Türkiye’de cumhuriyet denilince ilk akla gelen “Hakimiyet
kayıtsız şartsız milletindir” palavrası (Palavradır, çünkü “değiştirilemez,
değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddelerle kayıtlı ve şartlıdır),
İslam’a göre şirk ve küfrün ta kendisidir.
Has halis, som ve saf, katkısız katıksız şirk ve
küfür..
Selçuklu sultanları ve Osmanlı padişahları, “Hakimiyet
kayıtsız şartsız saltanatındır” demediler.
Hakimiyetlerinin Şeriat’le (ve Şeriat’e aykırı
olmayan örfle, töreyle) kayıtlı olduğunu kabul ettiler.
Uygulamadaki hatalarını zihniyet düzeyinde savunmaya
kalkışmadılar.
Şayet “Hakimiyet kayıtsız ve şartsız saltanat
makamınındır” demiş olsalardı, Firavun ve Nemrut durumuna
düşerlerdi.
*
“Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir” palavrası
ise, önce millete, “Siz ‘Tanrı-Kral’ Firavun ve Nemrut gibisiniz..
Dediğiniz dedik, öttürdüğünüz düdük.. Ağzınızdan çıkan kanundur” diyerek göstermelik
yağ çekiyor, aldatmak için riyakâr dalkavukluk yapıyor.
Ardından da, “Ama bu Firavunluk yetkisi,
seçtiğiniz ya da seçmiş sayıldığınız seçkinler/seçilmişler, yani yöneticileriniz
eliyle kullanılır” diyor.
(Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Hoca, Hak
Dini Kur’an Dili’nde, Tevbe Suresi’nin 31’inci ayetini tefsir ederken, Yahudi
ve Hristiyanlar’da haham ve papazlara verilen “rablik” konumunun laiklikle
birlikte parlamentolara, milletvekillerine devredildiğini belirtiyor.)
*
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesi şöyle:
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun
huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına
saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk
Devletidir.”
Görüldüğü gibi, devlet İslam-cı veya din-ci değil, fakat milliyet-çi..
Birileri çıkıp, millet ve milliyet kelimelerinin Arapça’daki otantik
anlamları çerçevesinde farklı yorumlar ve teviller yapmasın diye, bu
milliyet-çiliği bir de “mutlak” olmaktan çıkarıp Atatürk ile “kayıtlı ve şartlı” hale getirmişler.
Ne olur ne olmaz, birileri çıkıp “Kur’an müslümanlığı”
tabirine benzer şekilde “Kur’an milliyetçiliği“nden de söz edebilirler diye düşünmüş
olmalılar.
(Osmanlı’daki “millet sistemi”
çerçevesinde Müslümanlar [Türk, Kürt, Çerkez, Arnavut, Arap, Boşnak, Laz, Gürcü
vs.] tek milletti; ayrı kilise teşkilatları ve dinî liderleri bulunduğu için Rumlar, Ermeniler,
Süryaniler vs. de ayrı birer millettiler. Bu anlamda milliyetçilik
de ümmetçilik ya da cemaatçilik olmaktadır.
Buradaki ayrım ırk, dil, bölge vs. değil, din eksenlidir.
Kısacası, hem Atatürk milliyetçiliği hem de “ata”sız
Türk milliyetçiliği, millet ve milliyet kelimelerini alıp içini boşaltmış, bu
kelimeleri gasp etmişlerdir.)
*
“Başlangıçta belirtilen temel ilkeler“e
gelelim..
Anayasa’nın başlangıcında şunlar
söyleniyor:
Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez
bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün
belirlediği milliyetçilik anlayışı ve
O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda;
… Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu
ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu
Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun
icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
Kuvvetler ayrımının, Devlet
organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve
görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve
işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;
(Değişik: 3/10/2001-4709/1
md.) Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk
varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve
manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve
inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının,
Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;
… FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA
anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak
sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye
âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.
*
Millet iradesi edebiyatı, anayasacılık
geleneğine Fransız İhtilali‘nin bir hediyesi..
Kimi hukukçulara göre (mesela kamu hukukçusu Duguit‘ye göre), millet iradesi kavramı, içi boş bir lafazanlıktan ibarettir. Safsatadır.
(Duguit’nin görüşleri için bkz. Ali Fuat [Başgil], Esasiye Hukuku Dersleri, 2. b., İstanbul: Bozkurt
Matbaası, 1936, s. 199-248; Vakur Versan, Kamu Yönetimi,
10. b., İstanbul: Der Y., 1990, s. 17-22.)
Ancak, bizi işin bu yönü ilgilendirmiyor.
Bir müslüman için millet iradesi denilen şeyin de
bazen bir değeri olabilir, fakat “mutlak” anlamda
değil..
İslam açısından millet iradesi mutlak değil mukayyet (kayıtlı/şartlı)
bir öneme sahiptir.
Millet iradesi denilen şey, İslam’da, Allahu
Teala’nın emir ve yasakları ile kayıtlanmıştır.
Laik (siyasal dinsiz) Türkiye’de ise, Ali Rıza ile
Zübeyde’nin (Allahu Teala’nın konumuna çıkarılıp putlaştırılan) ölmüş oğlunun
ilke ve inkılapları ile kayıtlıdır.
*
Evet, İslam’a göre, Allahu
Teala’ya bireysel olarak itaat etmek zorunda olan insanlar,
toplanıp bir araya gelip kendilerine devlet adını
verdikleri zaman keyiflerine ya da şeytanî arzularına göre davranma, Allahu
Teala’yı haşa yok sayma serbestiyetine sahip olamazlar.
Tabiî bu, İslam açısından böyle.. Laik (yani siyasal dinsiz, dini olmayan)
nitelikteki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre durum farklı..
Nasıl Türkiye Cumhuriyeti’nin laik anayasası dini
(İslam’ı, Allahu Teala’nın emir ve yasaklarını) kaale almıyorsa, Allahu Teala
da, dininin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre reforme edilmesine ve “güncellenmesi”ne izin
vermiş değildir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, derini ve
yüzeyseliyle bunu böyle bilmesi gerekiyor.
Devlet (kendilerini devlet olarak gören siyasetçi ve
bürokrat taifesi) kendilerini milletin “rableri” olarak görmeye
kalkışmamalıdırlar.
*
Anayasa’nın başlangıcına göre “egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olması“na
gelelim.
Egemenlik kelimesi sonradan baş tacı edildi,
önceden hakimiyet diyorlardı: “Hakimiyet bilâ kayd ü şart milletindir.”
Hakimiyet, hükmetmek, hüküm
sahibi olmak, hükümet mevkîinde olmak demek oluyor.
Yani “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk
milletine aittir” sözü, (başka bir hüküm sahibi tanımama bakımından) Hz. Ali dönemi Haricîlerinin “Hüküm ancak Allah’ındır” sloganına
karşılık geliyor.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndaki ifadenin
Haricîler’in sloganından farkı, Allahu Teala’nın konumunu Türk
milletine veriyor olmasından ibaret.
Haricîler’in sözü, aslında doğruydu, yaptıkları
çıkarım ise yanlıştı; o yüzden Hz. Ali, “Hak bir sözle batılı
kast ediyorlar” demişti.
Anayasa’daki ifadeye gelince, Hz. Ali’nin yaklaşımı
(daha doğrusu İslam) açısından bakıldığında, “Tamamen batıl bir sözle saf ve
pür batılın kast edilmesi” demek oluyor.
*
Haricîler, Allah’tan başkasına hüküm sahibi
olma imtiyazı tanımak istemediklerini söylüyorlardı, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası ise, bu yetkiyi yüce yaratcımız Allahu Azîmüşşan’a
bile vermiyor, nerde kaldı ki Çerkez’e, Kürd’e vs. ondan bir pay versin..
Ve, içimizdeki “sınırlı sorumlu iman sahibi” birtakım
sefih sapıkların ve münafıkların, buna karşı seslerini yükseltip, “Nedir bu modern Haricîlik, nedir bu Haricî rejimi?.. Burası Haricî Türkiye Cumhuriyeti Devleti mi?!”
dediklerine şahit olamıyoruz.
Onlar, çağdaş Haricîler’i Arabistan’daki Vehhabîler ve Selefîler arasında aramamızı istiyorlar.
Bu “Allahsız küfür ve şirk Haricîliği rejimi”yle
(Tabiî İslam açısından böyle, Türk milliyetçiliği açısından bu, muasır
medeniyet anlamına geliyor) bir dertleri yok..
Haricîlerin burnumuzun dibinde, hemen yanı başımızda, sağımızda solumuzda olduğunu fark etmeyelim istiyorlar.
"Ol mahîler ki derya içredirler, deryayı bilmezler" hesabı hem kendimizden ve dünyadan habersiz yaşayıp gidelim, hem de kendimizi çok uyanık ve akıllı zannedelim diye bize maval okuyorlar.
*
Görüldüğü gibi, Anayasa’ya göre, hiçbir
faaliyet, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve
medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremezmiş.
Bu hiçbir faaliyete, İslamî faaliyetler de dahil tabiî
ki..
“Hiçbir faaliyet, Allahu Teala’nın emir ve yasakları,
ilke ve hükümleri, dini karşısında korunma göremez” derseniz bağnaz bir yobaz oluyorsunuz.
Fakat aynı şey, Allahu Teala yerine Atatürk anılarak söylenirse, bağnazlık ve yobazlık
olmaktan çıkıyor.
İslam, burada bağnazlık ve yobazlık kelimelerini
kullanmıyor, böylesi bir anlayışın, şirkin (Allahu
Teala’ya eşit konumda bir varlık icat etmenin) ve küfrün (gerçeği örtmenin) ta kendisi olduğunu söylüyor.
*
Bununla birlikte, Türkiye’nin hukuk düzeni, İslam’ı ve
İslam’ın şirk tanımını kabul etmek zorunda değildir.
Aynı şekilde İslam da, “Birtakım
sözler küfürdür, ancak o sözler Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na
yazıldığı anda küfür olmaktan çıkar” şeklindeki bir ilkesizlik,
kaypaklık ve oynaklıktan berîdir.
Nasıl Atatürkçüler için Atatürk ilke ve inkılaplarının
doğru anlaşılması, çarpıtılıp içinin boşaltılmaması önem taşıyorsa,
Müslümanlar için de İslam’ın (güncelleme veya başka bir ad altında) tahrif, tahrip ve tebdil edilmemesi en
az o kadar önem taşımaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder