Siyasal
İslam’dan
söz edenler, “Siyasal olmayan bir İslam”ın varlığını kabul ettirmek için bu
kavramı “icat” etmiş durumdalar.
“İcat”
yapan kendileri, fakat İslamcı diye adlandırdıkları kitleyi “icat yapmak”la
suçluyorlar.
Eric
Hobsbawm’ın geleneğin icadından (invention of tradition) söz
etmesinden beri bu icat kavramı sosyal bilimciler arasında moda olmuş durumda.
İslamcılık eleştirmenleri de bu kavramı tepe tepe kullanıyorlar.
Mesela
Bassam Tibi..
*
Bu
şahıs, Islamism and Islam adlı kitabında İslamcılar’ın
İslam tarihine ve İslam’ın geçmişteki ihtişamına dönüş çağrısı yaptıklarını,
fakat dönmek için aradıkları devletin “icat edilmiş (yani
uydurulmuş) gelenek” olduğunu iddia ediyor. Ona göre, tahayyül edilen
“Tanrı’nın yönetimi” İslam tarihinde hiçbir zaman var olmadı. O yüzden
İslamcılık İslam’ın yeniden dirilişinin habercisi değildir, icat edilip
uydurulmuş olan geleneğin bir yeniden icadıdır.
Peki
nasıl yeniden icadıdır?
Ona
göre, İslamcıların gelenek icadının ilk adımını İslam’ın “din ve devlet”, yani
bir devlet düzeni içeren bir din olarak anlaşılması çabası oluşturuyor. Oysa “devlet”
(dawla, state) kelimesi Kur’an ve Sünnet’te
geçmemektedir. Bu durum “İslam nizamı/düzeni” (nizam al-Islami) ve
“İslamî hükümet/yönetim” (hukuma Islamiyya) terimleri için de
geçerlidir. Aynı durum Şeriat hukuku (shari’a law) için
de geçerlidir. Kur’an’da bu kelime (Şeriat) sadece bir kez
geçmektedir (Casiye, 45/18). Sözlük anlamı itibariyle de “suya giden/götüren
yol” demektir, örtük anlamı ise “doğru yol”dur.
Bundan
hareketle Bassam, İslamcıların Şeriat geleneğini Kur’an’da
yer almayan bir şekilde yorumladıklarını öne sürüyor. Onlar burada
durmamış, cihad kavramını da yeniden kurgulamışlardır. Kur’an’da
anlatılan klasik cihadın modern cihadizme evrilmesi
sürecini başlatan da Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimîn)
teşkilatının kurucusu Hasan el-Benna’dır. Bassam’a göre, cihadizm,
dünya düzeninin “yeniden icat edilen” Şeriat’in ilkelerine göre kurulması
sürecinin bir aracı durumundadır.
Yine ona göre, Şeriat hukuku üç farklı anlama sahiptir. Birincisi
yazılı temel kaynaklardan çıkarılan anlamdır. Bu anlam çerçevesinde
şeriat, ahlâkî gelişim kılavuzu niteliğini taşımaktadır.
İkincisi, sekizinci yüzyılın (700’lü yılların) başındaki İslamî yasa
geleneğinin ortaya koyduğu anlamdır. Bu anlamıyla şeriat medenî hukuka ve
mezheb kurallarına karşılık gelmektedir. Üçüncüsü ise İslamcılık bağlamında
ortaya çıkan anlamdır. Bu anlamdaki şeriat, bir devlet hukuku ve ulusal anayasa
iddiası durumundadır. Bassam’a göre bu, İslam’da daha önce görülmemiş birşeydir
ve o nedenle de tam olarak “gelenek icadı” kabul edilmelidir.
Özetle Bassam, İslamcılığın “geleneğe” dayanmadığını, yani köksüz olduğunu ve “gerçek (authentic) İslam” olmadığını iddia etmektedir. (Marko Vekovic, “Islamism and Islam”, Politics and Religion - Politologie des Religions, Vol. VII, No. 2/2013, s. 440-2.)
*
İmdi, Bassam’ın laflarına bir de tersinden bakalım..
Doğrulama yapmak için sağdan sola saymayı bırakıp bir de soldan sağa doğru
sayalım.
Bu akademik casusun (psikolojik savaşın
akademik süvarisinin) zırvalarının doğru kabul edilebilmesi için öncelikle
tarihte İslam devleti diye birşeyin mevcut olmadığını kabul
etmemiz gerekiyor.
Buna göre, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin
meydana getirdiği oluşum bir devlet değildi.
Valiler atıyordu, cizye vergisi alıyordu, zekâtların toplanma
ve dağıtılma işi için vazifeliler tayin ediyordu, suçluları (Şeriat’e göre)
cezalandırıyordu, Bizans’a karşı seferler düzenliyordu, Arap
kabilelerini İslam’a davet ediyor ve kabul etmeyenlerin üzerine ordu gönderiyordu,
fakat bir devlet kurmamıştı.
Nerden biliyormuşuz?
Şurdan biliyormuşuz: Kur’an’da devlet kelimesi geçmiyormuş.
(Aslında geçiyor da, bugünkü anlamda değil.)
*
Kur'an'da devlet kelimesinin geçmesi gerekmiyor, o zaten baştan sona devleti anlatıyor.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin devleti anlatması gerekmiyordu, onun kendisi zaten devletti.
Onun hayatı devlet..
Konuşurken devlet başkanı sıfatıyla konuşuyordu.. "Konuşan devlet" durumundaydı.
Onun eylem ve söylemleri o günün siyasetiydi.
O, bir mağaraya çekilip filozofluk adına devlet hakkında lüzumsuz edebiyat yapan biri değildi.. Bizzat devletin kendisiydi..
Hayatı baştan sona siyasetti..
O güne ait "siyasal" olan ne varsa hepsi onun eseriydi.
İslam devletini görmek istiyorsan, gökteki yıldızları sayar gibi Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellemin sözlerinde devlet kelimesini arama budalalığı yapmayacaksın, hayatına bakacaksın.
Siyasal İslam (İslam'ın siyaseti) var mı yok mu diye merak ediyorsan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayat hikâyesini otur oku.
O zaman göreceksin ki, onun hayatı tamamen siyasettir. Baştan sona..
Ve o, devletin ta kendisidir.
Bazı kafadan sorunlu çok bilmişlerin kimi zaman "İslam'ı sözlerinle anlatma, davranışlarınla anlat, vaizlik yapma, hayatınla örnek ol" gibisinden edebiyat yaptıklarına, tavsiyelerini uygulayıp susarak örnek olmak yerine akıldanelik sergilediklerine şahit olunur.
İşte bunu Peygamber Efendimiz sallalllahu aleyhi ve sellem yapmıştır.
Hayatı siyasettir. Kendisi devlettir.
İslam'ın siyasetini ve devletini başka nerede arıyorsun bastonsuz kör?
*
Bir devletin devlet olduğunun anlaşılması için illa da devlet
kelimesinin kullanılması şart mıdır?
Mesela sen, senin insan olduğunun anlaşılması için birisiyle
tanışırken önce “Ben, bir insanım, hayvan ya da cansız eşya değilim” diye mi
söze başlıyorsun?!
Senin insan olduğun gözünden kulağından, kaşından burnundan
anlaşılmaz mı? İlla da alnına “Bu bir insandır” tabelasının
asılması mı gerekiyor?
*
Evet, devlet kelimesi, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi
ve sellem zamanında bugünkü anlamda kullanılmıyordu.
Hatta Kanunî bile “Olmaya devlet
cihanda bir nefes sıhhat gibi” derken devlet kelimesini bugünkü
anlamında kullanmaz, bununla bir kişinin “şahsî statü”sünü, devletlû
olmasını kasteder.
Aklı başında bir adam “Bütün bir Osmanlı Devleti, benim
hayatımın yanında bir hiçtir, hatta sağlıklı bir nefesim için bile feda olsun!”
diyebilir mi?! Sonuçta adam bir karış toprak için başını ortaya koyarak savaş
meydanına gidiyor.
Evet, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem
zamanında devlet kelimesi bugünkü anlamda kullanılmıyordu, fakat devlet
egemenliğini ifade eden “mülk” kelimesi kullanımdaydı.
Kur'an'da da melik (mülk
sahibi, hükümdar) kelimesi geçer.
Onun için Hz. Ömer r. a., “el-Adlu esasu’l-mulk”
demiştir: Adalet mülkün temelidir.
Yani “Adalet, devletin temelidir”. (Cahil siyasetçilerimizin
Hz. Ali’ye isnad ederek söyledikleri “Devletin dini adalettir” safsatasının
aslı yoktur, devletin temeli adalettir. Madem ki devletin dininin
olmasını kabul ediyorsunuz, o halde dini doğrudan İslam olsun. Çünkü İslam’sız
adalet mümkün değildir.)
“Adalet mülkün temelidir” sözünde geçen mülk,
arsa tarla değildir, devlettir.
Bassam adlı akademik soytarının birinci çarpıtma ve palavrası
bu..
*
İkincisi, şeriat kelimesi evet Kur’an’da
sadece bir ayette geçer, fakat “şera’a” (Şeriat kıldı)
şeklinde de yer alır (Şura, 42/13). Yine “Şeriat kıldılar” demek olan “şera’û”
da mevcuttur (Şura, 42/13).
Kur’an’daki emir ve yasakların
hepsi şeriattir. Her emir ve yasakla birlikte bunun şeriat demek olduğunun
ayrıca söylenmesi mi gerekir?!
Mesela Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sında anayasa kelimesi kaç
defa geçiyor?
Her sayfada, “Unutmayın, bu okuduğunuz metin anayasadır.
Şimdi anayasanın yeni bir maddesini okuyacaksınız” mı deniliyor?!
*
Bu akademik soytarı bir de şeriat kelimesinin sözlük
anlamını diline dolamış. Lütfedip örtük anlamdan da söz ediyor.
Burada önemli olan kelimenin sözlük anlamı değildir, terim/ıstılah anlamıdır.
Mesela “anayasa" (ana yasa) dediğimizde, ana kelimesini
sözlük anlamıyla alamazsınız. Bir yasanın ana olması, o yasanın canlı olması ve
doğurup çocuk sahibi olması anlamına gelmez.
Bir de baba yasa aramak gerekmez.
*
Akademik soytarının numaralarından biri de şeriati
“ahlâk”a indirgeme şeklinde kendisini gösteriyor.
Batılılar (ve Batı’yı taklit eden halkı müslüman kendisi
laik/dinsiz devletler) böyle bir İslam istiyorlar: Sadece ahlâkî öğütler içeren
bir din.
Bunun ötesinde devlete müdahale etmeyen, etliye sütlüye
karışmayan bir din.
Yani insanlar acı çektiğinde afyon olarak
kullanılabilecek uyuşturucu benzeri bir din.
Bunların ahlâktan anladığı da ahlâksızlıklara göz yumulmasından, dalkavukluktan, tabasbus ve riyadan ibarettir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem "güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiştir" ve "onun ahlâkı Kur'an'dı":
"Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara sert davran! Onların varacağı yer Cehennem'dir. Ve o ne kötü varılacak yerdir!" (Tevbe, 9/73)
İşte Peygamber s.a.s.'in tamamlamak için gönderildiği güzel ahlâk budur.
Ahlâksızlıklar ve ahlâksızlara yönelik pasif destekçilik ve onlar karşısındaki mıymıntı dalkavukluk güzel ahlâk değildir, şahsiyetsizlik, rezillik, kepazelik ve şerefsizliktir.
*
Bassam gibi tipler, tam da İslamcılığa ve İslamcılara
izafe ettikleri şeyi yapmakta, bir “gerçek İslam” icat etmektedirler.. İcat..
Ve bu (icat edilmiş, uydurulmuş) gerçek (otantik)
İslam adına İslamcıları İslam’dan aforoz ediyorlar.
Malum, yahudiler ve hristiyanlar bir dinin
nasıl tahrif edileceği, nasıl bozulacağı, sonra da dinin
aslına sadık kalanların nasıl aforoz edilecekleri
konusunda binlerce yıllık bir tecrübeye sahipler.
Bu işte ustalaşmış durumdalar.. Bildikleri numaraların haddi
hesabı yok.
Bu tercrübelerini şimdi Siyasal İslam ve İslamcılık kavramları
çerçevesinde İslam için maharetle hayata geçiriyorlar.
Ellerinde yeterli insan kaynağı var.. Bassam gibi Batılıların
sofralarındaki yemek artıklarına alışmış kemik yalayıcısı satılmış tiplerin sayısı az değil.
Müslümanların yaşadıkları topraklarda da zaten Bassam
gibilerin ürettikleri hurafeleri ezberleyip aynen tekrarlamak suretiyle “aydın/entel
bilim adamı, sosyolog, siyaset bilimci” vs. olmaya can atan satılık
tipler gayet bol.
*
Evet, Bassam gibiler aslında “icat edilmiş bir İslam”ın
propagandasını yapıyorlar.
Yahudilik ve Hristiyanlık gibi köklerinden koparılıp tahrif edilmiş
bir İslam..
İslamî gelenek diye anlattıkları şey de “icat edilmiş
gelenek”..
Fakat, yavuz hırsız ev sahibini bastırır fehvasınca, kendi
yaptıkları "icat" şeytanlığını İslamcılar dedikleri kitleye
atfediyorlar.
Akıllarınca İslam'ı Müslümanlar'dan çalıyorlar.
*
Bassam gibi müslüman kökenli satılmış tipler "avcı
kekliği" durumundalar.
Avcılar, diğer keklikleri avlamak için bazı keklikleri
muhafaza edip beslerler. Çünkü cins, cinsi çeker.
Bazen de bu iş için kuş maketleri kullanılır.
Ve avcılar da kuş sesi çıkarır, kuş sesi taklidi yaparlar.
Ama bunların hiçbiri, avcı kuşlarının yerini tutamaz.
Kuşların aldanıp bu tuzaklara düşmeleri normaldir.
Fakat, Müslümanlar'ın Bassam türü avcı kekliklerine
aldanmaları normal karşılanamaz.
Bir müslüman kuş beyinli olamaz.
Ve bir müminde birazcık firaset bulunmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder