UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN
KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 22
Bir zamanların “eski subayı yeni
uluslararası ticarî girişimcisi” Kemal Ohri’nin kadîm dostu Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü’ye yazdığı hilafet konulu uzun mektubu üzerinde
duruyorduk.
Bir önceki bölümde, Prof. Dr. Metin
Hülagü’nün şu sözlerini aktarmıştık:
“1947 yılında göndermiş olduğu rapor-mektup Türkiye ile
İngiltere arasındaki daha Lozan Antlaşması öncesinde imzalanmış olduğu
belirtilen gizli bir antlaşmanın varlığından söz etmesi bakımından
son derece önemlidir. Fakat bu gizli antlaşmanın tam olarak hangi konuları
kapsadığından bütünüyle söz edilmemiş olması ise bir eksikliktir. Ancak
antlaşmanın Hilafet ve Saltanat’ın ilgası ile Türkiye’de Dini Eğitimin
yasaklanması konularını içermekte olduğu, ve Lozan Antlaşması
öncesi imzalanmış bulunduğu mektupta açıkça ifade edilmiştir.”
(Bkz. Metin
Hülagü, “Gizli
antlaşmayla hilafetin ilgasını İsmet Paşa mı imzalamış?”, 21 Temmuz 2018, https://www.superhaber.com/hilafetin-ilgasini-ismet-pasa-mi-imzalamis-makale-124433)
Peki mektuptan başka neleri
öğreniyoruz?
Prof. Hülagü bunları şöyle sıralıyor:
“… mektupta geçen
ifadeler dikkatlice okunduğunda söz konusu antlaşmanın mahiyeti ve neden
imzalanmış olduğuna dair kesin bilgi olarak ortaya çıkan hususları şu
şekilde sıralamak mümkündür:
1. Türkiye ile İngiltere
arasında yapılmış gizli bir anlaşma mevcuttur.
2. Antlaşma toplamda 4
maddeden oluşmaktadır.
3. Sözü edilen gizli
anlaşma Lozan Antlaşması öncesinde imzalanmıştır.
4. Antlaşmayı İsmet
İnönü imzalamıştır.
5. Gizli antlaşma
Lozan Antlaşması’na rağmen geçerliliğini korumuştur.
6. Gizli antlaşma 1947
yılında hala geçerli durumdadır.
7. Gizli antlaşmanın
içeriği hilafet ve saltanatın kaldırılmasını kapsamaktadır.
8. Gizli antlaşma
Türkiye’deki Dini Eğitim Yasağını da içermektedir.
9. Lozan Antlaşması Hilafet
ve Saltanat’ı kaldırma sözü verilmesi neticesinde ancak imzalanabilmiştir.
10. Hilafet ve Saltanat ilga
edilmeden barış yapılamamıştır.
11. Antlaşmanın
İngiltere ile birlikte ilga edilmesi Türkiye Cumhurbaşkanı’na defalarca teklif
edilmişse de İngiltere’yi kızdırmamak adına bu teklifler dikkate
alınmamıştır.”
*
Prof. Hülagü’nün şu ifadeleri de önem
taşıyor:
“… Ohri’nin beyanlarını
destekler manada, yine Ohri’nin mektubundan iktibasla, Mustafa Kemal’in 1923
İzmir harp oyunlarından sonra yaptığı konuşmasındaki “Büyük bir dostluğun
yeniden kurulması, sulhun teessüsü (barışın gerçekleştirilmesi) makam-ı
hilafetin ilgasına menuttur (hilafet makamının kaldırılmasına bağlıdır)”
ifadesini burada zikretmek gizli antlaşma konusuna açıklık getirmesi bakımından
doğru olacaktır.”
Büyük bir dostluk kiminle kurulacak?
İngiltere ile..
Peki bu neye bağlı?
Hilafetin kaldırılmasına..
Demek ki İngiltere, “Önce hilafeti
kaldır, sonra ‘barış’ı al, parayı veren düdüğü çalar” diyerek bir şart öne
sürmüş.
Selanikli de “Tamam agam, sen ne
dersen o” demiş.
Prof. Hülagü şu değerlendirmeleri de
yapıyor:
“Hamidiye [II.
Abdülhamid] devrinde doğup büyüyen, okuyup devlet kademelerinde göreve gelmiş
olan ve Cumhuriyet idaresinin kurulmasına öncülük eden devlet ricali de
İngiltere’nin şahit oldukları ikiyüzlü ve ince siyaseti dahilinde hilafetin
ne anlam ifade ettiğinin muhakkak ki farkındalardı.
“Belki de bu farkındalık
sebebiyledir ki Cumhuriyeti kuranlar onu kurma yolunda hilafeti kaldırma
esaslı Türk-İngiliz gizli antlaşmasını imzalamaya mecbur kalarak hilafeti
İngiltere’ye kurban etmişlerdi ve fakat İngiltere’ye itimat edemedikleri ve hilafetin
Türkiye’den başka bir coğrafyada ihyasını da arzulamadıkları için ‘Halife
hal edilmiştir. Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen
mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır’ demeyi bir emniyet gereği
olarak satırlara döküp kanunlaştırmışlardı.”
Bunu düşünmüş olabilirler, fakat
gerçekte bu, başka bir yerde bir başkasının halifeliğini ilan etmesine engel
olmaya yetecek mahiyette bir tedbir değildir.
*
Prof. Hülagü, ayrıca Ohri’nin
mektubundaki şu ifadeleri aktarıyor:
“Gerçi hükümet şekli
[cumhuriyetin ilanı] İslam kamuoyunda bir tesiri haiz olmamışsa da [tepki
görmemişse de] İslam’ın gereklerinin esaslarından biri olan hilafetin ilgası
ve akabinde hala devam eden İslam terbiyesinin okullarda kesinlikle
yasaklanması, yalnız Türkiye’de değil bütün İslam dünyasında büyük bir
hoşnutsuzluk uyandırmıştır.
“Hakkıyla söylemek lazım
gelirse İngiltere siyasetiyle teşrik-i mesai (işbirliği) büyük bir yarar olarak
kabul edilmekle beraber hilafet ve saltanatın [Osmanlı Devleti’nin] ilgası,
herkeste büyük bir iç tepki doğurmuştur. Hele Türkiye dini teşkilatı
kaldırıyor, denildikten ve halife bütün aile efradı ile memleketten tam
bir hakaret ve sefaletle çıkarıldıktan sonra, bütün patrikhanelerin,
hahamhanelerin.. vs. en eski dini teşkilata varıncaya kadar Türkiye’de eskiden
olduğu gibi vazifelerine devam etmeleri bu infiali, en yüksek dereceye
çıkarmıştır. Bu işlerin nereden ileri geldiği ve ne suretle Lozan’da ilk
antlaşma imzalandığı herkesçe malum olduğu ve hele Lord Kürzon’un Lozan
Antlaşması’nı savunurken neler söylediği bilindiği için bundan ortaya çıkan
her şeyi bütün çıplaklığı ile anlamak mümkündür.”
*
Evet, Kemal Ohri’nin dikkat çektiği
şekilde, Lord Curzon’un Lozan Antlaşması’nı savunurken kullandığı
ifadeler önem taşıyor.
Onun bu ifadelerine geçmeden önce
Lozan Antlaşması’nın hangi şartların ürünü olduğu üzerinde durmakta
yarar var.
Vikipedi’nin “Lozan Antlaşması” maddesinde belirtildiği
gibi, İngiltere 1916 senesinde Sykes-Picot projesi çerçevesinde Osmanlı
İmparatorluğu’nu (ve bu arada Anadolu’yu) bölüp parçalamaya karar
vermişti.
Ancak, sonraki yıllarda yaşanan
gelişmeler, Anadolu’yu parçalama hedefinden vazgeçmelerine neden oldu.
Birincisi, Ekim 1917’de yaşanan Bolşevik
(komünist) ihtilali ile Rusya’nın İngiltere’nin safından ayrılması, onun
eski müttefiklerinin (İngiltere, Fransa ve İtalya) Türkiye’ye (Anadolu’ya)
yönelik hesaplarını gözden geçirmelerine yol açtı.
Komünist devrimden üç ay sonra Ocak 1918’de ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın 14
maddelik “Wilson Prensipleri”ni ilan etmesi ve 12’nci madde ile Osmanlı
Türkleri’nin egemenlik haklarına vurguda bulunması, hesapların gözden
geçirilmesini gerektiren ikinci önemli gelişmeydi.
Söz konusu 12’nci madde şunu
diyordu:
“Bugünkü Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı,
Türk yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle
özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır. Ayrıca Çanakkale
Boğazı uluslararası güvencelerle gemilerin özgürce geçişine ve uluslararası
ticarete sürekli açık tutulmalıdır.”
Bu gelişmelerin ardından
İngilizler 1918 Ocak ayında, Hindistanlıları kendi yanlarında savaşa ikna etmek
için onlara, “Türkler’e, başkent İstanbul'a ve hilafete dokunulmayacağına
dair” söz verdiler ve böylece 1 milyon 160 bin Hindistanlı askere sahip
oldular. (Bkz. “Lozan Antlaşması”, Vikipedi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Lozan_Antla%C5%9Fmas%C4%B1)
*
Diğer taraftan savaşın bitiminden
üç ay sonra, 18 Ocak 1919'da düzenlenen Paris Barış Konferansı’nda Yunanistan’ın
birtakım taleplerde bulunması da İngilizler’in Anadolu’ya yönelik planlarını
gözden geçirmelerini gerektiriyordu.
Konferansta Yunanistan Başbakanı Venizelos’un
İzmir’de Rum (Yunan) nüfusunun çoğunlukta olduğunu iddia ederek Wilson
ilkeleri gereği bölgenin Yunanistan’a verilmesini talep etmesi İtalya’yı rahatsız
etti.
Bundan iki ay sonra da İstanbul
Ortodoks Patriği’nin Antalya'nın da Yunanistan’a verilmesini istemesi
İtalya’nın harekete geçmesine neden oldu.
İtalyanlar, Yunanistan'ın bölgeyi
ilhak etmesini engelleme bahanesiyle, müttefikleri İngilizler’in onaylamamasına
rağmen, 23 Mart 1919’da, Antalya, Konya ve Muğla'yı işgal ettiler.
İngiltere Başbakanı Lloyd George ise, 5
Mayıs’ta, İtalyanlar’ın Anadolu'daki etkisini sınırlandırmak ve İzmir'i de
işgal etmelerini önlemek için Yunan birliklerinin İzmir'i işgal etmesini
teklif etti.
Bahaneyi İtalya vermişti.
Fransa ve ABD, 6 Mayıs'ta, İngiltere tarafından
yapılan “Yunan birliklerinin İzmir'e çıkarılması teklifi”ne onay verdiler.
Vikipedi’nin “Lozan Antlaşması” maddesi olayların seyrini böyle
özetliyor.
Doğal olarak, İngiltere ve Yunanistan ile
İtalya arasındaki ihtilafın danışıklı dövüş olması da mümkündür.
Çünkü, yankesici iki kafadarın kavga ediyormuş gibi yakapaça birbirlerine girmeleri ve sonra onları ayırmaya gelen kişinin ceplerini boşaltıp tabanları yağlamalarına benziyor.
Nasrettin Hoca'nın "Yorgan gitti, kavga bitti" macerası gibi..
*
İngilizler’in arzusu, başkenti
(İstanbul yerine) Anadolu’daki bir şehir olacak çağdaş ve uygar yeni bir
Türk devletinin kurulması, onun vasıtasıyla Osmanlı Devleti’nin
varlığına son verilmesi ve hilafetin kaldırılması..
Fakat bu yeni devleti kim, nasıl
kuracak?
Anadolu’da bu yönde bir hareketin
başlayabilmesi için Müttefikler (İngiltere, Fransa ve İtalya) dışında üçüncü
bir gücün Anadolu’ya saldırması lazım..
Böyle bir saldırı olmadan bir “kurtarıcı”nın
Anadolu’da yeni bir hareket başlatması mümkün değil.
*
İngiltere Başbakanı’nın (Vikipedi’nin
söylediğine göre) ülkesinde kimseye danışmadan aldığı bu karar (Yunanistan’ın
İzmir’i işgal etmesi kararı), İngiliz hükümetinde bölünmeye neden olduğu gibi
İngiltere Genelkurmay Başkanı Mareşal Wilson’ın da tepki göstermesine neden
olur.
Başbakanlığın Yunan taraftarlığına
karşı Savaş Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Hindistan Bakanlığı, Türkiye ile,
İngiliz çıkarları doğrultusunda iyi ilişkiler kurulmasından yanadır. (A.
y.)
Vikipedi’de olay bu şekilde anlatılıyor olsa da, İngiliz
hükümetinde yaşanan bu bölünmenin Türkler’e ve İslam dünyasına karşı sergilenen
bir “iyi polis – kötü polis” numarası olmadığı garantisini vermek kolay
değil..
Her ne olursa olsun, İngiliz
hükümetindeki bu bölünme ve görüş ayrılığı görüntüsünün, Osmanlı
topraklarındaki ve Hindistan gibi diğer İslam beldelerindeki Müslümanlar’ın
tansiyonunu düşürmüş ve amiyane tabirle “gazını almış” olduğu kesin.
*
Vikipedi’de şu ifadeler de yer alıyor:
“… İzmir'deki Yunan
varlığı son derece elverişsiz koşullar altında başlayıp Anadolu'da bir
Türk direnişi oluşmasına sebep oldu. Yunanların bu işgaliyle bütün Türkiye
ayağa kalktı: ‘Başka milletlere katlanabilirdik ama Yunanlara asla.’ Mustafa
Kemal'in bir kurtarıcı olmasını sağlayan şeyin, İngilizlerin yaptığı bu yanlış
hareket olduğunda şüphe yoktur. İzmir gerçekten İngiliz veya Fransız
birlikleri tarafından işgal edilmiş olsaydı Mustafa Kemal asla böyle bir
etkiye sahip olamayacaktı. Şimdi ise yalnızca kabaran öfke dalgalarını
güçlü bir ırmağın kanalına yönlendirmesi yeterliydi. Türkler, güçlü ve
muzaffer bir İngiliz ordusunun yasadışı işgaline bile dayanabilirdi ama eski
bir tebaa olan Yunanlar tarafından yapılan işgal, neredeyse kabul edilemez
bir rezaletti. Yunan istilası, İstanbul'un her yerinde kitlesel gösteriler ve
ayaklanmalar meydana getirdi. İzmir işgali, düşman süngü çemberi içinde yarı
koma halindeki harap, morali bozuk bir milleti öfkeli bir uyanıklık
durumuna sokmuştu.”
Ancak, madalyonun bu görünen/gösterilen
yüzünü ters çevirdiğimizde şu soruyla karşılaşıyoruz:
İngiltere, sözü edilen yanlışlığı/hatayı
bilinçli bir biçimde, (istihbaratı / gizli servisi vasıtasıyla anlaşmış
olduğu) Mustafa Kemal’in önünü açmak için yapmış olabilir mi?
Ya da olamaz mı?
İngiliz hükümetinin, bir Yunan
işgalinin Türkiye’de büyük tepkiye yol açacağını ve halk tarafından sindirilmesi ihtimalinin düşük
olduğunu bilmiyor olması beklenemez.
Nitekim İngiliz istihbarat subayı
Yarbay Smith’in 13 Mayıs 1919'da sunduğu rapor bu gerçeği ortaya koyuyor:
"Eğer Yunanlar
tarafından bir işgal yapılacaksa bu, ancak, her şeyden önce, Fransız veya
İngiliz kuvvetleri tarafından bölgenin kontrolü ve polisliğinin
üstlenilmesi ile yönetimin kontrol altına alınması ve daha sonra geri
çekilen birliklerin yerini aşamalı olarak Yunan birliklerine devretmesiyle
gerçekleştirilebilir." (A.y.)
Bu bilindiği halde, tam aksi yönde
hareket edildi ve böylece Selanikli’nin önü açılmış oldu.
Bu bir hata mıydı?
*
Bu sırada bir barış antlaşması
imzalanmış olsaydı Mustafa Kemal için defter daha açılmadan kapanmış
olacaktı.
Tam da bu noktada İngiltere Dışişleri
Bakanı Lord Curzon sazı eline aldı, Selanikli Mustafa Atatürk’e zaman
kazandıracak şekilde yanık ve içli bir türkü “çığırmaya” başladı.
“Türk’ü söyler türküler” babından bir
türkü..
İpe un seren, fareli köyün kavalcısı
gibi birilerini peşinden sürükleyip bilinmez diyarlara götüren, hayattan
koparan bir türkü..
Çoğu türkü gibi Lord Curzon’un
türküsü de dünyayı sevilenin ayaklarının altına seriyordu: İngiltere’nin
dışişleri bakanı olduğunu unutmuş olarak, ABD’nin dışişleri
bakanı gibi ahkâm kesiyor, olmayacak bir dua için aminler yağdırıyordu.
Türküyü “çığırmaya” başladığı tarih
çok ilginç: 19 Mayıs 1919..
Selanikli’nin Samsun’a çıktığı gün..
Türküsündeki dilek ise şu: ABD’nin
Ermenistan, Anadolu, İstanbul ve Boğazlar boyunca bölge üzerinde “manda”
yönetimi kurması..
Kendisi, (Çanakkale gibi cephelerde bir sürü insan kaybetmiş, maddî zarara uğramışken) Türkiye’ye çöreklenmeyi başardığı halde “manda” yönetimi kurmayacak kadar kibar ve nazik..
Manda teklifinin gerekçesi ise şu:
Böylece Anadolu’nun parçalanması engellenmiş, Rus yayılmacılığına karşı
önlem alınmış olacaktır.
*
Hakkını yemeyelim, Lord Curzon çok iyi
bir satranç oyuncusu..
Büyük oyuncu..
Adam kurnaz, ABD’nin daha yeni ilan
edilmiş Wilson Prensipleri çerçevesinde bu teklife evet demesinin mümkün
olmadığının farkında.
Evet dese bile, hem Osmanlı Devleti
hem de Ermeniler ile oturup konuyu müzakere etmesi, onları ikna etmek için
uğraşması lazım.. Bölgede onları “zorla” ikna etmesini sağlayacak herhangi bir
askerî gücü yokken “evet” cevabını alması çok zor.
Evet, Lord Curzon, hükümetinin
onayıyla, ABD’ye böyle saçma bir teklifte bulundu ve ABD bu teklife cevap
verinceye ve barış görüşmeleri yeniden başlayıncaya kadar sekiz ay
geçti.
Yani Birinci Dünya Savaşı’nın ardından
yapılması gereken barış antlaşmasıyla ilgili müzakereler sekiz ay geciktirilmiş
oldu.
Curzon’un hamlesinin ardındaki etken
de bundan başka birşey değildi.
Demirel’in dediği gibi “siyasette 24 saat çok uzun bir süre”
ise, “240 kere 24 saat” ne uzunlukta bir süredir,
kestirmek zor.
Fakat şunu biliyoruz: Bu “240 kere 24
saat”te Osmanlı Devleti’nin nefessiz kalıp boğulması sağlandı.
*
Vikipedi’nin “Lozan Antlaşması” maddesinde şu satırlar da yer
alıyor:
“Daha sonra ise
İngilizlerin; İtalya ve Fransa'yı tamamen bölgeden uzaklaştırarak Anadolu'nun
parçalanmasını engellemek ve Rus yayılmacılığına karşı önlem almak için
Ermenistan, Türkiye, İstanbul ve Boğazlar boyunca bölge üzerinde bir Amerikan
mandası teklif etmesi ve ABD'nin bunu değerlendirme sürecinin uzaması
sonucu Osmanlı İmparatorluğu ile yapılacak sulh antlaşmasının imzalanması epey
gecikmişti. İngiliz kabinesi, Lord Curzon'un önerisi üzerine, 19 Mayıs 1919'daki kabine
toplantısında tüm Türkiye üzerinde bir ABD mandası teklif edilmesine karar
verdi. Bu teklif, antlaşmanın 6 ay gecikmesine neden oldu. Bu
süre Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'da gerçek bir milli direniş oluşturabilmesi
ve İstanbul Hükûmetini devirebilmesi için tam da ihtiyacı olan süreydi.”
Aslında sekiz ay.. Altı değil..
Bütün bunlar, Selanikli Atatürk’ün sağ
kolu, başbakanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı İkinci Adam
İsmet İnönü’nün 1973 yılında yaptığı itirafı daha iyi anlamızı sağlıyor:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı
da esasında İngilizlerin buna karar
vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur.”
(Milliyet Gazetesi‘nin
29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018,
s. 60.)
*
Vikipedi, aynı maddede Lord Kinross’un şu sözünü de aktarıyor:
“Curzon'un öteden
beri sezdiği gibi Mustafa Kemal'in tam da bu kadar bir süreye
ihtiyacı vardı.”
Yani Kinross’a göre herşey bir hesap
kitabın sonucu..
Ve Lord Curzon sezgileri kuvvetli
bir satranç oyuncusu..
Destek verdikleri adamları
Selanikli’nin (19 Mayıs’tan itibaren) ne kadar zamana ihtiyacının
bulunduğunu biliyor.
Sezgileri, ABD’nin bu manda teklifine
olumsuz cevap vereceğini de bildiriyor.
Evet, İngiltere hükümeti, 19 Mayıs’ta
ABD’ye manda teklifinde bulunulmasına karar veriyor. İki gün sonra, 21 Mayıs’ta
İngiltere Başbakanı Lloyd George Fransa Başbakanı Clemenceau ve ABD
Başkanı Wilson ile görüşerek bu teklifi onlara iletiyor.
Bu teklif Fransa’yı rahatsız ediyor,
çünkü bir ABD mandası durumunda Türkiye’deki ekonomik kazanımlarını ABD’ye
kaptırması ihtimali var. Yani ABD’nin manda teklifini kabul etmesi, Fransa’yı
karşısına alması demek.. Bu da, böyle bir karar almasını zorlaştıran bir başka etken..
Nitekim, Vikipedi’deki
aynı maddede belirtildiğine göre, İngiltere Başbakanı’nın bu teklifini duyan
Fransa Başbakanı Clemenceau şunu diyor:
“Bu, Lord Curzon'un işi
olmalı. Fransa'yı Türkiye'den kesin olarak dışlıyorsunuz. Kaldı ki Fransa,
Avrupa'da, Türkiye ile iktisadi ve mali bağları en fazla olan memlekettir.”
*
Satranç ustası Curzon’un asıl hamlesi
bir ay sonra geliyor. Yine Vikipedi’den okuyalım:
“27 Haziran 1919'da Paris Konferans Heyeti, İngilizlerin
teklifi ile, Amerika Birleşik Devletleri Hükûmeti Türkiye'nin herhangi bir
bölgesi için manda alıp almayacağına karar verene kadar, Türkiye ile Barış
Antlaşması'nın askıya alınmasına karar verdi. Böylece Lord Curzon, Türkiye
ile ilgili barış müzakerelerinin 12 Şubat 1920'de başlayan Londra
Konferansı'na kadar ertelenmesini sağladı. Halbuki "çok erken
yapılacak bir barış", Türk-Yunan çatışmasını önlemek için tek çareydi.
Aynı zamanda Yunan Başbakan Venizelos, Yunanistan'ın Anadolu'daki varlığını çok uzun süre finanse edemeyecek
olması nedeniyle zamanın kısıtlı olduğunu düşünüyordu. Zaman Venizelos'un
aleyhine ve Mustafa Kemal'in lehine işliyordu. Sonuçta 1912 yılından beri
savaşlar sürüyordu. Çözüm ne kadar uzatılırsa Yunanistan gibi küçük bir ülke
için finansal zorluk o ölçüde artacaktı.” (A.y.)
Görüldüğü gibi Curzon burada Venizelos’a
Selanikli Mustafa Atatürk lehine esaslı bir “kazık” atıyor.
Bu kazık sadece barış görüşmelerinin
ertelenmesiyle ilgili değil..
Haziran ayı, aynı zamanda İzmir’e
asker çıkarmış olan Yunanistan’a (adını General Milne’den alan) “Milne
Hattı” ile Anadolu içlerine yürüme yasağının “fiilen” getirildiği ay..
Resmîleşmesi Ağustos’ta olacaktır.
Öyle ki, (sonradan yürümeye
başladıklarında Ankara’nın burnunun dibindeki Polatlı’ya kadar giden, Eskişehir’de
70 bin kişilik Türk ordusunu mağlup eden) Yunan kuvvetleri o gün yürüyüşüne
devam etmiş olsa, Erzurum’da Kâzım Karabekir’e “toslayıncaya” kadar sellemehüsselam
yol alabilecekti.
Bu da, Karabekir'in İstiklâl Harbi'nin (Kurtuluş Savaşı'nın, Millî Mücadele'nin) doğal lideri haline gelmesi sonucunu verecekti..
Böyle bir ortamda Selanikli'nin Erzurum ve Sivas'ta kongre tertiplemesi, Ankara'da yeni bir Meclis oluşturması ve İstanbul'a karşı "millet hakimiyetinden, millet iradesinden" söz etmesi mümkün olmayacaktı.
Fakat, Selanikli'ye Samsun'a gitme ve Anadolu'da ağını kurma "vize"si veren İngiliz, Yunan'a, Anadolu içlerine yürüme "vize"si vermedi.
General Milne eliyle kırmızı kart gösterdi.
Yunan ordusu, İngiltere’nin emriyle bir yıl
boyunca Aydın sınırında bekleyip İzmir dağlarında açan çiçekleri
seyretti, ot yoldu.
*
Evet, bu manda hikâyesi, satranç
ustası Lord Curzon’un Selanikli Mustafa Atatürk’e zaman kazandırma girişimiydi.
ABD’nin olumsuz cevap vereceğini
biliyordu.
Vikipedi’deki aynı maddeden okuyalım:
“Diğer taraftan Lord
Curzon, İngiliz kabinesine daha önce verdiği memorandumda, Türkiye üzerinde bir
ABD mandası teklif edilse bile ABD'nin bu öneriyi kabul etmesinin pek mümkün
görünmediğini kendisi de belirtmişti. ABD Başkanı Wilson, ABD'nin
bölgede bir manda almak için en isteksiz konumda olduğunu söylemişti.” (A.y.)
Yani bile bile lades..
Önemli olan kime çalım atıldığı, topla
kimlerin daha fazla buluştuğu değil, hangi kaleye gol atıldığı..
Bu “şike”li maçta gol yiyen
kale, Osmanlı Devleti’nin kalesi..
Gol atan ise “İngiliz destekli”
Selanikli Mustafa Atatürk..
Vikipedi’deki aynı maddeden okuyalım:
“Lord Curzon'un bölgede ABD mandası önerisi üzerine antlaşmanın
imzalanmasının aylarca ertelenmesi sonucu İstanbul Hükümeti'nin ülke
içindeki kontrolü çok hızlı bir şekilde azalırken Anadolu süratle
milliyetçilerin [Selanikli’nin] kontrolü altına girmeye başladı. Milliyetçi
hareketi ortaya çıkaran şey İzmir'in işgal kararıydı. İzmir işgali, Mustafa
Kemal için bir talihti. Lord Curzon'un da tahmin ettiği gibi, tüm Türkiye
ayağa kalkmak için hazırdı ve gecikmenin her anı Türklerin [Selanikli’nin]
lehineydi. Bernard Lewis şöyle dedi: “Her şey hazırdı, sadece lider
bekleniyordu.” Mustafa Kemal'in Anadolu'ya gitmesini [ve orada lider
olmasını] sağlayan ise asayişi yeniden temin etmek için Samsun'a bir subay
gönderilmesinde ısrar eden İngilizlerdi. Yunanların İzmir'e ayak basmasının
ertesi günü, İngilizlerden aldığı bir vize ile İstanbul'dan ayrılan Mustafa
Kemal, tüm Anadolu'ya geniş yetkilerle atanmıştı.” (A.y.)
Bu geniş yetkiler fiilen “Anadolu
Genel Valiliği” anlamına geliyordu..
*
Lord Curzon (İngiltere), İsmet
İnönü’nün sözünü ettiği “destek” çerçevesinde sadece Yunanistan’ı
kullanıp “kazıklamış” değildi, ABD’yi de parmağında oynatıp kullanmıştı.
Ve bu oyuna Selanikli Mustafa Atatürk
de bir ucundan katılmıştı.
Vikipedi’deki aynı maddeden okuyalım:
"Fakat ABD'nin [manda] kararından
önce İtilâf [devletleri, yani İngiltere, Fransa ve İtalya], Amerikan başkanlık
kampanyasının sonuçlarını ve Amerikan Senatosunun kararını beklemek zorundaydılar.
Bu gecikme, Türkiye [Osmanlı Devleti] ile hızlı bir barışın
sonuçlanmasına yeni engeller ekledi. Curzon'un sekreteri, Türkiye'de
erken bir barış olasılığının en düşük düzeyde olduğunu vurguladı. ABD'nin
bölgede incelemeler yapmak üzere gönderdiği, Sivas Kongresi'nde de gözlemci
olarak bulunan ve Mustafa Kemal ile görüşen General Harbord, raporunda, Türklerin amacının tercihen Amerikan mandası altında
İmparatorluğun toprak bütünlüğünü korumak olduğunu ifade ediyordu. Mustafa
Kemal, Amerikan Hükûmetinden ülkenin koşullarını araştırmak için bir komisyon
gönderilmesini istedi. Fakat Washington'daki Senato, Türkiye üzerinde bir
manda ile hiç ilgilenmedi. Değerlendirme sürecinin sonunda ABD
başkanı Woodrow Wilson, bölgede bir manda almak yerine sadece Türk-Ermeni
sınırını çizmek üzere hakem olmakla yetindi.”
Bu aslında hem Curzon’un hem de
Selanikli Mustafa Atatürk’ün beklediği ve istediği şeydi.
Vikipedi’ye kulak vermeye devam edelim:
“Anadolu'daki Türk
milliyetçiliğinde böylesine önemli bir büyüme meydana gelirken ABD'nin kararını
beklemek, İngiliz diplomasisindeki büyük bir gaf olduğunu
kanıtladı. Curzon'un 19 Mayıs 1919'da Türk hükûmeti ile yapılacak olan
antlaşmanın imzalanmasını geciktirmesi Mustafa Kemal için harika bir fırsata
dönüştü. Gecikmenin her anında Mustafa Kemal daha da güçleniyordu. Bu
dönemde Anadolu'da artan Türk direnişi, Paris'teki barış şartları için giderek daha ciddi bir tehdit
oluşturuyordu. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komisyonundan gelen ciddi
raporların ise Londra'daki Dışişleri Bakanı Lord Curzon tarafından genellikle
göz ardı edilmesi, Türkiye [Osmanlı Devleti] ile başarılı bir barış için iyiye
işaret değildi. Bunun yerine Curzon, en doğru tercihin Mustafa Kemal'in
başında olduğu yeni bir Türkiye'nin ortaya çıkmasına izin vermek
olabileceği sonucuna varıyordu.” (A.y.)
Aslında söz konusu olan “İngiliz
diplomasisinin gafı” değildi, o diplomasinin (siyasetin) Curzon liderliğindeki
“Şeytan’a pabucunu ters giydirecek ustalıktaki mahareti”ydi.
İsmet İnönü’nün ağır işiten kulakları
çınlasın:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer
müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder