Prof. Dr. Ekrem Demirli, "Nedensellik, adet ve harikulade" başlıklı bir yazı kaleme almış.
Yanlışlarla ve yanlış anlamalarla dolu bir yazı.
Demirli gayretli, çalışkan ve üretken bir arkadaş, sorun şurada ki, yanlış şeyler üretiyor.
İbn Arabî'den yaptığı lüzumsuz, faydasız (ve hatta yerine göre zararlı) tercümelerle "hâl"den mahrum "kâl" ehlinin gevezelik sermayesine önemli katkılarda bulunduğu yetmiyormuş gibi bu son yazısıyla İmam Matüridî'ye de el atmış.. Anlamaksızın.
İbn Arabî'yi anlamaması sorun değil, anlamasıyla anlamaması arasında fazla bir fark yok, fakat İmam'ın yazdıklarını anlamadan yaptığı yorumlar, gerçeği ters yüz ediyor.
*
İmdi, İmam Matüridî için bilgi edinmenin yolları şu üç şeyden ibarettir: Akıl (aklî istidlal, akıl yürütme), sağlam duyular (havass-ı selîme, duyusal algılar), doğru haber (haber-i sadık):
“Aslında nesne ve olayların meşru oluşu veya olmayışı, kötü fiillerle iyi fiiller, bütün bunlar hakkında duyuların algılayışı ve haberlerin [naklin/vahyin] gelişinden sonra bile –şayet algı ve haber her yönüyle irdelenecekse- elde edilebilecek nihaî bilgi sadece akıl çerçevesindedir ve bir de [algılanan şeylere ve alınan haberlere ek olarak] sadece tefekkür ve istidlalle [et-teemmul ve'n-nazar] ulaşılabilecek hususların ortaya çıkarılmasıyla mümkündür.”
(Ebû Mansûr el-Matüridî, Kitabü’t-Tevhîd, çev. Bekir Topaloğlu, 7. b., İstanbul: İSAM, 2015, s. 51; Arapça tahkikli neşir, s. 74.))
Evet, nihaî bilgi sadece akıl çerçevesindedir.
Çünkü, peygamberlerin getirdiği haberin doğruluğu, ondan da önce peygamberim diyen kişinin peygamber olup olmadığı, akıl sayesinde anlaşılır.
Peygamberlerin peygamberliğinin delili mucizedir, ve mucizeyi mucize olarak bilmemizi sağlayan şey akıl yürütmedir.
*
Demirli'ye gelince.. Söz konusu yazısında şöyle diyor:
İmam Matüridî nübüvvetin (peygamberliğin) gerekliliğinden söz ederken bütün nihai bilgilerin nübüvvet kaynaklı olduğunu söyler.
İmam Matüridî böyle mi diyor?
Böyle bir ifadesi var mı?
Hayır!
Şayet böyle deseydi, onun cahil ve kafası çalışmayan bir adam olduğunu kabul etmemiz gerekirdi.
Fakat, tam aksine, İmam Matüridî, eşine az rastlanan bir dâhidir.
Dehanın ta kendisidir.
Sorun İmam Matüridî'de değil, Ekrem'de..
*
Daha önce de yazmıştık, üniversite sınavlarına hazırlanan öğrencilere şöyle tüyolar verilir: İçinde "asla, kesinlikle, bütün" gibi kelimeler geçen ifadeler genellikle yanlıştır.
"Bütün" nihaî bilgiler nasıl nübüvvet kaynaklı olabilir?!
Evet, bazı bilgiler nübüvvet kaynaklıdır, fakat bütün bilgiler nübüvvet kaynaklı olabilir mi?!
Eğer öyle olsaydı, peygamberlerin insan bilgisi namına ne varsa hepsini anlatmış olmaları gerekirdi.
Oysa böyle birşey söz konusu değil.
Ayrıca o durumda, sadece peygamberlerin verdiği haberlerin "nihaî bilgi" kabul edilmesi, peygamberlerden duyulmamış şeylerin de (öyle denilebilirse) "nihaî olmayan bilgi" sayılması gerekirdi.
*
Evet, nihaî bilgi akıl çerçevesindedir.
Ancak bu, "saf/salt akl"ın, herşeyi (sağlam duyuların ve/veya doğru haberin) yardımı olmaksızın bilebilmesi anlamına gelmez.
Mesela yetişkin bir şahısla daha yeni tanıştığınızı düşünelim, akıl yürütmeyle bunun bir ana ve babasının bulunduğunu bilirsiniz, fakat çocuğu bulunup bulunmadığını aklınız size bildiremez, bunun için "doğru haber"e ihtiyaç vardır.
Bu, aklın yetersizliği değildir.
*
Evet, İmam'a göre nihaî bilgiye akıl ile ulaşılır.
Onun izinden giden Ehl-i Sünnet uleması (ki Eş'arîler de buna dahildir), "akl"a böylesi bir konumu layık görürken, keşf, ilham ve rüyayı "kesin bilgi" kaynağı kabul etmemişlerdir.
Bunlarla hiç bilgi edinilmez değildir, fakat kesinlikten yoksundurlar.
Buna karşılık "aklî istidlal (delillendirme)" kesinlik taşır. (Bu, aklî istidlal ile ulaşılan her sonucun kesin olması anlamına gelmez. Bazen delilin delaleti kesin/kat'i değil zannî/ihtimalli olur. Fakat bu da yine akıl yürütme ile anlaşılır. Nitekim İmam Matüridî şöyle demektedir: “Belirtmeliyiz ki akıl yürütmeyi inkâr eden kimsenin elinde onu reddetmek için akıl yürütmekten başka bir kanıt yoktur. Bu da istidlalin gerekliliğinin bir delili olmuştur, demek ki kendisini bertaraf etmenin yolu yine kendisidir.” (A.g.e., s. 50))
Vehimlerini "akıl yürütme" zanneden çağdaş akılsız akılcıların kuruntuları bahsimizin dışında.
*
Bakara Suresi'nin birinci (Kur'an'ın ikinci) sayfasında "yakîn" kavramı fiil olarak geçer (yûkinûn) (Bakara, 2/4):
Yine onlar ki, sana indirilene (Kur'ân'a) ve senden önce indirilenlere (diğer kitablara) inanırlar. Onlar, âhirete de kat'î olarak îmân ederler.
Beydâvî, tefsirinde "yakîn"i, "nazar" (teorik düşünce) ve "istidlal" (delil getirerek akıl yürütme) ile şek ve süpheyi ortadan kaldırarak doğru bilgiye ulaşma olarak tanımlamaktadır. (Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Teʾvîl, C. 1, Beyrut: Daru İhyai't-Turasi'l-Arabî, 1998, s. 40.)
Demek ki Allahu Teala burada ilhamdan değil "doğru akıl yürütme"den söz ediyor.
Nitekim, akletme ile ilgili pekçok ayet-i kerime mevcut.
*
Aklın, akıl yürütmenin durumu böyle. Buna karşılık, keşf, ilham ve rüya, Ehl-i Sünnet'e göre, kesin bilgi kaynağı değildir. (Dediğimiz gibi, bilgi vermez değiller, fakat yanlış olabilirler, hele de akıl ve nakil ile çelişiyorlarsa hiç kıymet taşımazlar.)
Demirli'nin kitaplarını çevirdiği İbn Arabî ise, Ehl-i Sünnet dışı bir "irfanfuruş" boşboğaz olduğu için, (yine Ekrem'in çevirdiği) bir kitabında şöyle diyor (Aktaran Yeni Şafak yazarı Ömer Lekesiz): “Nazari bilgiler, ilham kaynaklı ilimler nezdinde vehimlerden ibarettir.” (XVII: 252)
Gerçek ise tam tersi, "kat'î/kesin" nazarî bilgiler ile çelişen ilhamlar vehimden ibarettir.
Kitaplarındaki ifadeler gerçekten kendisine aitse, İbn Arabî'nin, uydurma kerametlerle şişirilmiş kurnaz bir geveze balon olduğunu kabul etmek gerekir. (Onu gözünde büyütenler ya laflarından habersiz olup hüsnüzanda bulunanlardır ya da muhakeme nimetinden yoksun garibanlardır. "Akl"ı hakem olmaktan çıkardığınızda insanları aldatmak çok kolay. "Fethullah Gülen Hocaefendi Hazretleri", MİT'i boşlayıp CIA'in emrine girmese ve şakirtlerinin çokluğuna güvenip birilerinin nasırına basmasaydı "zamanın uçan kaçan İbn Arabî'si" idi. Hâlâ da birileri için öyle. Adamın uçmasına, uçurulmasına bakma, sözleri "istikamet"ten ne haber veriyor, kendi şahsının, yakınlarının, grubunun, cemaatinin, partisinin, kavminin, ırkının, devletinin aleyhine de olsa hakkı söyleyebiliyor mu, ona bak!)
Burada temel çelişki de şu: İbn Arabî'nin "aykırı" gevezelikleri (kendisi aldığı ilhamları yazdığını söylese de) başkaları açısından "ilham"ın kapsamına girmez, onlar açısından ancak (akıllarını kullanarak okumaları gereken) "nazarî bilgi" olarak kıymet taşıyabilirler. (Akıllarını kullanmadan okuyan akılsızlar muhatabımız değil.)
O zaman da okurları, onun yazdıklarını (kendileri açısından ilham değil nazarî bilgi demek oldukları için) "vehimler" çöp sepetine atmak zorundalar. (Lafları hakkındaki kendi fetvası bunu gerektiriyor.)
(Benzer şekilde Kur'an, Allahu Teala'nın Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme vahyidir, fakat biz onu aklımızı kullanarak çalışıp öğrenme durumundayız, bize o ayrıca vahiy olarak gelmiyor.)
*
İmam Matüridî'nin ne söylediğine gelince..
O, dünya hayatına dair temel lüzumlu bilgilerin (ve bu arada dillerin) peygamberler tarafından öğretilmeden salt aklın gözetiminde deneme yanılma yoluyla insanlar tarafından oluşturulmuş olamayacağını söylüyor.
Mesela insanlar bazıları zehirli olan sayısız bitkiler arasından hangilerinin yenilebileceğini ve ziraatinin yapılabileceğini o bitkileri tek tek deneyerek öğrenemezlerdi.
Şunun gibi: Büyük bir alışveriş merkezi düşünelim. İçinde yiyecekler de, ilaçlar da, zehirler de, zararlı kimyasallar da bulunsun.. Dünya hakkında hiçbir bilgisi bulunmayan (mesela uzaydan gelmiş) bir insan burada bütün bu nesneleri deneyerek tanıyamazdı. Deneme yanılma yoluyla birşeyleri tanımaya çalışırken telef olurdu.
Dünyadaki insanların durumu da budur. Hz. Adem a.s.'dan itibaren insanlar hayat için temel lüzumlu bilgileri peygamberlerin bildirmesiyle edinmişlerdir. Bu, sadece aklı kullanmakla yapılabilecek birşey değildi. Mesela filmlerde olduğu gibi medeniyetten uzak bir ormanda kurtların arasında büyüyen (Büyüyebilirse tabiî) bir çocuğu düşünelim. Dünyadaki diğer çocuklar gibi bir akla bahip olması onun bir dil üreterek konuşmasını (eşyaya isim vermesini) ve diğer insanlar gibi yaşamasını, tabiatı diğer insanlar gibi tanımasını ve ondan gereğince yararlanmasını tek başına sağlayamaz. Akıl burada tek başına yeterli olmaz.
İmam rh. a.'in söylemek istediğinin özü bu. Demirli anlayamamış, daha doğrusu yanlış anlamış.
Ancak yazısındaki hatalar bununla sınırlı değil. Neredeyse her cümlesi yanlış. Sözü uzatmamak için onlardan sarf-ı nazar ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder