Odatv’nin
haberi şöyle:
Odatv, hadsiz Kuveytlinin peşine düştü... Ne zaman ve neden geldi
Bir lise
öğrencisinin Atatürk'e hakaret içeren hareket yaptığı görüntülere sosyal
medyada tepki yağmıştı... O görüntülere destek vererek "Yargılanırsa onu
savunacağım" diyen Kuveytli Yazar Abdulaziz Ramih hakkında İçişleri
Bakanlığı suç duyurusunda bulundu. Odatv o Kuveytlinin peşine düştü.
20 Eylül 2023 14:19 Son Güncelleme: 20 Eylül 2023 16:17
Sosyal medyada paylaşılan ve Marmara İmam
Hatip Lisesi'nde çekildiği belirtilen bir videoda lise öğrencisinin kitaptan
kopardığı Atatürk fotoğrafına
saygısızlık yaparken görüntülendi.
O videoya destek paylaşımı yapan Kuveytli
yazar Abdulaziz
Ramih, "Bu kahraman öğrenci, Türkiye'de istediği
üniversitede öğreniminin masraflarını karşılayacak, Türkiye'de aşırı
Kemalistler tarafından yargılanırsa onu savunacak avukatın ücretini
karşılayacağım. Hesabını bilen varsa bana göndersin." ifadelerini
kullanmıştı.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya konu
hakkında açıklama yaparak o yazar hakkında suç duyurusunda bulunduklarını
açıkladı.
ODATV O
KUVEYTLİNİN PEŞİNE DÜŞTÜ
Odatv'nin Emniyet kaynaklarından edindiği
bilgilere göre şahıs, 2019 ve 2021 yıllarında Türkiye'ye saç ektirmek için
geldi. Bu kapsamda Sakarya'nın Sapanca ilçesinde ikamet etti.
Şahsın, saç ekimi işleminde çekilen fotoğrafıyla tespit edildiği öğrenildi.
*
Çocuğun “hakaret”indeki
müstehcenliğin ne olduğunu bilmiyoruz, fakat müstehcenliğin kötü ve uygunsuz bir
şey olduğunu biliyoruz.
Evet,
çocuğun yaptığı doğru birşey değil.
Ancak,
bu ülkedeki tek müstehcenlik sorunu Atatürk’ün fotoğrafı ile mi ilgili?
Başka
müstehcen mevzularda devlet yetkilileri niye bu kadar duyarsız?
Türkiye’deki
sözde sanat (film, dizi, tiyatro, hikâye, roman vs.) dilinin tümden müstehcenleştiğini,
pespayeleştiğini, en çirkin lafların bininin bir para hale geldiğini niye kimse
görmüyor?
Müstehcenlik
bir tek Atatürk’ün fotoğrafı mevzubahis olunca mı kötü oluyor?
*
Kuveytli
hakkındaki suç duyurusunu da tuhaf buldum..
Nasıl
bir suç işlemiş adam, burası açık değil..
Çocuk
henüz yargılanmadığı ve mahkum olmadığı (hakkında hüküm verilmediği) için “sanık”
(sanılan; maznun, zannolunan) durumundadır.
Ceza Kanunu’na göre bir sanığa arka çıkmak suç mudur?
Suç ise,
kimsenin sanıkların avukatlığını yapmaması gerekir.
İçişleri
Bakanlığı Kuveytli’nin suçunun ne olduğunu da açıklasaydı iyi olurdu. Şahsen
ben çözemedim.
Kanun, "hukuksal Karun" olmamalıdır.
*
Bu “Atatürk’ü Koruma” işi tümden çığırından
çıkmış gibi görünüyor.
Tavşanın
suyunun suyu kabilinden iş Atatürk’ün fotoğraf ve heykellerini, onların yanını yöresini, hatırasını korumaya
dönüştü.
Atatürk’ün
fotoğrafı Kur’an muamelesi görüyor: Yere atmayacaksın, üstüne
basmayacaksın, işyerinde en tepeye asacaksın..
Üstüne
bastın diyelim, büyük “devletçi günah” işlemiş oluyorsun.. Affedilmez günah.
İslam’a göre günah değil, fakat “devletçilik dini”ne göre günah. (Niye “devletçilik
dini” dediğimizi anlamak isteyenler bir zahmet TDV İslâm Ansiklopedisi’nin
“Din” maddesini okusunlar.)
Kur’an
Allahu Teala’nın kelamı olduğu için kutsal, “Atatürk Ekber” diye şiir
yazan, “Kâbe Arab’ın olsun / Bize Çankaya yeter” diyerek (hırlama vezninde)
ırlayanların “devletçilik dini”ne göre de, tanrımsılarına ait olduğu için
Atatürk fotoğrafı kutsal..
*
Bu
ülkede ara sıra tarikatlardaki “şeyhe rabıta”
pratiği tartışma konusu olur. Olmuştur.
Rabıta;
rabtiye, irtibat (bağlantı), merbut (bağlı, ilişkili) gibi aynı kökten türeyen
kelimelerden de anlaşılabileceği üzere, “bağ,
bağlantı, ilişki” anlamına gelir.
Şeyhe
rabıtadan kasıt, müridin şeyhini hatırlayarak, zihninde canlandırarak onunla
manevî bağ kurması, tabiri caizse bir tür telepatik iletişime geçmesidir.
Birşeyleri
zihinde canlandırmanın insan üzerindeki etkisini herkes bilir.. Limona rabıta
yapar, onu alıp kestiğinizi, bir bardağa suyunu sıktığınızı, sonra da yudum
yudum içtiğinizi ayrıntılı bir şekilde kare kare düşünür, hayalinizde canlandırırsanız,
tükürük bezleriniz harekete geçer..
Hayalinizde
kimleri çok ve devamlı canlandırıyorsanız onlara bir ölçüde benzemeye başlarsınız.
Salih,
müttekî, âlim, fazıl, kâmil insanları düşünürseniz bu sizde onlar gibi yaşama
isteği uyandırabilir.
Buna
karşılık heva ve hevesi, zevk ü sefası peşinde koşan ehl-i keyfi düşünürseniz
bu defa da onlara imrenmeniz, “Ben neden böyle yaşayamıyorum, keşke ben de
onlar gibi olsam” şeklinde bir ruh hali içine girmeniz zor olmaz.
Şeyhe rabıta
da böyle bir şey.. Şeyh gerçekten âlim, kâmil ve fazıl ise ona rabıta yapmanız
size manen fayda sağlar, fakat şeyh diye bir Müslüm Gündüz, bir Fatih
Nurullah, bir Ali Kalkancı’ya rabıta yaparsanız belanızı bulur, din istismarcısı
bir sahtekâr fırıldak olma yolunda jet
ski hızıyla yol alırsınız.
Türkiye'de örnekleri bol.
Bana müridini söyle, sana nasıl bir şeyh olduğunu söyleyeyim.
*
Evet, tarikatlardaki
“şeyhe rabıta” meselesi sıkça
tartışma konusu olur.
Hatta buna
şirk (Allahu Teala’ya ortak koşma) diyenler de var.
Şeyhe
rabıtayı tavsiye eden mutasavvıflar da böylesi bir riskin bulunduğunu, rabıta
vasıtası ile alınan feyzin kaynağının şeyh olduğunun düşünülmesinin şirke neden
olabileceğini, feyzin ancak Allah’tan olduğunun bilinmesi gerektiğini
hatırlatmaktadırlar. (Mesela Risale-i Halidiye’de bu belirtilir.)
Peki şeyhe fotoğrafı üzerinden rabıta
yapılabilir mi?
Böylesi
bir uygulamaya başvuran bir tekkeden söz edildiği olmuştu.. Fakat, diğer
tekkeler buna şiddetle karşı çıkmışlardı.
Bunun
caiz olmayacağı açık..
Ancak,
Türkiye’de asıl şeyh rabıtasının, bildiğimiz geleneksel tarikatlarda değil, Atatürkçü “medeniyet tarikatı”nda
yapıldığını herkes görmezden geliyor.
Üç maymunları oynamak herkesin hesabına uyuyor: "Geldim, görmedim, duymadım."
*
Atatürk’ün “En doğru, en hakiki tarikat, tarikat-ı
medeniyedir” demiş olduğu biliniyor.
Eğer böyle bir tarikat varsa, bunun Türkiye’deki
pîri, şeyhi kim olabilir diye düşündüğümüzde aklımıza ilk gelen isim Atatürk..
Buna itiraz edenler olabilir, fakat şurası bir gerçek ki, Atatürk'ün sözünü ettiği “medeniyet tarikatı”nda kendisine en çok rabıta yapılan kişi Atatürk..
Medeniyet
tarikatı rabıta işini öyle geleneksel
tarikatlarda olduğu gibi “gönüllülük”
esasına dayalı “ders alma, intisap” formalitesinin insafına da bırakmamış..
Meseleyi getirip zorunlu intisap ve “zorunlu rabıta”ya bağlamış..
*
Öyle ki, bu “Atatürk’e rabıta” ritüeli ilköğretimin
birinci sınıfından itibaren başlıyor.
Daha temyiz yaşına bile gelmemiş ağzı süt kokan çoluk çocuğa, sabi sübyana (kendilerinin ve ana babalarının rızası alınmadan, zorla) "Atatürk'e rabıta" telkini yapılıyor.
Dayatılıyor.
Her okulun önüne (dünyanın parası harcanıp) bir Atatürk heykeli konduruluyor
ki öğrenciler medeniyet tarikatının şeyhine sürekli rabıta yapma imkânına
kavuşsunlar.
Zihinlerinde canlandırmaya çalışıp yorulmasınlar, karşılarında betondan, demirden, bakırdan ya da tunçtan bir Atatürk görüp daha kolay rabıta yapsınlar.
Sınıfa girsinler, tepelerinde asılı olan
Atatürk fotoğrafına bakıp “Atatürk’e rabıta” ritüelinin gereğini sürekli yerine
getirsinler.
Fakat iş bununla da sınırlı değil.. Milli
bayramlarda, okulların açılış kapanışlarında Atatürk heykelinin önünde saygı
duruşunda bulunularak “toplu rabıta” da yapılıyor.
Milletçe hayatımız baştan ayağa "Atatürk'e rabıta" haline gelmiş durumda..
Çünkü her resmî kurumun önünde bir Atatürk heykeli.. Her devlet dairesinde bir Atatürk fotoğrafı..
Meydanlar da unutulmamış, neredeyse her meydanda bir Atatürk heykeli..
Ders kitaplarının başında Atatürk..
Milletvekili göreve başlar, besmelesi Atatürk yemini..
Alışveriş yaparsınız, paranızın üstünde Atatürk..
*
Geleneksel tarikatlar ile medeniyet tarikatı arasındaki farklardan biri, "bireysellik-cemaatsellik" ayrımı..
Bunu "gönüllülük-zorunluluk" ayrımı izliyor.
Klasik tarikatlar işi bireysellik ve gönüllülük temelinde ele
alıyor.. Herkes kendi başına ve gönüllü olarak (zorlama olmaksızın) rabıta yapma durumunda..
Rabıta yaptın mı, yapmadın mı diye hesap soran yok..
Paşa gönlüne kalmış, yaparsan yapıyorsun.
Medeniyet tarikatı ise işi bireysellikten çıkarmış, “toplu” hale getirmiş, ve kurala dönüştürüp sağlam kazığa bağlamış. Milletin tosuncuklarını kendi haline bırakmaya gelmez, bağlayacaksın.
Gönüllülük yükü, tabutuna kalem kalınlığında paslı çiviler çakılarak mezara gömülmüş.
Evet, medeniyet tarikatında Atatürk rabıtası cemaatle
(cümbür cemaat) yapılıyor.. Zorunlu.. Gönüllülük mü?.. Hak getire!
Hatta 10 Kasım’larda saat 9’u 5 geçe bütün
millet aynı anda rabıta yapmak zorunda.
Medeniyet tarikatı "seçmeli tarikat" değil, "zorunlu tarikat".. Rabıtası da zorunlu..
*
Meseleye en hakiki mürşit ilim açısından
bakmakta fayda var.
Bu Atatürk rabıtası, aslında irticaî bir eylem
durumunda.
Bin 400 yıl öncesinden söz etmiyoruz, 4 bin 400
yıl öncesinden, 5 bin yıl öncesinden bahsediyoruz..
Memleketi Nemrut Dağı’na benzeterek Atatürk
heykelleriyle doldurmak, irticanın (gericiliğin, ilkelliğin) ta kendisidir.
Bu noktada Atatürk’ün medeniyet tarikatının
geleneksel tarikatlardaki ilim ve irfandan istifade etmeye ihtiyacının
bulunduğu kesin..
Çünkü geleneksel tarikatlarda şeyhlerin
müritlerini fotoğraf ve heykelleri karşısında saygı duruşunda bulunmaya
çağırmadıkları, buna yol açacak söylemlerden uzak durdukları biliniyor.
Atatürk ise, memleketin en fakir zamanında
dünyanın parasını verip yurtdışından heykeltraşlar getirip heykellerini
yaptırmış durumda..
Millet açlıktan ölüyor, hastalıktan kırılıyor, bu heykel derdinde.
Tamam, heykelini yaptırma firavunların, nemrutların, Roma ve Bizans kayzerlerinin geleneğinde var da, bu milletin hangi padişahı, hangi sultanı heykelini diktirmiş?
*
Bu milletin en hakiki mürşit ilimden
nasiplenerek “Atatürk’e rabıta”
gericiliğinden artık kurtulması gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder