UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN
KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 15
Bu
yazı dizisinin bir önceki bölümünde, elimizdeki birtakım verilerden hareketle, Selanikli
Mustafa Atatürk’ün İngilizler’le (ajanlık/casusluk olarak da yorumlanabilecek)
gizli bir işbirliği içine girmiş olduğu sonucuna varılabileceğini ifade
etmiştik.
Bu
sonuca varılmasını gerektiren veriler olarak da şu iki hususu saymıştık:
Birincisi,
Selanikli Erzurum Kongresi sırasında bir gece güvendiği kafadarları Mazhar
Müfit Kansu ile Süreyya Yiğit’e “gizli gündem”ini, geleceğe
dönük hesaplarını açıklamış, böylece hem Osmanlı Devleti’ne, hem Anadolu insanına, hem
de silah arkadaşlarına karşı takiyye yaptığını, yalan söyleyerek
onları aldattığını ortaya koymuş bulunuyor.
Daha
sonraki “devrim”li yıllarda da, geçmişte aralarında geçen bu konuşmayı
Mazhar Müfit’e keyifle hatırlatmaktan da geri kalmamış.
*
İkinci
husus ise şu: Lord Curzon’un yeğeni Yarbay Rawlinson Erzurum’a gelip Kâzım
Karabekir’e, barış yapma aşamasında karşılarında Osmanlı Devleti’ni değil, Anadolu’da
oluşturulacak yeni bir hükümetin başına geçmesini bekledikleri Selanikli’yi
görmek istediklerini açıklamış bulunuyor.
İngiltere
olarak gelecekte görmek istedikleri tablo, tam da Selanikli’nin sonradan
yaptığı şeyler.
Ayrıca,
Selanikli’nin kafadarlarına açıkladığı “gizli gündem”i ile Rawlinson’nun
açıklamaları arasında da, mutlu bir tesadüf eseri olarak paralellik var.
*
Bunları
yan yana koyup, Selanikli’nin Samsun’a çıkmadan evvel İstanbul’da İngiliz
gizli servisinin (istihbarat teşkilatının) İstanbul şefi Rahip Robert Frew
(Fro) ile başbaşa gizli görüşmeler yapmış olduğu gerçeğini üstüne
eklediğimizde, tabolda eksik gedik kalmıyor.
Tablonun
sahiciliğini noter olarak tasdik etme şerefi ise, 1973 yılında Cumhuriyet’in
ilanının 50’nci yıldönümü vesilesiyle konuşmuş olan İkinci Adam İsmet İnönü’ye
ait:
“İstiklâl
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna
karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur.”
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli
sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
*
Evet, İngilizler, Selanikli’yi sonuna kadar
desteklediler.
Desteklemiyor gibi yaparak.. Usturuplu bir
şekilde.
Çünkü açıkça destekleseler onun “hain bir
işbirlikçi” gibi görünmesine sebep olacaklar..
O yüzden, son ana kadar aralarında bir danışıklı
dövüş yaşandı.
İngilizler İstanbul Hükümeti aleyhine (son tahlilde Selanikli'nin Anadolu'daki konumunu güçlendiren) adımlar atıyor (Selanikli'yi "sarhoş, haris, sefih, ahlâksız, fırsatçı" kabul edip onu Vahideddin'in aksine adamdan saymayan devlet adamlarının tutuklanıp Malta'ya sürülmeleri, Meclis-i Mebusan'ın yani Osmanlı parlamentosunun kapatılması, Osmanlı Savunma Bakanlığı ile Genelkurmayı'nın işgal edilip çalışamaz hale getirilmesi), Selanikli ise, esas itibariyle kendisinin "hakimiyet" otobanına asfalt döşeyen bu icraata karşı göstermelik sert protestolarda bulunuyor, Anadolu'da tribünlerden alkış ve puan topluyordu.
*
23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında
gerçekleşen Erzurum Kongresi’nin son günü Selanikli ile “uzun” bir görüşme yapan
(Lord Curzon’un yeğeni) Yarbay Rawlinson’un, kongrenin bitiminden
dört gün sonra, 11 Ağustos tarihinde İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na
gönderdiği raporunda yer alan şu sözlerini nasıl yorumlamak gerekir:
“Konferansın (kongrenin) son günü Mustafa Kemal’le iki saatten fazla görüştüm. Sonuç olarak görüşüm şu: Bu hareketin büyük bir başarı sağlaması için fırsat var.”
(Abdurrahman Dilipak, Cumhuriyete Giden Yol, 7. b., İstanbul: Beyan Y., t. y., s. 46.)
Adam, bir İngiliz olarak “tehdit”ten
söz etmiyor, “fırsat”tan bahsediyor.
Selanikli’nin “büyük başarı”sı için,
neredeyse Selanikli’den fazla heyecan duyduğu anlaşılıyor.
İkinci Adam İsmet İnönü’nün sözünü ettiği İngiliz desteğinde Rawlinson’un bu raporunun
büyük etkisinin bulunduğunu kabul edebiliriz.
Öyle anlaşılıyor ki, Selanikli Rawlinson’u, “hareketinin
başarılı olacağına” ikna etmiş, ona müjdeli haberler vermiş.
Peki, Rawlinson'un sözünü ettiği "bu hareket”ten kastı ne?
Selanikli'nin Rawlinson’a brifing vererek arzettiği "hareket"i, Erzurum Kongresi sırasında karanlık bir gece yarısı kafadarları Mazhar Müfit ile Süreyya’ya açıkladığı “gizli gündem”i olabilir mi?
Şu soru önem taşıyor:
Selanikli için Rawlinson’a “Başarılı olursam cumhuriyet
ilan edip Osmanlı Devleti’nin ocağına incir dikeceğim, sizin çağdaş
uygarlığınızı memlekete taşıyacağım, mesela kullandığınız Latin
harflerini, giydiğiniz şapkayı millete dayatacağım, tesettüre/örtünmeye son
vereceğim, memleketi balo ilericiliğiyle tanıştıracağım” demekte ne mahzur olabilir ki?
Bilakis, İngiliz’in desteğini almasını sağlar.
Dolayısıyla, Selanikli ile Rawlinson’un iki
saati aşkın görüşmelerinde bu minvalde sohbet edip muhabbeti koyulaştırmış olmaları
“hayatın olağan akışı” açısından sorunsuz görünmektedir.
*
Şunu da unutmayalım:
Rawlinson’un
raporunda “bu hareket” deyip geçmesi de, Selanikli’nin “bu hareket”in
münderecatı ve muhteviyatı konusunda daha önce İstanbul’da İngiliz gizli servisinin (istihbarat teşkilatının)
İstanbul şefi Rahip Robert Frew ile görüş alışverişinde bulunmuş olduğunu,
dolayısıyla Rawlinson’un ayrıntıya girmesine gerek kalmadığını düşündürüyor.
Selanikli'nin (Nutuk'undaki kendi itirafı ile de sabit olduğu üzere) İngilizler'in Türkiye'deki en üst düzey ajanı ile bir kere de değil, defalarca başbaşa gizlice görüşmüş olmasının herhalde bir "hikmet"i bulunmalıdır.
Selanikli'nin bu adamla samimiyeti niçin bu kadar ilerlettiğini sormayalım mı, ne dolaplar çevirdiklerini merak etmeyelim mi?
Osmanlı'nın ileri gelenlerini (yaklaşık 600 kişiyi, altı değil, 60 değil, 160 değil, 600) tutuklayıp Malta'ya süren İngilizler'in Selanikli'ye niçin dokunmadıkları, niçin Anadolu'ya geçmesine izin verdikleri konusu üzerinde düşünmeyelim mi?
Ajan Frew Selanikli ile başbaşa gizlice defalarca görüştüyse herhalde onunla ilgili bir tahkikatı, bir değerlendirmesi, ve de hükümetine sunduğu bir raporu olmalıdır.
“Asılacaksan da İngiliz sicimiyle asıl”
diyenler doğru demişler, İngiliz sicimi sağlam.. Adamı yarı yolda bırakmaz.
*
İngilizler’in, Samsun’a gitmesi için vize
verdikleri Selanikli ile “Anadolu’ya gidip yeni bir hükümet kurması” konusunda
anlaşmış oldukları, Amiral Calthorpe’nin tam da Erzurum Kongresi sırasında
hükümeti için hazırladığı raporunda yer alan şu ifadeden de anlaşılıyor:
“Anadolu’da müstakil (bağımsız)
bir hükümet kurulmasına mani olunamaz!” (Dilipak, s. 46.)
Adamlar Anadolu’da ilerde bağımsız bir hükümet
kurulacağını nerden biliyor olabilirler?
Kehanetlerinin kaynağı ne, hangi müneccimler?
Ve de kimlerin mani olamayacağını
düşünüyorlar?
Amiral Calthorpe’nin bu raporundan iki ay
sonra, Sivas Kongresi’nin akabinde İngiliz Yüksek Komiseri Amiral J. de Robeck,
ağzı kulaklarında bir üslupla Lord Curzon’a şu müjdeyi verecektir: “Mustafa
Kemal’in tesiri gittikçe artıyor.” (Dilipak, s. 51.)
Üç ay sonra, 1919 senesinin Aralık ayı
geldiğinde ise, İngiltere adına sahnede boy gösteren General Milne,
basına şu demeci verecektir:
“Mustafa Kemal
hareketinin bastırılması şüphesiz pek çok istenir (çok istenilen
birşeydir). Fakat çok büyük kuvvet gerekmektedir. İğneleme politikası
büsbütün ahlâksızlık olur.”
Yunan’ı durduran Milne Hattı’na adını vermiş
olan General’in bunları söylediği sırada takvim yaprakları 26 Aralık 1919’u
göstermektedir.
Selanikli’nin elindeki kuvvet nedir peki?
Koskoca bir hiç.
O kadar zayıftır ki, bir süre sonra (elinin altında savaş tecrübesi bulunmayan köylülerden başka kimse olmayan) Çapanoğlu'nun Yozgat'tan gelip Ankara'yı basmaması için Çerkez Ethem'e yalvarmak, karşısında süt dökmüş kedi gibi süklüm püklüm oturmak, onun azarlarına katlanmak zorunda kalacaktır. (Tabiî bunu unutmayacak, ilerde hesabını soracaktır.)
O gün için önem taşıyan kuvvet, Karabekir’in kuvvetidir.. Ve de Selanikli’nin Anadolu’daki tek dayanağı odur. Nitekim Nisan 1920'de Karabekir'e telgraf çekerek Ankara'ya bir miktar kuvvet göndermesini istemiş bulunuyor (Dilipak, s. 65.)
Evet, Selanikli, General Milne’nin
bunları söylediği tarihten bir gün sonra, 27 Aralık 1919'da Ankara’ya
ulaşacaktır.
Aynı gün, yani Selanikli’nin Ankara’ya vardığı
tarihte Erzurum’da bir başka önemli tarihî olay yaşanmaktadır: Karabekir-Rawlinson
görüşmesi. (Bkz. Yavuz Özdemir, “İngiliz Yarbayı
Rawlinson-Mustafa Kemal Görüşmeleri”, Atatürk Dergisi, Cilt:
2, Sayı: 1, Şubat 2010, s. 69-70.)
Rawlinson, Karabekir’e, Lord Curzon’un
İngiltere adına verdiği mesajları iletir.
Şöyle (Karabekir’in anatımıyla):
Anlattıklarının hülasası şunlardır, Lord Curzon
diyor ki:
“a) Şimdiye kadar sulh
(barış) yapmadığımızın sebebi Türkiye'de şimdiye kadar kuvvetli bir
hükümet görmediğimizdendir. Hakiki İngiliz dostu olacak
simalarla anlaşmak istiyoruz. Mustafa Kemal Paşa sulh konferansında bulunsun veyahut
sulh mukarreratına (kararlarına) mutabık kalsın.
b) Endişemiz Türkiye'nin yine bir
gün İngiltere'nin düşmanları tarafına geçivermesidir. Padişah
hükümeti bunu yapabilir. Artık krallık ve imparatorluk modası
geçmiştir. Birçok debdebe ve masraf yerine millet kendi
işini kendi gören cumhuriyete taraftardır. Bizim de padişahı hükümet ve siyasete
karıştırmayıp halife olarak istediği yerde oturmasına
taraftar olmaklığımız.
c) Gerçi İstanbul bir
Türk şehri olarak kabul
olunmuştur. Ancak Çanakkale İtilaf Devletleri [İngiltere, Fransa
ve İtalya] tarafından işgal olunacak --ihtimal İstanbul etrafında
İtilaf askeri bulunur--. Zaten Türkiye bir Asya
devletidir. İstanbul bir köşedir. Anadolu'nun idaresi ve
terakkiye sevki (ilerlemeye yöneltilmesi) İstanbul'dan gayri [İstanbul
dışında] mümkündür. Bu hususta ne düşünüyorsunuz? Mesela Bursa'da
olacak bir hükümet serbesttir.”
(Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor, 17. b.,
İstanbul: Tekin Yayınevi, s. 41-42.)
*
“A” şıkkından şunu anlıyoruz: İngilizler,
Selanikli Mustafa Atatürk’ü “hakiki İngiliz dostu” olarak görüyorlar.
Bu da, Selanikli’nin daha Samsun’a çıkmadan
önce İstanbul’da İngilizler’le anlaşmış olduğunun bir başka kanıtı..
Barış görüşmelerini niçin
geciktirmişlermiş?
Sözde karşılarında “kuvvetli bir hükümet”
görmedikleri için..
Halbuki, isteklerini dikte etmeleri için karşılarında zayıf bir hükümet bulunması onlar açısından arayıp da bulamayacakları bir şans.. Gerçek bir avantaj..
Gerçekte karşılarında "kuvvetli" bir hükümet değil, kendilerinin güdümünde “hain
ve satılmış bir hükümet” (ya da "aldatılmış şaşkın bir hükümet") görmek istiyorlar.
Fakat bunu açıkça söylemeyecek kadarcık diplomatik zekâya sahipler.. (O zekâ eksikliği, Türkiye'nin eşi bulunmaz tarihçi kabul edilen ukala tarih ezbercisi şovmenlerine ait bir meziyet.)
Selanikli TBMM’yi açıp başına geçince, sanki
İstanbul’da artık “kuvvetli bir hükümet” kurulmuş gibi hemen barış
görüşmeleri tiyatrosunu başlatacak, Sevr Antlaşması ölümünü
millete göstererek ardından gelecek Lozan Antlaşması sıtmasına razı
olunmasının altyapısını hazırlayacaklardır.
Ki General Milne, söz konusu basın
açıklamasından sadece iki hafta sonra, 10 Ocak 1920 tarihinde hazırladığı
raporunda, kendi hükümetine, izlenecek yol haritası konusunda (Ki "esnek", duruma göre revize edilen bir yol haritası) bu yönde taktikler
veriyordu:
“Şartları ağır bir
barış Mustafa Kemal’i güçlendirir. Bugünün bir başka önemli yanı Hakimiyet-i
Milliye gazetesinin yayına girmesi. Artık dış dünya ve içerideki
cepheler dünyayı bu pencereden seyredecektir ve Mustafa Kemal’in
hakimiyetini perçinleyecektir.” (Dilipak, s. 55.)
*
General’in bu lafları, İngilizler’in (İstanbul’da
anlaştıkları) Selanikli’nin eline tutuşturdukları strateji ve taktikleri
özetliyor.
İlk fırsatta bir gazete çıkarması, her
tarafa beleş göndermesi, böylece kamuoyu oluşturması aklını vermişler. Öyle anlaşılıyor.
Gazetenin adı da ilginç: Hakimiyet-i Milliye.
Ne Cihad, ne İstiklâl-i Milliye, ne Millî Mücadele,
ne Felah-ı Vatan (vatanın kurtuluşu), ne Salah-ı Vatan (vatanın iyiliği), ne Millî Müdafaa (ulusal savunma), ne Hürriyet-i Milliye..
Sanırsınız ki Fransızlar “millet
egemenliği” adına Kral Louis’ye başkaldırıyorlar.
Dervişin fikri neyse zikri odur (o sayılır) demişler ama,
tersi de çoğu zaman doğrudur: Zikri neyse fikri de odur.
Adam, Erzurum Kongresi gecelerinden birinde
hempalarına açıkladığı “gelecek” için lazım olan temelleri atmakla meşgul.
*
Evet, “Beni sömürge valisi yapın, size hizmet
edeyim” dediği İngilizler buna, “Daha iyisi var” demişler ve onun için bir yol
haritası hazırlamışlar.
Buna göre, Anadolu’ya ilk başta “Anadolu genel
valisi” konumunda “Padişah yaveri” olarak gidip millet üzerinde otorite
kurmalı, fakat sonrasında Padişah’ın sırtına tekmeyi vurabilmek için yola Osmanlı
Devleti memuru olarak değil, “milletin temsilcisi” gibi devam etmeli.
Dolayısıyla, milleti ürkütmemek için bir
yandan Osmanlı Devleti’ne, padişah-halifeye bağlılık nutukları atar ve bu yönde
yeminler ederken, diğer yandan “hakimiyet-i milliye” (millet egemenliği) söylemini bayrak yapması, bir motto olarak vird-i zebanı haline getirmesi gerekiyor.
Tabiî pratikte bu, Milne’nin ifade
ettiği gibi, “Mustafa Kemal hakimiyeti” anlamına geliyor.
Reklamlarda millet hakimiyeti, teslimatta
“hakiki İngiliz dostu” Selanikli hakimiyeti.
“Ne kaa ekmek, o kaa köfte” hesabı, “millet
egemenliği” söylemi ne kadar güçlenirse “Selanikli hakimiyeti”
yelkenlisi o kadar rüzgâr alıyor.
Şurası bir gerçek, İngiliz oyun kurdu mu iyi
kuruyor.
*
Karabekir'in ifadelerindeki “b” şıkkına gelelim..
Bu şık İngiltere’nin “gelecek” vizyonunu
ortaya koyuyor.
Osmanlı Devleti’ni ve Osmanlı hanedanının uhdesindeki halife-padişahlık
rejimini İngiltere’nin geleceği açısından “tehdit” olarak görüyorlar.
Geleceğe güven ve huzurla bakabilmeleri için
Türkiye’de cumhuriyet ilan edilmesi ve Osmanlı Devleti’nin yıkılması gerekiyor.
Sözde “millet kendi işini kendi görecek”,
özde ise millet, Selanikli’nin çıkardığı Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu cinayet
aleti olarak kullanan hukuksuz ve kanunsuz İstiklal Mahkemeleri’nin
kurduğu darağaçlarının gölgesinde “İngiliz’in
işini görmek için kendi devletini, Osmanlı Devleti’ni yıkacak”tır.
İngiliz ilke ve inkılapları, Atatürk ilke ve inkılapları adı altında millete
dayatılacaktır.
*
Gelelim “c” şıkkına..
Bu şık da, General Milne’nin
açıklamasının aksine, İngiltere’nin Selanikli’yi durdurmak gibi bir
niyet taşımadığını, tam aksine, onun Anadolu’da “yeni bir hükümet”
kurmasını istediklerini belgeliyor.
“Müstakil” (bağımsız) bir hükümet..
Buradaki bağımsızlık İngiliz’den bağımsızlığı
değil, Osmanlı’dan bağımsızlığı ifade ediyor.
*
Olaya Selanikli cephesinden
bakıldığında “dehanın muhteşem yürüyüşü”nden söz etmek mümkün olabilir.
Fakat Osmanlı Devleti açısından bakıldığında
ortada bir ihanetin, “işgalci düşman devletler hesabına yapılmış bir casusluğun”
ve “devleti yıkma” teşebbüsünün bulunduğundan söz etmek gerekebilir.
O günkü şartlarda (Ki, henüz barış antlaşması
imzalanmadığı için “savaş hali”nden söz etmek gerekiyor) bu suçların
cezası idam..
Nitekim, 23 Nisan 1923’te TBMM’yi açan
Selanikli, bir hafta sonra Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu çıkararak,
TBMM’nin otoritesini “tanımayan”ları (Evet, sadece “tanımayan”ları, Osmanlı Devleti'ne sadakati sürdürenleri) asıp
kesmeye, idam etmeye başlamıştı.
Dolayısıyla, (Osmanlı Devleti zaviyesinden bakıldığında) düşman işgal güçleriyle casusluk
ilişkisi içine girerek devletine isyan eden Selanikli’nin hak ettiği ceza,
idam olma durumundaydı.
Casusluk yapan
adamın cezası, savaş şartlarında idamdır.
*
(Malum olduğu üzere bir Mustafa Sagir olayı var..
Önce İstanbul’a gelen, ardından da Ankara’ya geçip yerleşen bu Hint kökenli şahıs, İngilizler hesabına casusluk yapma suçlamasıyla idam edildi.
Olaya geniş açıdan bakıldığında ve farklı ihtimaller hesaba katıldığında, İngilizler’in, Selanikli’nin “güvenilirliği”ni artırmak için bu Hintli serseriyi kurban verip vermedikleri sorusunun akla gelmemesi imkânsızdır.
Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmiyorsa, deve gelecek yerden hindi yumurtası haydi haydi esirgenmez..
İstihbarat servislerinin, ajanlarının/işbirlikçilerinin güvenilirliğini sağlamak ya da artırmak için bu tür hileler
yaptıkları bilinen birşey.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder