Nisan 2017’de yapılan anayasa referandumunun ardından medyada bir İslamcılık
tartışması başlamış bulunuyordu.
Akparti iktidarının İslamcıları tasfiye ettiği iddia ediliyordu.
Mayıs ayı başında Hindistan’a giden Cumhurbaşkanı
Erdoğan, dönüşte uçakta, küçük tetikçi Cem Küçük’ün başlattığı bu “İslamcıların Akparti’den tasfiyesi” tartışmasına müdahil
olmuştu.
Sözleri, son tahlilde,
küçük tetikçiyi savunma niteliği taşıyordu.
Galiba, küçük tetikçi
için, “Söyleyene değil, söyletene bak” dememiz gerekiyordu.
Zamanlama harikaydı..
Küçük tetikçinin sahne
alışı da, Erdoğan’ın ona verdiği destek de, referandum sonrasına aitti..
Referandumdan önce
İslamcı gibi konuşup yazanlar, köprü geçilmiş olduğu için şimdi İslamcıları ve
İslamcılığı dövüyorlardı.
*
İlgili haberi
okuyalım:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘İslamcılık
tartışması’na nokta koydu: Tekkeye mürit aramıyoruz
Cumhurbaşkanı Erdoğan, aralarında Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Selçuk Tepeli’nin de bulunduğu gazetecilerin sorularını yanıtladı.
‘PAZARA KADAR GELDİLER SONRA TRENDEN İNDİLER’
AK Parti’yi destekleyen yazarlar arasında, daha çok
Türkiye’nin yeni dönemde nasıl bir dış politika vizyonu takip edeceği üzerinden
çıkan bir tartışma var. Aynı günlerde özellikle Avrupa’dan ve NATO’dan önemli
ve olumlu mesajlar geldi, Avrupa kurumlarının önde gelen bazı liderleri sizden
randevu istedi. Görüşünüz nedir?
Burada
iki ayrı soru var. Birinci konuya açıklık getirmem lazım. Bahsettikleriniz
arasında, kurucusu olduğum partiyi geçmişte desteklemiş olanlar bulunabilir.
Ama desteklerini daha sonra da aynen sürdürdüklerini düşünmüyorum. Daha sonra
ibreleri değişti.
‘TEKKEYE MÜRİT ARAMIYORUZ’
Yol
arkadaşlığı, gönül arkadaşlığı önemlidir. Yol arkadaşıysan, pazara kadar
değil mezara kadar gidilir. Bunların bir kısmı pazara
kadar geldiler, sonra trenden indiler. Hele son dönemde çok çirkin, kabul
edemeyeceğimiz yaklaşımlara şahit olduk. Bu bir defa yolda, çizgide
istikrarsızlıktır. Sırat-ı müstakim’den sapmadır.
‘İslamcı
olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor’ deniyor. Bir
siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım
yapmak zaten yanlış. Tekkeye mürit aramıyoruz ki.
Siyasi parti için esas olan, dürüst, ilkeli, vatanını
milletini seven, parti ilkelerine uyacak insan aramaktır.
Yapılması gereken budur. Ama bazıları işi tamamen şirazesinden çıkardı. İşi,
kendi doğrularını benimseyen, belirledikleri çerçevede kalan insanları ‘doğru’,
onun dışındaki insanları da ‘yanlış’ addetme noktasına getirdiler. Oysa
kimsenin böyle bir hakkı yok. Onların da böyle bir hakları, yetkileri yok;
benim de. Kaldı ki ebedi âlemin ölçüsü
hiçbirimizin elinde değil. Kimse bunu teraziye çıkarmasın. Çok ağır
olacak ama, uluhiyet davasına da kimse
girmesin…
…
*
Evet, Erdoğan uçakta,
tekkeye mürit aramadıklarını, “dürüst, ilkeli, vatanını
milletini seven, parti ilkelerine uyacak insan” aradıklarını da
ifade etmişti.
Böylece, aslında,
“parti ilkelerine uymaktan söz ederek”, bir partiye müritçe tabi olmanın
formülünü de vermişti.
Yani adamın kendi ilkeleri olmayacak, parti ilkelerine uyacak..
İlkelilik buysa,
ilkesizlik nasıl birşeydir?
Tekkeye mürit aramıyordu.
Çünkü mürit (zamane müritleri değil, gerçek mürit) tarikatın ilkelerine uyan adamdır.
Erdoğan’a ise,
tarikatın ilkelerine değil, laik (siyasal dinsiz) devletin yasalarına bağlı partisinin ilkelerine uyacak adamlar lazım.
Türkiye o hale geldi
ki, artık mevcut yozlaşmış, laik siyasetin emrine girmiş
tekkeler ve tarikatçı gruplar, Erdoğan’ın partisinin ilkelerine
uyuyor.
Erdoğan da, onlara,
layık oldukları teşekkürü sunuyor. Aşağılayıcı bir dille, tekkeye mürit
aramadıklarını söylüyor.
Türkiye’nin
manzarasına baktığımızda, tekkelerin bile Erdoğan’ın
müridi haline geldiklerini görüyoruz.
*
Erdoğan’ın uçaktaki
açıklamalarına göre, yol arkadaşlığı, yani parti yandaşlığı mezara kadar sürmeliymiş.
Yani bütün iradeni
partine, daha doğrusu parti liderine teslim edeceksin.
Parti liderinin
elinde gassalın elindeki ölü, mezara gömülmeyi bekleyen cenaze gibi
olacaksın.
Böylece,
Erdoğan’ın ilke derken neyi anladığı
da ortaya çıkmış oluyor.
Mezara kadar kayıtsız
şartsız itaat, kölece bir yol arkadaşlığı..
*
Erdoğan uçakta, küçük
tetikçi Cem Küçük’ü eleştirenlere cevap olacak şekilde, ebedî âlemin ölçüsünün hiç kimsenin elinde olmadığını
da söylemişti..
Ebedî âlemin ölçüsü,
evet, insanlardan hiç kimsenin elinde değildir. O ölçü, Allahu Teala’ya aittir.
Fakat, o ölçünün
elimizde olmaması, onu bilmememizi gerektirmez.
O ölçü, bilinmez
birşey olsaydı, mümin ile kâfiri, doğru ile yanlışı ayıramazdık.
Ölçü, bizim elimizde
değildir, fakat, bize öğretilen o ölçüyü iyi
öğrenip kendimizi ona uydurma yükümlülüğümüz vardır.
Dünya imtihanı denilen
şey budur.
*
Fakat, bunu söyleyen
Erdoğan’ın, mezara kadar sürmesi gereken
kölece bir yol arkadaşlığından söz edip ardından bu yol arkadaşlığından
vazgeçilmesini “sırat-ı müstakimden sapma” olarak
nitelendirmesi, ölçü olarak kendisinin yol arkadaşlığını kabul ettiğini
ortaya koyuyordu.
Hem ebedî âlemin
ölçüsünün hiç birimizin elinde olmayacağını söyleyecek, hem tekkeye mürit
aramadığını, İslamcı olup olmamanın parti
ilkeleri açısından hiçbir öneminin bulunmadığını ifade edeceksin, hem de
seninle yol arkadaşlığı yapılmasından vazgeçilmesini, Fatiha Suresi’ne atıfla “sırat-ı müstakimden sapma” olarak
nitelendireceksin..
Böyle bir “lider”e
hangi ilkeli ve dürüst insan
ayak uydurabilir, bilmiyorum.
Şu açık: Erdoğan’a
ayak uydurmak için insanın ilkelerinin şunlar olması gerekiyor: İlkesizlik,
omurgasızlık, dürüstlükten nasipsizlik, dalkavukluk, “Hikmet buyurdunuz
efendimcilik”, hakkı ve hakikati umursamazlık..
*
Erdoğan, sanki çok
tutarlı, mantıklı ve doğru şeyler söylüyormuş gibi, uluhiyet davasına girmemekten de söz etmişti.
Fakat kendisi, Fatiha Suresi’ndeki sırat-ı müstakimi (ki Allahu
Teala’nın nimet verdiği peygamberlerin yolunda
olmayı ifade ediyor), sanki o sureyi haşa kendisi vahyetmiş gibi, laik partisinin yol arkadaşlığına indirgeyebiliyor.
Etrafına da toplamış
dalkavuklar güruhunu, onlar “Hikmet buyurdunuz efendimizzz” makamından başlarını
salladıkça, kendisinde kim bilir nasıl bir müstesna akıl, idrak, fehim ve irfan
bulunduğu zehabına kapılıyor.
Üstelik, referandum öncesinde, Bursa’da yaptığı konuşmada,
referandumda hayır oyu verecek olanların dünyalarını ve ahiretlerini tehlikeye atacaklarını rahatça
söyleyen de kendisiydi.
Evet, aynen bunu
söylemişti.
Bir ay bile değil, iki
hafta sonra ise “ebedî âlemin ölçüsünün kimsenin elinde olmadığını”
açıklıyordu.
Köprüler ve insanlar..
*
Referandum öncesinde, ebedî âlemin ölçüsü olarak, kendisinin
arzusu doğrultusunda evet oyu
kullanılmasını gösteriyor.
Referandum sonrasında
ise, İslamcılık önemsiz hale geliyor.
Ebedî âlemin
ölçülerinden söz edip uluhiyet davasına girmeme edebiyatı
yapıyor.
Fakat, bunda bile tam
tutarlı olamıyor. Kendisiyle kölece bir yol arkadaşlığını sırat-ı müstakim olarak gösteriyor.
Demek ki, referandum öncesinde kendisinin ahiret için ölçü koyması, tanrılık (uluhiyet) davasına girmesi anlamına geliyormuş.
Bunu da itiraf etmiş oluyor.
Bu beyefendi, Allahu Teala’nın şeriatine karşı Araplara laiklik tavsiye eden “sırat-ı
müstakim” abidesi..
Allahu Teala’yı
dünyaya karıştırmıyor.. Fakat kendisi ahireti bile tekeline almış..
*
Sonra da gelsin
uluhiyet davasına girmeme edebiyatı..
Allahu Teala’nın
ilkelerini, şeriatini, dinini hatırlatırsanız, kendinize değil Allah’ın yoluna çağırırsanız, uluhiyet davasına girmiş oluyormuşsunuz.
Kendi laik yolunuza, yol arkadaşlığınıza çağırmak
ise, sırat-ı müstakimmiş..
Kimse onu ve
partisini Allah’ın yoluna çağırmamalıymış,
çünkü bu, uluhiyet davasına girmek olurmuş.
Ama kendisi, onunla laik yol arkadaşlığına şu veya bu nedenle son
verenleri sırat-ı müstakimden sapmakla suçlama
imtiyazına sahip..
Kendisine oy
vermeyenlerin ahiretlerinin tehlikede olduğuna
hükmetme mevkiinde..
*
Erdoğan’ın durumu bu..
Peki muhalifleri?
Onlar da “yağmurdan
kaçılırken yakalanılacak dolu”yu temsil ediyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder