Prusyalı general Carl von Clausewitz’in meşhur cümlesini biraz mürekkep yalamış herkes bilir:
“Savaş, siyasetin/diplomasinin başka
araçlarla devamından ibarettir.” (Der Krieg
ist eine bloße Fortsetzung der Politik mit anderen Mitteln.)
Bu sözü ters çevirirsek şunu demek de mümkün olabilir:
Siyaset, savaşın başka araçlarla devamından ibarettir.
Her zaman olmasa da bazen böyle olduğu kesin.
Bu dünya sahnesinde birçok şey bitmiş gibi görünür
fakat aslında başka araçlarla devam ediyordur.
*
Nitekim Türkiye’de 28
Şubat Süreci hâlâ devam ediyor.. Başka araçlarla..
Bu işler bazen “Tavşana
kaç, tazıya tut” tarzı dümenlerle sürdürülür.
Mesela İhsan Eliaçık, Mustafa Öztürk, Mehmet Okuyan
gibi Kur’an
suikastçileri üretilir, bunların palazlanması, tanınıp gündeme gelmesi için
gereken zemin hazırlanır, böylece başka birilerinin bunlarla uğraşarak tuzak
gündemlerde yollarını şaşırmaları istenir.
Bunlara cevap verirken bırakın başka konuları
tartışmayı, başlarını kaşımaya bile vakitleri kalmaz.
Evet, 28 Şubat Süreci hâlâ devam ediyor, fakat onun da,
tek parti döneminde başlayan “yüzyıllık yanlışlık”
sürecinin bir parçası olduğunu unutmamak gerekiyor.
28 Şubat Süreci birçok şekilde ve birçok farklı araçla
devam ediyor..
Millî Görüş (İslamcılık)
gömleğinin çıkarılmasıyla devam ediyor.
O gömleği üstünde bulunduran Temel Karamollaoğlu gibi isimlerin “İslamcı değilim, müslümanım”
diyerek ona domuz kanı bulaştırmasıyla devam ediyor. (Bu sözde bilge vatandaş “ci, cı” eklerinden hoşlanmadığı için İslam-cı olamıyor, fakat Millî Görüş-çü
olabiliyor. Aklını mantık prangalarından kurtarıp özgürleştirme konusunda son
derece cesur.)
28 Şubat Süreci, yandaş medya kalemşorlarının “düzen”baz
yazılarıyla, sözde dindar edebiyatçı taifesinin “yozlaşmışlık ve çürümüşlüğü parlak
laflarla yaldızlama” gevezeliğini edebiyat diye yutturma illüzyonuyla devam
ediyor.
*
Bir örnek..
Odatv‘nin bir haberinin başlığı
şöyleydi: “28 Şubat’ın ‘kahraman erkekleri’
eşlerini nasıl aldatıyor”.
Spotta ise şu söyleniyordu:
Yeni Şafak gazetesi
yazarı Fatma Barbarosoğlu, Mustafa Kutlu’nun Sevincini
Bulmak isimli kitabından bahsetti.
Haberin metnine gelince.. Şöyle:
Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesi
yazarı Fatma Barbarosoğlu bir kitaptan bahsetti.
Barbarosoğlu, Mustafa Kutlu’nun
Sevincini Bulmak isimli kitabından söz etti.
“28 ŞUBAT’IN
KAHRAMAN ERKEKLERİNİN…”
Kitapla ilgili şaşkınlığının gizlemeyen
Fatma Barbarosoğlu kitapla ilgili şunları söyledi:
“Mustafa
Kutlu’nun son kitabı: Sevincini Bulmak
12 Eylül’ün, 28
Şubat’ın kahraman erkeklerinin, ikbal peşinde aile hayatlarını imha edişlerinin
romanı.
Romandaki bütün
kadınlar eşleri tarafından ihanete uğruyor.
Hayır dilim
sürçmedi. Sevincini bulmak, roman.”
Evet, haber böyle..
İmdi, bu Mustafa Kutlu adlı hikâyeci, neden böyle bir
konuyu “28 Şubat‘ın kahraman erkekleri” üzerinden
“romanlaştırır” ki?
Bu vicdansız kurnazlığın ardında nasıl bir “hesaplaşma” kaygısı yer alıyor?
28 Şubat’ın “kahraman”larını kimler adına, niçin itibarsızlaştırmaya çalışıyor?
İtibar suikasti yapıyor?
Tetikçiliğe soyunuyor?
*
Eski MİT’çi Yılmaz Tekin
bir röportajında, “Zaten böyle bir işlem de var
MİT’in içinde” diyordu.
“Nasıl bir işlem?” sorusuna
şöyle cevap veriyordu:
Yılmaz Tekin: Psikolojik
karşı savunma… Topluma ulaştırılmak istenen fikirler bazı tanıdık yazarlara, aydınlara, gazetecilere veriliyordu ve onlara mal ediliyordu.
Aktüel: Geçtiğimiz
aylarda çıkan bir kitap, ABD’de bazı edebiyatçılarla CIA arasındaki ilişkiyi
anlatıyordu… Türkiye’de de böyle bir durum oldu mu?
Yılmaz Tekin: MİT
tarafından seçilmiş insanlar mutlaka vardı ama isim vermek
sakıncalı. Deşifre olur, zora girerler. İlla edebiyatçı olması da gerekmiyor. Düşünce
üreten herkes olabilir. Bu iş çoğunlukla gazeteciler ve üzerinden
yapılmıştır. MİT’e davet edilmiştir, tanışılmıştır, iyi ilişkiler kurulmuştur.
Evet, 28 Şubat Süreci, en azından psikolojik harekât olarak devam ediyor diyebilir miyiz?
Ve bunun, mütedeyyin (dindar) camia içindeki “beşinci kol” vasıtasıyla yapıldığını kabul etmeli miyiz?.
28 Şubat’ın “kahraman”larını itibarsızlaştırmak, manen öldürmek için solcuları,
Kemalistleri vs. devreye koysalar, onlara bu tür uyduruk romanlar, hikâyeler
vs. yazdırsalar, etkisi olmaz, hatta ters teper, bunu biliyoruz.
O yüzden, içeriden birilerine bu tür "arkadan vuran, hedefi sırtından hançerleyen" karalamalar yazdırıyorlar demeli miyiz?
*
Mustafa Kutlu bunu hep yapıyordu.
1980’li yıllarda onun bir hikâye kitabını okumuştum.
Sürükleyicilik, edebî zevk, kurgu mükemmeliyeti vs.
açısından beş para etmez bir kitaptı.
Mesela, bir Dokuzuncu Hariciye Koğuşu‘ndaki
şiirsellik, Çehov’un hikâyelerindeki derinlik, Kemal Tahir’deki gerçekçilik,
Dostoyevski’deki anlatım ustalığı onda yoktu.
Tatsız tuzsuz, yavan birşeydi. Başladığım için
bitirdim, ve bir daha da başka bir kitabını elime almadım.
Fakat birileri onun reklamını yapıp duruyordu.
Okuduğum kitabı sözde hikâye kitabıydı, fakat içindeki
hikâyeler birbiriyle bağlantılı olduğu için “romanımsı” demek de mümkündü.
Orada, “dava delisi Murat”
diye bir tiplemeden bahsediliyordu.
Diğer “dava adamları” köşeyi dönüyor, “dava delisi
Murat” ise yok yoksul, bir lokma bir hırka eksenli bir yaşamı sürdürüyor, daha
doğrusu sürünüyordu.
Verilmek istenen bilinçaltı mesaj şuydu:
Dava diye birşey yok, istismar var (Siz isterseniz adını koyup o zamanın laikçi
jargonuyla din istismarı da diyebilirsiniz).
Mesele köşeyi dönmekten ibaret.
Birileri, “dava delileri”nin sırtına basarak köşeyi
dönüyorlar.
*
Kitabın yayınlandığı tarih, 1986.
12 Eylül darbesi yaşanmış, Erbakan ve arkadaşları
hapse atılıp din istismarı vs. gerekçesiyle yargılanmış, siyasî yasaklı hale getirilmiş, iktidar olma
umutları seçim barajı ile yok edilmiş..
Ve böyle bir ortamda Mustafa Kutlu, “dava” diyecek
gençlerin kulağına kar suyu kaçırıyor.
Hani ortada iktidar olmuş ve köşeyi dönmüş, yolsuzluklarına tepki gösterilmesini bile “vatana
ihanet, darbe teşebbüsü, dış güçlerin operasyonu” vs. lafları ile engelleyen
bir gömleksiz “dava dönekleri” güruhu bulunsa,
adamın bunları yazması anlaşılabilirdi.
Kitabı yazdığı sıralarda hemen herkes “dava delisi
Murat” durumundaydı.
Ve bu hikâyeleri anlatan Mustafa Kutlu, ne ilginçtir
ki, kimler tarafından nasıl zenginleştirildiği, hangi ihalelerle
zengin edildiği bilinen bir gazetede yıllardır yazıyor. Baş
tacı..
Onun 28 Şubat “kahraman”larını manen öldürmek için yazılmış son kitabının (ya da cinayet aletinin) reklamını yapan bayan da aynı “ulufeci” gazetenin gediklisi..
Ortadaki yalın gerçek şu: Bunlar, dava delisi değil, “dava uyanıkları“..
Mustafa
Kutlu gibi bir yeteneksizin Cumhurbaşkanlığı 2016 yılı Kültür
ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülmesini nasıl yorumlamalıyız?
*
Tezgâhı iyi kurmuşlar..
Biri, hangi akla hizmetse, nerden icab ediyorsa, püfür püfür derin tetikçilik rüzgârları estiren bir
kitap yazıyor.
Diğeri, onun reklamını yapıyor.
Malum odağın perde arkasından kontrol edip yönlendirdiği bir başka yayın organı da, bu reklamın reklamını kotarıyor.
Saadet zinciri..
Bu rol dağılımı kendiliğinden mi gerçekleşiyor, yoksa ardında "adsız kahraman" senarist ve rejisörler mi var?
*
Evet, bu kitap, 28 Şubat Süreci‘nin psikolojik harekât boyutunun devam ettiğini
belgelemiyorsa, yaşlı başlı bir erkek hikâyecinin böyle bir işgüzarlığa kalkışmasını nasıl yorumlamalıyız?.
Mustafa Kutlu’da zerre kadar dürüstlük, vicdan ve insaf
bulunsaydı, 28 Şubat’ın perde arkasını, o süreçte yapılan zulümleri, mağdurların yaşadıklarını
anlatırdı.
28 Şubat’ın köşeyi dönen banka hortumcusu darbeci subaylarını, MİT’çilerini konu edinirdi.
17 Ağustos
depreminin merkez üssünün tam üstünde yer alan ve depremde yıkılan binada yaşanan
rezaletleri, kurulan tezgâhları anlatırdı.
28 Şubat'ın altyapısının nasıl hazırlandığını, Aczmendilik adlı prefabrik tarikatın nasıl
imal edildiğini, Müslüm Gündüz adlı ayyaşın
nasıl bir şeyhe dönüştürülüp medya yıldızı haline getirildiğini, madrabaz Ali Kalkancı‘nın ardında kimlerin bulunduğunu, Fadime Şahin adlı kadının kimler tarafından Müslüm
ile Ali Kalkancı’ya gönderildiğini anlatırdı.
Bunu yapmıyor..
Derdi 28 Şubat’ın mağdurlarının imajı ve itibarı ile..
Katliamdan yaralı kurtulmayı başarmış birileri varsa onların kafasına sıkmak, yaralarına tuz basmak için artçı tetikçi olarak cinayet mahallinde dolaşıyor, son temizliği yapıyor.
*
Gelelim 28 Şubat’ın kahramanlarına..
Aslında, 28 Şubat’ın pek fazla kahramanı yok..
Baş kahramanı, merhum Prof. Dr.
Mahmud Esad Coşan hoca idi.. Bedelini, Nisan 1997’de ülkeyi
terk edip üç yıl boyunca sığınacak yer
arayarak ödedi.
Ve de Avustralya‘ya
yerleştikten sonra trafik kazasında
ölerek..
Öldürülerek.
İkinci kahraman Hasan Celal Güzel‘di..
Sürece direndiği için tutuklandı, yargılandı ve hapis
yattı.
Ve sonrasında nisyana mahkum edildi.
Cüzzamlı muamelesi gördü.
Yalnız bırakıldı.
Ve 2018 yılının serin bir 19 Mart günü hicran içinde sessiz
sedasız yalnız öldü.
Ardından ağlayanı bile yoktu.
*
Üçüncü kahraman, “Namlusunu millete çeviren
tankı alkışlayamam” diyen, “Türkiye İran olmayacaktır,
Cezayir olmayacaktır, fakat Suriye de olmayacaktır” diyerek
kükreyen Muhsin Yazıcıoğlu idi.
2009 yılında şaibeli bir helikopter kazasında öldü.
Öldü mü, öldürüldü mü, anlaşılamadı.
Dördüncü kahraman, Av. Kemal Yavuz Ataman’ın 1997
yılının Eylül ayında İslâm Dergisi’nde
yayınlanan bir yazısına göre, Nazlı Ilıcak’tı.
Ilıcak, sonradan müebbet hapis talebiyle yargılandı.
Terör örgütü üyeliği suçlamasıyla..
Bu listeye, dönemin Sultanbeyli Belediye Başkanı Ali Nabi Koçak da eklenebilir.
Bir de, belki 28 Şubat’ın kahramanı denilemezse de
mağduru olanlar var. Mesela Nurettin
Şirin.. Yıllarca hapis yattı.
Mustafa Kutlu şayet iyi niyetli ve dürüst bir adam
olsaydı, böylesi mağdurların dramını hikâyeleştirirdi.
Uydurma “kahraman”lara atfettiği fuhuş ve zina
isnadıyla “gerçek kahraman”ları itibarsızlaştırma şerefsizliğini sergilemezdi.
*
Ne yazık ki ülkemizde çok sinsi, çok alçakça, çok
derin ve acımasız bir psikolojik harp olanca şiddetiyle sürdürülüyor.
28 Şubat süreci “yerlileştirilmiş ve millileştirilmiş”
olarak başka yol, yöntem ve araçlarla farklı bir düzeyde devam ettiriliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder