Şu sözler Erdoğan’a ait:
“CHP gibi ‘amorf’ bir
partinin Atatürk’ü milletimizden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz. Hele hele
Atatürk’ün özellikle bunların o zihinsel fetişizmine kurban edilmesine hiç rıza
göstermeyeceğiz. Onu, Kurtuluş Savaşımızın Gazi’si, milletimizin Mustafa
Kemal’i ve Cumhuriyetimizin Atatürk’ü olarak tüm yönleriyle kucaklayacağız. Bundan hiç kimsenin
rahatsız olmaması, tam tersine ülkemizin bu olgunluğa ulaşmasından dolayı
herkesin memnuniyet duyması lazımdır.”
(https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/87287/ataturku-sadece-anmakla-kalmamali-anlamaya-da-calismaliyiz.html)
Demek ki Akparti amorf (şekilsiz) bir
parti değilmiş..
Beton gibi, taş gibi sabit bir şekli
varmış.
Ve bu şekil, “Atatürk’ü tüm yönleriyle
kucaklama” anlamına geliyormuş.
Tüm yönleriyle..
Bu, olgunlukmuş.
*
Bu ifadeler, CHP’den fazla Atatürkçü olma olarak da
yorumlanabilir.
Demek ki CHP ile bir ortak noktaları var.. (Aslında pekçok ortak
noktaları var, saymayalım.)
Atatürk’ü “Marksist,
faşist çetelerin tekeline bırakmama“ya gelince,
Faşistlerle ve Marksistlerle Atatürkçülük yarışına neden giriyorsun ki?
Ayrıca, Erdoğan “millet” adına konuşmayı bırakmalı, kendisi ya da partisi adına konuşmalıdır.
Atatürk’ü tüm yönleriyle neden kucaklayalım ki?!
Demek ki Erdoğan, Atatürk’ün İslam, Kur’an ve Peygamber Efendimiz s.a.s.’e
bakan yönünü de kucaklıyor.
*
Fakat aynı Erdoğan’ın, İslam’ı bütün yönleriyle
kucaklamaktan kaçındığını görüyoruz.
Belki de bu, Atatürk'ü tüm yönleriyle
kucaklamasından kaynaklanıyor.
Mezarlıklarda, cenaze merasimlerinde,
açılış törenlerinde makamla iyi Kur’an okuyor,
fakat Kur'an'ın mesajını sahiplenmeye gelince “tüm yönleriyle kucaklama” buharlaşıyor.
Memlekette kurrâ kalmamış gibi kameralar
karşısında okuma icraatını uhdesine alıyor, mesajını sahiplenme yükünü ise
bizim gibi aciz fanilerin zayıf omuzlarına bırakıyor.
Allahu Teala “Sonra seni iş’te (emr’de) bir şeriat üzere kıldık, sen ona uy,
bilmeyenlerin arzularına (hevalarına) uyma!” (Casiye, 45/18)
buyuruyor, Erdoğan ise (Türkiye’yi geçtik) Mısır ve Tunus’a bile “Allahu
Teala’nın Şeriat’ini boş verin, bizim Atatürk’ümüzün laikliğine sarılın,
laikliği kucaklayın” diyerek “bilmeyenler” taifesinden olmanın gereğini
yapıyor, bu ülkelere “Atatürkçü heva ve heves” ihraç etmeye çalışıyor.
*
Allahu Teala bu kucaklama ve sarılma
konusunda neyi emrediyor?
Şunu:
"Sen,
sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın." (Diyanet
Vakfı Meali, Zuhruf, 43/43)
"Hep
birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın, parçalanıp
bölünmeyin...." (Diyanet İşleri Yeni Meali, Âl-i İmran, 3/103)
Rasulullah sallallahu
aleyh ve sellem de şöyle buyuruyor:
“Size iki şey bırakıyorum,
onlara sımsıkı sarıldığınız
sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız: Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti.” (Muvatta’, Kader, 3)
Müslümanlıkta Atatürk
gibi liderleri kucaklama ya da onlara sarılma diye birşey var mı?
Yok!
Atatürk'ün kendisi
tenezzül edip Allah'ın vahyine, ipine sımsıkı sarılmış mı?
Hayır!
Sımsıkı sarılmayı
geçtik, şöyle ucundan hafifçe tutmaya bile tenezzül etmemiş, Allahu
Azîmüşşan'ın yüce kelamı için "gökten
indiği sanılan kitaplar" şeklinde haddini bilmez, boyundan büyük,
cahilce ve saygısızca laflar sarf etmiş.
Sen müslümansan
(İslamcıysan demiyoruz, müslümansan) nasıl böyle bir adamı tüm yönleriyle kucaklamayı insanlara tavsiye edebiliyorsun?
Merhum Mehmed Âkif,
"İrticâın şu sizin lehçede mânâsı bu mu?" diyordu.
Galiba artık şunu demek
gerekiyor: "Müslümanlığın şu sizin
lehçede mânâsı bu mu?"
*
Demek ki, Atatürk'ü tüm
yönleriyle kucaklayınca adama bir haller oluyor.
Şeriat‘le (Kur'an ve
Sünnet'le) en azından zihniyet ya da söylem düzeyinde bir sorunu bulunmayan,
onu “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez esas”
kabul eden Mısır ve Tunus‘a bile, “Şeriat’e
karşı laikliği” tavsiye edebilecek kadar feleğini şaşırabiliyor.
Atatürk'ün hatırına, İslam’ı, Kur’an’ı,
Allahu Teala’nın mesajını “tüm yönleriyle” kucaklamayı kabul
etmeyebiliyor.
Sadece Atatürk‘ü kucaklıyor.
Tüm yönleriyle..
*
Erdoğan şunu da diyor:
“Eleştirmek başkadır.
Hakkı teslim etmek başkadır. Bizim saygı sınırları içindeki eleştirilere
diyecek bir sözümüz yoktur. Bununla birlikte, Atatürk’ün ailesini de hedef alacak şekilde ve hakaretamiz bir
ortaya konan ifadeleri doğru bulmadığımızı da özellikle belirtmek istiyorum.”
Önce şunu açıkça ifade edelim: Saygı
göstermek zorunda olmak, putlaştırmanın, ve
köleleşmenin, kul olmanın ta kendisidir.
Saygı sınırları içindeki değil, hakkaniyet, insaf ve adalet sınırları içindeki
eleştirilerden söz etmek gerekir.
Atatürk’ün ailesinin hedef alınmasına gelince..
Bu tür tartışmalara Atatürk’ün aile
fertlerinin vs. lüzumsuz bir şekilde karıştırılmasının ardında da bir hile
bulunuyor olabilir. (İstihbarat teşkilatları böylesi eleştiri ve sorgulamaları
sulandırmak, mecrasını değiştirmek, aşırılaştırarak ahlâkî zeminini çökertmek
için bu tür hileler yapabiliyorlar.)
Atatürk'e anası vs. üzerinden yapılan
hakaretler haklı eleştirileri bile etkisiz hale getiriyor, yapılan tenkitler bu şekilde çıkmaz sokağa yönlendirilerek bitirilmiş oluyor.
*
Erdoğan, aynı konuşmasında, “Milletimizin Gazi’ye hürmeti sonsuzdur” da diyor.
Kendisinin "Gazi"ye hürmeti sonsuz
olabilir, fakat bunu millete dayatmaya hakkı bulunmuyor.
Ve bu konuda millet adına konuşması da, haddini bilme konulu atasözlerini ve
deyişleri akla getiriyor..
Sonsuz hürmete layık
olan, sadece, Allahu Teala’dır..
Onun için, Kur’an-ı Kerîm‘in ilk âyeti bu gerçeği anlatır: “Bütün övgüler âlemlerin rabbi Allah’a aittir (el-Hamdü
li’llâhi rabbi’l-âlemîn).”
Yahudi ve Hristiyanlar, Hz. İsa'ya,
hahamlarına ve rahiplerine "sonsuz hürmet" göstermeye başlayınca
müşrik hale geldiler:
"(Yahudiler) hahamlarını, (hristiyanlar da)
râhiblerini ve Meryemoğlu Mesîh'i Allah'dan başka rabler edindiler. Hâlbuki
ancak tek bir İlâh'a ibâdet etmekle emrolunmuşlardı. O'ndan başka ilâh yoktur!
O, (onların) ortak koşmakta oldukları şeylerden pek münezzehtir!" (Tevbe,
9/31)
Diyanet'in "Kur'an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir"inde
bu ayetle ilgili olarak şu bilgi veriliyor (Cilt: 2, sayfa: 759-761):
“Rab edinme” ifadesini içeren bu
âyetlerde yahudilerin ve hıristiyanların din âlimlerini ve din adamlarını Tanrı
edindikleri yani onlara taptıkları değil Tanrı benzeri bir otorite tanıdıkları
ifade edilmiş olmaktadır. Nitekim Adî b. Hâtim ile Hz. Peygamber arasında bu
âyet hakkında şöyle bir konuşma geçtiği rivayet olunmuştur:
– “Yâ Resûlellah! Biz onlara kulluk
etmiyorduk ki!
– “Peki, onlar size istediklerini helâl,
istediklerini haram kılıyorlar ve siz de onlara uyuyor değil miydiniz?”
– “Evet!”
– “İşte burada söylenen de odur”
(Zemahşerî, II, 149; Râzî, XVI, 37).
Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır
Hoca ise, Hak Dini Kur'an Dili tefsirinde, günümüzde o
papazların yerini parlamenterlerin aldığını söylemektedir.
Bunu, Elmalılı gibi bir âlim, Atatürk'ün
(bir çorap, bir mendil, bir fanila, bir takke, bir türban, bir başörtüsü vs.
için adam astırır gibi) bir şapka için
adam astırdığı zamanda yazabilmiştir, fakat Diyanet'in (AK Parti iktidarının
devr-i dilârâsında yazılan) tefsirinde böyle bir “güncel” açıklamayı bulamazsınız.
İslam’ı güncellemeye çok meraklısınız ya, merhum
Elmalılı rh. a., sizin için tefsir alanında bir güncelleme yapmış işte.
Evet, Atatürk'ü tüm yönleriyle
kucaklarsan, bunun varacağı son nokta, (Adiy b. Hâtim
hadîsinin ortaya koyduğu ve merhum Elmalılı rh. a.'in işaret ettiği gibi), onu "rab" edinmek, putlaştırmak, bir tür tağut haline
getirmek olur.
*
Hakaret etmemek başka birşey, sonsuz hürmet arz etmeye zorlanmak başka bir şeydir.
Türkiye’de Atatürk’e hakaret edilmesine
izin verilmiyor, fakat insanlar açıkça ya da dolaylı olarak ona sonsuz (ya da sınırsız) hürmet arz etmek zorunda bırakılıyorlar.
Değil milletvekili vs.
olarak görev yapabilmek, basit ve sıradan bir devlet memuru olabilmek için bile, "yemin" adı verilen ritüel ile buna zorlanıyorsunuz.
Aksi halde, (serf, parya ya da köleymişsiniz gibi) vatandaşlık haklarından
yararlanamıyorsunuz.
Atatürk’ün kişilik haklarının korunması babında şahsıyla ilgili
Koruma Kanunu yeterliyken, Türkiye'de buna bir de Atatürkçü yeminler eklenerek bütün bir milletin kişilik hakları, şahsiyeti ve kimliği ayaklar altında
çiğnenmekte, inanç ve fikir hürriyeti paspasa çevrilmektedir.
Erdoğan’ın “sonsuz” hürmet
edebiyatı bunun en müşahhas ve yalın ispatıdır.
Nasıl sonsuz? Ne demek sonsuz?
Sen ya sayı saymayı ve sonsuzun ne demek
olduğunu bilmiyorsun, ya da hayatında hiç... Neyse!
*
Evet, Erdoğan cumhurun/milletin başı olarak bu konuda da “millet adına”
konuşuyor, milletin Atatürk’e sonsuz hürmet duyduğunu
ilan ediyor.
Bu durumda milletin sükut etmesi, itiraz
etmemesi, “Sükut ikrardan gelir” fehvasınca,
Erdoğan’ın ifadelerini onaylama ve Atatürk’e dolaylı olarak sonsuz
hürmet arz etme anlamına gelir.
Bu, milletin iradesi, hürriyeti ve
vicdanı üzerinde vesayet kurmak, onların kişiliklerini ve haysiyetlerini hiçe saymak demektir.
Kişisel olarak, Atatürk’e hakaret etmeyi
gereksiz (hatta yanlış) buluyorum.
Fakat bu, ona sonsuz hürmet duymam anlamına gelmiyor.
Açıkça söylüyorum, takiyye yapmayan, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” olmaya çalışan, en azından bunu önemseyen sıradan bir vatandaş olarak, Atatürk’e zerre kadar bile hürmetimin bulunmasından, ahirette Rabbülâlemîn'in huzuruna ona hürmet etmiş bir kişi olarak çıkmaktan Allahu Teala'ya sığınırım.
Çünkü onun Allahu Azîmüşşan'ın kitapları
ve Allah’ın Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hakkında neler söylemiş olduğunu
biliyorum.
*
İnsanlar, tercihlerinde hürdür.
Hür olmalıdır.
“Dinde zorlama yoktur“,
isteyen istediği gibi inanabilir.
Atatürkçülükte de zorlama olmamalıdır.
Erdoğan, CHP’den
fazla Atatürk savunuculuğu yapabilir, kişisel olarak ona sonsuz saygı duyabilir, duyduğunu ifade edebilir.
Faşist ve komünistlerle Atatürk ortak paydasında buluşabilir.
Bu, kendi bileceği şeydir.
Fakat, bu konuda millet adına konuşmaya, milletin “sonsuz hürmet”ini kendi kişisel beğenisine bağlamaya, tekeline almaya hakkı
yoktur.
Milletin saygısı, hürmeti üzerinde vesayet oluşturmaya, onların iradesi üzerinde tahakküm kurmaya kalkışmamalıdır.
Mesele bundan ibarettir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder