İNGİLİZ’İN “KARAR”I, TAKİYYE TARİKATI PÎRİ SELANİKLİ’NİN “ÂTEŞÎN ZEK”SI, PADİŞAH VAHİDEDDİN’İN ÇARESİZ SAFLIĞI




UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 55

 

Selanikli Mustafa Atatürk, dahilde “irtica” diye adlandırdığı hareketlere ve Osmanlı hanedanına karşı son derece acımasız idiyse de, dış düşmanlara karşı son derece anlayışlı ve kibardı:

“Mustafa Kemal İzmir’in kurtarılmasından sonra, İzmir’e gelerek burada yaşayan Rum halkına güvence vermiş ve bunun bir göstergesi olarak da, ilk gün bir Rum meyhanesine giderek Rumlarla sohbet etmişti. Hatta, Venizelos’un burada hiç rakı içip içmediğini sormuş, içmediğini öğrenince, ‘Acaba niçin İzmir’i almaya kalkıştı ki’ diye espri yaparak aradaki gerginliği yumuşatmıştı!

“Yunan işgal kuvvetlerinin çoğu geldikleri gibi, İngiliz gemilerine binip geri gitmişlerdi. Türk askerleri ise Yunanlıların geri çekilmesinin ardından Adaları işgal etmemişler, hatta Meis bile Yunanistan’ın işgalinde kalmıştı. Türkiye savaş sonrası Yunanistan’dan savaş tazminatı da istemiyerek büyük bir dostluk göstermişti.”

(Abdurrahman Dilipak, Cumhuriyete Giden Yol, 7. b., İstanbul: Beyan Y., t. y.,  s. 109.)

Dostluğu gösteren Türk milleti değildi, Selanikli Mustafa Atatürk’tü..

Ayrıca, savaş tazminatı Selanikli’nin değil milletin cebinden çıkmış oluyordu.. Sonraki süreçte Selanikli yüklü bir maaşla cumhurbaşkanlığı koltuğuna kurulacaktı.. Onun kişisel bir kaybı yoktu, hatta sonraki yıllarda Venizelos tarafından Nobel barış ödülü için aday gösterilmeyi garantilemişti.

Adalar meselesine gelince.. Selanikli neden Ege kıyılarından bakıldığında çıplak gözle görülebilen, burnumuzun dibindeki, Yunanistan’a yüzlerce mil uzaklıkta yer alan Adaları Yunanistan’a bırakmıştı?

Acaba İngilizler’in bir Milne Hattı da Selanikli için mi vardı?..

Yoksa Selanikli, “Vatanın bir karış toprağı bile kan dökülmeden terk olunamaz.. Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır.. Hattı müdafaa yok, sathı müdafaa vardır” şeklindeki nutuklarını unutmuş, vatan topraklarını (İngilizler’in dahli olmaksızın) Yunanistan’a kendiliğinden mi bağışlamıştı?

Bunu bilmiyoruz.

Normalde, “Kavgada yumruk sayılmaz” hesabı gidebildiği yere kadar gitmesi gerekiyordu, fakat anlaşıldığı kadarıyla kanaatkâr adammış.

*

Venizeloslara karşı kibarlıktan kırılan Selanikli, aynı centilmenliği bahtsız padişah Vahideddin’e göstermeyecekti.

Oysa Anadolu’ya “Vahideddin’in yaveri” unvanıyla geçmiş bulunuyordu:

“17 Kasım 1922, Vahideddin İstanbul’dan ayrıldı. Malta üzerinden Roma’ya gitti [İngiltere’ye değil, İtalya’ya]. Yahudiler tabutuna haciz koydular ve yoksulluk içinde öldü. Giderken hazineden hemen hemen zatî eşyaları dışında hiçbir şey almadı. Son anda yolda okumak için istediği Kur’an-ı Kerim’in altın bir mahfaza içinde olduğunu öğrenince Roma’dan, altın mahfazayı beytülmale (devlet hazinesine) ait olduğu için İstanbul’a geri iade etti.” (A.g.e., s. 117.)

Sonraki süreçte Selanikli, Vahideddin’in vatanı satmış bir hain olduğunu iddia edecek, yağdanlıkları da aynı teraneyi coşkuyla tekrarlayacaklardı.

Bu masala göre Vahideddin, vatanı satmış, karşılığında ise zatî (kişisel) eşyalarını kurtarmayı başarmıştı.

Pek kârlı bir alışveriş!

Selanikli ise, “Savaş tazminatı istemiyoruz, Yunan kardeşlerimize helal ü hoş olsun” babından cömertlik yapar ve Adalar’ı vatandan saymazken vatanı satmış olmuyordu.

*

Aslında, biraz etraflıca düşünülürse, Selanikli’nin Yunan’a karşı sergilediği incelik ve nezaketi onun açısından anlayışla karşılamak mümkün olabilir.

Çünkü, Selanikli’nin Anadolu denizinde büyük bir maharetle sörf yapmasını sağlayan dalga, Yunan’ın İzmir’i işgali sayesinde oluşmuştu.

Şayet bu işgal yaşanmasaydı, İngilizler ve müttefikleri ile Mondros Mütarekesi uyarınca bir antlaşma yapılması söz konusu olacak, Anadolu’da (örtülü bir devlet operasyonu mahiyetinde) bir direniş hareketi oluşturma düşüncesi Vahideddin’de ve Osmanlı Hükümeti’nde oluşmayacaktı.

Dolayısıyla, Selanikli’nin müfettişlik maskesi altında Anadolu genel valiliği anlamına gelen yetkilerle ve “örtülü görev ve gizli gündem”le Anadolu’ya gönderilmesi söz konusu olmayacaktı.

Bir bakıma Selanikli herşeyini Yunan’ın Anadolu’yu işgal girişimine borçluydu.

Dolayısıyla savaş tazminatından vazgeçmiş ve sonraki yıllarda Venizelos ile can ciğer kuzu sarması formatta dostluk tesis etmiş olması yadırganamaz.

Onun asıl düşmanı Osmanlı Devleti ile Padişah Vahideddin’di:

“14 Ocak’ta (1923) Mustafa Kemal’in annesi İzmir’de vefat etti. … Mustafa Kemal ancak 27 Ocak’ta İzmir’e gelerek annesinin kabrini ziyaret edebildi. Annesinin mezarı başında Mustafa Kemal şöyle diyordu: ‘Burada yatan annem, zulmün, cebrin, bütün milleti felakete götüren bir keyfi idarenin kurbanıdır.’ Bu en acılı gününde annesinin ölümünden bile Osmanlı yönetimini sorumlu tutması, içinde bulunduğu halet-i ruhiyeyi ifade etmesi bakımından oldukça ilginçtir. Ancak, aynı günlerde Mustafa Kemal itilaf devletleri (İngiltere, Fransa ve İtalya) hakkında daha ılımlı düşünüyordu.” (A.g.e., s. 120.)

Bu ılımlılıktan Yunan da payını eksiksiz biçimde alıyordu.

*

İngilizler, adamları Selanikli vasıtasıyla Padişah Vahideddin’e (ve onun şahsında Osmanlı Devleti’ne) fena oyun oynadılar.

Selanikli’nin mütareke döneminde İstanbul’da geçen altı ayının (13 Kasım 1918 – 16 Mayıs 1919 arası) ilk iki buçuk ayı, onun İngiliz gizli servisinin (istihbarat teşkilatının) İstanbul şefi Robert Frew vasıtasıyla İngilizler’le temas kurup anlaşmasına sahne oldu.

Nutuk’ta adı Fro diye geçen Frew, İngiltere’nin İstanbul Büyükelçiliği’nin rahibi görüntüsü altında kendisini kamufle ediyordu.

Ve İngilizler, Selanikli hakkında bir “karar” aldılar.. Onun, başkenti Anadolu’daki bir şehir olan yeni bir devlet kurmasını ve Osmanlı Devleti’ni tasfiye etmesini sağlayacaklardı.

Söz konusu karar hakkında, Selanikli’nin başbakanı ve sağ kolu İsmet İnönü uzun yıllar sonra şunları söyleyecekti:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur".

(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)

*

Yunan’ın İzmir’i işgali de bu “karar”ın bir parçasıydı.

İngiliz’in oyunu büyüktü.. Büyük düşünüyor ve büyük oynuyordu.

Önce, Vahideddin’in, Selanikli ile İngilizler’e oyun oynayabileceğini düşünmesini sağladılar.

Doğu Karadeniz’deki istenmeyen gelişmeler yüzünden oraya bir görevli gönderilmesini Osmanlı Hükümeti’nden isteyenler de İngilizler’di.. Gönderilecek kişinin Selanikli olacağını biliyorlardı.

Selanikli, Vahideddin’i ürkütmemek için tok alıcı numarası yaptı, alabildiğine nazlandı:

Merhum Necip Fazıl, son padişah Vahdeddin’in yaverlerinden ve son sadrazamlardan Tevfik Paşa’nın oğlu Ali Nuri Bey’le yaptığı bir konuşmayı bir kitabında anlatmaktadır. Paşa’nın [Selanikli’nin] Anadolu’ya geçmekte tereddüt ettiğini gösteren konuşma şöyledir [Necip Fazıl’ın anlatımıyla]:

“Eski yaver (Ali Nuri Bey) birdenbire şu sözleri söyledi: ‘Bahsettiğim cuma selamlığından sonra Mustafa Kemal Paşa huzura [Vahideddin’in huzuruna] davet ve kabul edildi.’

“Telaşla doğruldum: ‘İkna mı etti? Mustafa Kemal Paşa’nın bu hususta ikna edilmeye ihtiyacı mı vardı?’

“Söz, bu naziklerin naziği can noktasına gelince, muhatabım toparlanarak tane tane devam etti: ‘İzah edeyim: Mustafa Kemal Paşa’nın huzura kabul edilişinden bir iki saat sonra Başyaver Naci Bey (Millî Mücadele’ye katılan, birçok kumandanlıklarda bulunan, uzun zaman meb’usluk eden, Nazik Naci Paşa lakabıyla maruf General Naci Eldeniz) yaverler odasına geldi ve haykırdı: “Hünkâr, Mustafa Kemal Paşa’yı ikna edebildi!” Bu haykırış, kelimesi kelimesine kulaklarımdadır. ...’ (Necip Fazıl, Vahidüddin, s. 154.)

(Dilipak, a.g.e., s. 143.)

Selanikli’nin bu şekilde nazlanmasının iki nedeni var gibi görünüyor: Birincisi, Anadolu’ya giderken daha fazla yetki ve imkân koparmak.

İkincisi ise, gelecekte Vahideddin’e ve onun şahsında Osmanlı Devleti’ne karşı çevireceği dümen ve dolaplara kılıf uydurmak.

O gün için Padişah Vahideddin’in Mustafa Kemal’in numara yapmakta olduğunu anlayamamış olması doğal, fakat sonradan yaşanan olaylar gözönüne alındığında, Selanikli’nin Padişah’ı “kafaya almak” için şöyle şeyler söylemiş olduğunu düşünebiliriz:

“Haşmetmeab, endişem odur ki, benim böyle bir vazifeyi üstlenmem durumunda İngiliz ajanları sizi bana karşı kışkırtmaya ve aramızı bozmaya, çalışmalarımı engellemeye ve baltalamaya çalışacaklardır. Boş durmayacaklardır. Benim kendi şahsî ikbalim için çalıştığım, zat-ı şahanelerine ihanet içinde olduğum iftirasını bile atabilirler. İnsanlık hali, şayet bu tür asılsız dedikodulardan etkilenecek olursanız bendeniz vazifemde başarılı olma şansını yitirir, çok zor duruma düşerim.. Bu çok ağır bir sorumluluk ve üstesinden gelmek hiç de kolay değil.” 

*

Selanikli’nin bu tür laflarına karşı saf Padişah Vahideddin onu teskin ve teselli etmiş, güvence vermiş, “Hiç endişe etme, daima senin arkanda olacağım, aleyhindeki tezvirata asla iltifat etmeyeceğim, bana güven!” demiş olmalıdır.

Nitekim, merhum Ali Ulvi Kurucu’nın Hatıralar’ının ikinci cildinde, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin Vahideddin’le Selanikli hakkında yaptığı uzun bir görüşme aktarılıyor.

Şeyhülislam, bir gece neredeyse sabaha kadar Padişah’ı kararından döndürmeye çalışmış, Selanikli’ye güvenilemeyeceğini söylemiş, Vahideddin’in cevabı ise “Paşa hakkında suizanda bulunuyorsunuz.. O, güvenilir biri” olmuştur.

Selanikli hakkında Şeyhülislam’a “Âteşîn bir zekâ!.. Âteşîn bir zekâ!..” deyip durmuştur.

Muhtemelen içinden de şunu diyordu: “Mustafa Kemal haklıymış.. İngiliz ajanları bizim saf Şeyhülislam’ı bile kafaya alıp aldatmışlar.. Adam büyük âlim ama siyaset nedir bilmiyor ki.. Oyuna gelmemeliyim.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÖMER FARUK KORKMAZ VERSUS HALİS BAYANCUK

  Halis Bayancuk ismine hapislik macerasından dolayı biraz aşinalığım vardı fakat Ömer Faruk Korkmaz’ın varlığından yeni haberdar oldum. ...