Evet,
aynı konuya devam ediyoruz, Hz. Ömer’in “müellefe-i kulûb”dan
oldukları belirtilen iki kişinin talebine karşı sergilediği tavır için İmam
Matüridî’nin kullandığı “içtihat ile nesh” kavramını tarihselcilerin
istismarı konusuna..
Olayın kahramanları Uyeyne bin Hısn ile Akra’ bin Hâbis..
Uyeyne’nin nasıl biri olduğu, İslâm Ansiklopedisi‘ndeki ilgili maddede
anlatılıyor:
… Resûl-i
Ekrem, Uyeyne’ye [müellefe-i kulub olması hasebiyle] Hevâzinliler’den elde
edilen ganimetten 100 deve ile Hz. Ali’nin Yemen’den gönderdiği külçe altının
dörtte birini verdi. Bu dönemde artık İslâm’ı kabul ettiği anlaşılan Uyeyne, 9 yılının Muharrem ayında
(Mayıs 630) hepsi kendi kabilesinden olan elli atlı ile zekât vermek istemeyen
Benî Temîm üzerine gönderildi. …
Uyeyne, Resûlullah’ın vefatından
sonra irtidad edip (İslam’dan
dönüp) peygamber olduğunu iddia eden Tuleyha b. Huveylid el-Esedî’ye
katıldı. Onun yanında savaşırken Hâlid b. Velîd tarafından esir alınıp Medine’ye götürüldü. Medine yollarında
çocuklar kendisine, “Ey Allah düşmanı!
İmandan sonra küfre mi düştün?” deyince o, daha önce de Allah’a
inanmadığını söyledi; ancak tekrar İslâm’ı kabul etmesi
üzerine Hz. Ebû Bekir tarafından salıverildi.
Uyeyne’nin, Zibrikân bin Bedr ve Akra‘ b. Hâbis’le
birlikte Hz. Ebû Bekir’in yanına gelerek kendilerine arazi verilmesini
istediği, halifenin de onlara buna dair bir belge verdiği kaydedilir. Fakat Hz.
Ömer, İslâm’ın müellefe-i kulûbun desteğine ihtiyacı kalmadığını belirterek
ellerindeki belgeyi yırtıp atınca Hz. Ebû Bekir’e şikâyet
etmişlerse de bir sonuç alamamışlardır….
Kaba bir bedevî olarak tanınan
Uyeyne’nin müslüman olmadan önce ve sonraki dönemlerde yaptığı kabalıklara dair
birçok rivayet nakledilir.
Bir gün Hz. Peygamber’in yanına izinsiz
girmiş, kendisine tepki gösterilince de hiçbir Mudarlı’dan [Kureyş’i de
kapsayan Mudar kabilesi mensuplarından] izin almaya gerek görmediğini
söylemiştir.
Örtünmeyle ilgili âyetlerin
inmesinden önce Resûlullah’ın yanına geldiğinde Hz. Âişe’yi görmüş ve Resûl-i
Ekrem’e münasebetsizce onu boşayıp daha güzel olan kendi karısını almasını
teklif etmiştir. Buna öfkelenen Hz. Âişe onun kim olduğunu sorunca Resûlullah, “Ahmak bir adam, ancak kavmi ona itaat ediyor” cevabını
vermiştir.
Bir defasında Hz. Peygamber,
Uyeyne’nin karşıdan geldiğini görünce onu kötülemiş, fakat yanına geldiğinde
iltifat edip güleryüz göstermiştir. Bunun sebebini soranlara da insanların en kötüsünün, şerrinden emin olunmak için kendisine
izzet ve ikramda bulunulan kimse olduğunu belirtmiştir (Buhârî, “Edeb”, 38, 48, 82).
Resûl-i Ekrem’in, torunlarından
birini öptüğünü görünce kendisinin on çocuğu olduğu halde hiçbirini öpmediğini
söyleyen, bunun üzerine Hz. Peygamber’in hakkında, “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” (Buhârî,
“Edeb”, 18) dediği kişi de Uyeyne’dir.
*
Mustafa Öztürk adlı yoz Türk için de şunu
söyleyebiliriz:
“Ahmak bir adam, ama bu düzenin
eğitim sistemi, onu üniversiteye kabul edip profesör yapmış.. Sağcısı solcusu,
muhafazakârı laiki ile ne kadar düzen yanlısı Şeriat’ten hoşlanmayan tip varsa
onu dinliyor. Televizyonlarını, gazetelerini ona açıyorlar.”
Bu arada şunu da belirtelim, ansiklopedinin Uyeyne ile
ilgili maddesinde Zibrikān‘ın adına hatalı olarak yer
verilmiş durumda..
Nitekim Zibrikân’la ilgili maddede şu söyleniyor:
… Öte yandan Zibrikān’ın ridde savaşları sırasında
Akra‘ b. Hâbis’le birlikte Hz. Ebû Bekir’in yanına gidip Bahreyn’in haracını
alma karşılığında kavminin itaatini temin edeceğine dair bilgide (DİA,
II, 285) bir yanlışlık olmalıdır. Zira kaynakların çoğunda kendisi
irtidad vak‘aları esnasında İslâm’a bağlılığından dolayı övüldüğü gibi bu
hadisede Akra‘ b. Hâbis’le beraber gelen kişinin o değil Uyeyne b. Hısn
olduğu zikredilmektedir.
Sıra geldi Akra’ya..
Yine TDV İslâm Ansiklopedisi‘nden
okuyalım:
… Temîmliler Akra‘ın teşvikiyle
aynı yıl, aralarında Akra‘ ile Uyeyne’nin de bulunduğu yetmiş seksen kişilik
bir elçilik heyetini Hz. Peygamber’e gönderdiler. Bunlar (bir rivayete göre
bunlardan Akra‘) Mescid-i Nebevî’ye girerek, “Ey Muhammed, dışarı çıksana!” diye bağırmışlar ve bu davranışlarından
dolayı, “Hücrelerin arkasından sana
bağıranların çoğu -senin yüce mertebeni- anlamayan kimselerdir. Eğer sen
yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi şüphesiz onlar için daha iyi olurdu”
(el-Hucurât 49/4-5) meâlindeki âyetlerle kınanmışlardı.
Resûlullah bir müddet sonra dışarı
çıkınca Akra‘, “Ey Muhammed! Benim övdüğüm kimseler aziz, yerdiklerim de zelil
olur” demiş, bunun üzerine Hz. Peygamber de, “İnsanları aziz ve zelil etmek yalnız
Allah’a mahsustur” buyurmuştur.
Temîmliler daha sonra Hz.
Peygamber’e şair ve hatipleriyle birlikte geldiklerini söyleyerek şiir ve
hitabet müsabakası yapmak istediler. Bu teklifi önce kabul etmek istemeyen Hz.
Peygamber onların ısrarı karşısında razı oldu. Yarışma sonunda müslüman şair ve
hatiplerin üstünlüğünü kabul ederek müslüman
oldular.
Akra‘ Hz. Ebû Bekir devrinde Hâlid
b. Velîd’in yalancı peygamberlerle yaptığı bütün savaşlara katıldı. İrtidad
olayları sırasında ez-Zibrikan ile Hz. Ebû Bekir’in yanına gelerek, “Bahreyn’in
haracını bize verirsen biz de kavmimizin itaat ve bağlılığını garanti ederiz”
deyince Hz. Ebû Bekir bu isteği kabul etti ve onlara bir belge verdi. Ancak durumdan haberdar olan Hz. Ömer
derhal müdahale etti ve belgeyi yırttı….
*
Şimdi, Ebu Hamakat Mustafa
Yoztürk’ün laflarına geri
dönebiliriz.
Lafa, “Hz. Ömer, Kur’an‘da
ayet olarak müellefe-i kulub’a zekat verme hükmü hâlâ duruyorken…” diyerek
başlamış..
Âyet Kur’an‘da
duruyor ama, özel olarak Uyeyne ve Akra’ için inmiş değil.
Eğer âyette bu iki adamın adı geçse,
ve bunlara ölene kadar zekât veya haraçtan pay verilmesi, bir araziye göz
koyduklarında isteklerinin geri çevrilmemesi gerektiği bildirilseydi,
Mustafa’nın bu geri zekâlılık bile değil, hiç zekâlılık anlamına gelen
sözlerini dikkate almak gerekebilirdi.
*
Ebu Hamakat ve etrafındaki ahmaklar topluluğu anlayamayacağı
için “ilkokul” seviyesinde anlatalım:
Mesela Peygamber Efendimiz s.a.s., vefatından önce Suriye’ye
göndermek üzere yola çıkardığı orduya, Üsame
bin Zeyd r.a.’i komutan olarak atamıştı.
Daha sonraki seferlerde ona komutanlık görevi verilmedi.
Üsame r.a. bunun üzerine kalkıp Hz. Ebubekir’e veya Hz. Ömer’e, “Resulullah beni komutan atamıştı, siz neden şimdi başkalarını
atıyorsunuz, bana görev vermiyorsunuz?” diyemezdi.
Dememiştir.
Nitekim, Uyeyne ile Akra’ da, her ne kadar ahmak adamlarsa
da, Hz. Ebubekir’e gidip Hz. Ömer’i şikayet ettiklerinde “Hz. Muhammed s.a.s.
bize ihsanda bulunuyordu, sizin de bulunmanız lazım.. Sonra Kur’an’da
müellefe-i kulub diye bir tabir var, işte biz müellefe-i kulubuz” demiş
değiller.
“Sen mi halifesin yoksa Ömer mi?” diye akıllarınca Hz.
Ebubekir’in duygularıyla oynayıp onu manipüle etmeye çalışmışlar.
Olayı (Hz. Ömer’in sözlerinden hareketle) ilgili ayetle
süsleyenler (Ki Hz. Ömer ayetten hiç bahsetmiyor), sadece, onların gecikmiş
avukatlığını yapacak kadar ahmak olan yoz Türk Mustafa ile mezhepdaşları
(tarihselcilik mezhebi mensupları).
Akra’ ile Uyeyne sağ olsalardı “Bize ahmak diyorlar ama,
bizden beteri varmış, halimize şükür” diyebilirlerdi.
*
Evet, Hz. Ömer’in bu tavrında Kur’an‘a ve Resulullah s.a.s.’in sünnetine bir aykırılık olsaydı, Hz. Ebubekir‘in (ve Medine’deki ashab topluluğunun)
bunu onaylaması mümkün olmazdı.
Nitekim, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in
vefatının İslam’ı henüz özümseyememiş kabilelerin isyan etmesine yol
açabileceğinden endişelenen ashab Hz. Ebubekir’e, “Üsame’yi şimdi Suriye’ye
gönderme!” dediklerinde, “Resulullah’ın yola çıkardığı
bir orduyu geri çevirmem” demişti.
Aynı şekilde, Hz. Ömer ve Hz. Ali de dahil olmak üzere
herkes, halifeye (İslam devletine) “zekât yükümlülüğünün kalkması şartıyla
itaat edeceklerini” söyleyen bedevîlere savaş açılmamasını teklif ettiklerinde
Hz. Ebubekir r. a. bunu da kabul etmemiş, “Resulullah’a verdikleri bir
deve yularını bile vermeseler savaşırım” demiştir.
Çünkü burada söz konusu olan şer’î hükümdü.
Hem de bunu, Üsame r. a. komutasındaki ordu Suriye’ye gitmişken
ve akıbetlerinin ne olacağı bilinmezken, ve de Medine dinden dönenlerin saldırı
tehdidi altındayken söylemiştir.
Şer’î hüküm, şartlar vs. yüzünden geçersiz hale gelmez.
*
Ebu Hamakat Mustafa, zırvalarını şöyle sürdürüyor:
İmam Maturidi bu olayı (Hz. Ömer’in
tavrını) “ictihad yoluyla nesh” olarak tanımlar. Ben de
Maturidi ile aynı şeyi söylüyorum ama tekfir edilen
benim.
Bilindiği gibi İmam Matüridî’nin tefsiri, öğrencilerine yaptığı takrirlerden oluşmaktadır. Yani verdiği
derslerin, anlattıklarının yazıya geçirilip derlenmiş halidir. İmam oturup
bizzat yazmış değildir. Yanlış aktarılmış olması ihtimali (zayıf da olsa) var.
Doğru aktarılmışsa, İmam’ın burada meramını anlatırken yanlış ve “maksadını
aşan” bir tabir kullanmış olduğu söylenmelidir. (Belki bu bile söylenemez. Bu noktaya bir sonraki yazıda inşaallah döneceğiz.)
Hz. Ömer, ne Kur’an’ın bir hükmünü neshetmeye
yeltenmişti ne de Peygamber Efendimiz s.a.s.’in sünnetine muhalefet etmişti, sadece, Hz. Ebubekir’in devlet başkanı sıfatıyla verdiği bir hükme
(bağışa) muhalefette bulunmuş ve sonuçta onu ikna etmiştir.
Hz. Ebubekir, Hz. Ömer’in haklı olduğu, isabetli düşündüğü
kanaatine varmıştır. Onun, Hz. Ömer’in bir teklifini (ictihadını) Kur’an‘ın emrine ve Resulullah s.a.s.’in bir
hükmüne (ya da vasiyetine) tercih etmesi mevzubahis değildir.
O, böylesi bir ayrımı yapamayacak ve hak bildiği hususlarda
geri adım atacak birisi de değildir.
Dolayısıyla Hz. Ömer’in bu itirazı, sonuç itibariyle, Hz. Ebubekir’in hükmüne bile muhalefet değildir. Çünkü
Hz. Ebubekir onun görüşünü kabul etmiştir.
*
Görüldüğü gibi, Ebu Hamakat Mustafa’ya göre, Uyeyne ahmağı ile Akra’
“akletmeyen”i (ayet-i kerimenin bildirdiği “la
ya’kılûne” zümresinden Akra’) Kur’an ve
Sünnet’i doğru anlıyor, ona uygun bir talepte bulunuyor.
Hz. Ömer ise, Kur’an ve
Sünnet’e aykırı davranıyor, kendi kafasına göre hareket ediyor. Hz. Ebubekir
ile diğer ashab da, Kur’an ve
Sünnet’in hükmünü bırakıyor, Hz. Ömer’in hükmüne tabi oluyor.
İşte, Ebu Hamakat Mustafa
ile benzerlerinin Kur’an ve
Sünnet’i anlamadaki muvaffakiyet derecesi buradan anlaşılabilir.
Aslında Uyeyne’den daha ahmak ve
Akra’dan daha akılsız durumdalar.
Bu ahmak ve akılsız adamlar bir taraftan da Kur’an Müslümanlığından, aklın öneminden vs. bahsediyorlar. Gülmek mi lazım,
ağlamak mı, kestirmek zor.
*
Beri tarafta da, bu ahmak ve akılsız adamların
“Akıl da akıl, aman amaan akıl da akıl” diye zır deli gibi tempo tutmalarına,
horon tepmelerine bakarak onları “aklın temsilcisi” zanneden “Ehlî (düzene
uydurulup ehlileştirilmiş) Sünnet'çiler” var.
Bunların durumu daha içler acısı, akılsızlığa akıl adı verilmesi madrabazlığına
aldanıyor, akılsızlık dururken akla savaş açıyorlar. Böylece Kur’an ve Sünnet’le de çelişiyorlar.
Güya bu çağdaş Uyeyne ve Akra’larla
mücadele için akla karşı seferberlik ilan eden (bir kısmı cahil, bir kısmı da “derin
görevli”) kendinden de, muhatabından da habersiz Don Kişotlar olarak
kendilerini madara ediyor, gülünç duruma düşürüyorlar.
Karşılarındaki ahmak ve ebleh adamların pazarladığı akılsızlığa akıl unvanını vererek onları
yüceltiyor, kendi ayaklarına kurşun sıkıyor, ve kendilerini alçaltıyorlar.
Kendi sakarlıkları kendilerinin hakkından geliyor,
karşılarındakilerin onlara karşı fazladan birşey yapması ve söylemesi gerekmiyor.
*
Devam edeceğiz inşaallah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder