UĞUR
MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 53
İsmet İnönü’nün “istiklâl
mücadelesi” olarak adlandırdığı süreç, Osmanlı Devleti’nin (hükümeti ve devlet
başkanıyla, yani padişahıyla) İngilizler ile Selanikli Mustafa Atatürk
tarafından top gibi oynanılan bir nesneye dönüştürülmesine sahne oldu.
Görünüşte kavgalı olan
bu iki odak, Osmanlı Devleti’ni (Osmanlı hükümetini ve devlet başkanını) şamar
oğlanına çevirdiler.
Sureta kavgalıydılar,
gerçekteyse Selanikli, İngilizler’in kendisi için yazdığı senaryoyu mükemmel
bir oyunculukla hayata geçirmekteydi.
Karar vericiler
İngilizler’di, icracı ise Selanikli.
Bu gerçeği Türkiye’nin
ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi komutanı, Selanikli
Mustafa Atatürk’ün başbakanı ve sağ kolu İsmet İnönü cumhuriyetin
ilanının 50’nci yıldönümünde son derece veciz, açık, yalın, anlaşılır ve özlü
bir biçimde ifade etmiş bulunuyor:
"İstiklâl
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur".
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli
sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
*
Selanikli Mustafa
Atatürk, Anadolu’ya Padişah Vahideddin tarafından müfettişlik maskesi
altında bir direniş hareketi örgütlemek üzere gönderilmişti.
Adı müfettişti fakat
yetkileri “Anadolu genel valiliği” anlamına geliyordu.
Çünkü Van’dan
Ankara’ya kadar her beldede mülkî amirleri (valileri kaymakamları) ve
askerî erkânı (komutanları, subayları) görevden alma, başka yere nakletme ve yerlerine
atama yapma yetkisine sahipti.
Böylece Vahideddin, güvendiği
yaveri Mustafa Kemal eliyle, İngilizler ile müttefiklerine oyun oynamak
istiyordu..
Fakat aslında İngilizler
Selanikli ile Vahideddin’e oyun oynamaktaydılar.
Saf ve tecrübesiz yeni
padişah Vahideddin’in İngiltere’nin politika ve istihbarat (gizli servis)
kurtlarıyla başedebilmesi, onları oyuna getirebilmesi mümkün değildi.
Selanikli, Padişah
Vahideddin tarafından “gizli” bir görevle Anadolu’ya gönderilmişti,
fakat İngilizler’den aldığı bir gizli görevi daha vardı: Önceki bölümlerde
ayrıntılı bir şekilde aktardığımız gibi Lord Curzon’un “Anadolu’da yeni
devlet” projesini hayata geçirmek.
*
Bunun esasını,
Selanikli’nin Anadolu’da önce bir “paralel meclis” kurması, ardından “paralel
hükümet” teşkil etmesi, daha sonra da bir “paralel devlet” kurarak
Osmanlı Devleti’nin hayat damarlarını kesmesi ve onu ölüme mahkum etmesi
oluşturuyordu.
Bu yüzden Selanikli,
Samsun’a çıktıktan sonra işgalci Yunan’a karşı hemen vatan topraklarını
savunma gibi bir tutum içine girmedi.. Aynı şekilde, Maraş, Urfa ve Antep’de
halk Fransızlar’la savaşırken o şehirlere gidip savaşa katılmak gibi bir tavır
da sergilemedi.
İlk başta tek derdi
vardı: Ankara’da bir meclis toplamak.. Erzurum ve Sivas kongreleri,
bunun altyapısının oluşturulması için düzenlenmişti.
Osmanlı Meclis-i
Mebusan’ının yerini alacak bir paralel meclisin kurulması, onun tam
11 ay, dört gününü aldı.. Yaklaşık bir
yıl.. 19 Mayıs 1919’dan 23 Nisan 1920’ye uzanan bir zaman dilimi..
Bir yıl boyunca Selanikli’nin aklında ne cepheye gitmek gibi bir düşünce vardı ne de vatan savunması.
(Cepheye gitme düşüncesi aklında daha sonra da yoktu, fakat Sakarya Savaşı’na TBMM’nin baskısı sonucunda katılmak zorunda kaldı.
Dört gün süren tartışmalardan sonra..
Ve de diktatörlük yetkileri alarak..
Buna göre, Sakarya Savaşı’na katılma fedakârlığı göstermesi karşılığında TBMM’nin bütün yetkileri ona devredilecek, astığı astık kestiği kestik, sözü kanun bir diktatör olacaktı.
Yani cepheye gitmeyi, TBMM’yi yetki bakımından cascavlak ve dımdızlak bırakarak kabul etmişti.
Ayrıca bir yenilgi durumunda kendisine “İhmal, kusur ya da ihanet var mı?” diye hesap da sorulamayacaktı.
Sözde, mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattı, özde ise
Selanikli’nin menfaati mevzubahis olunca vatan savunması teferruattı.)
*
Evet, Selanikli bir yıl
boyunca aheste aheste ağını ördü, “paralel meclis”e giden yolun
taşlarını döşedi.
Endişesi ve acelesi
yoktu, İngilizler ona Yunan yönünden garanti vermişlerdi.
İsmini General Milne’den
alan Milne Hattı ile İzmir sınırında durdurulan, İzmir dağlarında açan
çiçekleri seyretmeye ve ot yolmaya mahkum edilen Yunan ordusu, Anadolu içlerine
yürümeyecek ve Selanikli’ye sorun çıkarmayacaktı.
Selanikli rahatça “paralel
meclis”ini kurabilirdi.
Kurdu da..
(Yunanistan’da
Almanya’nın adamı Konstantin kral olup tahta çıkmasa ve Venizelos’un İngilizci politikalarına son vermeseydi bu kült film, “paralel meclis” ve “paralel
hükümet” kurulduktan sonra “mutlu son”la bitecek, Venizelos biraz kuru gürültü çıkaracak, bu arada devreye giren İngiltere
ile müttefikleri, Ankara hükümeti ile Yunanistan’ı masaya oturtup barıştıracaklardı..
Olmadı.. İş uzadı.. Kader..)
*
İngilizler, oyunu
Osmanlı Devleti’ni felç edip çalışamaz hale getirme, ve devlet kurumlarının
yönlerini Ankara’ya çevirmek zorunda kalmaları esası üzerine kurmuşlardı.
TBMM’nin açılışının
arefesinde (bir ay ve bir hafta önce, 16 Mart 1920’de) İstanbul’u “fiilen”
işgal etmelerinin, Meclis-i Mebusan’ı (milletvekilleri meclisini) kapatıp bazı
milletvekillerini tutuklayıp Malta’ya sürerken geriye kalanların Ankara’ya
geçmelerine göz yummalarının, bu arada Harbiye Nezareti (Milli Savunma
Bakanlığı) ile Osmanlı Genelkurmayı’nın kapısına kilit vurmalarının, telgrafhaneleri
işgal ederek İstanbul ile taşranın iletişimini kesmelerinin ardındaki asıl etken
buydu.
Şayet Selanikli Anadolu’da
bir meclis toplamayı başaramasa, Anadolu’da tutunamasaydı, İstanbul’u fiilen
işgal etmezler, Osmanlı Hükümeti ile yapılacak bir barış antlaşması üzerinde
kafa yorarlardı.
Selanikli’nin (özellikle
Kâzım Karabekir’i “kafaya alması” sayesinde) Anadolu’da kök salıp tutunduğunu,
Ankara’da yeni bir meclisin toplanmasının mümkün olduğunu görünce, söz konusu
meclisi alternatifsiz ve rakipsiz hale getirmek için Meclis-i Mebusan’ı kapattılar.
İsmet İnönü’nün sözünü
ettiği “karar”ın gereği yerine getirilmekteydi.
Görünüşte, Anadolu’daki
isyancılara (güncel tabirle teröristlere) karşı etkili bir mücadele vermediği
için Osmanlı Devleti’ni cezalandırıyorlardı, gerçekteyse bunu, “Anadolu’daki
isyancılar”ın önünü açmak için yapıyorlardı.
Ancak, halk nezdinde
Osmanlı Padişahı’nın hain, Selanikli’nin ise “İngilizler’e kök söktüren
kahraman” gibi gösterilmesi gerekiyordu.
İngilizler, algı
operasyonu ve imaj üretimi alanlarında virtüöz olduklarını, İnönü’nün sözünü
ettiği “istiklal mücadelesi” ile ispatladılar.
*
İngiliz “devlet aklı” İstanbul’u
fiilen işgal etmek suretiyle Osmanlı Devleti’ni felç edip çalışamaz hale
getirince, İstanbul’daki devlet adamlarına Ankara’ya biat etmek dışında bir
seçenek kalmamıştı.
TBMM’nin açılışından üç
gün önce, 20 Nisan 1920’de Fevzi Çakmak da bu kervana katıldı:
“20
Nisan’da Fevzi Paşa beraberindeki bir grup subayla birlikte İstanbul’dan
gizlice ayrılacak Kuşçalı’ya geldi. Mustafa Kemal’le temas içinde idi. Aynı
günlerde Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’e gönderdiği telgrafla, Fevzi Çakmak’ı
Milli Müdafaa Vekilliğine (Milli Savunma Bakanlığına) getirmekten söz ediyordu.
Mustafa Kemal en acil görev olarak milli mücadeleyi örgütlemek değil,
öncelikle Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının dağılmasından sonra Ankara’da bir hükümet
örgütlemeye çalışıyordu. Önemli olan bir diğer mesele de, henüz doğuda
Kazım Karabekir’in komutasında önemli bir Osmanlı birliği bulunuyordu.
Gelecekte bunlar sorun çıkartabilirdi. Bu nedenle bu birlikle ilgili sorunların
tasfiyesi gerekiyordu. Bunun ilk adımı olarak Kazım Karabekir’i Ankara’ya
çağırarak bu kuvvetleri başsız bırakmak, kademeli şekilde tasfiye ederek, bu
güçlerin [Osmanlı’dan] bağımsız milli güçler haline gelmesinin ardından Ankara’ya
bağlı kuvvetler haline getirilmesi mümkündü.”
(Abdurrahman Dilipak, Cumhuriyete Giden Yol,
7. b., İstanbul: Beyan Y., t. y., s. 66.)
Selanikli, 23 Nisan 1920’de
TBMM’nin açılmasından hemen bir gün sonra, “hükümet” meselesini halletmek üzere
kolları sıvadı:
“24
Nisan’da, Mustafa Kemal Ankara’da yeni bir hükümet teşkil edilmesinin
zaruretinden sözetti. Ve aynı gün Meclis’te Millet Meclisi üyelerine, icra (yürütme)
yetkisinin Heyet-i Temsiliye üzerinden Meclis’e intikal ettirilmesi lazım
geldiğini söyledi. Böylece Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye’de kendisi ile
uyumlu çalışma yapamayacağını düşündüğü kişilerden kurtulmuş oluyordu. Uzun süren
yürüyüşte beş kişilik Temsil Heyeti içinde bir şeyh ve bir de hoca bulunuyordu.
Yetkinin Meclis’e devri ve yeni icra heyetinin seçilmesi süresi içinde Mustafa
Kemal yeni mesai arkadaşlarını belirlemede en şanslı konuma sahip olacaktı.” (A.g.e., s. 67-68)
Şeyh, Nakşbendî şeyhi Hacı Fevzi Efendi’ydi, hoca ise Hoca Raif Efendi.
Heyet-i Temsiliye
(Temsilciler Kurulu), Erzurum Kongresi’nde oluşturulmuş bulunuyordu.
*
Selanikli, bir gün sonra
(25 Nisan’da) ise, Millet Meclisi üyelerine bir konuşma yaparak “İngiliz
casuslarının sizi aldatmak üzere uydurdukları yalanlara kanmayın” diyordu. (A.g.e.,
s. 68.)
Selanikli’nin kafasında
başka planlar bulunduğunu, “olduğu gibi görünmediğini ve göründüğü gibi
olmadığını” söyleyen kim varsa İngiliz ajanıydı.
Selanikli istediğine
İngiliz ajanlığı suçlamasında bulunabilirdi, fakat kimse onun İngiliz ajanı
olduğunu söyleyemezdi.
Söyleyen, TBMM’nin
açılışının altıncı gününde, açlışının üzerinden daha bir hafta geçmeden 29 Nisan
günü çıkarılan Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na (Vatan Hainliği Yasası'na) göre, idamı
hak ediyordu:
“Yeni
Meclis’in yaptığı ilk yasalardan biri Hıyanet-i Vataniye Yasası oldu. Bu yasa
29 Nisan’da kabul edildi. Öte yandan, [yeni oluşturulan] Ankara hükümeti,
İstanbul hükümetinin 16 Mart’tan itibaren yaptığı anlaşma ve andlaşmaları
geçersiz saydığını açıkladı.” (A.g.e., s. 69)
Bu, Osmanlı hükümetine “Siz
hükümet, ve dolayısıyla devlet değilsiniz, hükümet de, devlet de benim” demek
oluyordu.
İngiliz’in “istiklal
mücadelesi” kararı hayata geçiriliyor, Selanikli Osmanlı Devleti’ne karşı
istiklalini (bağımsızlığını) ilan ediyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder