Bugün için Türkiye Cumhuriyeti Anayasası‘ndaki bazı
hususları değişmez kurallara bağlamak da
asla akılla izah edilecek bir konu değildir.
Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi
edilemez türündeki maddelerini savunan anlayış, … Sorun … bir ülkede …
değiştirilemez madde veya ölçüt koymanın yanlışlığıdır….
Bugün bizim içinde bulunduğumuz durum da
bir anlamda bir kölelik düzenidir. Biz de sanki eski
çağlardaki köleler gibiyiz. İçinde yaşadığımız düzeni olduğu gibi kabulleniyoruz….
Bu toplumda, birçok kişi diğerlerinin hakkını gasp edebiliyor, onlara keyfi muamele yapabiliyor. Yüksek düzeydeki yöneticiler keyiflerine göre atama yapabiliyor; istediği kişiye istediği görevi ya da ruhsatı verip, devlet imkânlarını istediği şekilde tahsis edebiliyor, iki üç tane odacı, temizlikçi kullanabiliyor. Evde ayrı, işte ayrı hizmetliler, kendilerine tahsis edilmiş araçları, lojmanlar….
Efendilerimiz kendilerine yakın duranlara nimet dağıtıyor, uzak duran yağcılık yapmayanlara mümkün olanın en azını veriyor veya görevinden uzaklaştırıyor….
Günümüzde sahip oldukları yetkilerle ve keyfi uygulamalarıyla kamu
gücünü kullananların modern zamanın efendilerini, onlara tabi olanların ise
köleleri temsil ettiğinden şüphe var mı?
*
… Yanlış olduğunu bilmekle beraber benim
de iki kocaman makam odam, iki makam otomobilim, özel veya resmi misafirlerimi
gezdirmem için bir tane vip minibüsüm, ayrıca eşim için bir otomobil, kocaman
bir lojman, iki tane hizmetli, 3 şoför, 2 koruma, evde başka bir yardımcı
hizmetlim var…. Sahip olduğum imkanların birçoğunu
hatırlamıyorum dahi. Benden çok daha fazla imkanlara sahip emsallerim de vardı….
… astlarım “senin hakkın müdürüm, kullan” şeklinde telkinde bulunuyorlardı….
Tüm illerde ve kurumlarda durum buydu, böyle görmüşler, böyle
bir ortamda çalışmışlar ve ilerde terfi edip yükseldiklerinde, kendileri böyle
olacaklardı….
*
… Bakanlar, genel müdürler, başkanlar,
valiler, müdürler, hepsi daha keyfi ve
daha ölçüsüz olarak imkanları kullanıyor, bunu kendilerinde bir hak olarak
görüyorlar….
En
çirkini de ast makamda bulunanların üst makamdakilere hitap şekliydi. Övgüyle
başlayan bu tutum, öyle bir hale geldi ki üst makamda bulunanların ilahlaştırılmasına kadar vardı….
Benzer bir durum bayramlarda ve
törenlerde yapılan Mustafa Kemal Atatürk övgüleri için de söz konusuydu…. bir
taraftan Mustafa Kemal göklere çıkarılırken, diğer taraftan da milleti ve tüm değerleri yok sayılır….
*
Batı dünyasının da kahramanları, kurtarıcıları vardır…. ama herhalde bireylerin kişiliğini ve toplumun tüm değerlerini sıfırlayarak kurtarıcılarını ilahlaştırmıyorlardır.
Aynı şekilde resmi kurumlardaki ast-üst ilişkilerinde astlar üstlerine yaranmak için kişiliklerinden taviz vererek kendilerini aşağılamıyorlardır….
Batı ülkelerindeki emsal meslektaşlarımı gördüğüm zamanı da hatırlıyorum. Onlar ülkemize geldiklerinde kendilerine birkaç tane hizmetli görevlendiriyor, araçlar tahsis ediyor, onları polis evlerinde ağırlıyorduk. Biz onları ziyaret ettiğimizde ise, eğer ziyaret resmi bir heyetle yapılıyorsa dışarıdan belli bir hizmet alıyorlardı. Ama tek kişi olarak ziyaret ediyorsak, bize ikram ettikleri çayı dahi kendileri alıp getiriyorlardı.
Makam arabaları yoktu, araçlarını kendileri kullanıyorlardı, korumaları da yoktu, sekreterleri olmadığından telefona kendileri bakıyor, telefonlarını kendileri arıyorlardı. Polis evi ve lojman da yoktu. Restoranda yemeklerini yiyorlardı.
Üstler ile astları arasında eşit seviyeli
bir hitap biçimi vardı. Üstü öven yersiz bir tek cümle duymadım,
üstler de ilah değildiler….
*
Ülkemizdeki duruma dışarıdan baktığımızda, insan kişiliği
konusunda umutlu olmak çok zor gibi; bu durumun …. toplu bir ruh hastalığının, kişilik bozukluğunun göstergesi
olduğu anlaşılıyor….
… Türkiye’de terörle mücadelede … Silahlı Kuvvetler doğruyu tayin ediyordu. Onların yanında her zamanki destekçileri polis ve MİT‘ti. Bu üçlünün hemen ardında, onların her yaptığını tartışmasız doğru kabul eden, onları kutsal güç kabul eden bürokratik yönetim kademeleri … bulunuyordu.
Bununla birlikte doğrunun tayin edilmesinde, … bağnaz, dar düşünceli, aynı körlüğün içinde hapsolmuş
olan bazı aydınlar da rol oynuyorlardı.
Bu militarist anlayışın temsilcilerine
ve destekçilerine göre …. Devlet ve kurumlarını eleştirenler hain, alçak, satılmış kişilerdir, aksi
düşünülemez….
*
… bunca maddi ve manevi yıkım yaşanmasına rağmen terör konusunda 40 yıl içinde kaç tane bilimsel, akademik rapor ya da araştırma yapılmış dersiniz. Ben hiç bilmiyorum. Gerçek manada hiç yoktur, olmamıştır….
Bilim adamları, devletin ideolojik olarak kabul ettiği doğrularını daha da kuvvetlendirmek, onlara destek olmak için hiçbir bilimsel temeli olmayan basit birkaç yazı ve makale yazdılar yalnızca.
Çoğunlukla da yazdıkları, güvenlik kuvvetlerinin baskılarını haklı çıkarmaya
yönelik yasakçı anlayış ve yöntemleri savunma yönündeydi…. Türkiye’de hiçbir
üniversite ülkedeki terörün sebepleri ve önleme çareleri konusunda bilimsel bir
çalışma yapmadı….
Devlet halk desteği almak amacıyla psikolojik harekat faaliyeti adı altında, onaylamadığı siyasi düşüncelere karşı kendi resmi ideolojisi doğrultusunda halkın bir bölümünü diğerlerine (sağı sola, laikleri muhafazakârlara) karşı yönlendirme geleneğinin neticesi olarak insanları militarize etti.
*
Bu yaklaşımın sonucunda, halkın bir bölümü verili resmi ideolojiyi savunma ve
sahiplenme noktasında kendilerini bile
geçerek çok daha militarist bir çizgiyi takip etmeye başladı….
… ülkemizdeki sistem tüm organlarıyla bir ideali olan herkesi kendisine karşı bir tehlike olarak görüyordu. İster sağ ister sol düşünceye sahip olsun, bu toplumdaki insanları daha iyi yaşatacağım diye kimin kendine ait bir ideali varsa, sistem hemen bunları yasaklamak ve yok etmek yönünde bir iradeye sahipti.
Dün olduğu gibi bugün de polis ve istihbarat eğitimlerinde devlet için
zararlı faaliyet ve eylemler anlatılırken bu grupların hepsinin adı
zikredilmektedir.
(Hanefi Avcı, Haliç’te Yaşayan Simonlar, 5. b., Ankara:
Angora Y., 2010, s. 351, 358-362, 364-366, 372, 387-388.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder