UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN
KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 23
Önceki bölümde, Kemal Ohri’nin
dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye yazdığı mektupta Lozan
Antlaşması ile ortaya çıkan çarpık tabloya dikkat çekmiş olduğunu
görmüştük.
Mektubunda Müslümanlar’ın dinî
okullarının (medreselerin vs.) kapatılmasına, dinî eğitimin yasaklanmasına
karşılık Yahudi ve Hristiyanlar’ın “patrikhanelerinin,
hahamhanelerinin vs. en eski dini teşkilata varıncaya kadar Türkiye’de eskiden
olduğu gibi vazifelerine devam etmeleri”ne
dikkat çekiyordu.
Ayrıca, Lord Curzon’un Lozan
hakkındaki sözlerine atıfta bulunuyordu:
“Bu işlerin
nereden ileri geldiği ve ne suretle Lozan’da ilk antlaşma imzalandığı herkesçe malum olduğu ve hele Lord Kürzon’un Lozan Antlaşması’nı savunurken neler söylediği bilindiği için bundan ortaya çıkan her şeyi bütün
çıplaklığı ile anlamak mümkündür.”
(Bkz. Metin
Hülagü, “Gizli
antlaşmayla hilafetin ilgasını İsmet Paşa mı imzalamış?”, 21 Temmuz 2018, https://www.superhaber.com/hilafetin-ilgasini-ismet-pasa-mi-imzalamis-makale-124433)
Doğal olarak İnönü, Lord Curzon’un çevirdiği dolaplardan habersiz değil..
1973 yılında verdiği beyanatın ortaya
koyduğu gibi, işin içyüzünü Kemal Ohri’den daha iyi biliyor:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı
da esasında İngilizlerin buna karar
vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur.”
(Milliyet Gazetesi‘nin
29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018,
s. 60.)
*
Yine bir önceki yazıda Lord Curzon’un,
Selanikli Mustafa Atatürk’ün Samsun’a “kurtarıcı” olarak çıkması için İtalya
ve Yunanistan ile birlikte çevirdiği dolaplar üzerinde durmuş, Osmanlı
Devleti ile değil de Selanikli ile “barış” görüşmeleri yapmak için ona
örgütlenme (devletleşme) fırsatı vermek üzere bir “Amerikan mandası” teklifi
ortaya atttığını, ve barış görüşmelerini çıkmaza sokarak ipe un serdiğini görmüştük.
Gelişmelerin seyrini Vikipedi’nin
“Lozan Antlaşması” maddesi ekseninde izlemeye devam edelim.
Söz konusu maddede, Curzon’un “benzersiz
bir Asya tecrübesine sahip bir dışişleri bakanı” olarak “Türkiye hakkında Paris
Barış Konferansı'ndaki herkesten daha çok bilgili” olduğu vurgulanıyor ve “Türkiye'deki
tüm gelişmeleri küçük ayrıntılarına kadar takip” ettiği belirtiliyor.
Küçük ayrıntılarına kadar..
Mezkur maddede şu satırlar yer alıyor:
“Diğer taraftan, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, … yeni Türkiye'nin Asya merkezli bir devlet olmasını isteyerek başkentin Anadolu'da bir yere taşınmasında ısrar ediyordu. …
"Curzon'a göre yeni başkent Bursa, Konya veya Ankara olabilirdi. Çünkü İstanbul siyasi gücün sembolüydü. Türklerin İstanbul'daki varlığı, hakimiyetlerinin dışarıya yönelik belirgin ve görünür bir işaretiydi.
"İstanbul'daki Sultan, halife olarak İngiliz İmparatorluğundaki Müslüman nüfus için tek gerçek ve gizli tehdit olan Panislamizm anlayışının temsilcisiydi ve İngiliz egemenliğindeki Hindistan'da büyük bir prestije sahipti.
"Curzon şöyle dedi: ‘Sultan
İstanbul'da kaldığı sürece, İslam dünyası onu hiçbir zaman gerçekten mağlup ettiğimize
inanmayacak ve derhal bizim için hem gelecekteki reaksiyonların hem de tüm
sorunların merkezi haline gelecektir. Konstantinopolis'in (İstanbul’un) geleceğini Hindistan açısından
değil, tüm dünyanın geleceği açısından çözmeye çalışmalıyız.’ Dünyadaki tüm Müslümanlar tarafından, savaşta tamamen mağlup olan Türkiye'nin, artık İslam'ın
muzaffer ordusu olarak görülemeyeceğinin anlaşılması için bu yapılmalıydı.
Böylece Türkiye'nin İslam dünyasındaki itibarı yok edilecekti. … Başkentin
taşınması, tek büyük Müslüman güç olan Türkiye'nin İslam dünyası üzerindeki
yüksek prestijini ortadan kaldıracak, nüfusu Türk olmayan bölgelerin
Türk İmparatorluğu'ndan kolaylıkla kopartılmasını sağlayacak ve ayrıca
Türk'ün Avrupa'daki nüfuzunu elinden alacaktı. Yahut başkent taşınırken, halife
olan Sultan, bir 'Vatikan' usulü, saltanatı elinden alınarak sadece
halife sıfatıyla sembolik olarak Boğazlar'da kalmaya devam edebilirdi.”
Olay bundan ibaret.
Bütün bunları hayata geçirme şerefi, Selanikli
Mustafa Atatürk’e nasip oldu.
Curzon, (gerekeni eksiksiz bir biçimde yapacak, ihaleyi
üstlenip işi tam vaktinde tamamlayacak) Selanikli gibi bir taşeron (ajan/acenta/temsilci)
bulmayı başardığı için kendisiyle ne kadar övünse az.
Fakat zekâ ve yetenek bakımından
Selanikli’nin de Curzon’dan eksik kalır bir tarafı yok.
Yönetmen ne kadar mahir olursa olsun, sahada, kameraların önünde iş başrol oyuncusuna düşüyor. Filmi kurtaracak olan o.
Evet Selanikli, Curzon’dan da üstün.
Çünkü, esas itibariyle “İngiliz’in
çıkarı için Türk milletinin manevî şahsiyetinin gözünü oyma, burnunu kulağını kesme, ciğerini
sökme, kanını içme” anlamına gelen icraatını aynı millete “büyük devrimler,
olağanüstü hizmetler, çağ atlatmalar, uygarlaştırmalar” filan diye
yutturabilmiş, maneviyatını parçaladığı milleti hipnotize edip ruhen kendisine hayran
hale getirebilmiş olması, boynuz kulağı geçer hesabı Curzon’dan daha üstün olduğunu
gösteriyor.
*
Selanikli’nin Türkiye’de bütün
meydanları ve bütün resmî kurumların önünü süsleyen heykelleri, bütün
resmî dairelere ve okullara asılan resimleri, bütün paraların ve
pulların üstüne iliştirilen portresi, bu sözümüzün doğruluğunun en açık
ispatıdır.
Bir de olur olmaz her yerde (aslında Curzon
ilke ve inkılapları olan) “Atatürk ilke ve inkılapları”na bağlılık
yemini edilmesi yok mu, bundaki garabeti ifade için lügatten yeterli kelime
bulmak mümkün değil.
Hiçbir milletin tarihinde böyle bir
facia yok.
Kesin olan şu, bugünkü halimizden
dolayı mezarda ecdadın kemikleri sızlıyor.. Gelecekteki nesiller ise tarihlerinden
nefret edecek, atalarının emperyalist İngiliz keferesinin gönüllü oyuncağı olacak kadar
şahsiyetsizleşmiş olduğunu hatırlayarak utanç duyacaklar.
*
Lozan Antlaşması, bir yönüyle Türkiye’nin “bağımlılık senedi”,
bağımlılık belgesidir.
Çünkü bu antlaşma, Anadolu’daki
kurtuluş mücadelesinin, İstiklal harbinin, verilen açık ve gizli sözler
çerçevesinde sicile “Curzon projesi” olarak geçirilmiş olması anlamına
geliyor.
Mevcut Anayasa’daki “değiştirilemez,
değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeler garabeti, bunun yadsınamaz
kanıtıdır.
Böylece, mesela İstanbul’un
yeniden başkent olmasını teklif dahi edemiyorsunuz, böyle birşeyi
ağzınıza bile alamıyorsunuz.
Düşünmeniz bile suç.. “Anayasal düzen”i
değiştirmeyi planlamak anlamına geliyor.
Neden?
Sebebi, bu tekliften Curzon’un
ruhunun incinecek olması..
İngiliz'den fazla İngilizcileşmek herhalde böyle birşey olsa gerek.
Aynı garabet Anayasa’daki “laiklik”
hükmü için de geçerli..
Laiklik, Türk milletinin hilafet
kurumuyla olan bağının ebediyen kesilmesi anlamına geliyor.
Aynı zamanda, Türk miletinin bir daha İslam
dünyasının lideri olmayacağının, olamayacağının, böyle birşeyi aklından
bile geçirmeyeceğinin garanti belgesi.
Yoksa Curzon’un ruhu incinir,
ona karşı ayıp edilmiş olur.
Türk milletinin anayasasından mı söz
ediyoruz, yoksa “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez Curzon
talimatları belgesi”nden mi, belli değil.
*
Evet, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, laiklik
ile, insanlara “yerlerin ve göklerin yaratıcısı Allahu Teala’ya kafa tutma”
hakkını veriyor; fakat “millî irade”nin, “millet
egemenliği/hakimiyeti”nin “Curzon projesi” duvarına gelip dayandığında “değiştirilemez,
değiştirilmesi teklif dahi edilemez”lik kazanında su gibi kaynayıp buharlaşacağını
ve ortadan kaybolacağını hükme bağlamış durumda.
O maddelere kafa tutarsanız kafanızın
kırılacağı hatırlatılıyor.
Bağımsızlık buysa, bağımlılık nasıl birşeydir, bunu bana
öğretmediniz ey yeşil sarıksız, siyah fötrlü Cumhuriyet hukukçuları, allâmeleri..
Bunu bana öğretmediniz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder