EVRENSEL VE EBEDÎ HAKİKAT İSLAM KARŞISINDA DEMOKRASİ HELVADAN PUTU

 







Türkiye’nin siyasal düzeninin ne kadar demokratikleştiği tartışılır, fakat bu ülke müslümanlarının kahir ekseriyetinin taleplerinin ve düşünce dünyalarının demokratikleştiği bir gerçek.

Bu, ‘devlet’le ilgili İslamî vizyonlarının yok olması yahut hasar görmesi anlamına geliyor.

Laiklik ile (siyasal dinsizlik ile) demokrasinin birbirinden ayrılamayacağı söyleniyor, fakat laikliği savunduklarını iddia edenlerin büyük çoğunluğu, değil laiklikten vazgeçilmesini, "Laiklik de tartışılabilir" denilmesini bile demokrasiden vazgeçilip "kan"lı cümleler kurulması için yeterli görürken, yani "Demokrasinin canı cehenneme, laikliksiz (siyasal dinsizliksiz) demokrasiyi ben ne yapayım!" derken, diyebilirken, (tanımı gereği laiklikle [siyasal dinsizlikle] bağdaşmayan) İslam’ı savunanlar (daha doğrusu savunduklarını ya da benimsediklerini iddia edenler) demokrasiyi İslam'a (Allah'ın indirdiği ile hükmedilmesine) tercih edebiliyorlar.

Dinlerini bir oyun ve eğlence edindiklerinin farkında değiller, ya da, bunu umursamıyorlar.

“Dinlerini bir oyun ve bir eğlence edinen, dünya hayâtının aldatmış olduğu kimseleri bırak; hatırlat onu ki, bir kimse kazandığı yüzünden helâke düşürülmesin! Ki ona Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir şefâatçi vardır. Her türlü fidyeyi fedâ edecek de olsa, ondan alınmaz. İşte onlar, kazandıkları yüzünden helâke düşürülmüş kimselerdir. İnkâr etmekte olduklarından dolayı, onlar için kaynar sudan bir içecek ve elemli bir azap vardır.” (En’âm, 6/70)

*

Laiklik (siyasal dinsizlik) ile demokrasinin birbirinden ayrılamayacağının söylenmesi aslında bir çelişkiye/tenakuza ve tutarsızlığa işaret ediyor.

Çünkü bu durumda halkın iradesini laiklikle (siyasal dinsizlikle) kayıt ve şart altına almış, sınırlandırmış, belli bir kulvara mahkum etmiş oluyorsunuz.

Halkın, iradesini laiklik (siyasal dinsizlik) yönünde tecelli ettirmesini istemek ile belli bir din doğrultusunda tecelli ettirmesini istemek arasında özü ya da mahiyeti itibariyle bir fark yoktur.

Normalde samimi olarak (ve de tutarlı biçimde) demokrasiyi savunanların halka “siyasal dinsizlik” ile “siyasal dinlilik” arasında seçim yapma hakkını tanımaları gerekir, fakat “Demokrasi dediysek o kadar da değil, halka ‘siyasal dinliliği’ seçme hakkı tanınamaz” diyorlar.

Yani gerçekte samimi demokrat değiller, “demokrasinin münafıkları (inanıyor görünüp inanmayanları)” durumundalar.

Millete demokrasi nutukları atmaları demokrasiyi benimsemelerinden değil, halkı aldatmak ve avutmak istemelerinden, demokrasi istismarı yapmalarından kaynaklanıyor.

*

Demokrat olduklarını söyleyenler “kayıtsız şartsız demokrasi ya da millet iradesi” ile laiklik (siyasal dinsizlik) kayıt ve şartı karşı karşıya geldiğinde tercihlerini laiklikten (siyaal dinsizlikten) yana yaparken ve dinsizlikten taviz vermeye asla yanaşmazken, müslüman olduklarını söyleyenlerin, başına bir (ne idüğü belirsiz) “muhafazakâr” sıfatını ekleyerek demokrasi havarisi kesilmeleri ve bu “muhafazakâr demokrasi” ucubesi ya da palavrasının gölgesinde laiklik (siyasal dinsizlik) misyonerleri olarak arz-ı endam etmeleri nasıl yorumlanmalıdır?

Buna gaflet ve cehalet mi demeliyiz, yoksa madrabazlık ve ihanet mi?

İslam ile demokrasiyi birlikte savunanların bir kısmının madrabaz ve hain, bir kısmının da gafil ve cahil olduğu kesin.

*

Sorunun temelinde, İslamiyet ile demokrasi düşüncesinin birbirlerine indirgenemeyecek ve birbirleriyle imtizac etmeyecek farklı paradigmalar olduğunun gözardı edilişi yatıyor.

İslam, sınırları Kur’an ve Sünnet’le belirlenmiş bir bütündür. Demokrasi ve laiklik için “kesin olarak şu oldukları” söylenemezken (Çünkü bunlar, insan düşüncesinin ürünüdür ve insan düşüncesi kayıt ve sınır altına alınamaz), İslam’ın ne olduğu kesin biçimde bellidir.

Her ne kadar birçokları kendilerince “gerçek İslam”, “Türk Müslümanlığı”, “Kur’an Müslümanlığı” vs üretseler de, ortada bir Kur’an-ı Kerim ve onun yanı sıra sahihlikleri üzerinde (bilimsel yöntem çerçevesinde) ittifak hasıl olmuş hadîsler bulunmaktadır.

Ayrıca yaşanmış bir örnek, “Asr-ı Saadet” vardır.

O nedenle, İslam ile demokrasinin karşılaştırılması, gerçekte katı bir cisimle bir sıvının şeklinin karşılaştırılmasına benzemektedir.

Sıvının sabit bir şekli bulunmadığı ve içine konulduğu kaba göre şekil aldığı için, aslında, yapılan her karşılaştırma, sadece o an için geçerlilik gösterir.

Bu anlamda demokrasinin tezahürleri tarihselken (tarih ve coğrafya, zaman ve zemin parantezine alınmış nitelikteyken), İslam evrenseldir (çağlar üstüdür).

*

Dolayısıyla karşılaştırmanın tezahürler değil temel ilkeler çerçevesinde yapılması gerekir.

İslam, “vahiy kaynaklı ilahî hikmet”e teslim olmayı, insanı ve bütün bir kâinatı yaratan Allahu Teala’ya itaat suretiyle beşerin yaratılış gayesine uygun bir hayat sürmesini, ve böylece insanın gerçek anlamda hür olmasını, kendisi gibi kulların boyunduruğu altına girmekten kurtulmasını isterken, demokrasi, toplumun (ya da toplumun desteğini almayı başaran bireyin) tanrılaştırılmasını ve başka insanlar için “kural koyucu” konuma getirilerek onları “sürüleştirmesini” vaad etmektedir.

İnsanın heva ve hevesinin ilahlaştırılması (Furkan, 25/43) demek olan bu “kural koyuculuk” azgınlaştığında vahye de elini uzatmakta, onu da tahrif, tağyir ve tebdil etmektedir.. Tevral ve İncil’in başına gelen budur.

Ancak, Allahu Teala son kitabı Kur’an’ı muhafaza altına almış, Kur’an’ın yanı sıra sahih sünnet de ezberlenerek “tevatür” (yalan üzerine birleşmesi mümkün olmayan toplulukların ortak rivayeti) yoluyla nesilden nesile aktarılarak korunmuştur.

*

Küfür cephesinin şeytanî zekâ ve geniş bilgi sahibi elebaşlarının son dönemde buna karşı geliştirdikleri tahrif ve tahrip projesinin ise temel iki ayağı var:

Birincisi, (tarihsellik iddiası çerçevesinde köpürtülen) Kur’an ve Sünnet’in “tarihte kalmış, günümüze hitap etmeyen, Arap örfüne dayanan” metinler olduğu yaygarasıyla Müslümanlar’ı yeni arayışlara yöneltmek ve böylece Batı’nın peşine takmak..

İkincisi ise, tarihsellik iddiasının mütemmim cüzü olarak “İslam’ın güncellenmesi” çağrısı yapmak.

Böylece “güncellenmiş müslümanlık” iddiası, Allahu Teala’ya teslim olmaktan çıkıyor, İslam’ı teslim alma, “tarihsellik” ve “güncelleme” bileşenlerinden oluşan tahrif ve tahrip makasıyla dini kesip biçme, heva ve heves tanrısının arzusu doğrultusunda “yapay bir İslam” inşa etme halini alıyor.

Bunun için de Mecelle’de yer alan “Ezmanın tegayyürüyle ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz” şeklindeki söz, (sanki ayet ve hadîslerin de üzerinde geçerliliğe sahip bir iman esasıymış gibi) “fıkıh usulü”nde taşıdığı anlam görmezden gelinerek abartılıyor.

Bununla varılmak istenen hedef ise, kimi zaman, heva ve hevesi “ezmanın tegayyürü (zamanların değişmesi)” tahtına oturtarak (adını koymadan) ilah mertebesine çıkarmaktan ibaret.

Bir defa “ezmanın tegayyürü” otobüsüne binildiğinde varılacak son durak belli: Ezmanın tegayyürü biletlerini basıp satan demokrasi terminali.

Böylece İslam, (şeklini şemailini, kayıt ve şartlarını Batı’nın belirlediği) demokrasizm ideolojisi ya da dini içinde eritilmiş, Allahu Teala’ya teslimiyetin yerini, “güncellenmiş İslam” sayesinde, “tanrılaştırılmış birey ya da topluluklar”a “siyasal dinsizlik” kayıt ve şartı ile itaat almış olacaktır.

*

İslam ile demokrasi karşılaştırılırken üzerinde durulması gereken ikinci önemli husus şudur:

Bazı temel kavramların İslamî terminolojideki anlamlarıyla, demokrasi ve laiklik kurumlarına teorik çerçeve oluşturan seküler bilimlerin o kavramlara yükledikleri manalar örtüşmemektedir.

Bu nokta üzerinde bir sonraki yazıda duralım inşaallah.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DÜZELTME VE ÖZÜR

  "Sen Utanmazlığın ve Karaktersizliğin Resmini Yapabilir misin Abidin?" başlıklı yazımız şu satırlarla başlıyordu:  MİT’i (Milli ...