TARİHSELCİ FASIKLARIN HABERİNE İNANMAK

 




Bir önceki yazımızı okumuş olanlar, şöyle bir sorunun (ya da değerlendirmenin) cehalet, ahmaklık ve dangalaklık olduğunu düşünmeden edemeyeceklerdir:

"İmam Maturidi ayetin ictihadla neshine cevaz veriyor; bunun için bazı tefsirciler, 'Kur'an ancak Kur'an’la nesholur' diye, ictihadla nesholunamayacağını söylerek İmam Maturidi’yi eleştiriyorlar?"

Ne yazık ki sorularlaislamiyet.com'da, "İmam Maturidi ayetin ictihadla neshine cevaz vermesini açıklar mısınız?" başlığı altında, "soru detayı" denilerek bu aptalca soruya yer verilmiş durumda.

Soru baştan sona yanlış.

Bir defa (bir önceki yazıda açıkladığımız gibi) İmam Matüridî’nin “ayetin ictihadla neshine cevaz” vermesi diye birşey yok.

İmam Matüridî’yi bu noktadan eleştirmeyi gerektiren bir durum da mevcut değil.

Ancak, sorularlaislamiyet.com’un yazarları, böyle yanlış bir soruya yanlış cevaplar vermiş durumdalar.

Temel hataları, fasıkların haberi ile İmam Matüridî hakkında hüküm vermeleri..

Şöyle bir masal anlatıyorlar:

Mâturîdî, Allah’ın yeryüzündeki halifesi sıfatıyla insana, yani insan aklına şeraitin mahiyeti üzerinde değil de nitelik ve niceliği (keyfiyyet ve kemmiyyet) boyutunda tasarrufta bulunma yetkisini, içtihadla nesih olarak kavramsallaştırmıştır. Aslında o, şerîatlerin nitel ve nicel yönlerinin oluşmasında verili toplumsal ve kültürel durumun; bu yönlerinin değişmesinde ise toplumsal ve kültürel yapının değişiminin etkisini kabul etmiştir. Bu sebeple şerîattaki bir hükmün sebebi olan illetin veya maslahatın kalkması veya hükmün süresinin sona ermesi durumunda beşer aklıyla, yani içtihatla bu hükmün sona erdirilebileceği (içtihatla nesih) tezini ilk ortaya atan kişinin İmam Mâturîdî olduğunu söyleyebiliriz. Hz. Ömer (ra)'in kalpleri İslam'a ısındırılacak olanlara (Müellefe-i Kulûb) zekattan pay verilmesini iptal etmesi, bu fikri desteklemek için seçilmiş iyi bir örnektir. Mâturîdî, bu örneğin çözümlemesini yaparken, şeriatte insan tasarrufunu güçlendirmeye yönelik şöyle bir kaide koymaktadır:

"Hükmün uygulanmasına gerekçe oluşturan mananın / maslahatın yok olması sebebiyle (şeriatte) içtihatla nesih olabilir."(el-Mâtürîdî, Te’vîlâtu’l-Kur’ân, thk.: Bekir Topaloğlu ve dğr., VI/392.)

*

Görüldüğü gibi bu vatandaşlar da olayı, “Hz. Ömer (ra)'in kalpleri İslam'a ısındırılacak olanlara (Müellefe-i Kulûb) zekattan pay verilmesini iptal etmesi” olarak biliyorlar.

Halbuki mesele zekât meselesi değil, bir arazinin tahsisi meselesi..

Hz. Ömer’in iptal ettiği bir zekât payı yok.

Okuduğunu anlamaktan aciz bir tarihselci aptal, arazi tahsisi ile zekâtı bile birbirinden ayıramayan bir dangalak, beyni bulunmadığı için işkembesinden zırvalar uyduruyor, sonra da bu zırva, dağdan yuvarlanarak inen kartopu gibi bir çığa dönüşüyor, hatta kendisini çok akıllı zanneden birileri bunların zırvalarından hareketle İslam’ın güncellenmesi edebiyatı yapabiliyor, bu saçmalıklara itibar etmeyenleri de “acizlik”le suçlayabiliyorlar.

*

Evet, sorularlaislamiyet.com yazarları şöyle diyorlar:

Mâturîdî, bu örneğin [Hz. Ömer’le ilgili örneğin] çözümlemesini yaparken, şeriatte insan tasarrufunu güçlendirmeye yönelik şöyle bir kaide koymaktadır:

"Hükmün uygulanmasına gerekçe oluşturan mananın / maslahatın yok olması sebebiyle (şeriatte) içtihatla nesih olabilir."(el-Mâtürîdî, Te’vîlâtu’l-Kur’ân, thk.: Bekir Topaloğlu ve dğr., VI/392.)

Halbuki, gösterdikleri kaynakta, tırnak içinde vermiş oldukları cümle, Hz. Ömer'le ilgili olay bağlamında geçmiyor. 

Dahası, Hz. Ömer’le ilgili örneğin çözümlemesi diye birşey de yok. Hz. Ömer’in sözlerinin bizzat kendisi “çözümleme”.

Tırnak içinde verdikleri cümle, Enfal Suresi'nin 67'nci ayetinde sözü edilen (Bedir Savaşı'ndaki) esir alma hadisesi bağlamında geçiyor. 

Üstelik, cümlenin aslında "bu ayette" kaydı mevcut: 

"(Ve fi'l-âyeti) Bu ayette hükmün kendisi ile ortaya çıktığı mananın kalkması yüzünden (li'rtifâ'i'l-ma'nâ) ictihad ile neshin cevazına delâlet vardır."

İbarenin aslında mana, ictihad, nesh, cevaz ve delâlet kelimeleri aynen yer alıyor. Maslahat ise yok.

Görüldüğü gibi, İmam, "Hz. Ömer'in uygulamasında ictihad ile neshe cevaz vardır" gibi birşey demiyor. Ayetten söz ediyor. Ve ayet, müellefe-i kulub tabirinin geçtiği ayet değil, Bedir esirleriyle ilgili ayet.

*

Evet, sorularlaislamiyet.com'da söylenenlerin hareket noktası, fasıkların getirdiği bir yalan haber..

Haberin yorumuna eşlik eden akıl yürütüş ise bir sürü yaldızlı fakat içi boş laf..

Laflarınıza bolca keyfiyet kemiyet, nitel nicel baharatı eklerseniz, “verili” kelimesini (bunların yaptığı gibi boş yere) sos olarak yerli yersiz kullanırsanız, bulamaça biraz da sihirli “değişim” maydonozu eklerseniz, “bilimsel”liğin zirvelerinde tur atmaya başlamış oluyorsunuz.

Lafa bakın:

Mâturîdî, Allah’ın yeryüzündeki halifesi sıfatıyla insana, yani insan aklına şeraitin mahiyeti üzerinde değil de nitelik ve niceliği (keyfiyyet ve kemmiyyet) boyutunda tasarrufta bulunma yetkisini, içtihadla nesih olarak kavramsallaştırmıştır.

Burada “şerait”in mahiyeti demişler ama (Şartların mahiyeti her zaman sizden bağımsızdır), kasıtları aslında “şeriat”in mahiyeti..

İmam’ın bu kavramı dayandırdığı ayete (Enfal, 8/67) bakıldığında ise, “Şeriat üzerinde sözü edilen türden bir tasarrufta bulunma yetkisinin” insana (insan aklına) verilmesinden değil, verilmemiş olmasından söz etmek gerekiyor.

Evet, ayet-i kerime bunu ortaya koyuyor:

“Yeryüzünde ağır basmadıkça (düşmanları karşısında baskın hale gelmedikçe), bir peygamberin esirlerinin olması (ve onlar için fidye alması) uygun değildir! (Siz) şu dünyanın geçici menfaatini (zenginlik ve refahını, kalkınmışlığını) istiyorsunuz; Allah ise (sizin için, ebedî olan) âhireti istiyor. Allah, Azîz'dir (kudreti dâimâ üstün gelendir), Hakîm'dir (her işi hikmetli olandır).uçlayabiliyorlar.

yatı yapabiliyor, bu saçmalıklara itibar etmeyenleri de zanneden birileri bunların zırvalarından hareketle

Bir önceki yazıda belirttiğimiz gibi, İmam Matüridî, bu ayette, ictihad ile nesh”in bazı durumlarda söz konubu olabileceğine delil bulunduğunu söylüyor ve ayrıca neshin farklı şekillerinin olabileceğini ifade ediyor.

Bu ayet çerçevesinde ictihad yapılacak mesele ise, “yeryüzünde baskın hale” gelmenin ne anlama geldiği..

Bu konuda akıl yürütüp ictihad yapabilir ve “Artık baskın hale geldik, demek ki esir almakla yetinebiliriz, düşmanı illa da öldürmemiz gerekmiyor” diyebilirsiniz. Çünkü ayet böyle bir içtihat ile esir almaya zımnen kapı aralıyor; ayetteki ifadeden bu anlaşılıyor.

İmam’ın demek istediği bu.. Yoksa, ictihatla bu ayeti artık hükümsüz ve geçersiz sayabilirsiniz demek istemiyor.

*

İmdi, sorularlaislamiyet.com’daki laflara itibar edecek olursak, burada Allahu Teala’nın şöyle buyurması beklenirdi: 

“Aferin, Benim yeryüzündeki halifem olarak aklınızı kullandınız ve esir alma yönünde hüküm verdiniz. Bu zaten maslahata da uygun, çünkü yiyecek ekmek bile bulamıyorsunuz, Peygamber bile açlıktan karnına taş bağlıyor. İyi yaptınız, aklınızı kullandınız, fidye alıp ekonominizi düzelttiniz, kalkınma yolunda önemli bir adım attınız. Ayrıca insan hayatı, insan kazanma da çok önemlidir, asıl maslahat budur. Esir aldığınız insanlar sizi tanıyacak, sizin örnek İslamî yaşantınızı görecek, İslam’ı sevecekler.. Önemli olan insan kazanmak, insan öldürmek değil.. Siz öyle olun ki sizi öldürmeye gelen sizde dirilsin. İslam zaten barış demektir. Bu konuda aklınızı kullanmakla Benim yeryüzündeki halifem olmanın gereğini yaptınız.”

Allahu Teala böyle buyurmuyor.. Tam aksine bir sonraki ayette çok ağır bir ikazda bulunuyor:

“Eğer Allah tarafından (Ashâb-ı Bedr'in bağışlandığına dâir) önceden verilmiş bir yazı (hüküm) olmasaydı, (esirlere bedel olarak) aldığınız (fidye)den dolayı elbette size büyük bir azab dokunurdu.

Hani nerde insanın, insan aklının Şeriat üzerinde tasarrufu!..

*

Makasıd ve maslahata gelelim..

Ayetten anlaşıldığı kadarıyla maslahat ve makasıd müminlerin ahiretinin kurtulmasından ibaret..

Tarihselci soytarılar ise maslahat ve makasıd denilince her ne kadar şu meşhur beş hususu sayıyor olsalar da gerçekte onların maslahatı ve makasıdı sadece dünyevî menfaat ve rahatlarından, zevk ü sefalarından, haz ve keyiflerinden ibaret.

Maslahatları da, maksatları da dönüp dolaşıp bu noktaya postu seriyor.

*

Konuya devam edeceğiz inşaallah..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İRFAN PAZARLAMACILARININ VE VAHDET-İ VÜCUTÇU MARİFETULLAH İŞPORTACILARININ ANLAYAMADIĞI

Malumdur ki,  İbn Arabî  ve  Hacı Bektaş-ı Velî  gibi isimler, “ şeriat, tarikat, marifet, hakikat ” şeklinde (İslâm’ın ilk dönemlerinde...