Gazze mitingine katılan vatandaşlardan
birinin, elindeki Kelime-i Tevhid bayrağı yüzünden cahil ve fanatik bir
yeni yetme ırkçı Kemalist tarafından darp edilmesi, hilafet
tartışmalarının hortlamasına yol açtı.
Söz konusu bayrak hilafet bayrağıymış,
taşımak suçmuş..
Hilafet bayrağı değil; fakat olsaydı
bile, onu taşımak suç teşkil etmez.
Çünkü onu taşıyan vatandaş, “tarihî”
bir eserin taklidini taşımış olur.
*
Burada iki ayrı şey birbirine
karıştırılıyor.
İlk olarak, Kelime-i Tevhid'in simgesel yönü hilafetle
ortaya çıkmış birşey değil, o, hilafet ortada yokken (Peygamber Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem zamanında) mevcut olan birşeydi.
Yani hilafet ile Kelime-i
Tevhid özdeş şeyler değil.
Abbasî Devleti bir hilafet
devletiydi.. Vikipedi’nin “Abbâsîler” maddesinde Abbasî bayrağı olarak (okullardaki kara tahtayı
andıran) simsiyah bir figür gösteriliyor.
Emevîler
için ise herhangi bir bayrak gösterilmiyor.
Vikipedi’de “Osmanlı bayrakları” başlığı altında
ise bugünkü Türkiye Cumhuriyeti bayrağına yer verilmiş durumda..
Altındaki
açıklama şöyle:
“Osmanlı İmparatorluğu'nun, 1844'te resmen
kabul edilen ve 19. yüzyılın başlarından [1800'lü yılların başından] kalma bir tasarım olan ay-yıldız
bayrağı.”
Demek
oluyor ki, şu anki ay yıldızlı Türk bayrağı aslında hilafet bayrağı.
Kelime-i
Tevhid bayrağına gelince..
O,
hilafet bulunsun bulunmasın, bir hilafet devleti kurmuş olsun olmasınlar, bütün
müslümanların ortak bayrağı..
Ortak şiarı, müşterek sembolü.
*
Evet,
birinci karışıklık, hilafet bayrağı ile Kelime-i Tevhid bayrağını ayıramayan
geri zekâlı cehaletin yol açtığı teşevvüş.
İkinci karışıklık ise, hilafet ile cumhuriyeti karşı karşıya
getiren “elmalar ile armutları toplama” agresif angutluğundan kaynaklanıyor.
Bir kere, hilafet kurumu, başlı başına
bir “devlet”i temsil etmiyor. Çünkü, Türkiye’de saltanat kaldırılıp cumhuriyet
ilan edildiğinde hilafet devam etti.
Yani hilafet, aynı zamanda bir cumhuriyet
kurumuydu.
Dolayısıyla, hilafetin varlığı ve yokluğu
ile saltanatın veya cumhuriyetin kurulması veya yıkılması arasında bir ilişki
yoktur.
Osmanlı, başlangıçta hilafetsiz bir
saltanattı.
Türkiye Cumhuriyet de bidayeti itibariyle halifeli
bir cumhuriyettir.
*
Demek oluyor ki, hilafeti savunmak, Cumhuriyet
karşıtlığı sergilemek ve devleti yıkmaya çalışmak anlamına gelmez..
Bir hanedanın saltanatını savunmak ile
hilafeti savunmak da farklı şeylerdir.
“Hilafetin ilgasına ve Hanedan-ı
Osmanî’nin Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine çıkarılmasına dair kanun”un
“birinci madde”si şöyle:
“Halife
hal' edilmiştir. Hilafet, Hükûmet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen
mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır.”
Yani hilafet, yasaya göre, şu anda, hükümet
ve cumhuriyetin mana ve mefhumunda yaşamaya devam ediyor.
Manada var, maddede/surette yok,
mefhumda var, mantukta (mantık değil) yok.
Gerçekten böyle midir, değil midir, tartışılır..
Fakat, kanuna göre böyle.
Gerçekler ve kanunlar bazen farklı
telden de çalabiliyor.
*
Evet, söz konusu kanun ile o zamanki
halife (halife olduğu söylenen) Abdülmecid hal’ edilmiştir. Halifelik
makamından düşürülmüştür.
Fakat yeni bir atama yapılmamış,
hilafet kurumu ilga/lağv/fesh edilmiş, mülga hale getirilerek ortadan
kaldırılmıştır.
Tıpkı son anayasa değişikiği ile başbakanlık
makamının ilga edilmesi gibi.
Fakat başbakanlık, halihazırda cumhurbaşkanlığı
makamının mana ve mefhumunda devam ediyor.
Maddesinde/suretinde ve mantukunda ise
yok.
(Siyasî güçten, “hükümet” etme
hakkından mahrum bir hilafet gerçekte hilafet olmadığı için, zaten sûrî/şeklî
hale gelmiş olan hilafet Vahideddin’in saltanatının elinden alınmasıyla
bitmişti. Muhteşem Yüzyıl’daki aktör ne kadar Sultan Süleyman idiyse,
Abdülmecid de o kadar halifeydi. Merhum Yavuz Sultan Selim, Mısır’daki süs
eşyasına indirgenmiş hilafeti üzerine almakla ona hasiyetini iade etmiş, onu
yüceltip olması gereken konuma getirmişti.)
*
Türkiye Cumhuriyeti’nde hilafetin
yeniden ihya edilmesine gelince..
Ne yazık ki tren kaçtı..
Bu dünya hayatının acı gerçeklerinden
biri şudur: Kıymeti bilinmeyen, şükrü eda edilmeyen nimet elden çıkar, ve geri
dönmesi ender-i nadirattandır.
Elden çıkan nimetin tekrar ele geçtiği
pek görülmemiştir.
Böylesi durumlarda Yahya Kemal’in
Sessiz Gemi şiiri hükmünü icra eder:
Artık demir almak
günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Sultan Vahideddin’in binip gitmek zorunda kaldığı gemi ile
birlikte hilafet de Türkiye’nin ellerinden kayıp gitti.
Bu toplum, emanete riayet etmediği, şükrünü eda etmediği ve
liyakatini kaybettiği için hilafet nimetini elinden ebediyen kaçırdı.
Ebediyen.
Dönüşü olmayan bir şekilde.
O yüzden, kimsenin “Türkiye’ye
hilafet geldi, geliyor” diye endişelenmesine gerek yok, hilafet bir daha bu
topluma nasip olmaz, bu toprakların değeri haline gelmez.
Bu ülkenin beyinsizleri hilafet
kurumuna sabah akşam sövüp saydıkları, dindarları da onları sükutlarıyla destekledikleri
için, bu ülkenin hilafete liyakatsizlik ve ehliyetsizlik bakımından bir eksik
ve gediği yok.
*
Hilafet kurumu elbette tekrar geri
gelecek, yeniden ihya edilecek.
Fakat Türkiye’de değil.
Saltanat şeklinde de geri gelmeyecek.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellem, “nübüvvet (peygamberlik) yolu üzere hilafet”in ahir zamanda
tekrar tesis edileceğini haber vermiş bulunuyor.
Rasulullah s.a.s. nasıl Yahudiler’in Filistin’de
tekrar devlet olacaklarını haber vermişse ve bu gerçekleşmişse, bu da
gerçekleşecektir.
Buna kimse engel olamaz.
Ahir zamanla ilgili hadîsleri bilen bir kimse, bu işin Mehdî
ile olacağını bilir.
Dolayısıyla, günümüz dünyasında, aklı
başında, biraz bilgisi olan ve bir nebze samimiyet taşıyan hiçbir müslüman
lider “Ben hilafet kurumunu tekrar ihya edeceğim, halife olacağım” gibi bir
hayale kendisini kaptırmaz.
Mesela Afganistan mücahidleri tüm
dünyanın kendilerini “tanımaması” pahasına Şeriat’e sarıldıkları halde hilafet
davası gütme gibi bir tavır sergilemediler.
Hangi lider veya
hangi hareket hilafet davası
güdüyorsa, (büyük ihtimalle) ya zır cahil ve makam mevki, şan şöhret peşinde dünyaperesttir, din
ile dünyayı yemeye çalışıyordur, ya da düpedüz (DEAŞ’ta olduğu gibi) Batılılar’ın
ileri karakoludur, taşeron örgütüdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder