İşgüzârın birisi, Prof.
Hayrettin Karaman’a, saf ayağına yatarak algoritma hesabı gibi (aptalca görünen kurnazca) sorular
yöneltmişti (“Fetvalar arasında”, Yeni Şafak, 10 Nisan 2022).
“Hocam hayırlı günler. Sevgi, saygı
ve hürmetlerimi sunarım” diyerek söze başlayan vatandaş lafını şöyle sürdürüyor:
Uzun
zamandır cevabını öğrenmek istediğim bir sorum hakkında size
yazıyorum. Bu konuda dinimizin uygulamasını bizlere, tavsiyesini bana
anlatabilirseniz çok mutlu olurum. Günümüzde karşılaştığımız problemlerle
sıradan Müslümanlar olarak sizin gibi din konusunda
bilgili hocalarımıza soruyorum. Fetva sorduğum hocamız da o
konunun hükmü ilgili hakkında caiz / caiz değildir diye belirttikten sonra
helâl olanı, dinen uygun olanı yapmaya çalışıyorum. Şimdi örnekler vererek
aşağıda sorularımı sormak istiyorum. Bu örneklerle sorumu daha iyi
açıklayacağımı düşündüğüm için bu şekilde soracağım. Sizin fetvalarınızdan çok
yararlandığım için vereceğim örnekte sizi ve karşısında da isim vermeyeceğim
(hayali). İslâm hukuku alanında bir hocamız veya Din
İşleri Yüksek Kurulunda bir hocamız veya fıkıh alanında bilgili bir hoca ya da
müftü vb. bir X hocamız olsun.
Hayreddin
hocam size örneğin; ekonomi alanında katılım bankası işlemleri, sigorta, kasko,
borsa vb gibi herhangi bir soru sormuş olduğumda o konunun dini hükmüyle ilgili
bana cevabınız “caiz değildir” olursa:
1) Ben bu
fetvayı ilk olarak size sorduğum için dinen bunu uygulamak zorunda
mıyım? Yoksa bu konuda caiz diyen X hocalarımız var mı diye
araştırma yapma, aldığım bu fetva sonrası başka birine danışma hakkım var
mıdır? Yoksa artık bu konuda bu aldığımız fetvaya uymayarak “Caiz diyen var
mı?” diye başkasına danışmak nefsine uymak- şeytanı sevindirecek bir iş midir?
*
Karaman’ın cevabı şöyle:
“Bir
başkasına daha sormaktan maksat; kolay olanı uygulamak, karşılaşılan problemi
çözmek, sıkıntılı durumu aşmak, İslâmî-ictihâdî hükmün bir konudaki genişliğini
ve ümmete rahmet oluşunu idrak etmek gibi meşru maksat olduğu
sürece elbette yetkili olan birden fazla âlime sorma hakkınız vardır.”
Bir defa, cevap totolojik bir
nitelik taşıyor. Meşru olan meşrudur (Şeriat’e uygun olan Şeriat’e uygundur)
demek gibi birşey..
İkinci olarak, soru ile cevap
birbirine tam uygun düşmüyor. Adamın sorduğu şey şu: Caiz değildir fetvasını
aldığımda caizdir diyeni arayabilir miyim?
Elbette her konuda isteyen istediği
her alime her meseleyi sorabilir. Burada kısıtlama olmayacağı açıktır.
Hiç şüphe yok ki, caiz değildir
fetvası verilmiş bir konuda caizdir fetvasını yapıştıracak birilerini bulmak
her zaman mümkündür. Arayan Mevla’sını da, belasını da bulurmuş..
Burada tavsiye edilmesi gereken şu:
Niyetin, caizdir diyeni aramak olmamalıdır, hakka tabi olmak, günaha düşmemek
olmalıdır.
Daha baştan caizdir cevabını aramak
için yola çıkmanın nefsanî bir
tutum olduğu açıktır.
*
Vatandaşın ikinci sorusu şöyle:
“Birinci
sorumun devamı olarak danışma hakkım varsa danıştığım X hoca caiz derse, bu
durumda ilk fetva benim işimi çözmediği, nefsime zor geldiği için ikinci
aldığım X hocamızın caiz fetvasına göre (benim işimi gören / işimi halleden /
bana uygun / maddi olarak beni zarara sokmayacak vb. gibi işime yarayan fetva ile) olan hareket etmemde
dinen bir mahzur var mıdır? Fetva konusunda caiz/caiz değildir diyen iki farklı
görüş olursa caiz/dinen uygun diyenler de var diye o işi yaparsak bundan dolayı
ahirette mesul olur muyuz?”
Görüldüğü üzere, matematik denklemi
gibi x’li soru yönelten vatandaş, akıl, mantık, vicdan vs.den
söz etmiyor. Nefse zor gelmeden bahsediyor.
Karaman’ın cevabı yine totolojik
mahiyette:
“Benim işimi gören/işimi halleden/bana uygun/maddi olarak beni zarara sokmayacak vb. gibi işime yarayan” dediğiniz fetva ile amel etmeniz, onu uygulamanız caizdir. Hz. Aişe’nin rivayet ettiği bir sahih hadise göre, “Peygamberimiz (s.a.) dine ve dünyaya ait bir işin iki çözümü arasında muhayyer bırakıldığında -biri günah olmadıkça- kolay olanı seçerdi…”.
Müctehidlerin
ve yetkili âlimlerin bir konuda verdiği farklı fetvaların hiçbiri günah
değildir.
Evet, Karaman burada yine totolojik bir kurnazlıkla topu taca atıyor.. Ayrıca,
vatandaşın caizdir fetvası almak için başvuracağı kişileri “müctehid” ve
“yetkili alim” konumuna çıkarıyor.
Eh, fetvayı bir müctehid ve de
“yetkili” alim vermişse, artık tartışacak birşey zaten kalmıyor.
*
Ancak, adamın sözünü ettiği hocalar
“İslâm hukuku alanında bir hocamız veya Din İşleri Yüksek Kurulunda
bir hocamız veya fıkıh alanında bilgili bir hoca ya da müftü vb. bir X hocamız“..
Müctehidlerden ve yetkili alimlerden
söz etmiyor.
İmdi, bu X hocaların hepsi müctehid midir?..
İctihad seviyesindeler mi?..
Fıkıh alanında bilgili her hoca ya da müftü, “yetkili alim” kabul edilebilir mi?
Fıkıh alanında “yeterli düzeyde”
bilgili kabul edilmenin ölçüsü nedir?
Mesela Turan Dursun da medrese tahsili görmüş bir emekli
müftüydü.. Her müftüye güvenilebilir mi? (Tabiî bu tür çekinceler, nefse zor
gelen fetvaları veren hocalar için de varittir.)
Vatandaşın “Birinci sorumun devamı olarak danışma hakkım varsa …” diye lafa başlaması da gösteriyor ki, aslında birinci sorusunun cevabını biliyor.
Maksadı başka..
Soru üç gaye ile sorulur: Öğrenmek
için, öğretmek için, imtihan için.. Bu vatandaşın, tecahül-ü arifane sanatı
sergileyerek Hayrettin Karaman’a birşeyler söyletmek istediği, gönlünden
geçenleri Karaman’ın söyleyeceğini umduğu anlaşılıyor.
*
Vatandaşın üçüncü sorusuna gelelim:
“Okuduğum
bazı yazılarda farklı fetvaların olduğu durumda şüpheli durumlardan
kaçınılması tavsiye edilmiş. Fetva konusunda caiz/caiz değildir diyen iki
farklı görüş olursa bu konuda iki görüş olup, iki farklı hocamızdan fetva
aldığımız için ayrıca caiz değil diyenler de olduğundan bu işi yapmaktan
vazgeçmek dinen gerekli midir? Bu, takvalı olmak mıdır?”
Hayrettin Karaman cevabında yine
totolojinin emin ve sakin limanına sığınmış:
“Takvâlı
olmak, yetkili âlimin verdiği fetva ile amel ederek şeriatı uygulamaktır. Yetkili âlimlerin verdiği farklı fetvaların tamamı
şeriattır.”
Soru ile cevap, farklı telden
çalıyor.
Adam “şüpheli“lerden
bahsediyor, bu ise, “yetkili alim” limanına gemisini
yanaştırmakla meşgul.
Böylece, Hayrettin Karaman’a göre, “şüpheli” hiçbir durum kalmamış oluyor.
“Yetkili alim”lerinin “yetki“sini kurtarıyor. Fakat bu arada, Resulullah
sallallahu aleyhi ve sellemi tabiri caizse “boşa düşürüyor”.
*
Çünkü Resulullah s.a.s., şöyle
buyuruyor (Hadislerle İslâm, Cilt
5, Sayfa 83):
Nu”mân b.
Beşîr, parmaklarıyla iki kulağını göstererek, Resûlullah”ı (sav) şöyle derken
işittiğini nakletmektedir: “Helâl bellidir; haram da
bellidir. İkisinin arasında ise birtakım şüpheli şeyler vardır ki
insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa,
dinini ve ırzını (namus ve haysiyetini) korumuş olur. Kim de şüpheli
şeylere düşerse, harama düşmüş olur…”
(M4094
Müslim, Müsâkât, 107)
Bu hadîs başka kaynaklarda da yer
alıyor: Buharî, İman 39, Büyû 2; Ebu Davud, Büyû 3, (3329,
3330); Tirmizî, Büyû 1, (1205); Nesâî, Büyû 2, (7, 241).
Karaman’ın da yazısında belirttiği
gibi, ictihad ictihadı nakzetmez, iptal edemez, fakat nassın bulunduğu yerde
ictihad işgüzârlığına kalkışmak da, Tevbe Suresi’nin 31’inci ayetinde geçtiği
gibi, ulemanın (din bilginlerinin) rabler edinilmesinin
kapısını açar. “Mevrid-i nassda ictihada mesağ yoktur.”
Karaman, totolojinin emin limanına
demir atmış olduğu için, “Yetkili alim zaten nass bulunan yerde ictihada
kalkışmaz, nassa teslim olur” diyecektir.
Fakat, “şüpheli”ler konusundaki
yaklaşımının tam da buna karşılık geldiğini, nassı gözardı etmek demek olduğunu
unutmamalıdır.
Çünkü Resulullah sallalhu aleyhi ve
sellem, “Benden sonra gelecek yetkili alimler sayesinde şüpheli mesele
kalmayacaktır” diye buyurmuyor.
Her devirde şüpheliler olacaktır.
*
Bir başka soru:
“… bir kesim
insan caiz değildir diyen sizin, diğer kesim insanlar da X hocamızın fetvası
ile amel ettiğinde bu işi caiz değildir fetvasına göre yapmayan kişiler, X
hocamızın caizdir fetvasına göre o işi yapan insanlara günahkâr gözüyle bakması dinen uygun mudur? Caiz fetvasını
uygulayanlara Müslümanca bir bakış açısıyla nasıl bakmalıdır?”
Karaman’ın
cevabı şöyle:
“…X hocanın
caizdir fetvasına göre o işi yapan insanlara günahkâr gözüyle bakmak” günahtır, bölücülüktür, fitneciliktir.
İşte burası, Karaman’ın totoloji
kurnazlığının dikişlerinin patladığı bir başka
yer oluyor.
İmdi, (Erdoğan gibi konuşmak
gerekirse) eyyyyyy Karaman, bir müctehid, bir
yetkili alim “Caiz değildir” fetvası vermişse, bu, “Yapılan şey günahtır,
işleyen de günahkârdır” demekten başka ne anlama gelir?
Günah değilse, caiz demektir. Caiz
değilse, günahtır. Bu kadar açık.
Şu hale bakın, o alim, kendi
ictihadından dolayı sana günahkâr gözüyle bakamıyor, fakat tam da senin gibi
düşünmediği için sen onun düşünüş biçimi hakkında hemen “Günahtır” damgasını basıyorsun.
Hiç beklemeden.. Tereddütsüz..
Bu da yetmiyor, “bölücülüktür, fitneciliktir” diye
höykürüyorsun.
Yani ona, senden farklı fetva verme
kapısını kapatıyorsun.
“Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara
şah olsa!”
*
Bu yolun sonu, “Yok şu tarihseldir,
yok bu hüküm zamanın değişmesiyle değişmelidir” filan diyerek herşeye “caiz”
fetvası verenlerin daima onaylanması, onlara “Dur bakalım, bu din sizin
oyuncağınız mı!” diyenlerin ise “Bölücü
ve fitneci günahkârlar” olarak lanetlenerek taşa tutulmalarıdır.
Bunun adı protestanlaşma mıdır, katolikleşme midir, yoksa yahudileşme temayülü müdür, bilemem.
Adını siz koyun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder