir ve eler. Bu arada hataya düştüğü yerler de
vardır ama bu, sonraki süreçler ve alimler tarafından tashihe konu olur ve
kendi içinde ayıklanır.”
İlke
olarak, kesin bağlayıcılığı olan, sadece ayet, hadîs ve icmadır..
Hiçbir alimin kişisel fetvası (mezhebi, içtihadı) bağlayıcı değildir.. Ancak, ilmi olmayanların, alimlere kulak vermeleri gerekmektedir.. Aralarında tercihte bulunabilir.
Özcan,
“Ehl-i sünnet … Sapık
düşünceleri İslam süzgecinden geçirir ve eler” derken kendisiyle çelişkiye
düştüğünün, daha önce yazdıklarını yerle yeksan ettiğinin farkında değil.
Böylece, “İslam Ehl-i
Sünnet’in tekelinde” demiş oluyor, fakat bundan habersiz.
Demek ki “İslam süzgeci” Ehl-i
Sünnet’in elinde.
Allah söyletiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder