Bundan önceki iki yazıda Akpartili siyasetçi
Prof. Yasin Aktay’ın Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan 12 Temmuz 2023
tarihli yazısını konu edinmiştik.
Aktay’ın yazısı "Ehl-i
Sünnet adına bir tuhaf tekfircilik" başlığını taşıyor.
Cemalettin Efgani ve Fazlur
Rahman güzellemesi yaparak başladığı yazısını eski Diyanet İşleri Başkanları
Prof. Ali Bardakoğlu ile Prof. Mehmet Görmez’i savunmak için kaleme almış
durumda.
*
Onları öyle bir savunuyor ki, zannedersiniz ki bu
adamlar masum birer peygamber..
İmdi, bir Hz. İbrahim, bir Hz. Musa, bir Hz. İsa a. s.
aleyhinde konuşan birini gördüğünüzde (tanım gereği) hiç düşünmeden o adam için
kâfir ve sapık damgasını basarsınız.
Çünkü kâfirlik ve sapıklık esas itibariyle hak
peygamberlere düşmanlıktan ibarettir.
Tanım gereği peygamber düşmanlığı küfür ve
sapıklıktır.
Fakat bizim gibi insanlar birbirimizi eleştirdiğimizde
önce bir durup dinlemek gerekir.
İlahiyatta prof. ve Diyanet’te başkan olmak adamı “la
yüs’el” yapmaz.
Bu beyzadeler, küfür ve sapıklık olan
sözleri söylemekten “mahfuz” masum birer peygamber değiller. Bizim gibi sıradan insanlar..
Dolayısıyla, bunlara birisi “Ehl-i Sünnet dışı olma”
ya da “sapıklık” (dalalet) suçlaması yönelttiğinde, bunu niye söylediğine,
delilinin olup olmadığına bakmak gerekir.
*
İmdi, Yasin Aktay’ın yazısından anlıyoruz ki, bu
adamlara bir başka prof., bu yönde suçlamalar yöneltmiş.
Aktay’ın yapması gereken şu: Söz konusu prof.un
suçlamalarını alıp aynen aktarır, sonra da bütün iddialara teker teker cevap
verir, onlardaki yanlışlık ve mantıksızlığı (aklın ve naklin ışığında) gösterir.
Ne yazık ki Aktay bunu yapmıyor, tek yaptığı
muhatabını aşağılamak.
Yazısında her türden demagoji ve mugalata, retorik ve
belâgatın bütün incelikleri var, fakat delil, fikir ve bilgi yok.
Muhatabına şunları diyor:
“Bu arada Görmez’i Ehl-i Sünnet dairesinden
çıkarabilmek için önce o daireye bir giriş vizesi almış olmak lazım. Onun
‘Ehl-i Sünnet’liğini sorgulayana sormak lazım, sen hangi ara Ehl-i Sünnet
oldun? Peygamber Efendimiz’in sünnetinden, o yüksek ahlakından hangi
nasibi aldın?”
Birisi
çıkıp Görmez’i eleştirdiğinde Yasin efendi ona böyle kırmızı kart
gösterebiliyor.
Fakat
bir başkası Görmez’e “Sen hangi ara Ehl-i Sünnet oldun? Peygamber
Efendimiz’in sünnetinden, o yüksek ahlakından hangi nasibi aldın?” diye
soramıyor.
*
Yasin
efendi bunun ardından şunu diyor:
“Ehl-i Sünnet’in en son ihtiyaç duyacağı şey aforoz
silahı sallayan bir bekçilik. En iyi hırsızlık bekçi kılığına girerek yapılır,
bu da bilinen bir klişedir.”
Kendisi
“Sen hangi ara Ehl-i Sünnet oldun?” derken kimseyi aforoz etmiş olmuyor.
En
iyi hırsızlık bekçi kılığına girerek yapılıyorsa, herhalde ahlâksızlığın
daniskası da Yasin efendinin yaptığı türden “Peygamber ahlâkı” edebiyatıyla
yapılıyor olmalıdır.
Yasin
efendi bunun ardından, Görmez’i suçlayan kişiye cevap sadedinde şunları söylüyor:
“Görmez’i kim parlatıyor?” diye
soruyor. Müslüman sevgisiyle dolu bir insanın bir âlimin parlamasından veya
parlatılmasından rahatsızlık duymasının bir tek anlamı var, söylemeyeceğim, ama
şunu söylemeden de geçmeyeceğim. Görmez hocanın bir ekrandan alacağı
parlaklık yok, belki bir ekranı parlatması daha gerçek bir ihtimaldir. Şahsen
çok iyi takip ettiğim, her birini teker teker tanıyıp feyz aldığım Dünya İslam Âlimleri nezdinde, ki hepsi Ehl-i Sünnet
ulemasının yaşayan zirveleridir, Türkiye adına en çok ciddiye alınan, sözü
saygıyla, dikkatle dinlenen birkaç âlimden biridir Mehmet Hoca. Onun Ehl-i
Sünnet çizgisini sorgulamak abesin de ötesi, hadsizlik.
İlk yazıda Yasin efendinin, “Ehl-i Sünnet’i ortaya
çıkaran ve kristalleştiren en önemli tutum” olarak İmam Gazâlî’nın “Ehl-i Kıble tekfir edilemez” tutumundan
söz ettiğini görmüştük.
Gerçekte böyle bir “tutum” yok. Tümden palavra.. İmam’ın
sözlerini aktarmıştık.
Şimdi bu şahsa şunu sormak gerekiyor: Senin feyz almaktan anladığın bu mu?..
*
Görmez’in ekranları parlatmasına gelince..
Peygamber Efendimiz s.a.s.’i teselli için inmiş olan
ayeti “Eşkıyalık yapma!” şeklinde
azarlamaya dönüştüren bir parlatma..
Efendim Mehmet Görmez yurtdışında dikkatle dinleniyormuş..
Davulun sesi uzaktan kulağa hoş gelirmiş.. Türkiye’ye
yabancı birilerinin Görmez efendi için “Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanı
yapıldığına, üstelik de ilahiyat fakültesi prof.u unvanını taşıdığına, ayrıca
zatıalilerinde ense göbek de maşallah yerinde olduğuna göre herhalde bunda bizim
bilmediğimiz bir şeyler var. Türkçe bilmediğimiz için derin ilminden habersiz
kalıyor olabiliriz” diye düşünmeleri yadırganmaz.
Bir kavmin/topluluğun önde gelen kişilerine değer
vermek, o kavme değer vermek olacağı için beşerî münasebetlerde ve milletler
arası ilişkilerde muhatabın titrine dikkat edilir.
Adam kişisel olarak beş para etmez boş beleş biri olsa
bile, temsil ettiği topluluk hatırına ona izzet-i ikramda bulunulur.
*
Yasin efendi, Görmez hakkındaki içi boş algısını bu
şekilde “mutlak” bir beyzbol sopası
haline getirip karşısına çıkan herkesin kafasını teker teker yardıktan sonra, onun
gibilerin Kur’an ve hadîsler hakkındaki “oynak ve kaypak” laflarını
aklamak için “mutlak”lık falakasını bir tarafa atıyor, “Bir ihtimal daha var” şarkısını
“Çok ihtimal daha var”a dönüştürerek terennüm etmeye başlıyor:
“Kur’an mutlak bir bilgi kaynağı olsa da bizim onun
hakkındaki bilgimiz mutlak olamaz. Vahiy sabit ise de onu anlayışımız yorumdan,
dolayısıyla hatadan hali değildir, olamaz.”
Ayetlerin
muhkemi ve müteşabihi yok mu peki?
Nass
ne demektir, senin haberin var mı?
Nassın
olduğu yerde yorum olmaz. “Mevrid-i nassta içtihada mesağ olmaması” budur.
“Allah’tan
başka ilah olmaması” konusu, yorum kabul eder mi?!
*
Bazı
ifadeler vardır ki son derece açık olduğu için yorum kabul etmez.
Mesela
mevcut Anayasa’daki din ve vicdan hürriyeti gibi tabirler söz konusu olduğunda
yorum kapısı açık olmakla birlikte, “Başkent Ankara’dır” gibi ifadeler yoruma
kapalıdır.
“Anayasa
hakkındaki bilgimiz mutlak olamaz. Ankara hakkındaki bilgimiz de mutlak olamaz.
Ayrıca başkent kavramı da yoruma açıktır. Dolayısıyla devletin şu ana kadarki başkent
uygulamasının hatadan hali olduğu söylenemez” diyebilir misin?
Dersin
de, insanlar sana önce “Şaka mı yapıyor?” diye gülerek bakarlar, sonra ciddi
olduğunu anlayınca tuhaf tuhaf bakmaya ve senin için “içinden Bakırköy geçen”
mekânlar hayal etmeye başlarlar.
Ne
yazık ki cennet vatanımızda böylesi Bakırköylük filozoflukların gadrine uğrama
bahtsızlığı sadece Kur’an ve Sünnet için söz konusu.
Bir
sahipsiz onlar.
*
Sonra,
her yorum hatalı olacak diye bir kural mı var?
Eğer
Kur’an
hakkındaki bilgimizde hiçbir mutlaklık olmasaydı, hatadan hali olmama bütün
yorumlar için söz konusu olsaydı, hatalı olan yorum ile olmayan arasında bir
fark kalmaz, hataya düşenlerin sorumlu olması da söz konusu olmazdı.
Evet,
nassın bulunduğu yerde yorum, içtihat vs. olmaz.
İçtihat
da ancak ehil olanlar tarafından “usul”ü çerçevesinde yapılabilir, bununla
birlikte içtihatların hepsi aynı kefeye konulmaz, isabetli olanı da, isabetsiz
olanı da vardır.
*
Yasin
efendi bunun ardından “Ehl-i Sünnet”in kendince hikâyesini masal tadında
anlatmaya başlıyor:
“… Ashab-ı kiram birbiriyle ihtilaf etti, hatta bu
ihtilaflar yüzünden birbirleriyle savaştılar bile. Sonraki ihtilafları
saymıyoruz bile. Ama hepsinin genelinden Müslümanların birbirlerine olan
samimiyetlerinden, muhabbetlerinden, dostluklarından, cehd ve çabalarından,
sağduyularından bir orta yol oluştu. Bu sağduyu yoluna Ehl-i Sünnet Yolu
dendi.”
Masalcı
nine usulü bir Ehl-i Sünnet tarifi..
Ehl-i
Sünnet, adı üstünde, Sünnet ehli demektir. Buradaki sünnet de Peygamber
Efendimiz s.a.s.’in sünnetidir.
Fakat
ulema, Ehl-i Sünnet’ten söz ederken, ümmetin 73 fırkaya ayrılacağını belirten ve
fırka-i naciyenin (kurtulan grubun)
özelliğini anlatan hadîse dayanmaktadırlar.
Söz
konusu hadisinde Peygamber Efendimiz s.a.s. kurtulan fırkanın “kendisinin ve
ashabının üzerinde bulundukları şey" üzerinde olanlar olduğunu, yani Peygamber
Efendimiz s.a.s.’i ve ashabı örnek alıp dinde yeni icatlar çıkarmayanlar, güncellemeler
yapmayanlar olduğunu bildirmektedir.
Masalcı nineliğe özenen Aktay’a göre ise sonradan “bir orta yol oluşmuş”. Ve ona Ehl-i Sünnet Yolu denilmiş..
Başlangıçta yok, sonradan oluşmuş.
*
Şunu da söylemekte fayda var: Ashab
arasındaki ihtilafları bu kadar büyütmek ve Ehl-i Sünnet tartışmasına dahil
etmek gereksizdir.
Hz.
Ali ile ona karşı çıkanlar arasında “Hz. Osman’ın katilleri nasıl ve ne
şekilde cezalandırılacak” sorusu ekseninde yaşanan ihtilaf, “Ayet ve
hadîslerden şunu anlamalıyız, bunu anlamalıyız” denilerek yapılan tartışmaların
ortaya çıkardığı bir ihtilaf değildi.
Bunu
yapanlar Haricîler’di.. İşte onlar, Ehl-i Sünnet dışıdırlar.
*
Tam
bu noktada Aktay tekrar “mutlak”
beyzbol sopasına sarılıyor, muhataplarının kafasına ha bire vurmaya başlıyor:
“Orta yol diyoruz da bu orta yol hakkındaki
anlayışımız da bir değilmiş işte. Kimi kendi bidat hurafelerini ehl-i sünnet sanıyor, onları insanlara zorla
benimsetebileceğini zannediyor, onlara inanmayanları tekfir ediyor.”
Görüldüğü
gibi bilgimiz bazen “hataya açık”
yorumlar olmaktan çıkıyor, “mutlak”
doğrular haline geliyor.
Böylece
bazı yorumların bid’at olduğunu, hurafe niteliği taşıdığını
söyleyebiliyoruz.
Ayrıca
bu bid’atçilerin, “hurafelerini Sünnet Ehli olma zannettikleri” hükmünü
verebiliyoruz.
Verebiliyoruz
dediysek, aslında biz veremiyoruz.
Bu,
Yasin Efendi ve Ahbapları İlahiyat Anonim Şirketi’nin murahhas azalarına ait
bir imtiyaz. Biz kim oluyoruz ki!..
Biz
mesela Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenlerle ilgili ayetleri hatırlatıp, “Kardeşler,
Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, onların devrinin geçtiğini söylemeleri
durumunda kâfir olurlar, inkâr etmemekle birlikte nefislerine uyup
hükmetmedikleri zaman da kâfir değil fakat fasık ve zalim olurlar. Fasıklık ve
zalimlik de meziyet değildir” dediğimizde haddimizi aşmış oluyoruz.
Çünkü,
birilerini sapık, bid’atçi, hurafeci, Ehl-i Sünnet dışı, İslam’la alâkasız ilan
etme imtiyazı Yasin efendigiller ile ahbaplarının ilahiyat ithalat ve ihracat
şirketinin inhisarında..
Mesela
17-25 Aralık’tan önce Fethullah’ın bazı sözlerini eleştirdiğimizde bu şirketin
imtiyaz sahiplerinin tekelinde olan mevzulara girmiş, “kendi yorumumuzu mutlak kabul etmiş, Müslümanları Ehl-i
Sünnet’in dışına atmış”, tekfircilik olarak yorumlanabilecek hadsizlikler
sergilemiş oluyorduk.
Fethullah
ile avanesini 17-25 Aralık’tan sonra tekfir
edenler ise Ehl-i Sünnet’ten olmanın gereğini yapmış oluyorlardı.
Böylece, tekfirin takvim yapraklarındaki rakamlarla alâkalı bir mevzu olduğunu anlamış oluyorduk.
*
Bu yazıya, Ali Bardakoğlu adlı kıyamet alâmetini ziyaret edip
saygılarımızı sunma niyetiyle başlamıştık, fakat söz dağıldı..
Bu vatandaşa göre Atatürk hurafelere karşıymış, başka birşeye değil..
Karşı olduğu hurafelerin neler olduğunu da açıklasaydı da bilseydik.
Bu hurafelerden biri, Dört Kitab'ın gökten indirilmiş olmasına inanılması olabilir mi? "Gökten indiği sanılan" diyor ya hani..
"Arap oğlunun yaveleri" bahsine ise hiç girmeyelim..
Anlaşılıyor ki "demeç"lerinde ikide bir ahlâktan, dürüstlükten vs. bahseden Ali bey yalan söylemeye utanmıyor.
Ahlâk notu sıfır.
Bu kadar büyük bir yalanı utanmadan söyleyebilen birini adam diye karşımıza alıp konuşmaya değmeyeceği için sözü burada keselim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder