UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 8
Uğur
Mumcu’nun Kazım Karabekir Anlatıyor (17. b., İstanbul: Tekin Yayınevi) adlı kitabını okumaya
devam edelim.
Şunları yazıyor (s. 54):
TBMM'nin
30.10.1922
günlü
oturumu ilginçtir.
Meclis,
Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığında toplanır, gündemde iki konu vardır:
Sadrazam
Tevfik Paşa'nın TBMM'ne çektiği telgraflar ve Hilafet sorunu.
İstanbu
lhükümeti Sadrıazamı Tevfik Paşa'nın mektubu okunur. Tevfik Paşa, Lozan
Konferansı'na İstanbul hükümetinin katılmasını istemektedir. M . Kemal Paşa da Tevfik
Paşa'ya verdiği yanıtı okur, tartışma açılır. Milletvekilleri İstanbul
hükümetini sert dillerle eleştirirler.
*
Evet, o günkü oturum ilginçtir.
Çünkü, iki gün sonra Osmanlı hanedanının saltanatına
(daha doğrusu Osmanlı Devleti’nin varlığına) son verilecektir.
Selanikli liderliğindeki TBMM tarafından.
Osmanlı Devleti’nin yaşamına son verme ve
toprağa gömme şerefi TBMM’ne ait olacakttır.
Büyük başarı.
Sadrazam Tevfik Paşa’nın teklifi ise,
Osmanlı Devleti’nin hukukî varlığının devam etmesi anlamına gelmektedir.
*
TBMM sözde, Lozan’da Türkiye’nin kim
tarafından hangi hükümet namına temsil edileceğini karara bağlamak üzere
toplanmıştır.
Halbuki Selanikli Mustafa Atatürk, bu
konuda gerekli talimatı (bu yazı dizisinin bir önceki bölümünde anlattığımız
gibi) Fransız diplomat Franklin-Bouillon’dan almıştır.
TBMM
kararı formaliteden, TBMM üyelerinin içi boş “milli irade”cilik oyunu
ile kendilerini aldatmalarından ibarettir.
Olay,
Selanikli’nin sonradan açıkça söylemek zorunda kalacağı gibi, bir emrivakiden,
“oldu bitti”den ibarettir.
TBMM’deki
“kendilerini milletin vekili” zanneden kuklaların, asıl efendinin millet
değil, İngiliz ve Fransız’ın talimatıyla hareket eden Selanikli olduğunu
anlamaları gerekmektedir.
O
yüzden, Selanikli gayet açık konuşur:
“Burada içtima edenler [toplananlar], Meclis ve herkes meseleyi tabiî
görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde
ifade olunacaktır.
“Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
(M.
Kemal Atatürk, Nutuk, C. 2, İstanbul: Türk
Devrim Tarihi Enstitüsü, Milli Eğitim Basımevi, 1969, 9. b., s. 690-691;
Atay, Çankaya III, s. 149.)
*
Evet,
Selanikli sarı saç mavi göz, kendisini Mayıs 1919’da “Anadolu genel valiliği”
anlamına gelen olağanüstü yetkilerle Anadolu’ya gönderen Osmanlı Hükümeti’nden
değil, kuru kuruya bir “TBMM hükümetinin tanınması” karşılığında vatan
toprağı Halep’i ve çevresini hibe ettiği Fransız’dan talimat almaktadır.
Franklin-Bouillon,
ona, “İçimden şu zalim şüpheyi kaldır, ya sen gel ya beni oraya aldır”
diyen şair gibi konuşmuştur: “İçimizden şu zalim Osmanlı’yı kaldır, Lozan’a ya
sen gel ya İsmet’i saldır” demiştir.
Ve
TBMM bunu bilmemekte, milletvekilleri, senaryosu düşman tarafından yazılmış
bir tiyatro oyununun iradesi gaspedilmiş figüranları olarak boş beleş
sanat işçileri haline gelmiş olduklarını fark edememektedirler.
*
Mumcu
sözlerini şöyle sürdürüyor (s. 54):
Karabekir,
o günkü oturumu şöyle anlatır:
“Orada
Dr. Rıza Nur Bey de vardı. Bana mütalaamı sordu:
Mustafa
Kemal Paşa da Dr. Rıza Nur Bey'e ‘O takriri yaz’ dedi. Dr. Nur Bey ‘pekiyi’
diyerek çıktı. İkimiz yalnız kalınca M. Kemal Paşa bana şöyle dedi :
‘Kürsüden
Padişah hükümeti hakkında şiddetli beyanatta bulunmanı, fakat hilafetin
Âl-i Osman'da bırakılması hakkındaki fikrini izhar etmemeni rica
ederim.’
Ben
de ‘pekiyi Paşam’ dedim.”
*
Selanikli insanları manipüle etmeyi,
yönlendirmeyi, kullanmayı çok iyi bilmektedir.
Konu daha önce Selanikli, Karabekir,
Fevzi Çakmak, İsmet İnönü ve daha birçok kişi arasında tartışılıp konuşulmuş,
Osmanlı ailesinin saltanatına son verilmesi fakat hilafetin onlarda bırakılması
kararlaştırılmıştır.
O yüzden Karabekir Dr. Rıza Nur’a, ‘Saltanatın
lağvı ile hiafetin Âl-i Osman'da bırakılması kararımızın Meclis-i
Ali'ye teklif zamanıdır’ diyor.
Ve Selanikli bunu onaylıyor. İtiraz
etmiyor.
Ancak, kafasındaki plan başkadır.
Selanikli Osmanlı’ya hilafetin bile
bırakılmasını istememektedir.
O yüzden, Karabekir’e “Mecllis
kürsüsünde İstanbul hükümetini yerin dibine sok, fakat hilafetin Osmanlı'da
bırakılması konusuna girme” demektedir.
Çünkü, farklı bir takrir (yasa önergesi)
yazdıracaktır.
Klasik “gizli gündem”ciliği, yalancılığı, takiyye
ve hilekârlığı tam gaz yol almaktadır.
*
Karabekir TBMM kürsüsüne çıkar ve Lozan’a
İstanbul Hükümeti temsilcisinin neden gitmemesi gerektiği konusunda hakaret ve sövgü
yoğunluğu çok yüksek bir konuşma yapar.
Selanikli kendisini yıpratmamakta, maşa
varken ateşe elini sürmemektedir.
Garibim saf Karabekir ise, yaptığı
konuşma ile aslında İngiliz’e ve Fransız’a hizmet ettiğinin, Franklin-Bouillon’un
borusunu öttürdüğünün farkında değildir.
Yaklaşık üç sene önce, Lord Curzon’un
yeğeni Albay Rawlinson’un, o sıralarda Anadolu’da (subaylıktan istifa
etmiş) Sarı Çizmeli Kemal Ağa modunda dolaşan Selanikli için kendisine, bir
barış konferansında karşılarında İstanbul hükümetini değil, Anadolu’da
kurulacak (ve saltanatı kaldırıp cumhuriyet ilan etme “misyon”unu
üstlenmiş) yeni bir hükümeti temsil konumundaki Selanikli’yi görmek
istediklerini söylemiş olduğunu hatırlamamaktadır.
Daha sonra, İzmir Suikasti girişimi
bahanesiyle idam sehpasına teğet geçme gibi tecrübeler yaşamasının ardından,
geçmişin bir muhasebesini yapıp hatıralarını yazmak zorunda kalacak, ve bunu
hatırlayacaktır.
Ba’de harabi’l-Basra..
Cennetâsâ Basra’nın yerinde yeller eser, ve
viranelerinde baykuşlar, gözyaşlarıyla acılaşmış içli ağıtlar yakarken.
*
Evet, Karabekir TBMM kürsüsünde Selanikli’nin hatırı için İstanbul hükümetine bol bol sövüp sayar, Lozan'da Türkiye'nin menfaatlerini savunmaya haklarının olmadığını anlatır.. Hilafetin Osmanlı’da kalması konusuna ise hiç girmez.
Fakat kürsüden iner inmez Selanikli’nin
yeni bir katakullisi ile yüzyüze gelir.
Mumcu’dan dinleyelim (s. 56):
“Karabekir, alkışlarla karşılanan bu konuşmadan sonra kürsüden iner inmez M. Kemal, 63
milletvekili tarafından imzalanan
‘hilafetin
kaldırılmasına’ ilişkin yasa önerisini Karabekir'e
uzatarak imzalamasını ister.”
Osmanlı Devleti’ne ve millete karşı
siyasetini yalan, takiyye ve tutulmayan vaatler üzerine kurmuş olan
Selanikli, burada da, daha önce almış oldukları kararın aksine yönde hareket
etmekte, ve işi bir oldubittiye getirmeye çalışmaktadır.
Mumcu, Karabekir’in şu sözlerini aktarır
(s. 56):
Esbab-ı
mucibesini (gerekçesini)
ve altı
maddesini gözden geçirdim.
4.
maddesinde:
«Hanedan
Âl-i Osman madum (yok
olan) ve
tarihe ·müntekildir
(devredilen)» kaydını görünce M.
Kemal
Paşa'ya dedim
ki :
“Paşam,
kararımız bu mu idi? Hilafetin Osmanlı hanedanına ait
olduğu hakkında apaçık bir takrir daha verilmek şartıyla
imzalarım.”
«Bir endişeniz
mi var?» diye sordu.
“Bu
cümleyi okuyan herkeste aynı endişeyi tabii bulurum” dedim.
Ve
takriri 64.
imza
olarak imzaladım. Benden sonra Dr. Adnan Bey'e (Adıvar) ve daha üç mebusa imzalattı.
Bir
aralık odaya İcra Vekilieri Reisi (Başbakan) Rauf Bey (Orbay) girdi.
Takrir
ona da imzalattırılmak istendi. Rauf Bey o cümleyi görünce “ne oluyoruz, nereye gidiyoruz?” diye bağırdı.
Mustafa
Kemal
Paşa, işin ters bir mecraya gdeceğini görünce takriri aldı ve:
- Ben sizin endişenize hak verdim. Durun, o cümleyi silip tashih edeyim, diyerek masanın üstünde “Hanedan-ı Âl-i Osman” kaydını sildi “İstanbul'daki Padişahlık” diye yazdı.
*
Aslında Selanikli’nin, itirazcılara hak verdiği filan yok.
Yalan söylüyor.
Köşeye sıkıştığı zaman hemen geri adım atıyor,
yalanlarıyla insanları aldatıyor.
Klasik taktiği..
Adam serapa takiyye.. Baştan ayağa “gizli gündem”, yalan
dolan..
(Aldığı soyadı bile yalan: Atatürk.. Nerden Türkler’in
atası oluyorsa?! Tamam, Türklüğünü, soyunu sopunu, anasını babasını
tartışmıyoruz, Türk’tür diyoruz.. Fakat Türkler’in atası mıdır? Türk oğlu olmak
şerefsizlik midir ki öyle bilinmeyi yeterli görmüyor, gözü Türk milletinin
atası olmada?.. Buna göre, Oğuz Han’ın da, Bilge Kağan’ın da, Kül Tigin’in de,
Selçuk Bey’in de, Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın da, Sultan Alparslan’ın da,
Ertuğrul Bey’in de, Osman Gazi’nin de, Fatih Sultan Mehmed’in de, Yavuz Sultan
Selim’in de atası.. Soyadını aldığı sırada 3-5 bin yaşında olsa, olabilir
diyeceğiz de, yaşı 55.. Memlekette babası dedesi yaşında binlerce insan var..
Adamın soyadı bile yalan, palavra.. Fakat tek sorun palavra olması değil..
Dolaylı olarak millete “Hepinizin ninelerini gördüm, hepinizin büyükbabası
benim” demiş, milletle alay etmiş gibi birşey oluyor.)
*
Her neyse.. Biz Mumcu’nun kitabına dönelim ve Karabekir'den naklettiği sözleri görelim (s. 57):
Bundan
sonra 69.
olmak
üzere Rauf Bey'e de imzalattı. Ve sonra 81. olmak üzere kendileri imzaladı. Ve takrir Meclise
arz olunmak üzere içtima (toplantı) salonuna götürüldü.
Belki
bizim münakaşalarımızın da etkisiyle ortaya şu söz yayıldı:
“Mustafa Kemal Paşa, hilafeti ve saltanatı alıyor.”
Tanıdığım
ve tanımadığım bazı mebuslar (milletvekilleri) buna mani olmaklığımı, aksi
halde birçok fenalıklar çıkabileceğini söylediler.
Ben
de onlara “Saltanatın kaldırılması
ve Hilafetin de Osmanlı
Hanedanında kalması” fikrinde olduğumu ve bu esasta bir takrir hazırlamak üzere bana
bir gün kazandırmalarını rica
ettim.
Bunun
üzerine birçok mebus Meclisi terk etti. Bunun icin takrir tayini esamiye
(ad okunarak) reye
(oylamaya) konunca, 132 kabul, 2 red, 2 de müstenkif (çekimser) olmak üzere,
reye iştirak edenlerin (katılanların) [toplamının] 136 olduğu görüldü.
Nisap
(toplantı yeterlik sayısı) icin 25 reye lüzum olduğundan “yarın
tekrar reye vaz edeceğiz” diyen Reise (başkana) «yarın
içtima (toplantı) yok» sesleri cevap
verdi.
«O halde çarşamba günü olur» cevabı
verildi.
Karabekir’in sözlerinden anlaşıldığı gibi, Selanikli’nin
yasa önergesini benimsemeyen milletvekilleri toplantıya katılmamışlar, toplantı
yeter sayısı 161’e ulaşılamadığı için teklif yasalaşmamış.
Mumcu’yu dinlemeye, Karabekir'den yaptığı nakilleri okumaya devam edelim (s. 57-8):
Mustafa
Kemal Paşa bu vaziyetten canı çok sıkılmıştı.
Beni
odasına çağırdı ve bu vaziyetin manasını sordu.
Ben
de şöylece söyledim:
“Memlekete olan bağlılığım ve size olan samimiyetim her zaman olduğu gibi şimdi
de fikrimi apaçık söylemeye beni mecbur kılar. Meclisin ekseriyetini kayıp etmiş olması (çoğunluğun
sağlanamayışı) bir
tezahürdür
(belirtidir). Bu takrirle sizin hilafet ve saltanatı almak(ta) olduğunuz kanaati belirniştir.
Kök de salmaktadır, korkarım ki, bu takrir çarşamba
günü içtimaında
(toplantısında)
galiba daha az rey bulacaktır.
Çok nazik bir iş üzerindeyiz. Hilafet
ve saltanatın
hanedan[ının]
değiştirilmesine
[yönelik iddialara] karşı vakit vakit beliren [tepkisel] tezahürün
fiili bir şekile
inkılabından
(dönüşmesinden)
[sözlü
tepkinin fiilî
bir çatışma halini almasından] korkarım.
Garp (batı) halkı
ve ordusu hakkında
söz söyleme
selahiyetim yoksa da işin
vahim bir neticeye varabileceğini,
temasa geldiğim
mebusların halet-i ruhiyesi göstermektedir.”
“Ya fikren ve fiilen tezahürattan (tezahürlerden) endişe ederek Şarktan geldiniz” diye kızgın cevap aldım. Dedim ki:
“Evet, sizin Hilafet ve Saltanatı almanız arzusunu
haber
aldım.
Buna
karşı
şarkta [hiçbir şey yapmadan] emrivaki (oldubitti) beklemek ve
zuhura
gelecek tezahürat karşısında
işin
nerelere
kadar
varabileceğini
kestiremediğimden halimize ve
tarihimize (şu anımıza ve geçmişimize) karşı
fikrimizi Büyük Millet Meclisi'nde beyan etmek ve
daho önce sevgi ve saygı ile bağlı bulunduğum başkomutanımı ikaz etmek istedim.”
*
Buradan anlaşılıyor ki, memlekette
Selanikli’nin padişah ve halife olmak istediği şayiası yayılmış.
Ve Karabekir, buna karşı.
Selanikli’yi ikaz hakkının bulunduğunu
düşünüyor.. Çünkü, Selanikli mevcut konumunu ona borçlu..
İstese, Hükümet’in emrini yerine getirerek Erzurum’da
onu tutuklayıp İstanbul’a postalayabilirdi..
Yine, İstanbul Hükümeti adına İstanbul’dan
Anadolu’ya gelip Selanikli’den desteğini çekmesini isteyen Osmanlı Devleti
Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’a olumlu cevap verebilir, ve Fevzi Çakmak
da Selanikli’ye, “Hadi bakalım mavi göz, eşyalarını topla, İstanbul’a gidiyoruz”
diyebilirdi.
Karabekir Selanikli’yi tutuklamamış, tutuklatmamıştı, fakat Selanikli, İzmir Suikasti girişimini bahane ederek onu tutuklatacak, idamla yargılatacaktı.
Fakat bu, Selanikli’nin elinden kurtulması
anlamına gelmiyordu.
Sarı saç mavi göz, onu, öldüğü 1938’e kadar
“emir kulu” hafiyelerine, ajanlarına takip ettirecek, rahat nefes
aldırmayacaktı.
Adamın, kendisine yapılan iyilikleri hiç unutmamak, mutlaka teşekkür etmek gibi ancak alicenap insanlarda rastlanan bir meziyeti var.
*
Selanikli padişah ve halife olmayı gerçekten istiyor muydu?
Kesin birşey söylemek zor, fakat o dönemde memlekette böyle bir kanaat
oluşmuş..
Çünkü millet, padişahsız ve halifesiz bir
Türkiye düşünemiyor.
Cumhuriyet kimsenin
aklından geçmiyor.
Fakat, Selanikli’nin aklından geçenler, milletin aklından geçenler değil.. Onun aklından, Yarbay Rawlinson gibi "cumhuriyetçi" İngilizlerin aklından geçenler geçiyor..
İngilizler, "Biz, kralımızdan memnunuz, saltanat kostümü bizim üzerimizde iyi duruyor, fakat Osmanlı'ya cumhuriyet ihraç edelim" diyorlar.
Tesadüfen Selanikli de, daha Erzurum Kongresi
sırasında bir gece yarısı hempaları Mazhar Müfit Kansu ile Süreyya
Yiğit’e, gelecekte ilan edilecek cumhuriyetin müjdesini veriyor..
Başka projeleri de var: Arap harflerinin atılıp yerine Latin harflerinin alınması, tesettürün (örtünmenin) kaldırılması, millete şapka giydirilmesi vs..
Tesadüf bu ya, bundan dört beş ay sonra Erzurum’a gelen (Lord Curzon’un yeğeni) Yarbay Rawlinson, Selanikli’nin “gizli gündem”inin aynısını İngiltere’nin teklifi olarak Karabekir’e (Ki, Selanikli’nin o sırada tek dayanağıdır) söylüyor.
İngiltere olarak Türkler’le barış yapma
arzusu taşıdıklarını, fakat karşılarında muhatap olarak Osmanlı Hükümeti’ni
temsil eden birisini değil, Anadolu’da kurulacak olan yeni bir hükümeti
temsil edecek olan Selanikli’yi görmek istediklerini açıkça ifade ediyor.
Evet, açıkça.. İsim vererek.
Rawlinson, bu yeni hükümetin başkentinin
İstanbul değil, Anadolu’daki bir şehir olması gerektiğini de sözlerine ekliyor.
Ayrıca, rejim de saltanat değil, cumhuriyet
olacaktır.
Görüldüğü gibi, Rawlinson büyük kâhinmiş, olacakların
hepsini önceden bilmiş.
Mazhar Müfit ile Süreyya'nın, gelecekte olacakları bilmek için uykusuz bir gece geçirmeleri, Selanikli tarafından aydınlatılmaları gerekiyor..
Rawlinson ise, Selanikli'nin aklından geçenleri uzaktan okuyor..
*
Bu Rawlinson’un Anadolu’da Karabekir’den
önce Selanikli ile defalarca görüştüğünü biliyoruz.
Karabekir’e söylediklerini Selanikli’ye de
söylememiş olabilir mi?
İmkânsız..
Söylememiş olması “hayatın doğal akışı”na
aykırıdır.
Ancak, Rawlinson’un Selanikli’ye yeni
birşey söylemiş olduğunu düşünmemek gerekiyor.
Çünkü, Selanikli’nin Samsun’a gelmeden önce
İstanbul’da İngiliz İstihbarat Teşkilatı’nın (gizli servisinin) İstanbul şefi
Rahip Robert Frew (Fro) ile yaptığı başbaşa gizli görüşmeler var.
Herhalde Selanikli onunla Hristiyanlık
hakkında bilgilenmek için görüşmüş, ve “ajan rahip” de ona hristiyan ayinleri,
vaftiz ve istavroz hakkında “sır olan” bilgileri “gizli saklı” anlatmış olamaz.
Ortada, Osmanlı Devleti’ne karşı kurulmuş
bir İngiliz-Selanikli komplosunun bulunduğu açık.
Fakat ülkemizdeki Atatürkçü Engizisyon
yüzünden bu hakikat “İnkılap Tarihi” ders kitaplarına giremiyor.
Türk Galileo’larının itibar görmesi,
Osmanlı saltanatı gibi yalanların saltanatının da ortadan kalkması için
biraz daha zaman geçmesi gerekiyor gibi görünüyor.
*
Milli Eğitim Bakanlığı, hakikate ve tarih bilimine saygı adına, hiç değilse, Atatürkçü engizisyonun diş geçiremeyeceği bir dokunulmaz akredite Galileo'nun, İkinci Adam İsmet İnönü'nün "tarihî" sözünü, İnkılap Tarihi ders kitaplarına almalıdır:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı
da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de
bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.”
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından
aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder