Diyanet’in 15 Ocak 2016 Cuma günü okuttuğu
hutbe şöyleydi:
Okuduğum âyet-i
kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Sizden sadece zulmedenlerle
sınırlı kalmayacak fitneden sakının. Ve bilin ki, Allah’ın cezası oldukça
şiddetlidir.” (Enfâl,
8/25.)
Okuduğum hadis-i
şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz
bahtiyar kimse, fitnelerden uzak kalandır. Bir musibete uğradığında
sabredendir. Yazıklar olsun fitneye sebebiyet verenlere ve destek olanlara!” (Ebû Dâvûd, Fiten ve Melâhim, 2.)
Kerim Kitabımızda
farklı anlamlarda kullanılan fitne kelimesi aynı zamanda “imtihan” anlamına
gelir. …
Kimi zaman da
imtihanımız, türlü huzursuzluklara, karışıklıklara sebep olan fitne
karşısındaki tutumumuzdur. Yüce Rabbimiz, fitnenin öldürmekten daha kötü, daha
korkunç olduğunu belirtir. Peki fitne neden bir insanı öldürmekten daha kötü ve
korkunç olarak takdim ediliyor bizlere? Çünkü fitne, kin ve husumete sebep
olur. Kardeşliğimizi ve birliğimizi sarsar, gücümüzü zayıflatır. Fert ve
toplumların güne ve yarına dair umudunu yerle bir eder.
Fitne, insanların
onurlarını, şeref ve haysiyetlerini zedeler. Fitneyle iştigal etmek zihni kirletir,
gönlü kirletir, dili kirletir. Fesat peşinde koşan ve insanları birbirine
düşürmek için çalışanlar, sadece şeytanın amacını kolaylaştırırlar.
Benliğindeki fitne duygusu, kişinin yalnız kendisini değil, aynı zamanda
toplumu ve hatta insanlık ailesini tarumar eder. İşte bu nedenledir ki, Yüce
Rabbimiz ve Peygamber Efendimiz, fitneyi değil, ıslahı; çatışmayı değil, kaynaşmayı esas almamız hususunda bizleri sıkça
uyarır. Kerim Kitabımız, fitne çıkararak
huzursuzluk ve kargaşaya neden olanların ahirette ağır bir cezaya
çarptırılacaklarını bildirir. (Bürûc,
85/10.)
Tarih, fitnenin sebep
olduğu nice yıkımlara, nice kıyımlara, nice karanlık dönemlere şahit olmuştur.
Geçmişte yaşanan kavgaların, savaşların, katliamların
birçoğunun temelinde fitne vardır. Biz de geçmişte türlü
fitnelere maruz kaldık, türlü fitnelerle imtihan edildik. Bugün de ülke olarak,
millet olarak en ağır imtihanlardan geçiyoruz. Birlik beraberliğimize kast eden ve bizi birbirimize düşürmek
isteyenlerce fitne ateşi her geçen gün bütün şiddetiyle körükleniyor. Pek çok
kardeşimiz ve masum insan, fitnenin sebep olduğu hain saldırılarla, vicdan ve
insafını kaybetmişlerin sınır tanımayan vahşetleriyle can veriyor. Cehaletten
kaynaklanan taassupla, birtakım mihrakların yönlendirmesiyle her türlü şiddet ve cinayeti meşru gören
bir anlayış, kalbimize bir hançer gibi günden güne saplanıyor.
Diğer yandan hiçbir
ahlaki değer ve sınır tanımaksızın ortaya atılan ve aslı astarı olmayan
ithamlarla diller kirletiliyor, zihinler ve gönüller bulandırılıyor. Fitne ve
huzursuzluklara sebep olunuyor. Görsel ve sosyal medyada asılsız söz ve
töhmetlerle nice masum insanın onur ve haysiyeti, izzet ve şerefi ölçüsüzce
dile dolanıyor. Oysa en büyük fitnelerden biri, bir insanın onur ve haysiyetine
kast etmek değil midir? En büyük zulümlerden biri, dili zehirli bir ok haline
getirerek nazargâh-ı ilahî olan kalpleri yaralamak değil midir?
Bizler, geçmişten
günümüze her zorluğu, her imtihanı Rabbimizin emirlerine, Peygamberimizin
öğütlerine riayet ederek geçtik. Fitne, fesat, kaos ve desiseleri basiretle,
ferasetle hep birlikte aştık. Gönülleri bir, hüzün ve kederleri bir, gayeleri
bir kardeşler olduk. Öyleyse geliniz, bugün de millet olarak bizi kuşatan,
yarınlarımızı tehdit eden fitne ve güçlükleri aşabilmek için rahmet, adalet,
hak ve hakikat dini İslam’a sımsıkı sarılalım. Hep birlikte fitne ateşini
söndürmenin yollarını arayalım. Bizi
birbirimize düşürmeye yönelik tuzak ve komplolara, içimizden ve dışımızdan
beslenen fitne uzantılarına karşı uyanık olalım. Farklıklarımızı bir eksiklik, ayrılık ve çatışma nedeni değil, bir
zenginlik vesilesi olarak görelim. Kardeşliğimizi,
birlik ve beraberliğimizi her türlü aidiyet ve çıkarın üstünde tutalım.
Önyargılardan sıyrılarak birbirimizin izzet, onur ve haysiyetini saygın, muhterem
ve mükerrem görelim. Allah’a, Peygambere, ahlaki değerlere gönül vermiş
müminler olarak fitne ve fesadın değil, ıslahın öncüsü olalım. Boş, asılsız,
aslına vakıf olmadığımız, fitneye sebep olan dedikodu ve töhmetin peşinde
koşarak ömrümüzü ve zamanımızı israf etmeyelim. Elimizle, dilimizle, hâsılı
bütün bir bedenimizle bir gün mutlaka hesaba çekileceğimizi unutmayalım. …
*
Bunlar, kulağa hoş gelen, ilk anda
hatasız gibi görünen güzel sözler.
Ancak, son tahlilde laik zihniyetle
yazılmış bir hutbe.
Hutbeye göre, farklılıklarımızı
zenginlik olarak görmeliymişiz.
Hangi farklılıkları?
Her ihtilaf rahmet olmadığı gibi, her
farklılık da zenginlik değildir.
Bazı farklılıklar fakirliktir,
çirkinliktir, kötülüktür, şirktir, nifaktır, küfürdür, müptezelliktir.
Her farklılık nasıl zenginlik olabilir ki?!
*
Hem siz mesela resmî dil söz konusu olduğunda bunu neden hiç hatırlamıyorsunuz?
Neden o zaman hemen farklılık düşmanı
tekelciler haline geliyorsunuz?
Farklılık zenginlikse, Anayasa’nın ilk dört maddesinin de
farklılıklara açık olması gerekmez mi?
Mesela Ankara ebediyen başkent olmak zorunda mıdır? Mekke gibi kutsallığı mı var?
Osmanlı niçin başkenti Bursa iken daha sonra Edirne'yi başkent yapmıştır?
Madem farklılıklar zenginlik,
“Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez anayasa maddelerinden söz
etmek, milleti fakirliğe mahkum etmek, farklılıkların zenginliğinden mahrum
etmektir” diye niye diyemiyorsunuz?
Farklılıklar zenginliktirmiştir!..
Mesela haktan hukuktan, doğrudan iyiden ayrılıp
farklılık sergilemek zenginlik kaynağı olabilir mi?!
*
Asıl facia, bu lafların camide, bir
hutbede söyleniyor olmasıdır.
Bunları yazdıranlar ve okutanlar vebal
altındadır.
Hutbedeki saçmalıklardan, daha doğrusu
manevî cinayetlerden biri de, birlik ve
beraberliğimizi her türlü aidiyetin üzerinde tutmamız öğüdü..
Birlik ve beraberliğimiz, hak dine
aidiyetimizden daha mı önemlidir?!
Birlik ve beraberlik çağrısı yaparken
aidiyetlerin hepsini bir torbaya koyup değersizleştiriyorsanız, birlik ve
beraberlik sizin putunuz olmuş
demektir.
Evet, asıl facia, bunların bir hutbede
söyleniyor olmasıdır.
Konjonktürel nitelikteki, (belirli bir
tarihe ve coğrafyaya özgü olması itibariyle) “tarihsel” olan (yani evrensel
olmayan, zaman ve mekân üstü nitelik taşımayan), kadere ve takdire inanmayan
birinin tesadüfî olarak nitelendireceği arızî bir birlikteliği, birlik ve
beraberliği, zamanlar ve mekânlar üstü olan İslamî aidiyetin üstünde gören bir
anlayış, şirkin ta kendisi olur.
Diyanetçiler, uyur gezer halde hutbe metni yazmamalı, laflarının ucunun nereye gittiğine dikkat etmelidirler.
Milletin laik efendilerinin hoşuna gidecek lafları yazmaya kendilerini fazla kaptırmamalı, bu arada Allahu Teala'nın gazabına uğrayıp çarpılabileceklerini hesaba katmalıdırlar.
*
Fitne
konusuna gelince..
Öldürmekten
daha beter olan fitne, insanların ölümden sonrasını mahveden fitnedir.
Çünkü
dünya hayatı geçicidir. “Her nefis ölümü tadacaktır.” Ahirette ise ölüm yok,
sonsuzluk var.
Öldürmekten
daha beter olan fitne, hakkın açık ve yalın bir biçimde savunulmasına doğrudan
ya da hileli yollarla engel olunması, hakkın batıla karıştırılması suretiyle batıla hak bir görünüm verilerek insanların aldatılıp batıla meylettirilmesi, ve böylece batılın peşine
takılan insanların ahiretlerinin mahvolmasına sebep olunmasıdır.
İnsanların
İslam’a göre küfür ve şirk olan sözleri söylemeden kimi vatandaşlık haklarından
yararlanmasına izin verilmemesi, bunun sonucu olarak, baştan istemeyerek söyledikleri bu sözlere vatandaşların zamanla alışıp
benimsemeleri, öldürmekten beter olan fitnelerdendir.
Bugün
camilerde böylesi laikleştirilmiş hutbeler okunurken Şeriat’in önemine dair bir
hutbenin asla okutulmayışı, okutulmasına müsaade edilmeyişi, bu yüzden halkımızın büyük çoğunluğunun Şeriat karşıtlığının küfür olduğunu hâlâ bilmiyor olmaları, devletin birtakım kurumlarının Diyanet'i (bu küfür nedeni olan cehaletin sürmesine neden olacak şekilde) din ve vicdan hürriyetinden mahrum bırakması, öldürmekten beter
olan bir fitnedir.
Eğer malum devlet kurumları Diyanet'i perde arkasından buna zorlamıyorlarsa, Diyanet kendi inisiyatifi ile böyle hareket ediyorsa, o takdirde Diyanet'in bizzat kendisinin hıyanet içinde olduğu, Türkiye'deki camileri bir tür mescid-i dırar'a dönüştürdüğü, Diyanet'in fitnenin lokomotifi haline geldiği kabul edilmelidir.
*
Merhum büyük âlim Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır hoca, Hak Dini Kur’an Dili adlı muhalled eserinde Bakara
Suresi’nin 191 ve 193’üncü âyetlerini tefsir ederken fitne konusunda şu
bilgileri vermektedir:
… Gerçi öldürme, aslında fena bir şeydir. Fakat
fitne de öldürmeden daha
şiddetlidir, daha ağırdır. Çünkü öldürmenin zahmet olması çabuk geçer,
fitneninki devam eder. Öldürme, insanı yalnız dünyadan çıkarır. Fitne ise hem dinden, hem dünyadan eder. Bunun
için fitneye tutulmaktan ise o fitneyi çıkaranları öldürmek veya ölmek, yahut
da çıkardıkları fitneyi kendi başlarına yıkmak elbette daha iyidir. “Ehven-i
Şerreyn” (iki şerrin en zararsızı) tercih edilir” kaidesi de bu gibi nasslardan
çıkarılmıştır.
FİTNE: Aslı, sözlükte,
karışığını almak için altını ateşe koymaktır. Bundan sıkıntı ve belaya sokmak
mânâsında kullanılmıştır ki burada bu mânâyadır. Yani vatandan çıkarmak gibi, insanları azaba uğratacak bela ve sıkıntı
öldürmekten daha ağırdır.
Ölümden daha ağır ne
vardır, demeyiniz. Çünkü ölümü
temenni ettiren durum, ölümden daha ağırdır.
Bu sözün gelişinde insanı vatanından çıkarmanın da ona,
ölümü temenni ettirecek fitne ve sıkıntı cümlesinden olduğuna işaret vardır.
Şirki küfrü yaymak, dinden dönmek, Allah’ın yasaklarını çiğnemek, genel
sükuneti bozmak, vatandan çıkarmak hep birer fitnedirler. Müminin -Allah korusun- dönüp kâfir olması, öldürülmesinden
ağırdır.
Doğru yola girmiş olan
müminlerden bazı kimseler, Mekke müşrikleri tarafından küfre döndürülmek için
azaba uğratılıyor, onlar da, “Allah yolunda öldürülenlere
‘ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridirler.” (Bakara, 2/154)
ilâhî emri gereğince ölmeyi göze alıp
Allah’ın izni ile dayanıyorlardı. Bu şekilde haram ayda ashabdan bazılarını
müşrikler öldürmüşler, bu da müslümanların gücüne gitmişti.
İşte bütün bunlar
“Fitne öldürmeden daha ağırdır” prensibinde özetlenerek harb ilânının sebebi
kısaca ifade buyurulmuş ve müslümanlar fitneyi ortadan kaldırmak için Allah
yolunda ya gazi veya şehid olmaya teşvik edilmiştir.
Nüzul sebebi özel ise de söz, fitnenin mahiyetinin, öldürmenin mahiyeti ile karşılaştırılmasını ifade ettiğinden hüküm geneldir. …
193- “Onlarla o
şekilde savaşın ki, hatta fitne, yani şirk ve ayrılık olmasın da, din hep Allah
için olsun, yalnız Allah’a boyun eğilip, itaat edilsin.”
Halbuki, “Allah katında gerçek din İslâm’dır.” (Âl-i İmrân, 3/19). Bu bakımdan,
bunlarda gerçek tevhid dini olan İslâm’dan başka bir din bulunmasın. Fitnenin başı olan şirk kalksın. Bunun için
Peygamber (s.a.v.): “Ben bu insanlarla ‘Lâ
ilâhe illallah’ diyecekleri ana kadar savaşmakla emredildim. Onu dedikleri zaman
benden canlarını kurtarırlar” buyurmuştur.
*
Demek ki, fitnenin başı şirktir.
Öldürmekten beter olan fitne de,
insanları şirke çağırmak, şirke götürmek, şirki “Farklılıklarımız zenginliktir” diyerek güzel göstermektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder