Yeni
Şafak gazetesi
yazarı, ilahiyatçı Prof. Dr. Hayrettin Karaman, 2017 yılı anayasa referandumunda
evet demenin farz olduğu fetvasını vermişti.
Bu durumda, hayır oyu vermek, hatta hiç oy kullanmamak, haram demek oluyor.
Bir referandumda evet oyu kullanmanın ülkenin hayrına
olduğunu düşünebilirsiniz. Böylece, gerçekten hayırlı ve isabetli bir tercihte
bulunuyor da olabilirsiniz. Fakat bu, evet oyu kullanmanın farz olduğunu
söyleyebilmek için her zaman yeterli değildir.
Ayet-i kerimede belirtildiği gibi, hoşunuza giden birşey hakkınızda şer olabileceği gibi, hoşunuza
gitmeyen birşey de, hakkınızda hayır olabilir.
Neyin nasıl sonuç vereceğini, gelecekte neler
olacağını ancak Allahu Teala bilir.
Hesaplarınız ters de tepebilir. Böylece, bilmeden
şerre kapı açıyor da olabilirsiniz.
Birşeyin farz olup olmadığına dair hüküm, geleceğe
ilişkin zan ve tahminler üzerine kurulamaz.
Böyle bir durumda isabetli olan davranış, insanların
aralarında istişare ve müşaverede bulunmalarıdır.
Yine, istihare yaparak
karar vermek de faydalı olur.
Buna göre tercihiniz evet olabilir. Fakat orada durup,
meseleyi “farz” olarak takdim etmek gibi bir tutumdan uzak durmanız gerekir.
*
Daha müşahhas konuşalım.
Mesela şimdi, Erdoğan halifelik anlamında biat alıyor olsa, herhangi bir kimsenin Erdoğan’a
biat etmesinin farz olduğunu söyleyebilir
misiniz?
Farz olduğunu söylerseniz, biat, gönüllü bir seçim işlemi olmaktan çıkar. Bu,
Erdoğan’ın insanlar tarafından değil, Allahu Teala
tarafından seçilmiş olması demek olur.
Aynı şekilde, referandumda evet oyu vermenin farz
olduğunu söylemek, bunun Allahu Teala tarafından konulmuş olan bir hüküm
olduğunu kabul etmek demektir. (Ki bu hüküm, Allahu Teala’nın vahiyle
emrettiği bir hüküm değil, son tahlilde Tayyip Erdoğan‘ın
kişisel arzusu.)
Hz. Ebubekir r. a.’in
seçiminde bile böyle bir yaklaşım söz konusu olmamıştır.
Mesela Hz. Ali k. v., ona uzun süre biat etmeden
beklemiştir. Ensar’ın liderlerinden Sa’d bin Ubade r. a. hiç biat etmemiştir.
*
Açıkçası, Hayrettin Karaman'ın birçok lafı zırvadan başka birşey değildir.
Büyük vebaldedir.
Aslında, Karaman’ın böylesi zırvaları üzerine konuşmaya bile değmez.
Fakat, maalesef bu adamlar burada durmuyorlar.
Önce, boş kafa mahsulü bir fetva ortaya atılır, evet
oyu vermek farz ilan edilir. Sonra da size, farzları çiğneyen bir fasık, facir,
günahkâr muamelesi yapılmak istenir.
Onun için, zırvaya zırva demek bir zaruret olarak
karşımıza çıkmaktadır.
*
Karaman, sözlerini çarpıttığımızı ya da
yanlış anladığımızı iddia edebilir.
O yüzden 13
Nisan 2017 tarihinde “Neyi
oyluyoruz?” başlığı altında yayınlanan yazısını okuyup öyle devam edelim:
Sanki ortada iyi bir anayasa var,
kırk yamalı mevcut anayasadan kaynaklanan problemler yok, durup dururken
iktidar “bu güzelim anayasayı” değiştirmeye kalkışmış da şurası şöyle burası
böyle diye tartışmalar yapılıyor?
Yok böyle bir şey.
Mevcut anayasadan herkes şikayetçi
idi, bu şikayetlerin arasında yetki çatışmaları, başka şartlarda ülkenin başını
belaya sokacak çift başlılık gibi durumlar da vardı. En iyisi olmasa da
olabilecek iyiyi gerçekleştirmek üzere bir kısmi değişiklik teşebbüsü yapıldı.
Bu teşebbüsün “Evet” ile sonuçlanması durumunda eski halden bazı beklentileri
olan ve hedef haline getirdikleri Recep Tayyip Erdoğan’ın daha güçlü ve etkili
hale gelebileceğinden endişeye kapılan kesim içeride ve dışarıda bütün
imkanlarını kullanarak değişikliği engellemek üzere hareket ediyorlar.
Bu kesimin içinde daha çok kimler
var?
Recep Tayyip Erdoğan düşmanları var.
Ona niçin düşman oldular?
Çünkü o, adam saymadıkları halk ile
el ve gönül birliği yaptı.
Merkeze yürümeleri engellenen halkın
önünü açtı.
Ekonomi, eğitim, sağlık ve imar
konularında rüyaları gerçek kıldı.
Dinli dinsiz, dindar gevşek dinli
bütün vatandaşların inançlarına uygun yaşamalarını ve insan hak ve
özgürlüklerinden eşit olarak yararlanmalarını sağladı.
Medeniyetimizin okulları olmaya
namzet İmam Hatip okullarını, mahrum kılınan haklarına kavuşturdu, yeniden
itibar ve ilgi odağı olmalarına imkan verdi.
Bütün mefahirini aziz dinine borçlu
olan bu milletin hayatından dini eksiltmek için alınmış zalimce tedbirleri
yıkıp geçti, hem dindar hem de her meşru alanda etkili olmayı mümkün hale
getirdi.
Dünyayı zulüm ve sömürüyü mubah
sayarak yöneten devlet ve şirketlere karşı bağımsızlığımızı ilan etti.
Mazlum ve mağdur İslam dünyasına
ümit ve cesaret aşıladı…
Bütün bu olup bitenlerin önünde,
Allah’ın izni ve asil halkın desteği ile Recep Tayyip Erdoğan var. Onu maddi
veya manevi olarak etkisiz hale getirirlerse eski zulüm ve sömürü düzenine
yeniden kavuşma ümidi taşıyorlar.
İşte bu iki zıt hedef oylanıyor.
Evet dersek Erdoğan’ın öncülüğünde
2002’den sonraki süreç devam edecek, Hayır denirse adım adım kötü olan eskiye
dönülecek.
Birkaç cümle de işin din ve ideoloji
boyutu için yazayım:
Nasıl bir ülke, nasıl bir düzen
istiyorsunuz?
Bunu kendinize sorun.
İkinci sorunuz şu olsun:
Bu hedefe bir adımda, bir sıçrayışta
ulaşmak mümkün müdür?
Mümkün değilse zamansız ve usulsüz
sıçrayışlarla durmadan sakatlanmak mı istersiniz, yoksa hedefe götüren
adımları, usulüne ve gereğine uygun olarak sırayla atarak her adımda sağlıklı
mesafeler kat’ etmek mi istersiniz?
İşte bir de bunu oyluyoruz!
Bizi hedefe yaklaştıracak olan bir
adımı daha “Evet” diyerek atmak, “farz
olanı tamamlayan ve ona yaklaştıran her fiil farzdır” kuralının çerçevesine
dahildir.
(http://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/neyi-oyluyoruz-2037309)
Evet, Karaman, “Mevcut anayasadan herkes
şikayetçi idi, bu şikayetlerin arasında yetki çatışmaları, başka şartlarda
ülkenin başını belaya sokacak çift başlılık gibi durumlar da
vardı” diyordu.
Tek başlılık da bazı durumlarda ülkenin başını belaya
sokabilir.
Mesela Hitler, sadece
kendisinin değil, tüm dünyanın başını belaya sokmuştur.
Daha yakın ve bizden örnekler: Saddam ve Kaddafi..
Karaman’ın, konuyu “ilke” değil “şahıs” eksenli ele aldığı görülüyor.
Konuyu Erdoğan düşmanlığı ekseninde
tartışıyor.
Erdoğan’ın (şu anda) düşmanlarının çok olduğu doğru,
fakat onların birçoğu, önceden Erdoğan’ın dostu idiler.
Karaman, Erdoğan için, “Ona niçin düşman
oldular?” sorusunu yöneltiyor.
Cevap şöyle: “Çünkü o, adam saymadıkları
halk ile el ve gönül birliği yaptı.”
Burada duralım..
Erdoğan, 1 Mart tezkeresi konusunda
kimlerle el ve gönül birliği yapmıştı?..
Çok yakın bir zamanda bile, o günkü kararının
arkasında durduğunu, dolayısıyla kimlerle el ve gönül birliği
yapmaya devam etmekte olduğunu açıklamadı mı?
*
Erdoğan’la Batı’nın arasının açılmasında Erdoğan'ın İsrail'in kalleşliklerinden gına getirmesinin, Suriye'de ABD tarafından oyuna getirildiğini anlamasının, Batı'nın hem Gezi kalkışması ve hem de FETÖ vasıtasıyla kendisinin altını oymaya uğraştığını fark etmesinin etkisi var.
Erdoğan eğitim, sağlık, imar, yol, köprü vs.
konularında “rüyaları gerçek” kılmışmış da,
Batı bunun için ona düşman olmuşmuş..
Sen bunu külahıma anlat..
Bu yaptıkların senin Batı’ya sanayi ve teknoloji
alanında rakip olmanı sağlamaz. O nedenle onların umurunda bile olmaz. Üstelik
bunların birçoğunu yabancılara yaptırıyorsun.
İmam hatiplere vs. gelince… Batı Erdoğan’a bunun için de düşman olmadı, olmaz.. Suudi Arabistan’da bütün okullar bir tür imam hatip sayılır, fakat ABD’nin arası bu ülkeyle yakın zamanlara kadar hep mükemmel oldu.
Karaman’a göre, Batı’nın Erdoğan düşmanı olmasının
nedenlerinden biri de şuymuş: “Dünyayı zulüm ve sömürüyü
mubah sayarak yöneten devlet ve şirketlere karşı bağımsızlığımızı ilan etti.”
Bağımsızlığımızı mı ilan etti, yoksa, yeni bağımlılık arayışlarına mı girdi?..
*
17-25 Aralık meselesinden bir buçuk ay önce (yani Gezi kalkışmasından sonra) Erdoğan
Moskova’ya gidip Putin’e “Bizi Şanghay Beşlisi’ne alın!” diye
dil dökmüştü.
Kırılma noktası aslında burasıdır. Batı işte o zaman
Erdoğan’ı defterden tümden sildi.. Ve FETÖ atağa geçti.
Ancak, Erdoğan’ın yaptığı bağımsızlığını ilan etme
değil, bir bağımlılıktan diğerine geçiş teşebbüsüydü. O, Erbakan’ın D-8’leri
gibi bir teşebbüste bulunmuş değildi. (Bulunmadığı gibi, Temel Karamollaoğlu’nun
söylediğine göre, bu oluşumun dönem başkanlığı kendisine geldiği halde
üstlenmiyor ve üyelik aidatını da ödemiyordu. Yani ona ölü muamelesi yapıyordu.)
Görüldüğü gibi Karaman, sanki kendisinden başkası bu
ülkede yaşamıyormuş gibi masal anlatıyor.
Erdoğan’ın mazlum ve mağdur İslam dünyasına ümit ve cesaret aşılaması meselesine gelince..
Aşıladığı şey aslında laiklikti.. Mısır ve Tunus’a
gitti, “Bırakın bu Şeriat’i, laiklik çok iyi.. Bir tadan müptelası
oluyor” anlamına gelen sözler söyledi.
Laiklik tavsiye ediyorsunuz ve ümit aşılamış
oluyorsunuz..
Nasıl bir ümitse ve neyin ümidiyse?
Ve de bu nasıl bir cesaretse?.. Neyin cesaretiyse?..
Kime karşı cesaret?..
*
Karaman, bütün bu masalların ardından, taşı gediğine
koyuyor:
“Bütün bu olup bitenlerin önünde,
Allah’ın izni ve asil halkın desteği ile Recep Tayyip Erdoğan var. Onu maddi
veya manevi olarak etkisiz hale getirirlerse eski zulüm ve sömürü düzenine
yeniden kavuşma ümidi taşıyorlar.”
Türkiye açısından bakarsak, eski zulüm ve sömürü düzeninin somut/müşahhas
tezahürü, 28 Şubat süreci..
Bunun ardında da Ergenekon zihniyeti, ulusalcılar ve
Kemalistler var..
Batı, İslamcılık (ya da Siyasal
İslam) olarak gördüğü Millî Görüş hareketini
(Türkiye Cumhuriyeti yasaları, ismi İslam olan bir siyasal harekete izin
vermiyor) tasfiye ettikten sonra, yerine FETÖ‘nün “İslamcılık karşıtı ılımlı İslam”ını ve Akparti’nin
“Millî Görüş’e sırt çevirip muhafazakâr demokrasiyi ve Batı tipi laikliği
benimseyen tatlısu müslümanlığı”nı ikame etmek istedi.
Bunun için başlangıçta Erdoğan’a ve Akparti’ye destek verdiler.
28 Şubat’ta kullandıkları darbeci ve ulusalcı/Kemalist
askerler, buna bozuldular. Birtakım tertipler içine girdiler.
Ancak ABD ve Avrupa onları hayalkırıklığına uğrattı,
onlardan desteğini çekti.
Çünkü, Batı açısından Türkiye’de istenen gerçekleşmişti,
İslamcı-Şeriatçı siyasal hareket tasfiye edilmiş, İslamcı kitle FETÖ ve Akparti eliyle “uluslararası düzen”e
entegre edilip “eski" İslamcılar haline getirilmiş durumdaydı.
Böyle bir ortamda Akparti’nin de önünün kesilmesi,
laikleştirilen eski İslamcıların yeniden radikalleşmesine yol açabilirdi.
Ulusalcı Kemalist askerler bu yüzden Ergenekon
davalarıyla yüzleşmek zorunda kaldılar.
Ancak, bu arada Erdoğan taraf değiştirdi, ya da ikili oynadı.
Nasıl ABD ve
Avrupa Birliği’ne karşı dışarıda Şanghay Beşlisi’nin yanında yer almak
istediyse, içeride de, 4 Mayıs 2007 tarihinde Genelkurmay Başkanı Büyükanıt‘la, “mezara kadar gidecek bir sır olduğu
söylenen” Dolmabahçe Mutabakatı‘nın altına
imza attı.
*
Orada konuşulanlar sır ise de, ondan sonra yaşanan ve
söylenenler sır değil.
Erdoğan, ikide bir “Aziz Atatürk“e rahmet dilemeye, bağlılık arzetmeye başladı.
2014 yerel seçim kampanyasını "Gazi Mustafa Kemal Paşa"nın “Sivas Kongresi“ne atıfla Sivas’tan başlatmıştı..
Cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyasına da “Aziz Atatürk”e bağlılığın sembolik bir göstergesi olarak Samsun‘dan start verdi.
FETÖ’cü “ılımlı İslam” yerine “yerlilik, millilik” lafları öne çıkarılır oldu.
“Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır” lafı ile
adeta “Mevzubahis olan vatansa, İslam, Kitab, din ve iman bile
teferruattır” mesajı verilmeye başlandı.
“Yerli ve milli ateisti, vatan haini dindara tercih
ederim” diyen, böylece insanların bilinçaltına “Dindarlık
eşittir vatan hainliği, ateistlik eşittir yerlilik” mesajını veren geri zekâlı
Akpartililer bile zuhur etti.
Evet, durum bu..
Ve, Hayrettin Karaman, sanki bunlar yaşanmamış,
yaşanmıyor gibi, utanmadan şunu yazabiliyor:
Nasıl bir ülke, nasıl bir düzen
istiyorsunuz?
Bunu kendinize sorun.
Hayrettin Karaman, bunu
Erdoğan’a sormalı..
Fakat sormasına gerek yok. Erdoğan hazretleri Mısır ve Tunus‘ta, “nasıl bir düzen istediğini”
açıklamıştı.
*
Ve bu Hayrettin efendi, Erdoğan’ın (başbakanlık
makamına son verip geniş yetkili cumhurbaşkanlığı sistemini getiren) anayasa
değişikliği ile “istediğimiz düzen”i (İslamî düzeni) getireceğine inanmamızı
istiyordu.
Ona göre, İslamî düzenin getirilmesi farzdı. Erdoğan’ın yapmak istediği anayasa değişikliğinin bunu sağlayacağı da kesindi.
Ayrıca Erdoğan’ın niyetinin de bu olduğu (Kendisinin Mısır ve Tunus’taki ve de Türkiye’deki aksi yöndeki beyanlarına rağmen) kuşkusuzdu.
Dolayısıyle,
Erdoğan’ın istediği evet oyunu vermek de farz oluyor.
Biz İslamî düzen dedik, fakat Karaman yazısında o
düzenin adını vermeye bile tenezzül etmemişti aslında.
Evet oyu vermenin farz olduğunu
söyleme cesaretini gösteriyor, fakat düzenin adını anmıyor.
Böylesi bir durumda evet oyu vermenin farz
olması için, Şeriat’in hükümferma olmasının buna bağlı olması gerekir.
Fakat, Erdoğan farklı şeyler söylüyor. Ve geri adım
atmıyor.
Mısır ve Tunus’ta söylediklerine pişman mı oldu, geri
adım mı attı?
Hayır!
Tam aksine, TBMM Başkanı İsmail Kahraman “Anayasa’da,
Batı’da olduğu gibi, laiklik diye
bir kavram yer almasa da olur” dediği için, ona ve bütün Türkiye’ye, İslâm
âlemine ve cümle cihana Mısır ve Tunus konuşmalarını hatırlattı.
Şöyle dedi:
“Şahsımla ilgili ise benim başından
itibaren bu konudaki düşüncelerim bellidir. Hele hele Mısır'da yaptığım konuşma, bu konuda çok çok önemli.”
(http://www.haberler.com/iste-cumhurbaskani-erdogan-in-arkasinda-durdugu-8388959-haberi/)
Mısır'da yaptığı konuşma evet çok önemli..
Ve bunu ben söylemiyorum, Erdoğan söylüyor.
Fakat Karaman efendi o konuşmanın öneminden habersiz.
O konuşmada ne demişti, bir de ona bakalım:
“Türkiye’de anayasa laikliği, devletin her dine eşit mesafede
olması olarak tanımlar. Laiklik
kesinlikle ateizm değildir. Ben Recep Tayyip Erdoğan olarak
Müslümanım ama laik değilim. Fakat laik bir ülkenin başbakanıyım. Laik bir
rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır. Ben Mısır‘ın da laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye
ediyorum. Çünkü laiklik din düşmanlığı değildir. Laiklikten korkmayın. Umarım ki Mısır‘da yeni rejim laik
olacaktır. Umuyorum ki benim bu açıklamalarımdan sonra Mısır halkının laikliğe bakışı değişecektir.”
(http://www.haberler.com/iste-cumhurbaskani-erdogan-in-arkasinda-durdugu-8388959-haberi/)
Sanki mesele sadece
ateistlik meselesi..
Ona bakarsan Vatikan
da ateist değil, İsrail de.
Yunanistan da laik, peki
onun düzeni İslam’ın istediği düzen mi?!
Adam, bırakın Türkiye’ye
Şeriat getirmeyi, Mısır’daki Şeriat’e bile razı değil..
Oraya bile laiklik götürmeye çalışıyor..
Ve de Hayrettin Karaman,
onun Türkiye’ye Şeriat getireceğine inanarak oy kullanmamızın “farz” olduğunu
söylüyor.
Açık konuşalım: Karaman ya “kafayı yemiş”,
ya da milletin kafayı yemiş olduğunu zannediyor.
*
Böylece Karaman, aslında, Erdoğan’ın takiyye yaptığını
ve Kemalistleri/Ulusalcıları “aldattığını” söylemiş oluyor.
Erdoğan ise, o sıralarda neredeyse her gün, siyasette ne aldanan, ne de aldatan olduğunu söylüyordu.
Şimdi kime inanalım,
Erdoğan’a mı, Erdoğan hesabına Hayrettin efendiye mi?
Erdoğan, başdanışmanlarından
Şükrü Karatepe’nin eyalet sistemi açıklaması için de “Ben ne diyorum ona
bakın. Rejim meselesi 1923’te bitmiştir. Değiştirmek isteyen karşısında önce
beni bulur” açıklamasını yapmıştı.
Yani Karaman gibi kendisinde
keramet vehmeden etkisiz ve yetkisizlerin değil, Erdoğan’ın bizzat kendisinin
ne dediğine bakmalıymışız.
Üstelik Karaman danışman bile
değil. Sarı çizmeli Mehmet Ağa..
*
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin ve Allâme Zahidü’l-Kevserî‘nin fetvasına göre (Onlar
Türkiye dışında oldukları için laiklik konusunda “vicdanı hür, fikri hür”
fetva verme özgürlüğüne sahiptiler), laikliği inanıp benimseyerek savunmak,
küfürdür.
İmdi.. Diyelim ki Hayrettin efendi haklı, Erdoğan bu konuda takiyye yapıyor..
Böylesi bir konuda bu şartlarda takiyye yapması caiz olur mu?!
*
Aynı Karaman Yeni Şafak’ta yayınlanan bir
yazısında şunu diyerek zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkmayı başarmıştı:
AK Parti baştan beri din hürriyeti
manasında laik ve demokratik cumhuriyet ilkelerine göre
siyaset yapacağını, din siyaseti yapmayacağını ilan
ediyor. Bu sebeple mensuplarına, şahsî hayatlarında Müslümanca yaşamaya
çalışsalar bile “Niçin ülkeyi İslâmî düzene göre yönetmiyorsunuz” sorusu sorulamaz….
(http://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/hidyet-mi-istismar-mi-2035776)
Biz onlara soru soramayacağız..
Yani “la yüs’el” olacaklar..
Çünkü bize herhangi bir borçları yokmuş..
Adamlar “din
siyaseti” yapmayacaklarını söylemişlermiş..
Yani İslamî siyasetle, Allahu Teala’nın ve Resulü’nün
emirleri doğrultusunda siyaset yapmayla ilgili herhangi bir taahhütleri yok..
Böyle bir dertleri
de yok..
Çünkü, “din
milliyetçiliğinin ayakları altında olduğunu” bile söyleyebiliyorlar. (Bkz.
Erdoğan’ın nutukları.)
Kendilerini laik siyasete o kadar kaptırmışlar ki,
Mısır’a ve Tunus’a gidip, “Şeriat’i
kaldırın, laikliği savunun” diyebiliyorlar.
Ve, adamlardan biz, İslam için birşey isteyemiyoruz.
Fakat onlar, kendilerini desteklemememiz durumunda dünyamızı ve ahiretimizi tehlikeye atacağımızı söyleyebiliyorlar. Söyleyebildiler.
Erdoğan bunu, 2017 anayasa referandumu öncesinde
Bursa’da söyledi.
Dünyadaki tehlikenin farkındaydık..
Fakat adamlar, galiba ahirette de, mahşer meydanında laik bir hükümet
kurup bizi idare edeceklerini zannediyorlardı.
Din siyaseti (İslamî siyaset, İslam’a göre siyaset)
ile bir alâkaları yoktu, fakat neyin farz, neyin haram olduğuna karar verme
yetkisini kendilerinde buluyorlardı.
Kendilerini desteklemenin farz olduğunu ileri
sürüyorlardı.
*
Yani bunların siyasetine göre, kendileri farzı vacibi,
mekruhu haramı umursamayacaklar, çünkü din
siyaseti yapma sözü vermemişler.
Fakat biz, onların kendi kafalarına göre çerçevesini
çizdikleri bir “din anlayışı”na kendimizi kaptırıp, güya bir farzı yerine
getirmek üzere onlara oy vereceğiz.
Bu, ne Aziz Nesin’in mizahî bir romanı, ne de bir
Kemal Sunal filmi..
Bu, Erdoğan ile Hayrettin Karaman’ın “yerli ve milli”
aklı..
*
Şunu söylemek artık elzemdir:
Akparti’yi siyasetini benimseyerek, onların İslam ve laiklik gibi
konulardaki laflarını tasdik edip onaylamak suretiyle destekleyen,
ahiretini tehlikeye atmış olur.
Bu laik düzenin Müslüman’a kendi inancına göre siyaset yapma özgürlüğünü bir gıdım bile tanımadığını, bu ülkede gerçek bir din ve vicdan hürriyetinin bulunmadığını bilerek, Akparti’nin de bu düzenin (laikliğe iman etmiş) partilerinden bir parti olduğunun farkında olarak oy veriyorsa, ve Akparticilik yapmıyorsa, Erdoğan’ın havariliğini yaptığı Türkiye tipi yerli ve milli laiklik hesabına Şeriat karşıtı hale gelmiyorsa (Mesela sırf Afganistan’da Şeriat’i uygulamaya başlayarak Türkiye’deki kendi yarım yamalak müslümanlığıyla sermest tatlı su dindarlarının keyfini bozduğu için Taliban’a dil uzatmıyorsa, Taliban’ı değil Akparti’yi eleştirebiliyorsa), angaje olmadan kendince bir fayda zarar hesabı yapıp oy kullanmaktaysa, ona bir şey diyemem.
*
Erdoğan’ın savunduğu ve Mısır ile Tunus’ta Şeriat’e
karşı teklif ettiği Türkiye laikliği, takiyye
yapmayan müslümana siyaset yapma hakkını tanımamaktadır.
Çünkü Türkiye’de laiklik,
din ve vicdan hürriyetini korumaya değil, İslam’ın hakimiyetini önlemeye
yönelik bir Çin seddidir.
Pratikte laiklik, sadece İslam’ın önündeki bir
engeldir.
Türkiye’de bir hristiyan
din devletinin kurulması ihtimali var mıdır? Yoktur!
Yahudi din
devleti kurulması ihtimali var mıdır? Yoktur!
İneğe tapan
Hindu din devleti kurulması ihtimali var mıdır? Yoktur!
Demek ki Türkiye’de laiklik abrakadabrası sadece
Türkiye’nin bir İslam devleti
olmasını önlemeye yöneliktir.
*
Onun için de, Hristiyanların kutsal pazar gününü ve Yahudilerin kutsalı
cumartesiyi resmî tatil yaparak Türkiye’de din
kurallarını hakim kılan ve böylece savunduğu laikliğe aykırı davranan CHP, kapatılmaz.
Ama Müslümanın kutsal günü cumanın tatil olmasını Erbakan’ın Refah Partisi teklif etseydi, bu
rejimin yüzeyseli ve deriniyle bütün kurumlarındaki ataistler ve ateistler gözü dönmüş yamyam gibi ağızlarının suyu akarak gulu gulu dansına başlarlardı.
Başlamazlar mıydı?!
Hayır, Hristiyan ve Yahudi hesabına çalışan CHP'nin pazarı ve cumartesiyi tatil yapmış olması gibi cumayı tatil
yapmalarından söz etmiyorum, sadece teklif etmelerinden söz ediyorum.
Erdoğan’ın beğendiği, İslam Şeriati’ne karşı savunduğu
laiklik işte bu..
*
Laik olsaydınız, "Türkiye, Hz. Muhammed'in s.a.s.'in devleti gibi İslam devleti olmayacaktır, Fatih Sultan Mehmet'in devleti gibi de İslam devleti olmayacaktır, fakat Vatikan gibi hristiyan din devleti de asla olmayacaktır, İsrail gibi yahudi din devleti de katiyyen olmayacaktır, biz laikler buna izin vermeyeceğiz, o yüzden tatil günümüz ne cumartesi ne de pazardır.. Pazartesi ve salı" derdiniz.
Demediniz.. Üstelik elinizde çarşamba ve perşembe de vardı..
İşte size Atatürk tipi laik devlet!
Yahudi
hahamının kıyafetini, fötrünü getirir devlet yöneticilerine dayatır, yani sanki burası
bir yahudi din devletiymiş gibi davranılır, fakat Türkiye’nin bir müslüman devlet
görevlisi (mesela bir vali, bir bakan, Taliban gibi) sarık saracak olsa laiklik
adına dünyayı başımıza yıkarlar.
Laikçilerin dertleri "örtülü" İslam düşmanlığı değil de laiklik olsa önce şu haham fötrüyle
hesaplaşmaları ve Türkiye’yi adı
konulmamış bir yahudi din devleti haline getirmiş olması suçlamasıyla CHP’yi
kapatmaları gerekir.
*
Bu nasıl bir laiklik ki, devletin resmî takviminde sene Hristiyanın Noel’ine göre başlayınca sorun
olmuyor, fakat Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in hicretine göre başlayacak olsa “Vayy
Türkiye din devleti oldu” diye kıyamet koparılır!
Ey "bilge" Bilge Kağan’ın “toksa açlığı tokluğu unutan, bir
doyarsa açlığı düşünmeyen” saf, uyur gezer, dünyadan ve kendisinden gafil torunu, zaten din devletinde yaşıyorsun, haberin yok..
Bunu yapan da CHP..
Ama CHP’ye herşey mübah.. Çünkü tarihi boyunca hristiyana
ve yahudiye hizmet etmiş, Müslüman'la ise mücadele etmiş, İslam’ı aşağılamayı
çağdaşlık bellemiş.
Dolayısıyla laiklik adına kapatılmamayı garantilemiş.
Ve şimdi Erdoğan, kraldan fazla kralcı kesilip “Aziz
Atatürk”ünün laikliğini bu ülkenin “eski” İslamcılarının yeni ideolojisi haline
getiriyor.
Ört ki ölem!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder