28 ŞUBAT
SONRASININ BİLANÇOSU:
LAİKLEŞEN
İSLAMCILAR, SOLCULAŞAN MİLLİYETÇİLER
Dr. Seyfi SAY
İÇİNDEKİLER
BÜYÜK OYUN 4
FİTNE ZAMANI,
DÜŞMAN OKLARI VE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ 7
SOLCULAŞAN MİLLİYETÇİLER, LAİKLEŞEN İSLÂMCILAR 12
SUYUN ÜÇ,
KORKAKLIĞIN SAYISIZ HALİ VAR 26
TÜRK MÜNAFIKLIĞINA TÜRK MÜSLÜMANLIĞI ADINI VERMEK 38
TÜRK MÜSLÜMANLIĞI MI, TÜRK HARİCÎLİĞİ Mİ? 43
“YARIM PORSİYON İSLAM”LI TÜRK MÜSLÜMANLIĞI 48
“BİR YUSUF
MASALI” 53
YERLİLİK/MİLLÎLİK EDEBİYATININ TÜKENİŞİ 57
“MİLLİ GÖRÜŞ”,
MİLLİ PİYANGO KADAR MİLLÎ HALE GELİRKEN 59
“İMANLI ÇILGIN
TÜRKLER”MİŞ 62
28 ŞUBAT’TA
SUSAN, ERGENEKON DAVASI’NDA KAHRAMANCA GÜRLEYEN ADAM 66
YABANCI AĞA,
YERLİ-MİLLİ KÂHYA VE PARALEL MARABA 74
DERİN DEVLET
VE FETÖ 79
ŞARTLANMALARI
AŞABİLMEK 83
SUYUN ÜÇ, KORKAKLIĞIN SAYISIZ
HALİ VAR
Yalnızlık
korkusu..
Çaresi sürüde
koyun olmak..
Sevilmeme
korkusu..
Çaresi
dalkavukluk, daima çoğunluğun yanında yer almak..
Özgürlük
korkusu..
Çaresi
“bendeniz, köleniz” olmayı kabullenmek.
*
“Özal
– Erdoğan farkı”…Soner Yalçın’ın bir yazısının başlığı böyleydi..
Tufan Türenç’ten bir alıntı yapmıştı.
Türenç, “Babıali’nin Öteki Yüzü”
diye bir kitap yazmış.
Orada anlattığına göre, Özal’a çok yakın bir
işadamı, Tufan Türenç’e şöyle demiş:
“Turgut Özal dindar insandı. Ama
dinci değildi. Çünkü aklıyla hareket ederdi. İnancını gönlünün bir tarafında
tutardı. Bir gün sohbet ederken bana şöyle demişti:
‘Ben Çankaya’ya çıktıktan sonra bir sürü
boş vaktim oldu. Çeşitli çalışmalara soyundum. Bunlardan birincisi bilgisayar
bilgilerimi ilerletmekti. (…) Sonra bol bol kitap okuyordum. Çankaya Köşkü’nün
çok zengin bir kütüphanesi vardır. Onu tararken Atatürk’ün Nutuk
eserini gördüm. Hemen aldım. Çoktandır bu kitabı merak ediyordum ama okuma
fırsatı bulamamıştım. Çok dikkatli bir şekilde okudum. Okudukça
hayretler içinde kaldım. Atatürk’ün çok büyük deha olduğunu kitabın her
satırında daha iyi anlıyordum. Böyle bir kitap ancak bir deha tarafından
yazılabilir. O kadar tarafsız ve gerçekçi bir anlatım kullanmayı herkes göze
alamaz. Anılarını yazarken olayları kendi haklılığına dayandırmayan insan çok
azdır. Atatürk açık yüreklilikle bunu başarmış, İnanılmaz bir kitaptır Nutuk.
Türk yakın tarihinin gerçeklerini bütün açıklığıyla dile getirmiş. (…) Nutuk’u
okuyunca anladım: Atatürk muhteşem bir beyinmiş. Değerlendirmeleri, kararları,
öngörüleri, reformistliği gerçekten inanılmaz. Meğer ben Atatürk’ü hiç
tanımıyormuşum, kendisine hayran oldum…’”
Aynı işadamı sözlerini şöyle sürdürmüş:
“O tarihten sonra Turgut Özal’ın
konuşmalarını tara. Göreceksin Özal’ın Atatürk konusundaki
değerlendirmeleri tamamen değişmiş, tam bir hayranlığa dönüşmüştür.
Çünkü Nutuk‘u okuduktan sonra yaptığı konuşmalarında hep
‘Büyük Atatürk’ün dediği gibi… Büyük Atatürk’ün yaptığı gibi…’ demeye
başlamıştı. Ölünceye kadar da Atatürk’e toz kondurtmadı.”
Soner Yalçın, “Evet… Ben de bunun şahidiyim” diyor.
Ve ekliyor:
Bu sebeple… ANAP seçmenleri Özal’a
son yıllarda “İkinci Atatürk” demeye
başlamıştı! Sahi… Erdoğan’a böyle benzetme niye yapılmıyor?
*
Vatandaşın Türkiye’den de, kendi internet sitesinden
de haberi yok.
Asiye Güldoğan, odatv.com‘da
şunları yazmıştı:
… Radikal İslamcılar diyebileceğimiz
kesimler de dahil olmak üzere, şu an sağ kesimin en büyük partisi AKP tabanının
çoğunda “cumhuriyetin ve laikliğin” önemi arttı. Pek çok
kişiden “Laiklik gerçekten önemliymiş, ben şahsen gerçekçi olarak bu
cumhuriyette yaşamak isterim, Fetö’nün veya herhangi bir camianın cumhuriyetinde
değil” sözlerini çok duydum.
Atatürk’e de eski düşmanlık yok.
Kafelerde, arkadaş muhabbetlerinde “Valla 15 Temmuz’dan sonra
Atatürk’ün değerini daha iyi anladım” diyen umulmadık kişiler
oluyor. “En güzeli Cumhuriyet” sözü en çok söylenen
sözlerin başında geliyor.
Tabii ki, “Atatürk’e ve cumhuriyete”
yönelik bu olumlu sözler, onları CHP’li yapmıyor. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı
Atatürk’e benzetiyorlar, bir farkla “dindar Atatürk” olarak
görüyorlar. “Atatürk gibi sert, Atatürk gibi kalkınmacı,
Atatürk gibi çalışkan, Atatürk gibi başkomutan, Atatürk gibi emperyalizme
meydan okuyan” dindar bir lider. Bir başka deyişle
Erdoğan, “AKP’lilerin Atatürk’ü”….
Yani yeni nesil AKP’lilere göre,
Erdoğan 15 Temmuz’dan sonra dindar Atatürk.
*
Güldoğan’ın yazdıkları belirli ölçüde “yönlendirme” ve “manipülasyon” amacı
taşısa da, Soner Yalçın’ın gazeteciliğinin beş para etmez niteliğini ortaya
sermeye yetiyor.
Evet, Güldoğan, “istihbaratçı“lara
özgü uyanıklıkla, “AKP’liler! Erdoğan ve Atatürk hakkında böyle
düşünün, böyle düşünüyorsunuz zaten, böyle düşündüğünüzün farkına varın” diyor.
İşin ilginç tarafı AKP cenahından ona bir itiraz yok.
Erdoğan’dan hiç yok.
*
Baştan başlayalım.. Şu dindarlık ve dincilik meselesinden..
Dindar olup da dinci olmamak diye birşey olamaz.
Bu emekçi olmayıp
da emekdar olmak anlamına gelir ki, çelişkidir.
Aptalca, manyakça, akılsızca bir ayrımdır.
Hazineci ile hazinedar arasında ne fark vardır, ey geri zekâlı
angutlar?
Hazineci olmadan hazinedar olmak mümkün müdür?
*
Aradaki tek fark şu: Ci-cı-cü-cu eki Türkçe‘dir, “dar” eki ise Farsça..
“Dar”ın aslı “dâşten”dir, “malik/sahip olmak” anlamına
gelir. Fakat, bir kelimeye eklendiğinde her zaman mülkiyet ya da malikiyet
göstermez. Mesela bayrakdar ya da alemdar dediğimizde, bundan bayrağı taşıma anlamı çıkar, fakat sahiplik manası çıkmaz.
Dindar da, son tahlilde dine sahip olan değildir; din
hiç bir kulun tekeline ve sahipliğine girmez. Tam aksine bir dine aidiyet söz konusu olabilir.
O yüzden, aslında dinci kelimesi,
bir müslümanın durumunu dindar kelimesinden daha iyi anlatır. Çünkü dincilik
kelimesinde mensubiyet anlamı, malikiyete göre
daha açıktır. Mesela denizci dediğimizde,
denize sahip olan kişiyi anlamayız. Ya da tarihçi,
tarihin sahibi olan kişi değildir.
Bu nedenle dinci kelimesi,
dindar kelimesinden “daha dindar”cadır. Daha mütevazıdır, daha uygundur, ve de
üstelik “öz Türkçe”dir.
Dindarmış da dinci değilmiş.. Kindarmış da kinci
değilmiş..
Kinci olunmadan kindar olunabilir mi, ey maskaralar?!
Böyle budalaca laflar edip de zihinsel özürlü rolü
oynamak kime ne fayda sağlar?
*
Meselenin bir başka boyutu şu: Dinci olmamak,
gerçekte dinsiz olmaktır.
Bir kimse “Ben Atatürkçü değilim”
dediğinde, bundan neyi anlarsınız?
Atatürk’ün düşünce dünyasını paylaşmadığını..
Ya da bir kimse “Solcu olmadığını”
söylüyorsa, bundan ne anlaşılır?
Tabiî ki sol dünya görüşünü benimsemediği..
“Irkçı değilim”
diyen kişi de, ırk olgusuna değer yüklemiyor, onda bir keramet aramıyor
demektir.
Aynı şekilde dinci olmamak da, dinî inançları
paylaşmamak, benimsememek, önemsiz saymak, küçümsemek, değer vermemek anlamına
gelir.
Yani dinci olmamak, dinsizliktir..
Özetle, “dinci olmadığını, dindar olduğunu” söyleyen
biri, ya karşısındaki müslümanı kelime oyunuyla aldatmaya çalışan bir münafıktır..
Ya da dini hiç anlamamış fakat anladığını zanneden bir
angut, mankafa..
Belki imtihan kâğıdına tam not almasını sağlayacak
şeyler yazdığını zanneden bir geri zekâlı..
Fakat ahirette karnesinde (büyük ihtimalle) “sıfır”
görünce aklı başına gelecek..
*
Özal‘ın Atatürk’le ilgili
değerlendirmelerine gelelim..
Atatürk‘ün zeki ve yetenekli bir adam
olduğu doğrudur.
Eğer dehayı zeki ve/veya
yetenekli olma diye tarif edersek, dahi olduğunu da söyleyebiliriz.
Ancak bu nitelik, dünyevî açıdan değerli kabul edilse
de, İslamî açıdan tek başına bir önem taşımaz.
Çünkü böylesi bir zekâ ve yetenek, insana doğuştan
verilir. Allahu Teala’nın imtihan niteliği de taşıyan bir bağışıdır. Her insanı
kapasitesine ve yeteneklerine göre en verimli biçimde istihdam etmek mümkün
olabilir, fakat sıradan zekâ sahibi bir insanı bir dahi haline getirmenin
herhangi bir yolu yoktur. Deha, “Allah vergisi” birşeydir.
Asıl önemli olansa karakter ve kişiliktir. Şahsiyettir.
İşte bu noktada Atatürk, insanlığa nümune-i imtisal
olabilecek biri değildir.
İnsanlara ve genç kuşaklara örnek gösterilemez.
Mesela, Erzurum Kongresi‘nde
gündüz “millet iradesi“nin tezahürü olarak birtakım kararlar
alınmışken, akşam Mazhar Müfit Kansu‘ya, o kararların
tam aksi yöndeki “gizli gündem“ini açıklayabilmiştir.
Bunu Türkiye’nin yasalarına tabi ve resmî ideolojinin
eğitim çarkından geçmiş bir Atatürkçü, “deha”nın tezahürü kabul edebilir.
Atatürk’ü Koruma Kanunu denilen çağdışı yasanın
namlusu şakağına dayanmış biri de itirazsız dinleyebilir.
Fakat, bilimsel düşünce ve yönteme bağlı tarafsız ve
objektif bir yabancı bilim adamı, en iyi ihtimalle ve en masum haliyle “yalancılık,
takiyye ve aldatma” olarak değerlendirecektir.
*
Özal’ın Nutuk‘a dair
laflarına gelince..
Söylenecek çok şey var, fakat yazı uzadığı için kısa
keselim: Özal’ın, ona atfedilen sözler doğruysa eğer, yeterince eleştirel ve analitik düşünemediği, okuduğu kitaba
kendisini kaptırıp etki altında kaldığı anlaşılıyor.
Bir mühendisti ve okumayla arasının çok iyi olmadığı
biliniyor. Yazılardan çok rakamlarla ilgiliydi.
Keşke salt Nutuk‘la
yetinmeseydi, başka eserleri de okusaydı.. Rıza Nur gibi
isimleri okuması şart değil, fakat hiç değilse bir Kâzım Karabekir’i
okuyabilirdi.
Bir özet olarak Uğur Mumcu’nun “Kazım Karabekir Anlatıyor“u da yeterdi.
Ve şu soruyu kendisine sorabilseydi: Karabekir’in yazdıklarının yayınlanmasına Atatürk’ün sağlığında
niçin izin verilmemiş, notları tek bir nüsha kalmayacak şekilde niçin imha
edilmeye çalışılmıştı?
*
Bununla birlikte, Tufan
Türenç’in sözleri “hadîs usûlü/yöntemi” çerçevesinde mevzu/uydurma hadîs/söz kategorisine girer.
Bilimsel tarih yöntemi
çerçevesinde ise, başka kaynaklarca doğrulanmayan aykırı bir iddia olmaktan
öteye gitmez, çünkü ismi bilinmeyen ve güvenilirlik derecesi meçhul bir işadamı söz konusu.
Ayrıca bu iddia, Türenç
gibi “taraflı” ve meslek yaşamı boyunca “istihbaratçılar”ın
talepleri çerçevesinde manipülatif yayın yapabilmiş, algı operasyonlarına
alet olabilmiş bir gazeteci tarafından ortaya atılıyor.
Gazetecilik ilke ve
kuralları açısından da bu rivayet güvenilir değildir ve teyide muhtaçtır.
Bir defa, 5N 1K ortada yok.
*
Tarih 16 Ekim 1989..
O yılların etkili gazetesi Hürriyet’in sürmanşetindeki
ifade şöyle: “Atatürk ilah değildir.”
Sözün sahibi, Özal.
Spotta Özal’ın şu sözü yer
alıyor:
“Bazı çevreler,
Atatürk’ü ilah gibi gösterme amacında. İlah gibi gösterirsek o yanlış olur. Bu,
Atatürk’ün hakiki değerini ortadan kaldırıyor.”
Adam bunu, bir kısım
askerlerin ve MİT’çilerin Ali Rıza ile Zübeyde’nin ölmüş oğlunu yerlerin ve
göklerin yaratıcısı Allahu Teala’dan daha çok tazime ve itaate layık
gördükleri, bunu da açıkça söyledikleri bir zamanda söylemiş.
Daha ne desin?
O günün Türkiye’sini
bilmeyenlere bu söz basit gelebilir. Fakat o gün için mangal gibi yürek
gerektiriyordu.
Nitekim benzer bir sözü
daha sonraki başbakan ve cumhurbaşkanlarının hiçbiri söyleyememiştir. Ne
Erbakan, ne Demirel, ne Abdullah Gül, ne de Recep Tayyip Erdoğan..
Varsa yoksa “Aziz Atatürk”.
Oysa, İmam Gazalî’nin
Esma-i Hüsna’yı anlattığı kitabındaki “el-Azîzü” bahsinde söylediklerinin
ortaya koyduğu gibi, Atatürk gibiler için “Azîz” ismini/sıfatını kullanmak
kesinlikle caiz değildir.
Daha acı olan ise şu:
Özal’ın bunu söylediği
tarihten 29 yıl sonra, Akparti iktidarının devr-i dilarasında, 10 Kasım
törenleri sırasında bir üniversite öğrencisi kız “Atatürk ilah değildir” diye
bağırdığı için (sonra serbest bırakılsa da) tutuklanacaktı.
Çünkü Akparti, Özal’ın
aksine laikliği ve Atatürk’ü tartışma konusu yapma yolunda tek bir adım bile
atmamıştı.
*
Star gazetesi
2016 yılında Özal’la ilgili bir haber yayınlamıştı.
Buna göre, Özal 1991’de bazı gazetecilere kimi
açıklamalar yapmış, fakat gazeteciler onları okurlarına aktarmaktan geri
durmuşlardı.
Söz konusu açıklamalar bir Şeriat ve Hilafet müdafaası
olduğu gibi, isim verilmeden yapılmış bir Atatürk eleştirisi anlamına
geliyordu.
Star’ın
haberi şöyleydi:
Turgut
Özal'ın kayıp röportajı
Merhum gazeteci Yalçın Özer’in, 1991’de dönemin
Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile yaptığı ve 25 yıldır gizlediği bir mülakat,
hem geçmişe hem de bugün yaşanan olaylara ışık tutacak açıklamalarla dolu.
Özal, 1991’de dönemin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği başkenti Moskova’ya resmi ziyarete giderken, programı takip eden
gazeteciler arasında Türkiye Gazetesi adına dönemin başyazarı Yalçın Özer de
vardı. Ziyaretin Moskova’dan sonraki ayağı, o dönem Sovyetler’den kopmamış olan
Ukrayna’nın Kiev şehriydi. Özal, bu gezi sırasında beraberindeki gazetecilere,
bir bölümünü yayınlamamak üzere, çok önemli açıklamalar yaptı. Röportajda,
yapılan tespitler, günümüze de ayna tuttu.
"HASAN CEMAL’E SORUN"
Gezi sırasında bir gazeteci, Turgut
Özal’a, “ABD’nin Irak’a müdahalesine destek verdiniz. Zaten Arap dünyası
ile Türkiye’nin ilişkileri 20’lerden beri iyi değil. Bu desteğiniz,
ilişkilerimizi daha kötü yapmaz mı?” diye sordu.
Özal bu soru üzerine Osmanlı’nın son dönemindeki
İttihat ve Terakki yönetiminin önde gelen isimlerinden Cemal Paşa’nın torunu
olan ve gezide yer alan yazarlardan Hasan Cemal’e işaret ederek, “Bunu,
siz Hasan Cemal’e sorun” dedi. Ama Hasan Cemal o sırada orada bulunamadığı
için konu havada kaldı.
Bundan kısa süre sonra, Yalçın Özer, beraberinde aynı
gruptan bir başka gazeteci ile özel bir mülakat için yeniden Özal’ın
yanındaydı. Yalçın Özer, “Bunu Hasan Cemal’e sorun” bölümünü açmasını
isteyince, Özal şunları anlattı: “Bizim
sıkıntılarımızdan birisi de ülkemizin sıcak kuşakta bulunmasıdır. Bu ülkelerde
satılık insan bulmak çok kolay. Bir Almanı, İngilizi, Fransızı, Japonu ve bir
Rusu satın alamazsınız. Osmanlı’yı yıkmadan önce içerden bazı kimseleri
İngilizler satın almışlar. (...) İngilizlerden maaş alan Osmanlı Güney Cephesi
Başkomutanı Cemal Paşa’ya (Hasan Cemal’in dedesi) talimat vererek, Şam’daki
İslam alimlerinin (ki Şam o zaman İslami ilim merkeziymiş) genç kızlarını
konağına getirmesi, onlara alkollü içki içmeye zorlaması ve tacizde bulunarak
geri bırakılmaları istenmiştir. Bu emri alan (Cemal) Paşa, derhal bu işlemi
yapmıştır. Bu yüz kızartıcı olaylar süratle Arap alemine yayılmış ve ‘Osmanlı
artık bozulmuş ve İslami yoldan çıkmıştır’ propagandası yapılarak, Araplar
Osmanlıya düşman yapılmıştır. Özellikle Hicaz’da hazır bekleyen Şerif Hüseyin
de işin esasını bilmeden ve duyduklarına inanarak Arapların Osmanlı aleyhine
İngilizler ile birlikte kıyama geçmesine sebep olmuştur. İşte bu nedenle ‘Arap-Osmanlı
düşmanlığının kaynağını Hasan Cemal’e sorun’ dedim.”
OSMANLI İÇTEN YIKILDI
Özal, röportajında, Avrupalıların satın aldıkları
adamlarla Osmanlıyı içten yıktığına dikkat çekerek, böylece Türkiye’nin hem
Arap dünyasından, hem de Hindistan’daki Müslüman aleminden koparıldığını
anlattı. Özal, “İngilizler, bu yolla iki şeye kavuştu: Ortadoğu’daki
petrol sahasını kontrol altına aldılar ve İslam Halifesi’nin etki alanındaki
bir türlü hakim olamadıkları Hindistan’a hilafeti kaldırarak hakim oldular” dedi.
DİN CAHİLİ GAZETECİLER
Merhum Özal, Türk gazetelerindeki şeriatçı devletler
tartışması konusunda ise şunları söyledi: “İran Şiidir, bu güne kadar daha
gayrimüslim bir devlet ile savaştıkları görülmemiştir. Şiiliği yaymak için
sürekli Sünni Müslümanlarla savaşmışlardır. Vahhabiler ise İngilizlerin
kurduğu bir cereyandır, bunlar da çok Sünni kanı dökmüştür. Bunların
ikisi de mezhep değildir, birbirlerine düşmandır. Şeriat İslam’ı yaşamaktır, bizim gazeteciler din cahili
oldukları için bilmiyorlar ve bunlara şeriat devleti diyorlar. Tıpkı Paris’te
bir patlamada ölen Hıristiyanlara şehit diye haber yaptıkları gibi.”
CHP, HEP ŞİKAYET EDER
Özal, röportajda, CHP ile bugünkü Avrupa yönetimi
arasında devam eden ilişkiye de şöyle dikkat çekti: “CHP’yi biraz sıkıştırırsan
Avrupalı dostlarına Türk devletini şikayet ederler. Nasıl ederler? Ya el
altından ya da CHP’nin beslemesi ulusalcı gazetecilerle kamuoyu oluşturarak...”
İNGİLİZLERE ‘HİLAFETİ KALDIRMA SÖZÜ’ VERİLDİ
Özal, Osmanlı’nın çöküşüne neden olan İttihat ve
Terakki ile bugünkü CHP yöneticileri arasındaki paralelliğe de dikkat çekti: “CHP’lilerin büyük dedeleri Mithat Paşa ve
‘Kinim dinimdir’ diyen Ispartalı Hüseyin Avni Paşa ekibidir. Dedeleri ise Jön
Türkler ve 600 yıllık Osmanlı devletini 6 yılda yıkmayı becerebilen 3’lü çete:
Yüzbaşılıktan paşalığa yükselen Enver, posta memurluğundan paşa olan Talat ve
malum Cemal paşalar... Halifeye saygıyı dini bir vecibe sayan Hint
Müslümanlarını bir türlü kontrol edemeyen İngilizler, Osmanlıdan sonra
kurulacak yeni devlete bir şartla izin verdiler: 5 yıl içerisinde hilafeti kaldırmak... Ve 1924 yılında hilafet
kalktı, Müslümanlar başsız kaldı. Şimdi Hıristiyanların Papa’sı var,
Müslümanlar ise darmadağın. Bunun sonucu, İngilizler, Hindistan ve petrol
havzalarını rahatlıkla kontrol ederken, halife Vahdettin Han’ın dünya
Müslümanlarından son isteği Anadolu’da başlattığı direniş için dua istemek
oldu. Hindistan Müslümanlarından dua dışında bir şey istenmediği halde bu
direnişe destek için tonlarca altın gönderildi. Ancak bu altınlara CHP’liler el koydu ve bir kısmıyla da malum İş
Bankası’nı kurdu.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder