Soru: İskenderpaşa
Cemaati’ne ait zinde.info adlı sitede geçmiş yıllarda yayınlanmış olan “Kavramları Yeniden Anlamak” başlıklı
yazıda (http://www.zinde.info/zduyurular.php?subaction=showfull&id=1261645139&archive=&start_from=&ucat=3,18)
şu söyleniyordu:
“Peygamberlere
uymayan insanların helak olması gibi, zamanının
din önderini, vazifeli insanını bilmeden, onu tanımadan ölmesi de o kişinin
helakine, sanki islamdan önce ölmüş gibi imansız gitmesine sebep olabilir.”
Bu iddiayı nasıl değerlendirmek gerekir?
Cevap:
Bu iddia, içinde üç varsayımı
taşımaktadır:
1. Her zamanın ya da devrin bir din önderi, bir vazifeli insanı vardır.
2. Herkes o insanı tanımak, bilmek zorundadır.
3. Onu tanımadan ölmek küfür anlamına gelebilir.
Bu ifadeler çerçevesinde bir zamanda tek bir din önderi ya da vazifeli insan
bulunması gerekiyor.
Çünkü “zamanın imamı” deniliyor “imamları” değil.
O kişiye tâbi olmayanların hepsi de küfür üzere ölme
tehlikesiyle karşılaşmış oluyorlar.
Ancak, yukarıya aldığımız ifadede mütereddit bir dil
var, “sebep olabilir” deniliyor,
“sebep olur” değil.
Yani iddia sahibi, örtük biçimde “sebep olmayabilir
de” demiş oluyor, açık kapı bırakıyor.
Anlaşılıyor ki, söylediği şeye kendisi de tam olarak
inanmış değil, şüpheleri var.
*
Mesele
sadece “zamanın imamı”nı
başkalarının bilmesi değil..
“Zamanın
imamı”nın bizzat kendisini düşünelim, beş altı aylık iken kendisinden bile
habersiz olan “zamanın imamı” kendisinin “zamanın imamı” olduğunu ne zaman ve
nasıl biliyor hale gelecek?
Mesela
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, çocukluğunda ve gençliğinde,
kendisinin ileride peygamber olacağını bilmiyordu.
Hatta
Cebrail a. s. ile ilk mülakatı sırasında bile işin mahiyetini anlayamadı, Hz.
Hatice r. anha’nın akrabası Varaka bin
Nevfel’in açıklamaları ile meseleyi anlamaya başladı.
Çünkü
çok yaşlı bir hristiyan olan Varaka, bu konuda bilgi sahibiydi.
Selman-ı Farisî
r. a. de Peygamber Efendimiz s. a. s. ile ilk karşılaştığında, onun peygamber
olduğunu, ondaki alâmetler sayesinde hemen anlamıştı, çünkü o da çok yaşlı ve
çok tecrübeli, çok yer gezip görmüş, çok insan tanımış bilgili bir hristiyandı.
Peki
bizim “zamanın imamı”mız kendisini nasıl tanıyacak?.. Ona Cebrail a. s. mı
gelecek?
Onun
alâmetleri nedir?
Mesela
sırtında, nübüvvet (peygamberlik) mührüne benzeyen bir imamet mührü mü vardır?!
*
Zamanın
imamı (din önderi, vazifeli insanı) kimdir şeklinde bir soru yöneltildiğinde,
muhtemelen yukarıda sözü edilen yazıyı kaleme almış kişi ile onun gibi düşünenler,
kendi şeyhlerini gözlerinin önüne getireceklerdir.
Bu
durumda, o şeyhin peşinden giden birkaç bin ya da birkaç on bin kişinin dışında
kalan yüz milyonlarca hatta iki milyar müslüman küfür üzere ölme tehlikesiyle
karşılaşmış oluyorlar.
Çünkü
onların şeyhini zamanın imamı (din önderi, vazifeli insanı) olarak görmüyorlar.
Yok
eğer “zaman”ın din önderi ve vazifeli insanından kasıtları kendi şeyhleri değil
de, aslında anlaşılması gerektiği gibi ümmetin
başındaki halife anlamında bir imam ise, bunun kim olduğunu da, böyle bir
yazıyı yazanların biliyor olmaları gerekir.
Aksi
takdirde, kendilerinin küfür üzere ölme tehlikesi içinde bulunduklarını
açıklamış oluyorlar demektir.
Şu
anda ümmetin bir Hz. Ebubekir, bir Hz. Ömer, bir Hz. Osman, bir Hz. Ali, bir
Ömer bin Abdülaziz gibi halifesi/imamı var mıdır?!
*
Türkiye’nin “zamanın imamı”cılarının şöyle bir özelliği var, çok fazla “cemaatçi” (enaniyet
ve bencilliğin kolektif biçimi olarak cemaatçi) durumdalar.
Zamanın
imamının mutlaka kendi cemaatlerinden olması gerektiğine inanıyorlar.
İkinci
bir özellikleri de fazla yerlici-millici (ulusalcı, milliyetçi, Türkiyeci,
Anadolucu) olmaları.
Zamanın
imamlığını Türkiye insanının tapu ile tescil edilmiş bir ayrıcalığı olarak görüyorlar.
Zamanın
imamının ortaya çıkacağı beldenin belirlenmesi konusunda Lozan Antlaşması’nı baz alıyorlar.
Bu
antlaşma ile belirlenen Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının bir metre (hatta 10
santimetre) güneyi, kuzeyi, doğusu ya da batısında çıkacak bir zamanın imamını “bilmeye
ve tanımaya” aklen ve ruhen hazır değil gibi görünüyorlar.
Mesela
Hakkari’nin güneyinde Kürt bölgesinde çıkacak (yerli-milli olmayan, Türkçe
bilmeyen) bir Kürt zamanın imamı, Hatay’ın güneyinde çıkacak bir Arap zamanın
imamı, doğuda çıkacak bir Çerkez zamanın imamı, batıda çıkacak bir Arnavut ya
da Boşnak zamanın imamı, kabul edilebilecek bir şey gibi görünmüyor.
Evet,
Lozan Antlaşması’nı temel alan bu yerlilik ve milliliğin zamanın imamı
anlayışı, biraz Atatürkçülük tadı veriyor.
Fakat bu çorbada başka baharat da mevcut..
Lozan, Ankara’nın İngiliz ve Fransız’a
dayattığı bir şey olmadığı, Londra, Paris ve Ankara’nın anlaşıp uzlaşarak birlikte ürettiği bir
lezzet olduğu için, bu Türkiye Cumhuriyeti sınırları içine hapsedilmiş zamanın
imamlığı kontenjanı biraz İngilizî ve
Fransızî (gayrimüslim) tada da sahip.
*
Konuya
devam edeceğiz inşaallah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder